Feteva-i Hindiye

Rehin

KITABU'R-REHN..

(REHİNLER)

1- RKHİN NE DEMEKTİR? RKHNİN RÜKNÜ, ŞARTLARI VE HÜKMÜ NEDİR? RK1IİN BİRAKİLMASİ CAİZ OLAN VEYA CAİZ OLMAYAN ŞEYLER VASİNİN VE BABANIN REHİN BIRAKMASI

1- Rehinin Manası, Rüknü. Şartlari Ve Hükmü.

Rehin Ne Demektir:

Rehnin Rüknü:

Rehnin Caiz Olmasının Şartları

Teslim Almanın Sıhhatinin Şartı

Teslim Almanın Nevileri

Rehnin Hükmü:

2- Rehin Olan Veya Rehin Olmayan Şeyler

3- Hangi Hallerde Rehin Bırakılır? Hangi Hallerde Rehin Bırakılmaz?.

4- Rehin Bırakılması Caiz Olan Ve Caiz Olmayan Şeyler

5- Babanın Ve Vasinin Rehin Bırakması

2- BÎR ŞEYİ ÂDİL BİR KİMSENİN YANINA REHİN BIRAKMAK..

Rehin Hakkında, Adalete Elverişli Olan Ve Olmayan Kimseler

3- REHİN BIRAKILAN ŞEYİN ZAYİ OLMASI HÂLİNDE, TAZMİN EDİLİP EDİLMEYECEĞİ

4- REHİN BIRAKILAN ŞEYE YAPILAN MASRAFLAR..

5- REHİN ALAN KİMSE İLE REHİN ARASINDAKİ MÜNASEBET.

6- REHİN VEREN ŞAHSIN, VERDİĞİ REHNİ ARTIRMASI

Rehnin Artırılmasının Çeşitleri

7- BORÇ ÖDENİNCE, REHNİN TESÜM EDİLMESİ

8- RÂHİN VEYA MÜRTEHİNİN, REHİN BIRAKILAN ŞEYDE TASARRUFU..

9- REHİN HAKKINDA İHTİLAF VE BU HUSUSTAKİ ŞEHADET.

10- ALTINI, ALTIN VEYA GÜMÜŞÜ, GÜMÜŞ KARŞILIĞINDA REHİN BIRAKMAK  

11- REHİNLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER..

Kâhinden Başka Birinin, Rehne Karşı Cinayet O Suç İşlemesi

Kâhinin Değil Merhûnun (=  Rehin Edilen Şeyin) Cinayet İşlemesi

Bir Rehnin, Diğer Bir Rehne Karşı Cinayeti:

12- REHİNLE İLGİLİ DA'VALAR VE HUSÛMETLER..


KITABU'R-REHN
 
(REHİNLER)
 
1- RKHİN NE DEMEKTİR? RKHNİN RÜKNÜ, ŞARTLARI VE HÜKMÜ NEDİR? RK1IİN BİRAKİLMASİ CAİZ OLAN VEYA CAİZ OLMAYAN ŞEYLER VASİNİN VE BABANIN REHİN BIRAKMASI
 

1- Rehinin Manası, Rüknü. Şartlari Ve Hükmü
 

Rehin Ne Demektir:
 

Rehin: Bir malı, tamamen veya kısmen istifası mümkün bulunan mâlî bir hak karşılığında, o hak sahibinin veya bir başkasının eline, rıza ile mahpus ve mevkuf kılmaktır.

Bu şekilde, —bir borç karşılığında —bir başkasının eline verilip, onda mahpus ve mevkuf edilen mala merhûn veya rehin denilir.

Rehin (= rehîne): Merhûn mânâsına geldiği gibi, bir şeyi rehin etmek mânâsına da gelir.

Râhin:—Hakikaten veya hükmen —borçlu olup, rehin veren kimse demektir.

Mürtehin: Hak sahibi (~ alacaklı) sıfatıyla, rehin alan kimse demektir. Miirtehen: Rehin olarak alıkonan şey demektir. İrtihan: Bir hakkın istifasını temin etmek için rehin almak demektir. Terhin: Bir malı, bir hak karşılığında rehin vermek; mahpus bulun­durmak demektir.

Rehn-i sahih: Sıhhat şartlarını cami olan yani, aslen ve vasfen sahih olan rehin akdi demektir.

Rehn-i fâsid: Aslen sahih olup; vasfen sahih olmayan, yani: Aslında akdedilmiş olduğu hâlde; bazı hârici vasıfları bakımından gayr-i meşru bulunan rehin demektir.

Rehn-i bâtıl: Aslen sahih olmayan rehin demektir. Aslında mal ol­mayan (veya mal sayılmayan) bir şeyi rehin vermek veya aslında olma­yan bir alacaktan dolayı rehin almak gibi...

Fekk-i rehn: Borcu ödeyip, merhûnu, rehniyetten tahlis etmek demektir.

Sahih-i adi: Âdil sayılan ve rehnedilen şey emaneten kendisine tevdi edilen şahıs demektir.

Yed-i adi: Âdil sayılan kimsenin eli, nezdi, yanı, şahsı demektir.

Rehin bahsinde adl'den (=adâlet'ten) maksat, râhin ile mürtehîn'in emniyet edilip, rehnin, yanına tevdi ve teslim edildiği âkil (— akıllı) kim­sedir. Bu şahsın aslında adi sahibi olması da şart değildir.

Deyn-i muaccel: Derhal ödenmesi gereken borç.

Deyn-i Müeccel: Bir müddetle tecil edilmiş (= vadeli) borç.

Deyn-i hali: Vadeli olduğu hâlde, müddeti sona ermiş, vadesi hulul etmiş borç.

Deyn-i hakîkî (= hakikaten deyn): Borç alınan para ve icâre karşılığ' olan borç.

Deyn-i hükmi (= hükmen deyn): Gasbedilen veya fâsid bir ahş-veriş alınan mal karşılığında bulunan borç. [1]

 

Rehnin Rüknü:
 

Rehinin rüknü: Rehin akdi (= sözleşmesi) yapılırken, icâp ve kabu­lün bulunmasıdır.

Bu da rehin verenin: "Bu şeyi, sana, —borçtan benim üzerimde olan hakkına karşılık olarak rehin eyledim." Veya "Bu, alacağına kar­şılık rehindir." demesi ve kendisine rehin bırakılan şahsın da: "Rehin eyledim." veya: "Kabul eyledim." yahut: "Razı oldum." demesidir.

Bu akid için rehin lafzı şart değildir.

Bir adam, dirhemler karşılığında bir şey satın aldığında, satıcıya, elbise verir ve ona: "Bu elbiseyi, bedelini sana ödeyene kadar yanında tut." derse; işte o elbise rehin olmuş olur. Çünkü o, akid manasına ge­lir. Akidlerde de itibar ma'nalaradır. Bedâi'de de böyledir.

Rehnin çeşitli şartları vardır. Bunlardan bazıları, rehinin nefsine râci olur.

O, rehni bir şarta bağlamamak ve bir vakte de mal etmemektir.

Ba'zı şartlar da, rehin verene ve alana râcidir.

Her ikisinin de akıllı olmaları şarttır.

Mecnun ve aklı yetmeyen çocuğun rehin verip alması caiz değildir.

Rehin akdinde bulûğ ve hürriyet şart değildir.

İzinli sabiden ve izinli köleden rehin alınır ve onlara rehin verilir.

Keza, sefer (= yolculuk) da, rehnin caiz olmasının şartından de­ğildir, rehin hazerde de, seferde de caizdir.

Rehin olunan şeye gelince, onun da çeşitli şartları vardır:

1-) Rehnedilen şeyin, satılan bir şey olması şarttır.

Bu şey, akid zamanında, mutlak mal olarak bulunacaktır ve tesli­me elverişli olacaktır.

Akid zamanı mevcut olmayan bir şeyin rehni caiz olmaz.

Varlığı, yokluğu belli olmayan bir şey de rehin olmaz. Hurma ağa­cının meyvesini rehin etmek veya koyunların kuzularını, (kuzlamadaı = doğum yapmadan önce) rehin etmek yahut: Şu cariyenin karnmd olan rehindir." demek ve benzeri şeyler gibi...

Lâşe ve kan mal sayamadıklarından; rehin olmazlar.

Haremin avı da rehin olmaz. Çünkü o da lâşe hükmündedir. Hür adam da, rehin olmaz. Çünkü o, asla mal değildir. Ümmü veled ve mü-debberde rehin olmaz.

Mükâtep de rehin olmaz. Çünkü onlar, hür menzilesindedirler. Bir yönden hürdürler ve mutlak mal olmazlar.

îçki de rehin olmaz.

Domuz da rehin olmaz. Âkidlerden ikisi de müslüman olurlar ve­ya birisi müslüman olursa; —müslüman için bunlar mal olmadıkları için —rehinde olmazlar. Bu, rehin verinin, borcu ödemesi; rehin almanın da borcu ifası olduğundan dolayı böyledir.

Bir müslümanın, içkiden borç ödemesi ve ondan fayda temin et­mesi caiz olmaz.

Yalnız rehin veren zimmî olursa; o içki, rehin alan müslümana karşı gasp sebebiyle mazmûne olur. Çünkü rehin sahih olmayınca, içki müs­lümanın elinde gasbolunmuş menzilinde olur. Zimmînin içkisi de müs­lümana karşı, gasp olur.

Rehin veren müslüman; rehin alan ise zimmî olursa; zimmîye kar­şı, o içki gasp olmaz. Çünkü müslümanın içkisi hiç bir kimseye karşı mazmüne olmaz. Fakat zimmet ehli hakkında içkinin de, domuzun da rehin olması caizdir. İkisinin rehin alınması da zimmî için caizdir. Çün­kü onlara göre, —ikisi de sirke gibi, koyun gibi —maldır.

Av gibi, odun gibi, ot gibi —herkes için — mubah olan şevler de rehin olmazlar. Çünkü onlar memlûke değildirler.

Fakat rehin veren için, memlûk olması rehnin caiz olması için şart değildir.

Hatta başkasının malanı da irtihan (= rehin bırakmak) caizdir.

Şer'î velayeti sebebiyle izinsiz olarak baba veya vasî, sabînin malı­nı kendi borcuna bedel rehin bırakabilir.

Şayet rehin, onu alanın yanında onu fekketmeden önce helak olur­sa; kıymetiyle helak olmuş olur. Ve baba veya vasî onu tazmin eder. (= Öder.) Çünkü nefsi borcu için çocuğunun malını rehin eylemiştir. Artık onu öder.

Bir çocuk bulûğa erişir, rehin de —rehin olarak —rehin alanın yanında duruyor olursa; hâkim, hukmeylemeden Önce, çocuk onu geri alma hakkına sahip olmaz. Fakat, babasına "borcunu ödemesi ve rehi­ni kurtarıp oğluna vermesi" emredilir.

Şayet, bir kimsenin oğlu, babasının borcunu öder ve rehni kur­tarırsa, bu bir teberru olmaz. Bu durumda oğul, ödediğinin tamamı için, babasına müracaat edebilir.

» Vasînin hükmü de, aynen —yukarıda söylediğimiz —babanın hükmü gibidir.

Başkasının izni ile, onun malını rehin yapmak caiz olur.

Bir insandan emânet almak ve onun izniyle, emânet alınan şeyi re­hin bırakmak caizdir. Bedü'de de böyledir. [2]

 

Rehnin Caiz Olmasının Şartları
 

Rehinin caiz olma şartlarına gelince: Rehin olunan mal, ayrılmış ve meşgaleden fariğ olmuş bulunmalı ve rehinden istifade etme hakkı­na sahip olmalıdır. Eğer rehin, kendisinden istifade edilmeyecek bir mal ise, o rehin bâtıl olur. Kısas ve haddi, rehin yapmak gibi: Sirlcü'İ-Vehhsc'da da böyledir.

İmim Muhemmed (R.A.), Rehin Kitabı'nda şöyle buyurmuştur: Rehin, merhûn teslim alınmadıkça, caiz olmaz. Burada teslim al­manın, rehinin şartından olduğuna işaret vardır.

Şeyha'l-İmim Hâher-zlde şöyle buyurmuştur:

Rehin, teslim almadan da caiz olur; yalnız lâzım değildir O, ancak rehin bırakan hakkında lazımdır. Teslim almak, rehnin lüzumunun şar­tıdır. —Hibede olduğu gibi —cevazının şartı değildir.

Önceki kavil daha doğrudur.

Zâhirü'r-rivâyeMe şöyle denilmiştir: Rehni teslim almakla, tah­liye sabit olur. Satışta olduğu gibi...

İmim Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Menkul ( - tasımı) malda, rehin sabit olmaz; ancak, o nakiedilirse sâhiı olur.

rehin alan teslim almaz ise, rehin veren muhayyerdir: İsterse, tes­lim eder; isterse, rehinden geri döner.

Rehini, rehin alana teslim edince, rehin alanın tazminatına girer. Kâfî'de de böyledir. [3]

 

Teslim Almanın Sıhhatinin Şartı
 

Teslim almanın sıhhatinin şartını beyana gelince: Bu hıiMiıta da çeşitli şartlar vardır:

1-) Rehin verenin izin vermesidir.

İzin de iki nevidir:

A-) Nas.

B-) Delâlettir.

Birincisi, rehin verinin: "Onu teslim almana izin \erdim." \c>a: "Onu teslim almana razı oldum." yahit: "Onu teslim al." demesidir.

Bu teslim; ister o mecliste olsan, isterse ayrıldıktan sonra olsun müsavidir.

îstihsânen bu böyledir.

Delâlete gelince: Rehini alanın, rehini veren şahsın yanında, onu teslim alması sırasında onun susması ve onu men etmemesidir.

Bu istihsânen böyledir.

Ağaçta bulunan meyveyi rehin etmek gibi —ilâve edilmiş ve diğer şeyden ayrılmamış olan bir şeyi, rehin vermek caiz olma/. Ancak, bu rehin, onu ayırmak ve teslim etmekle caiz olur.

Rehin verinin izni olmadan, rehin alanın bir şeyi, olduğu yerden ayırıp, alması caiz olmaz. İsterse fasi ve kabz aynı mecliste olsan; ister­se, başka mecliste olsun müsavidir.

Eğer onun izni ile alırsa, kıyâs bunun caiz olmamasıdır. Istihsân ise, caiz olmasıdır.

2-) Bize göre, cem olmakta şarttır. Muşa (= taksim olunmamış mikdarı belirsiz şey)'in alınması sahih değildir. Musa'nın taksim kabul edip etmemesi müsavidir. Bir yabancının veya ortağının onu rehin bırakması müsavidir. İster sözleşmeye mukarin olsun, isterse sonradan ol­san sahih olmaz Zâhirür-rivâyede böyledir.

3-) Rehin olunan şeyin, rehin olmakta fariğ olmamakdır. Eğer onunla meşgul olursa, (Şöyle ki: Bir adam, içinde rehin verenin eşyası bulunan evini, rehin bırakır ve o evi, içindeki eşya ile birlikte rehin ala­na teslem ederse; işte bu caiz değildir.

4-) Rehin bırakılan şey, ayrılmış seçilmiş olmalıdır.

Şayet muttasıl (= bitişik) ondan seçilmemiş olursa; onu teslim al­mak sahih olmaz.

5-) Teslim almaya ehliyet bulunmalıdır. O da akıldır. [4]

 

Teslim Almanın Nevileri
 

Teslim alma iki nevidir:

1-) îsâle yoluyla teslim.

2-) Niyâbe yoluyla teslim

İsâle yoluyla teslim: O bizzat birinin kendisi için teslim almasıdır.

Niyâbe yoluyla teslim almaya gelince:

O da iki nevidir.

A-) Teslim alana müracaat etmek.

B-) Teslim alınanın nefsine müracaat etmek.

Teslim alana müracaat etmek: Babanın veya vasinin, sabîden teslim almasıdır.

Âdil bir kimsenin teslim alması da rehin alanın teslim alması menzilindedir.

Hatta, rehin onun yanında zayi olursa; rehin alan adına zayi ol­muş olur.

Teslim alınanın nefsine müracaat: Bu, rehin konulan şey, akid zamanı teslim alınmışsa, rehini teslim almada nâib olur mu?

Bunda aslolan, teslim alınan iki cins olur ve birisi diğerinden nâib olursa; muhtelif olması hâlinde yükseği, engin olana naip olur.

Bize göre, teslim almanın devamlı olması da şarttır. Siya', cinsin devamım men eder. Rehinin cevazı da men edilmiş olur. Taksim ihti­mali olsun veya olmasın müsavidir. [5]

 

Rehnin Hükmü:
 

Rehnin hükmü: Rehin bırakılan şeyin aynına, habs hususunda nıürtehin malik olur. Ve onu, alacağını alana kadar, yanında tutar.

Rehin bırakan Ölecek olursa, mürtehin, o zaman, diğer alacaklı­lardan daha haklı olur. Ve o rehinden, Öncelikle onun hakkı ödenir.

Rehin koyan iflas ederse, rehin alan şahıs, diğer alacaklılardan da­ha Önce hak sahibi olur ve rehin aldığı şey, —alacağı kadar için ona hu­susiyet kesbeder. Serahrf'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Rehnin, borçtan noksan olması sahih olmaz.

Eğer rehin borcun tamamını düşürecek miktarda ise, bunun sahih olduğunda ihtilaf yoktur.

Eğer borcun tamamım düşürmüyorsa, bu rehin ihtilaflıdır. Gıyasiy-ye'de de böyledir. [6]

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır.

 

2- Rehin Olan Veya Rehin Olmayan Şeyler
 

Bir adamın, diğer bir adama borcu olur ve ona bir elbise vererek: •'Malını verene kadar, bunu yanında tut." dese; İmâm S>Û Hanîfe (R.A.) "Bu rehindir." buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'da: "Bu, bir vediadır. (= emanettir.) Rehin olmaz." demiştir.

Eğer: "Bunu, malına karşılık tut." veya: "Bunu malını verene ka­dar tut." derse, o zaman rehin olur.

Bu bi'1-icma böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir

Bir adamın, üzerinde başka birisinin bin dirhem "güllesi olur ve: "Şu bin vadhı — hakkına karşılık tut." der ve teslim aldığına da şahid edinirse; bu, borcunu Ödemek olur.

Eğer: "Teslim aldığına şahit ver." der; alacak sahibi de: "Bana ver; sana şahitlik edeyim." derse; borcunu ödemiş olur.

Şayet: "Şu bin dirhem gümüşü — hakkını verene kadar al. Bana da teslim aldığına şahit ver." derse; işte bu rehin olur. Borcu ödemek olmaz. Fetâvâyi KâdBhân'da da böyledir.

Eğer: "Şu evi sana rehin eyledim." veya: "Şu yeri sana rehin eyledim." yahut:"Şu köyü sana rehin eyledim." der ve başka şeyş tah­sis etmezse, o köyün evleri, ağaçlan bağlan yeşillikleri ve ziraatı rehne dâhil olur. YenâbFde de böyledir.

Bir borçlu borcunu ödedikten sonra; o adama, mal vererek: "Bu­nu, verdiğim dirhemlerde bulunan zayıf ve geçersiz olanlar karşılığında rehin olarak al." derse; işte bu rehin kalp para varsa —caiz olur. Zayıf için rehin olmaz. Çünkü zayıfı teslim almakla, borç ödenmiş olur. Kalp hâriç borç ödendikten sonra, rehin bırakmak tasavvur edilmez. Fetâvâyi Kâdîhânda da böyledir.

Bir adam, borç olarak, dirhemler alır ve eşeğini de alacaklıya, dirhemleri ödeyene kadar, iki ay müddetle teslim eder veya evini otur­mak üzere teslim ederse; işte bu fâsid bir icarlama olur. Eğer eşeği, bir işinde kullanırsa, ecr-i misil lâzım olur; o, rehin olmaz Cevâhirii'l-Ahlâti'de de böyledir.

Bir mantarcı, bir sepet veya kızanı rehin olarak alırsa; bu —rehin olmaz. Sİrâciyye'de de böyledir.

Bir kimse, diğerinin sekiz yüz dinar vermesi şartıyla, ona rehin verdiğinde; karşıdaki adam, üçyüz dinar verir; kalanını vermezse, bu rehin sahihtir. Gunye'de de böyledir. [7]

 

3- Hangi Hallerde Rehin Bırakılır? Hangi Hallerde Rehin Bırakılmaz?
 

Rehin, ancak ödenmesi îcâbeden bir borç veya —rehin gibi —sebebi vûcûbu bulunan bir şey için olur.

Vacip olmayan veya vücûp sebebi bulunmayan bir borç için rehin vermek sahih olmaz.

Rehnin sahih olması için; hakikat üzere borcun vucûbu şart de­ğildir. Vücûbunun açık olması kâfi gelir.

İmâm Mnhammed (R.A.)'in, Cimi, isimli kitap da zikreylediği mese­lelerin beyanı: Bir adam, başka bir adamda bin dirhem alacağı olduğu­nu iddia eder; da'vâii da bunu inkâr eder ve beşyüz dirheme anlaşma yapıp, ona karşılık olarak da bir rehin bırakır; o da, rehin alan şahsın yanında, zayi olursa; sonra da, her ikisi de "borç olmadığını" doğru-larlarsa; işte o zaman, rehin alan şahıs, rehin bırakılan şeyin, beşyüz dirhem olan kıymetini, rehin bırakana öder.

Bu durumda, bu rehin bize göre caizdir. Çünkü zahirde vacib olan borç hasıl olmuştur ve inkârdan sonra sulh caizdir. Sulhun bedeli de bize göre vâcibdir. Bu şahıslar, bu işi hâkime çıkarsalar ve kıssalarını anlatsalar; artık hâkim, sulh bedelini teslim etmesi için da'valıyı ilzam eder. O, teslimden kaçınırsa, da'vâcının isteği üzerine, onu habseder. "Rehin sebebiyle, mal hasıl olur.

Şayet, rehin zayi olursa; rehin alan şahıs, o rehnin bedelini öder. Sonra da, her ikisi de malın vacip olmadığını doğrularlarsa; işte o va­kit, da'vâ batıl olur. O takdirde, ödenen adam o denen şeyi geri verir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir nefse kefil olmakla, rehin caiz değildir. Bir nefsin kısasına da rehin caiz değildir. Eğer cinayet hata ile yapılmışsa rehin caizdir.

Şüf aya karşılık rehin de caiz değildir. Kâfi'de de böyledir.

Haraca bedel, rehin caizdir. Çünkü haraç da başka borçlar gibi borçtur. Müzmarât'ta da böyledir.

Bir adam, belirli dinarlar veya dirhemlerle bir kadın nikahlasa; kadında ondan rehin alsa; bize göre, bu sahih olmaz.

İki kişi kan bedeli için belirli bir şey üzerine anlaşma yaparlar ve kan sahibi rehin alırsa; bu caiz olmaz. Yenibî'de de böyledir.

Bir adam, bir evi veya başka bir şeyi icarlar ve icara karşılık ola­rak rehin bırakırsa; bu caizdir.

Eğer rehin, borç ödenmeden önce zayi olursa, o kadar borç öden­miş olur.

Eğer icar ödenmeden önce, helak olursa; rehin bâtıl olur. Rehin alana, rehinin kıymetini ödemesi gerekir.

Bir adam, bir terziyi elbise dikmek üzere icarladığında; o terzi­den rehin alması caizdir.

Keza, bir kimse, Mekke'ye kadar bir deveyi icarlayıp, deveciden de, taşımasına bedel rehin alsa; bu caizdir.

Taşımaya karşılık, adamın kendisini rehin almak veya bir hayvanı bizzat rehin almak caiz değildir.

Bir adam, diğerinden, emânet bir şey alır; emânet veren de emânet alandan, "emânetini verene kadar, bir ş* vi rehin alsa; bu caizdir. Bi-nefsihi ariyeti red için, rehin alsa bu caiz olmaz.

Emânet almış bulunan bir şahıstan, emânet aldığı şeyi rehin al­mak caiz olmaz. Çünkü o emânettir

Ağlayan (= ağıt yakan) şarkı, türkü söyleyen bir kadını icarla-yıpi Ücretine karşılık rehin vermek, caiz olmaz; bu bâtıldır.

Keza, kumar borcu, İaşe bedeli, kan bedeli, bir müslümanın di­ğer müslümandan içki bedeli veya bir zimmiden içki bedeli veya hınzır bedeli için rehin verilmesi bâtıldır. Fetftvâyİ Kftdfhftıı'da da böyledir.

Cinayet işleyen köleyi rehin vermek sahih olmaz.

Borçlu köleyi de rehin etmek sahih olmaz. Çünkü efendisine karşı, mazmun değildir. Helak olursa efendiye bir şey gerekmez. Serahtf'nin Mohıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinden bizzat bir şeyi dirhemler karşılığında satın alıp, onu da rehin verirse bâtıldır. Fetfviyİ KMftia'da da böyledir.

Bir aynı, diğer bir ayn karşılığında rehin bırakmak şu Üç vecih üzeredir:

1-) Bir ayna, diğer bir ayri karşılığında rehin bırakmak emânet­tir; bunun rehin olması bâtıldır.

2-) Mazmun olan bir malı, başka bir şey karşılığında rehin bırak­mak da caiz değildir. (Satılmış olan bir şeyi, rehin bırakmak gibi...

Hatta bu şey helak olursa; rehin olarak değil; başka bir şey olarak zayi ve helak olmuş olur.

Bu Ebû'l-Hasan el-Kerhî'nin kavlidir.

3-) Mazmune (- borç) olan bir aynı (=malı) ve gasbedilmiş olan kocalı bir kadını rehin bırakmak caiz ve sahihtir.

Eğer, rehin zayi olursa; mürtehin onu, düşük değeri ile tazmin eder.

Eğer, bir ayn, rehnedilmeden önce zayi olursa; bu rehin onun kıy­meti üzerinden geçerli olur. Hulâsa'da da böyledir.

En doğrusunu bilen, AHahu Teâlâ'dır. [8]

 

4- Rehin Bırakılması Caiz Olan Ve Caiz Olmayan Şeyler
 

Satışı caiz olan şeyin, rehin bırakılması da caizdir. Satışı caiz olmayan şeyin rehin bırakılması da caiz değildir. Tehab'de de böyledir.

Bir adam, bir yeri rehin verir; rehin alan da onu teslim aldıktan sonra ona hak sahipleri çıkar ve hak sahibi belirli olmazsa; bu rehin, diğerleri hakkında da bâtıldır.

Şayet hak sahibi belirli ise, rehin bakileri hakkında da caizdir.

Rehin alan için, geride kalanlar hakkında muhayyerlik olmadığı gibi, ondan, başka bir şey de talep edemez. Geride kalan, bütün alacağı için mahpustur. Muhıyt'te de böyledir.

tki kişi, bir adamdan, —alacakları için —bir şeyi rehin alsalar; —onların arasında ortaklık olsun veya olmasın —kabul ederlerse; bu rehin caiz olur.

Şayet ikisinden birisi kabul eder de, diğeri kabul etmezse; o rehin sahih olmaz.

Eğer rehin bırakan; alacaklılardan birinin alacağım öderse; alaca­ğı ödenen şahsın, o rehnin yansım geri verme hakkı yoktur. Fetâvâyi Kâ-dîhân'da da böyledir.

Bir adam, üzerlerinde alacağı olan iki adamdan rehin alırsa; bu rehin caiz olur. Ve bu rehin, tam alacaklarına karşılık olur. Rehin alan, o relini alacaklarının tamamı ödenene kadar yanında tutar. Hızânetâ'I-Müftîn'de de böyledir.

Bir adamın yanında, bin dirheme karşılık olarak iki köle rehin bulunur; sonra da kendisine beşyüz dirhem ödenir ve borçlu olan zat, kölelerden birini almak isterse; onda hakkı yoktur.

Şayet: "Ben, bu kölelerin her birini beşyüz dirheme karşılık rehin bıraktım." der ve sonra da beşyüz dirhemi ödeyince, o kölelerden biri­ni geri almak isterse; buna hakkı vardır.

Bu, Ziyâdât'ın rivayetinde böyledir.

Asıl   olan,   borç  tamamen  ödenmedikçe,   kölelerden  birini alamamasıdır.

"Ziyâdât'ta söylenilen, İmam Muhammçd (R.A.) 'in kavlidir. el-AsI ki­tabında olan ise, İmâmeyn'in kavlidir." denilmiştir.

Keza, alacak iki cinsten (beşyüz dirhem gümüş, beşyüz dinar al­tın gibi^ olursa; râhin onlardan birisini ödeyince, rehin olan iki köleden birini alamaz. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, alacağının yerine, iki kişiden, iki kölenin yanlarını rehin alsa; işte bu caiz olmaz, tkisi adına, mutlaka bir köleyi rehin alsa; bu caizdir.

Bir kimse, yansı altı yüz dirhem; diğer yansı ise beşyüz dirhem olan bir kölenin yarasına rehin koysa; bu caiz olmaz. Serahs'nin Mohıyti'nde de böyledir.

Ağacı hariç hurmayı veya hurması hariç, hurma ağacını veya ara­zisi hariç, ziraatı, evi ve hurmalığı; yahut üzerinde olanlar hariç, arazi­yi ,rehm bırakmak, caiz olmaz.

Hasan bin Zİyâd, İmâm Ebâ Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu riva­yet etmiştir:

Hurmalığı hariç, olmak üzere —bir yeri rehin yapnun . ûi/di: " Şayet rehin yaparken istisna eylemez ise; hurmalık da. '.nur . J.ı zirâat de, binalar da rehine dâhil olur, Tehzîb de de b-.-; 'etin .

Bir adam, yeriyle beraber hurmalığı, ağaçları ve bağı rehin yap­sa; bu caiz olur. SerahsPnin MuhıytTnde de böyledir.

Bir adam, otuz dirheme karşılık, iki koyunu rehin bıraktığında; o koyunlardan birisi on dirheme bedel; diğeri de yirmi dirheme bedel olur; fakat hangisinin neye bedel olduğunu açıklamazsa; bu rehim caiz olmaz. Çünkü cehalet sebebiyle aralarına nizah düşer. O rehinlerden biri zayi olursa, ne kadar borcun bedeli zayi olduğu bilinmez.

Şayet açıklama yapılırsa, o zaman zayi olan bedeline karşılık olur; bu caizdir. Serahs'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Memlûkunun hayvanım rehin bırakmak caizdir. Ba/ı alimlerimiz, buna muhaliftir. Onlar, şöyle buyurmuşlardır;

Hayvan, ölüme helake ma'ruzdur. Bu da fesada sebep olur; Ek­mek gibi, bunun da rehni caiz değildir.

Büyük ve küçük mirasçıların bulunduğu ve ortak oldukları bir evi, vasî ve büyükler, ortak bulundukları bir yerin haracına karşılık ola­rak, rehin bıraksalar, bu sahih olur.

Bir adam, duvarı ortak olan, bir evini rehin bıraksa; bu caiz ve sahih olmaz.

Ortak olan duvarı müstesna ederse, caiz olur.

Ancak, kendi duvarı ortak olduğu duvara bitişikse, bu rehin yine caiz olmaz.

2ir adam duvarına komşusu ile ortak olduğu bir evini rehin bi­ralığında; yeri ve tavanı kendine ait olan duvarının rehni sahih olur.

Tavanın ortak duvar sebebiyle, birbirine ulanmış olması, rehnin — ona tâbi olduğu için —sıhhatına mâni olmaz. Gunye'de de böyledir.

Bir adam, evinin belirli bû uâiresi-vya belirli bir topluluk, bir evini rehin yapsa; bu caizdir. Fetlvayi Ksdfhfta'da da böyledir.

Bir kimse başkasının mülkünü satıp, bedeline karşılık da bir şeyi rehin alır; buna da mal sahibi izin verirse; bu rehin sahih olmaz. Hasta bir köleyi rehin bırakmak —eğer kıynieti borçtan fazla ise sahih olur. Gunye'de de böyledir.

Bir adamı, içinde —az veya çok —kendisinden fayda görülecek eşya bulunan bir evi rehin bıraksa; vey ı içinde rehin verenin eşyası bu­lunan çuvallarını rehin bıraksa ve bunların tamamını rehin alana teslim etse; bu caiz olmaz.

Ancak, evi ve çuvalları boşaltarak teslim ederse; o zaman caiz olur.

Eğer, ^ev hariç —evin eşyasını r^hin bırakırsa; veya —çuval hariç çuvalda olanı rehin bırakırsa; ve bunların tamamını rehin alana teslim ederse; bu caiz olur.

Birinci mes'elede, caiz olmasmın çâresi: Önce, evi ve çuvalları emâ­net bırakır; sonra da, içinde olanları rehin olarak teslim ederse, bu iu-rumda, teslim de, rehin de sahih olur. Felâvâji  'âtühan'da du böyledir.

Hasan bin Ziyâd, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nîn şöy1 e buyurduğunu ri­vayet etmiştir:

Rehin verenle, rehin ab.mn DcraNicc idinde bulundukları bir evi, râhin, rehin verip: "Sana teslim eylecim." Mürtehin^0: "kabul eyle­dim." derse; bu rehin —rehin veren evden çıkmadıkça ve sana eyledim demedikçe— tamam olmaz. Seıihâ'nin Muhıyt'in de de böyledir.

Bir kimse, arzı Sultanî denilen yerde bulunan bir imarethanesini rehin eylese ve onu rehin alan teslim etse; rehin alan, orda tasarruf ede­rek, senelerce icarını alırsa; bu rehin sahih olmaz, rehin alan için — aldığı Ücret —temiz olmaz. Ce-^frö'l-AhiâöM^ de böyledir.

Bir kimse, bir atın üzerindeki eğ'"i veya başındaki gemi rehin ola­rak bırakıp, atı, üz& inden eğirini, ve gemini teslim eylese; bu rehin, — atın üzerinden eğerini, başından gemini çıkarıp teslim etmediğe —sahih olmaz.

Üzerinde yük bulunan bir hayvanın —hayvan hariç olarak, —yaınız yükünü rehin verse; — yükü indirmedikçe —bu rehin de sahih olmaz. Yükü indirir; rehin alan şahsa teslim ederse; o zaman, bu rehin sahih olur.

Eğer, —hayvan hariç —yükü rehin bırakır ve onu da verirse bu sa­hih oiur. Çünkü» hayvan yükle meşguldür; fakat yük hayvan ile meş­gul değildir. Bedtt'de de böyledir.

Bir adam, kocası olan bir cariyeyi, kocasının izni olmadan rehin »raksa; bu caizdir. Fakat rehin alan şahsın, ona, kocasının cima etme-ini men etme hakkı olmaz.

Eğer, bu câriye, o cima neticesinde ölürse; semavi bir âfetle ölmüş ibi olur. îstihsanen, rehin alan şahsın alacağı sakıt olur. (= düşer.) Cıyasen ise, düşmez.

Eğer cariyenin —rehin olarak bırakıldığı zaman, —kocası olmaz /e sonra rehin alanın izniyle, o câriye nikâhlanırsa; bu durum île bun­dan önceki müsavidir.

Eğer rehin alanın izni olmaksızın nikâhlamrsa, bu da caizdir. Rehin alan şahıs, yeni kocasının, bu cariyeye cima etmesini men edebilir.

Eğer kocası cima ederse cariye ile birlikte onun mehri de rehin olur. Cimadan önce, mehri rehin olmaz.

Bu yönde, câriye cimadan nâşi ölürse, rehin bırakılan zat, muhay­yerdir: İsterse, onu, rehin verene ödetir. İsterse, cariyenin kocasına ödetir.

Meselâ: Kocası, bu cariyeyi öldürür; sonrada, o koca cariyenin efen­disine müracaat ederse; eğer kocası, onun rehin olduğunu bilmiyorsa, tazminat kocaya âit olur. Zahîriyye'cie de böyledir.

Feîivâyi Atttbiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, bir cariyenin karnında olan çocuğu, azâd ettikten son­ra, onu rehin bıraksa; bu caiz olur. Doğumu sebebiyle noksanlaşması, onu rehinden düşürmez. Çocuğu azâd etmeden önce, doğum yaparsa; noksanlığı nisbetinde borçtan düşer. Tatarhâaiyye'de de böyledir.

Bir müslüman, bir kâfirden, içkiyi rehin olarak alsa; bu rehin âtıl olur.

Sirke olan içki ise, onun yanında emanet olur. Rehin bırakan mu-lyyerdir: Dilerse onu öylece alır; dilerse, borcunu öder; dilerse sirkeyi Tcuna bedel olarak bırakır.

Eğer içkinin kıymeti, rehin olduğu gün borcu kadar ise bu böyledir. Şayet, bir kâfir, müslümandan rehin olarak, içki alırsa; bu da caiz olmaz. O içki, rehin alanın elinde emânet gibi olur.

Bir müslüman, diğer bir müslümandan rehin olarak şıra teslim alsa, o da içki oluverse; rehin alan, onu sirke yapar ve böylece rehin olur. Tartısında ve Ölçüsündeki noksanlık bâtıl olur.

Eğer rehin veren kâfir ise, içkiyi alır ve borç, üzerinde kalır. Re­hin alan, onu sirke yapmaz.

Eğer yaparsa, sirke olduğu günkü kıymetini tazmin eyler öder ve alacağı için de borçluya müracaat eder.

Eğer rehin veren müslüman ise, hüküm bunun hilafınadır. O, içki­yi sirke yaparsa; onu tazmin eylemez. Sm&i'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Zimmînin yanma, diğer bir zimmî, îâşe derisini rehin bırakır; re­hin alan da onu dibağlarsa; bu rehin olmaz. Rehin bırakan onu ondan geri alır ve dibağlamasımn bedelini ona öder.

Bir kimse, İaşenin derisini gasbeylese ve onu dibağlasa, önceki kıy­metini sahibine borçlu olur.

Bir zimmî, diğer bir zimmîden, rehin olarak içki alsa; sonra da müslüman olsa; o içki rehinlikten çıkar.

Eğer, onu sirke yaparsa yine rehin olur.

Keza, her hangi biri müslüman olur; sonra da o içki, sirke yapı­lırsa; bu rehin olur. Onun kıymeti ne kadar noksanlaşırsa, o kadar borç­tan düşer.

Bir kâfir, diğer bir kâfirden, rehin olarak içki alır ve onu da bir müslümanın yanına bırakır; o da, onu teslim alırsa; işte bu rehin, caizdir.

Harbî olan bir güvenceli de, rehin verme ve alma hususunda zim­mî gibidir. Eğer dâr-i harbe döner; sonra da müslümanlar oraya sahib olurlar ve o adamı esir alırlar ve onun dâr-i İslâm da, üzerinde olan borç yerine rehni olursa; borç bâtıl olur; o rehin borç yerine olmuş olur.

Bu, İmim EM Yftsaf (R.A.)'un kavlidir.

İmâm Mabammed (R.A.)'e göre ise, bu rehin satılıp, —borca mukabil-rehin alana verilir. Baki kalırsa, onu da o harbiyi esir alan öder.

Şayet o harinin yanında, bir müslümamn veya bir zimmînin rehni varsa; rehni sahibine verir ve borç bütün âlimlere göre bâtıl olur. Meb-sût'ta da böyledir.

Zimmîden olsun, başkasından olsun İaşenin ve kanın rehni sa­hih değildir. KâfFde de böyledir.

Fetâvâyî Atiabiye'de şöyle zikredilmiştir: Bir gâsıp, gasbeylediği bir şeyi rehin bıraktıktan sonra, onu satın alırsa; rehin caiz olur.

Satılanda bir kusur bulunur ve onu da, satıcısı kus tınıyla birlikte rehin bırakırsa; bu caiz olmaz.

Şayet müşteri, onu aynen satıcıya geri verirse; satılan ile bedel mu­kabili rehin olur. TataröâDİyye'de de böyledir.

Rehin verenin ölmesiyle, rehin bâtıl olmaz. Rehin alanın ölmesiyle de rehin bâtıl olmaz, ikisinin de ölmesiyle, rehin bâtıl olmaz,

Rehin vârislerin yanında, rehin olarak kalır. Hızânetü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dir. [9]

 

5- Babanın Ve Vasinin Rehin Bırakması
 

Bir baba, büyük oğlunun malından kendi borcu için rehin verse; bu ona karşı velayeti olmadığı için caiz olmaz. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir baba, kendi malına mukabil, oğlunun eşyasını rehin verir ve o malı da kendi nefsi ve küçük oğlu için almış olursa; işte bu caizdir.

Büyük oğlu ile küçük oğlunun ortak olan malını rehin vermek bu­na muhalifdir. Gerçekten bu büyük oğlu, or.ıı teslim etmedikçe» —caiz değildir.

Eğer rehin helak olursa, baba, o btiv ak oğlanın hissesini tazmin eder. (~ öder.)

Vasî de bu hususlarda baba gibidir.

Babanın ölümünden sonra, babanın babası da —vasî olmadığı za­man —baba gibidir. Çünkü, tasarrufta olsun, velayette olsun —onun makamına kâimdir.

Yalniz,baba4ki küçüğün birinin malından rehin verebilir.Vasî ise, buna mâlik değildir. Ö, ancak vasisi olduğu çocuğun malından rehin verebilir. Mebsot'ta da böyledir.

Bir baba, küçük oğlunun malından bir adama rehin verir ve ço­cuk büyür, baba da ölürse; çocuk o rehini borcu ödemedikçe, —geri isteyemez. Çünkü, babası, velayetinin olduğu zaman tasarruf yapmıştır.

Şayet baba, kendi nefsi için rehin vermiş olur; oğlu da o borcu öder­se; babasının malına başvurur.

Eğer borç ödenmeden, rehin zayi olursa; oğul babaya müracaat ede­rek, rehnin bedelini alır. KftfiMe de böyledir.

Bir Anne, küçük yavurusumm malını rehin bıraksa, bu caiz olmaz. Ancak, o çocuğun velisi tarafından izin verilmişse, o zaman caiz olur. Hâkim izin verirse yine caiz olur.

Rehin alan şahsın o malı yanında habsetme hakkı vardır.

Satma hakkı ise, yoktur. Bir anne, rehin verilen şahsı satışa vekil kılar ve ona da hâkim izin veririse; bu vekil, hakim tarafından vekil la-yin edilmiş olur.

Rehine izin veren hâkim, vekili azleder ve başkasını velî yaparsa; rehin alan da rehni satarsa, eğer ikinci hâkim tarafından tesbit edilirse; önceki hâkimin izin verdiği işte o geçerli olur.

Eğer tesbit edilmezse, vekil eden hakimin imzası yoksa; ve çocu­ğun o rehne ihtiyacı varsa —satışı reddeder. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir babanın küçük oğlu veya ticârete izinli ve borçsuz kölesi için, küçük oğlunun eşyasından, —kendi nefsi için veya küçük oğlu için ve­ya kölesi için —rehin vermesi caizdir. Tebyûı'de de böyledir.

Baba, küçük oğlunun malını, kendi nefsî borcu için rehin verebilir. Vasî'nin böyle yapması caiz olmaz. Yâni, vasî, vasisi bulunduğu çocuğun malından, kendi nefsi borcu için rehin veremez.

Bir vasî, yetimin malından, kendi nefsi için bir hizmetçi alıp onu rehin bıraksa; bu caiz olmaz.

Ancak vasî, yetimin malını satmaya ve almaya izinli ise, o zaman müstesna...

Bunu, iki vasiden birinin yapmasıda caiz olmaz.

Ancak diğerine de izin verilirse caiz olur.

tm&m Ebft Ksnîfe (R.A.) ve toka Mahammed (R.A.)'e göre bu böyledir.

İmim Ebû Yâsaf (R.A.)'a göre ise, yetimin malından rehin bırakmak baba için caizdir. Fakat vasî için caiz değildir. Küçük oğul ve üzerinde borç olmayan kölenin malından da vasî rehin bırakamaz. Eğer büyük oğlu veya babası veya mükâtebi veya üzerinde alacağı olan kölesinin ma­lından rehin bırakırsa, bu caizdir. Mebsât'ta da böyledir.

Şayet vasî, yetimin giyeceği ve yiyeceği hususunda borç alır ve onun eşyasından da rehin bırakırsa; bu caiz olur.

Keza, yetim için bir şey icar eder ve rehin verirse bu da caiz olur. Kâfî'de de böyledir.

Vasî, eğer vârislere borç eder ve ona karşılık onların eşyaların­dan rehin verirse; bu onların ya nafakaları veya ihtiyaçları için olmak­tan hâli kalmaz. Haraç gibi... Veya kölelerinin nafakası yahut hayvan­larının nafakası için borç alırsa, bunların tamamı onların ihtiyaçları ol­maktan hali kalmaz. Bu durumda vârislerin ya hepside büyüktürler, veya hepsi de küçüktürler... Şayet nafakaları için borç aldığı ve ona karşılık da rehin verdiği kimseler, büyük iseler; ister hazırda olsunlar isterse hu­zurda bulunmasınlar; bu rehni caiz olmaz.

Eğer küçük olurlarsa, işte o zaman caiz olur.

Eğer küçüklü büyüklü iseler, —büyüklerin dışında —hasseten kü­çükler için borç eder ve mallarından rehin bırakır.

Şayet taşınır mallarından satarsa, bu, bunun hilafınadır. Bu hepsi hakkında caizdir.

Fakat, onların köleleri ve mallarımı nafakası için borç ederse; bunlar büyük olurlar ve huzurda da bulunurlarsa; onların eşyalarından borç etmesi de, rehin vermesi de caiz olmaz.

Eğer huzurda bulunmazlarsa caiz olur.

Ba'zılan hazır; bazıları gaip olursa veya büyüklü küçüklü olurlar­sa; borç etmesi de, onların eşyalarından rehin vermesi de caizdir.

Bu, İmâm Ebû Hiiüfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmimeyn'e göre ise, hazırda olmayanlar için caiz değildir. Küçükler için de caiz değildir. Tamamı için de rehin veremez. Serahai'nin Muhıytı'-nde de böyledir.

ölen bir adamın borcu olur ve onun bir vasisi de bulunur ve bu vasî, onun terekesinin bir kısmını, rehin bırakırsa, —bazı alacaklıları için, —bu caiz olmaz. Diğer alacaklılar, bunu reddederler.

Eğer onlar reddetmeden, onların alacaklarını verirse; o zaman caiz olur.

Keza ölen zat, rehin almışsa; vasîsi onu tutmakta, onun yerine kaimdir.

Ancak, onu, rehin bırakan şahsın izni olmadan satamaz.

Vasinin, ölen zatın borcunun yerine rehin bırakma hakkı vardır. Çünkü, onun yerine kâimdir. Ölenin ihtiyaçlarını yerine getirir; borcu­nu Öder; böylece rehin de bırakır. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet, rehin bırakan şahıs ölürse; vasîsi rehni satar ve borcunu öder.

Eğer vasîsi yoksa, hâkim onun için bir vasî nasbeder. Ve ona, "rehni satıp, borcu ödemesini" emreder. Sirâdyye'de de böyledir.

Büyük vâris, Ölenin borcuna karşılık, onun eşyasından rehin bı­rakır ve kendinden başka da vâris olmazsa; alacaklının da'va etmesi hâ­linde» rehin ibtâl olur ve o, deyni (= borcu) için, satılır.

Eğer, vâris borcu öderse; rehin caiz olur.

Eğer, ölenin üzerinde borç olmaz ve vâris onun eşyalarından bir şeyi —kendi nefsi için harcadığına karşılık olarak —rehin bırakırsa; ve­ya vâris küçük olur ve bu işe vasî yaparsa; sonra da onlara, ayıplı bir eşya verilirse, (Şöyle ki: Ölen zat, ölmeden Önce bir şey satmış ve o, on­ların elinde zayi olmuş; bedeli borç olmuş; nafaka için rehin bırakılan­dan başka da malı kalmamışsa) işte bu takdirde, rehin caizdir. Çünkü rehin, rehin alana teslim edilirken, ölenin üzerinde belirli bir borç yok­tu. O, vârisin milki olmuştu. îşte o zaman, o malda, rehin alanın hakkı vardır.

Sonradan eşyanın aybi sebebiyle iade edilmesiyle, borç çıktı. Re­hin alanın hakkı ibtâl olmadı.

Bu, şuna rnuhalifdir: Ölenin sattığı bir köleye, bir hak sahibi çıkar veya o, hür olursa; işte o zaman, rehin bâtıl olur. Çünkü borcun vacip olduğu terekenin vârisinin rehin yaptığı vakit, tebeyyün etti; hür ise, akde girmez ve onun bedeline mâlik olunmaz. İstihkak sebebiyle de satış bâ­tıl olur. Fakat, rehin bırakan, onun kıymetini vasînin, ölenin borcunu Ödemesine kadar zâmin (= borçlu) olur. Buna göre ölen zat, ölmeden Önce, cariyesini evlendirip, onun mehrini alır; vârisi de, o Öldükten sonra, o cariyeyi —kocası ona cima eylemeden azâd eder ve bu câriye de nefsi­ni ihtiyar ederse; onun mehri, ölenin üzerinde borç olur. Ve rehin caiz olur. Oğlu, onu zâmin olup öder.

Keza, bir adam, yolda bir kuyu kazdıktan sonra kuyuyu kazan öl­dükten sonra o kuyuya bir adam düşüp ölse; onun tazminatı ölenin üze­rine borç olur. Çünkü, tasarrufu ibtâl olmamıştır. Vâris tarafından o tazminat ödenir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir vasî, yetimin eşyasını, bir kimseye ona yapmış olduğu borca karşılık olarak, rehin bırakır; rehin alan onu teslim aldıktan sonra, onu, vasî rehin alandan Ödünç olarak yetimin bir işini görmek üzre —alır; ve o şey vasînin elinde zayi olursa; işte o rehinlikîen çıkmış ve yetimin, malı olarak zayi olmuş olur. Onun helaki ile borç düşmez. Ve rehin alan şahıs alacağı için, vasîye rehinden önce müracâat eylediği gibi müraca­at eder. Vasî de yetime müracaat eder.

Şayet vasî, kendi nefsi için Ödünç almış olsaydı, onu sabîye tazmin ederdi. (= öderdi.)

Bir vasî, yetimin malını rehin bırakır; sonra da onu gasbeyleyip, kendi nefsî ihtiyacında kullanır ve o, yanında iken zayi olursa; onun bedelini öder. O bedelden yetimin borcunu öder; fazla olursa; o fazla-lık, yetimin olur.

Eğer kıymeti, borçtan noksan ise, rehin alana kıymeti kadarını öder; geri kalanını da yetimin malından öder.

Eğer kıymeti borcun kıymeti kadarsa: orm olduğu gibi rehin konu­lana verir ve yetime, bir şey için mürâcaaı etmez.

Şayet vasî, rehni gasbeder ve onu yetimin ihtiyacında kullanır; o da zâyî olursa; rehin bırakılanın hakkı olarak, onun kıymetini öder. Sa-bînin hakkını tazminatta bulunmaz. Rehin alan, alacağını alır. Vasî de, sabîye başvurur.

Eğer zayi olmaz ise, rehin rehin olarak —rehin alanın yanında —kalır.

Eğer zayi olursa, rehin alan alacağını vasîden alır; vasî de böylece yetime başvurur. Kâfî'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dir. [10]

 

2- BÎR ŞEYİ ÂDİL BİR KİMSENİN YANINA REHİN BIRAKMAK
 

İmim Muhımmed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, başkasından rehin alıp, onu bir sahib-i adl'e teslim eder; sahib-i adi de onu teslim alırsa; bu rehin tamamdır.

Eğer o rehin, sahib-i adl'in elinde zayi olursa; rehin alanın alacağı düşer. Rehin alanın elinde zayi olmuş gibidir... Sahib-i adi rehin alan gibidir. Çünkü, bu hükümde onun naibidir. Tazminat hükmünde ise re­hin veren gibidir; onun naibidir.

Hatta, sahib-i adl'in yanında iken, o rehne bir hak sahibi çıkıp, o hak sahibi, o rehni sahib-i adle tazmin ettirse; sahib-i adi, rehin verene müracaat eder. Fakat, rehin alana müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Rehini veren ve alan, rehin alanın teslim almasını şart koştuktan sonra, onu adi sahibinin yanına bırakırlarsa; bu caiz olur. Çünkü adi sahibi için caiz olan, bidayette rehin alan makamın da olur. Sonu da böyledir. Serahsî'nin MohıytTnde de böyledir.

Adi sahibi, rehini, rehin verene borcunu ödeyene kadar —geri ve­remez. Ancak, rehin alanın rızası olursa, o zaman rehini, rehin verene verebilir.

Keza, rehin alana da vermez. Ancak, rehin verenin rızası ile verebilir.

Eğer onların birinin rızası olmadan, rehini diğerine verirse; onu he­men geri alır.

Eğer geri almadan zâyf olursa* sahib-i adi. onun kıymetini öder.

Eğer adi sahibi, kıymetini rehin etmek isterse; bunu yapamaz. Çünkü onun kıymeti zimmette borç olarak vacip olmuştur.

Eğer onu rehin yaparsak, birisi hükmeden ve üzerine hükmolunan olur. Bundan sonra ya rehin veren ve alan toplanıp birlikte adi sahibin­den teslim alırlar ve onu, ya aynı adi sahibinin veya başka bir adi sahi­binin yanma teslim ederler. Veya onlardan birisi, işi hâkime hâkimin, o rehnin kıymetini alması ve onu ister o adi sahibinin, isterse başka bir adi sahibinin yanına rehin olarak koyması için —çıkarır.

Şeyhü't-İslim böyle söylemiştir.

Şemsü'l-Eimme Halvânî ise: "Eğer sahibü'l adi, o rehini birisine vermeye kasdederse; ondan kıymeti alınır ve başka bir adi sahibinin ya­nma bırakılır. Şayet verme de, cehaletinden dolayı hata ederse; işte o zaman, ondan alınır; sonra eğer onda adalet baki kalır ve hıyaneti açı­ğa çıkmaz ise geri verilir. Muhıyt'te de böyledir.

Rehinin kıymeti, adi sahibinin yanında kalır; rehin veren, bor­cunu ödeyince, bakılır: Eğer adi sahibi, kıymetini tazmin eylemişse, o rehin, rehin verene; kıymeti de adi sahibine verilir.

Eğer adi sahibi, rehini, rehin alana vermekle tazminat yapmışsa; rehin veren, onun kıymetini alırsa; adi sahibi bundan sonra, rehin ala­na müracaat edebilir mi?

Bakılır,: Eğer adi sahibi Ödünç yönüyle veya emânet olarak vermiş ve o da rehin alanın yanında zayi olmuşsa; onu müracâat edemez.

Şayet, rehin alan, onu zayi etmişse; ona müracaat edilir. Çünkü adi sahibi tazminat ödemekle, ona mâlik olmuştur ve onun ariyet ve ema­net olduğu tebeyyün eylemiştir.

Eğer elinde zayi olursa tazmin eylemez.

Şayet helak ettirirse, tazmin eder.

Eğer adi sahibi, rehin alana, rehin olarak —verirse (Şöyle ki: "Bu senin rehinindir. Hakkını al veya ona alacağına bedel habseyle." derse; o zaman adi sahibi, rehin alanın, "zayi ettiğinin kıymetini ödemesi için," ona müracaat eder. Çünkü ona, tazminat yönüyle vermiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Rehin alan ve veren, rehni adi sahibi birinin yanına koysalar; onu da satışına vekil eyleseler; veya adi sahibinden başka birini, satışa gö-revlendirseler; yahut rehin veren, rehin verileni satışa yetkili kılsa, bun­ların tamamı caizdir.

Birisi diğerini azledemez.

Rehin satılırsa, onun bedeli de rehin olur.

Şayet rehin alan şahıs rehin vereni satışa yetkili kılarsa; bu da caiz olur. Hızânetü'l-MüfüVde de böyledir.

Eğer adi sahibi* rehni, kendi çocuğupa veya karısına satarsa; iş­te bu caiz olmaz.

Ancak, bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)*ye göre rehin veren, rehin alana izin verirse, böyledir.

İmimeyn'e göre, insanların kandıramayacağı şekilde satmış olursa; caiz olur.

Eğer, onlardan birisi izin verse de, diğeri vermese, satış caiz olmaz. Mebsât'ta da böyledir.

Şayet rehin veren, adi sahibini azletmek ister; rehin alan da, bu­na razı olmazsa; eğer satış, sözleşmede şartlı ise, İri'Mttifak buna mâlik olamaz.

Eğer sözleşmede şartlı değilse, bazı âlimlere» göre yine böyledir. Şeyhü'1-İslâm; "Sahih olan budur." demiştir. Şemrö'l-Eirame'de "O azletme hakkına sahip olur." demiştir. Zahirü'r-rivâye'de de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un da: "Azletme hakkına mâlik değildir." buyurduğu rivayet olunmuştur. Müzmerât'ta da böyledir.

Rehin veren ve alan adi sahibini, bu görevden çıkarsalar ve baş­kasını vazifelendirseler veya başkasını da vazifelendirmeseler; sadece o adi sahibini çıkarsalar; —bilsin veya bilmesin —işte o adi sahibi vekale­ti üzerinedir. Mebsât'ta da böyledir.

Adî sahibi izinsiz satışa yetkili değildir.

İzinli olursa, —izin, ister sözleşme zamanı verilsin. îsterse sözleş­meden sonra verilsin —satmaya yetkili olur. Şayet rehini satarsa bedeli de rehin olur.

Eğer rehin, adi sahibinin elinde zayi olursa; borç —rehin alanın ya­nında helak olduğu zaman düştüğü gibi düşer.

Eğer bedel, müşteriye karşı helak olursa; helak rehin alanın üzeri­ne olur. Bedel, aynın yerine kaim olduğu için bu böyledir.

Eğer sahib-i adi satıştan kaçınırsa; akid zamanı bu şart koşulmuş -t; satması için cebredilir.

ehin tamam olduktan sonra cebredilmez.

Biz bunu kabul ederiz.

Bazı âlimlerimiz: "Cebredilir." buyurmuşlardır. Kerderi'nin Vedzfnde de böyledir.

Sahih olan budur. Serahâ'nin Mnhıytı'nde de böyledir.

"Bunu yapması için cebredilmez." denildi. Şfeyhü'1-İslâra'da bunu kabul eyledi.

Cebrin açıklaması: Sahibü'1-adün, bir kaç gün habsedilmesidir. Şayet o kaçınırsa, rehin veren satışına cebredilir. O da kaçınırsa, hâkim bizzat kendisi satar. Bu, İmâraeyn'in kavlidir." denilmiştir. Borçlu kaçınırsa hâkimin sat­masına binaen kaçınır.

Bazıları da: "Bu, bütün imamlarımızın kavlidir." buyurmuşlardır. Sahih olan da budur. Kerderi'nin Vedzi'de de böyledir,

Satışa cebredildikten sonra satarsa; o satış icbar sebebiyle bâtıl olmaz. Çünkü cebr, borcun ödenmesi için hangi yoldan olursa olsun, vaki olmuştur. Hatta, başkası ödese yine sahih olur. Zira satış çıkar yol­lardan bir yoldur. Tebyîa'de de böyledir.

Adi sahibi, irtidad ettikten sonra, rehni satar; sonra da riddeti sebebiyle Öldürülürse, yaptığı satış caizdir. Bu adi sahibi, dâr-i harbe iltihak eder ve sonra da islâm'a dönerse; bu şahıs vekâleti üzerinedir.

"Bu hükmedilmeden önce olursa böyledir. Fakat hükümden son­ra olursa İm&m Ebt Yûsuf (R.A.)'ya göre vekâleti geri dönmez, imftm Mu­tam m ed (R.A.)'a göre, vekâleti geri döner." "Bi'1-ittifak vekâleti avdet ederde" denilmiştir.

Esahh olan da budur. Sereferf'nin MubytTnde de böyledir.

Râhin de (= rehin veren de) mürtehin de (= rehin alan da) ikisi birden îrtidat ederek dâr-i harbe gitseler; adi sahibi ise, olduğu hal üze­re kalsa; rehni tutar veya satar. Mebsfit'ta da böyledir.

Râhin de, mürtehin de ölseler veya birisi Ölse, adi sahibi hâli üz-redir. Rehni yanında tutar veya satar. Serahsî'nin MnhıytTnde de böyledir.

Râhinin ölmesiyle, satışa olan yetki akid sırasında bunu şart koş-muşlarsa batıl olmaz. Akdin yapıldığı sırada, bunu şart koşmamışlar -sa, bazı âlimlere göre, böyle olmaz,

Şeyhü'l-İslam, şöyle buyurmuştur:

"Adi sahibi, satışa vekil olana muhaliftir. Bu da dört cihettendir:

1-) Adi sahibi, rehin olan köle çocuğu satar ve onu satmaya zor­lanır, ister muvafık olsun, isterse muhalif olsun...

2-) Rehin verenin azliyle, azledilmiş olmaz. îster muvafık, isterse muhalif olsun...

3-) Rehin verenin ölmesiyle de azledilmiş olmaz. îster muvafık ol­sun, isterse muhalif olsun.

4-) Bu hükümler, sadece satışa vekil olan şahısta sabit değildir. Bu hükümler haricinde, adi sahibi ile vekil, yalnız satışta müsavi­dirler. Zehıyrc'de de böyledir.

Adi sahibinin ölmesiyle, vekâlet batıl olur. îster sözleşmeden sonra olsun, isterse sözleşme vaktinde olsun bu böyledir. Onun vârisi veya va-sîsi, onun yerine geçemez. Bedâi'de de böyledir.

Adi sahibinden başkası, satışa yetkili olsa; ölünce vekâleti batıl olur. Zshîıiyye'de de böyledir.

Vekil, rehin verenin vârisleri hazır olmaksızın, rehini satabilir. Onun sağlığında, huzurda olmasa bile sattığı gibi.. Kâfi*de de böyledir.

Satışa yetkili olan adi sahibi, rehnin bir kısmını satarsa; o rehin bâtıl olur. Sirâciyye'de de böyledir.

Adi sahibi, bir vekil tayin eder; o da Aid sahibinin yanında satış yaparsa; bu caizdir.

Eğer huzurda bulunmaz ise, caiz olmaz.

Ancak, izin verilmişse o zaman caiz olur.

Şayet adi sahibi bedelini söyler de; vekil de ona göre satarsa bu ca­izdir. Hizlnetü'l-Mtifön'de de böyledir.

Adi sahibi, iki adam olur; ikisi de satışa yetkili kılınır ve onlar­dan birisi, satış yaparsa; bu caiz olmaz. Çünkü satışta re'ye ihtiyaç var­dır, îki kişinin re'yi ise, bir kişi gibi değildir.

Eğer diğeri izin vermişse, o satış caiz olur.

Keza, rehin veren ve alan izin verirlerse; satış caiz olur.

Bu, rehin alan ve verenin izin verdiği herhangi bir adamın satışı ca­iz olduğu gibidir.

Eğer rehin veren veya rehin alan şahıslardan birisi izin vermezse, satış caiz olmaz.

Keza, bir yabanca, satış yapar; buna rehin veren ve alan da izin verirlerse; bu caiz olmaz. Her ikisi de, izin verseler de adi sahibi razı olmasa caiz olur. Çünkü hak onlarındır. Mebsât'ta da böyledir.

Bir kimse acele ödenmesi gereken bir borç için rehin biralar; onun satışı için de adi sahibine izin verir; borcun vakti geçene kadar da, adi sahibi, rehni teslim almazsa; rehin bâtıl olur. Fakat satışa vekâlet bakî­dir. Fetâvâyi Kâdîhin'da da böyledir.

Bir adam, bir evi, bir başkasına rehin bırakır ve başka bir adamı da o evi satmaya yetkili kılıp: "Bedelini, rehin alana vermesini söyler; rehin alan da onu teslim almazsa; bu rehin, rehin olmaz ve eğer adi sa­hibi, bu evi satarsa, vekâleten satış caiz olur. Rehin olarak deği...

Keza, adi sahibi köleyi satıp, parasını rehin alana değil de rehin ve­rene verirse; bu rehin de, rehin olmaz.

Şayet adi sahibi, rehin alana verirse; onu tazmin eylemez.

Eğer satıştan nehyederse, bundan sonra satışı caiz olmaz.

Keza, rehin veren ölürse; artık o öldükten sonra, adi sahibi rehini satamaz. Rehin verilen şahıs, diğer alacaklılar gibidir.

Rehin bırakılan köle öldürülüp yerine başka bir köle verilse veya gözü çıkarılsa da yerine gözü gören başka bir köle verilse; adi sahibi bu yeni köleyi satmaya da yetkilidir. Mebsûfta da böyledir.

Adi sahibine, mutlak olarak satış yetkisi verilse; rehin hangi cins­ten olursa olsun, (dirhemlerden, dinarlardan daha başka şeylerden) re­hinin kıymeti kadar veya onda insanların aldanmayacağı kadar bir kar­şılıkla peşin veya veresiye satabilir.

Bu, Imftıs Eöfl Hanîfe (R.A.)'ye f öre böyledir.

İmfimeya'e göre, insanların aldanmış, sayacağı bir bedelle veya ve­resiye yahut dirhem ve dinann gaynsıyla satamaz.

Eğer rehini verdikten sonra, onu veresiye satmaktan men ederse bu nehiy sahih olmaz. Bedfti'de de böyledir.

Adi sahibi veresiye satarsa, As! HtabTnda, tafsilatsız olarak bu­nun caiz olduğu söylenilmiştir. Hilaftan da bahsedilmemiştir.

Âlimler şöyle buyurmuşlardır.

Eğer halk arasında an'ane olduğu şekilde veresiye satarsa, bu caiz olur.

Fakat, âdetin haricinde olursa, (Şöyle ki: On sene va'de ile ve ben­zeri şekilde veresiye vermek gibi bir şekilde satarsa) bu, İmâmeyn'e göre caiz değildir.

Kadı Ebû AİS en-Nesefî şöyle buyurmuştur:

Eğer rehin veren, v J: rahibine: "Gerçekten rehin alan, benden ala­cağını istemekle, bana eza ediyor; sat da ondan kurtulayım." der; aoî sahibi de onu veresiye satarsa; bu caiz olmaz. Bu, bir adarrnn: "Kölemi sat; çünkü, ben onur    irısma muhtacım." demesine benzer.

Şâyei rehin, münerunm yanında ise, onu satmaya bir yetkili de yoV-sa, rehin veren, rehin alanı o rehni satmaya yetkilendirerek: "Sat da alacağını al." der; o da, o rehini satarsa; veresiye verse bile satışı caiz olur. Mabıyl'te de böyledir.

Rehin yanında olan adi sahibi, onu satmaya yetkili olur. Satıp, bedelini rehin alana vermesi söylenir ve o da, onu dirhemler karşılığın­da satar; borç ise dinarlar olursa; veya bunun aksi olursa; adi sahibi, onu borcun cinsine çevirerek rehin alana taslim eder.

Keza, rehni dirhemlere satar da, borç buğday olursa; o dirhemlerle buğday satın alıp, onunla borcu öder. Zıhîriyye'de de böyledir.

Adi sahibi, rehni satar ve: "Doksan dirheme sattım." der; borç­ta yüz dirhem olur; rehin alanda böylece ikrar ederse; rehin veren, is­terse, onu öylece alır.

Şayet fazlaya sattığı iddia edilirse; rehin alanın sözü geçerli olur.

Beyyineyi rehin verenin getirmesi gerekir.

Sattığını söyleyince, rehin veren: "Sen, onu yüz dirheme sattın." der; adi sahibi de: "Doksan dirheme sattım." der; rehin alan da "Sen, onu seksen dirheme sattın." derse; bu durumda rehin alamn sözü ge­çerli olur. Ve, yirmi dirhemi için tekrar rehin verene müracaat edip, on­dan alır.

Rehin verenin beyyinesi geçerli olur.

Eğer adi sahibi, "doksan dirheme satıp, onu da rehin alana verdi­ğine dâir," beyyine ibraz eder; rehin veren de: "Sen, satmadın." der ve satmadığına dâir beyyine getirirse; adi sahibi de onu satmadan ölür­se; rehin verenin beyyinesi makbul olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Rehini satmaya adi sahibi yetkili olduğunda; borcun vâdesi ge­çer ve rehin alan: "Müddet ramazan ayı idi; ramazan da geldi." der; rehin veren de: "Müddet şevval ayı idi." derse; bu durumda rehin vere­nin sözü geçerlidir.

Eğer vakit geçmişse, rehin alanın sözü geçerli olur.

Çünkü acelecilik rehin alan tarafından olur ve bu durumda onun sözü geçerli oluı.

Eğer müddette görüş birliği yaparlar ve: "Filan aydı." derler; an­cak onun gelip geçtiğinde ihtilaf ederlerse, bu durumda rehr veren-sözü geçerli olur. Mnhyt'te de böyledir.

Rehin veren kaybolur ve rehin yanında olan adi sahibi huzurda bulunur; rehin alan da: "Sana, rehin veren, onu satmanı emreylemiş-ti." der; adi sahibi ise: "Bana emreylemedi." derse; İmâm EM Yûsaf (R.A.): "Rehin alanın beyyinesi kabul edilmez." buyurmuştur. Zıhîriy-ye'de de böyledir.

Rehin verenin veya alanın akb gitse ve geri gelmesindende ümit kesilse; adi sahibi vekâletinde devam eder. Mebsût'ta da böyledir.

Ş&nsü'l-Eimme, şöyle buyurmuştur: Adi sahibi, delirse ve onun iyi­leşeceğinden de ümit kesilse, vekâletten azledilir.

Eğer iyileşmesi ümidi varsa azledilmez. Taki aklı yerine gelsin ve satışını yapsın...

Adi sahibinin aklı başında iken yaptığı satış geçerlidir.

Eğer, tecennün halinde satış yaparsa; o sahih değildir.

O zaman, ister alım satımı bilsin; isterse bilmesin farketmez.

Şayet alım —satımı bilerek satış yapmışsa, uygun olanı onun sahih olmasıdır. Çünkü o hâlde bir başkasını vekil yapsa; onun satışı caiz olurdu.

Bazı âlimler: Kıyâsa göre, o hâlde yaptığı satışın sahih olması uy­gun olur." buyurmuşlardır.

Şemsü'I-Eimme'de, bu görüşe meyleylemiştir. Şeyhü'l-İsiâm'ın meyli de budur. Zehıyre'de de böyledir.

Esahh olanı da budur. Çünkü, vekilin aklı başında iken yaptığı satışa itibar ediliyor ve onun emrine imtisâlen yapılan satış, sahih olu­yor. MebsAt'ta da böyledir.

d-Imlâ isimli kitap da, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurdu­ğu nakledilmiştir:

Adi sahibi ölür; kendisi de rehni satışa vekil edilmiş olur ve ölür­ken, bir adama, "onu satmasını" vasiyyet ederse; o caiz olmaz.

Ancak rehin veren, ona: "Seni, ona vekil eyledim. O hususta her ne yaparsan yap." demişse; o müstesnadır. O takdirde, vasıyyeti caiz olur.

Vasinin, onun üçte birini vasiyet etme hakkı yoktur. Hasan bin Zîyad, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)*nin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Adi sahibinin vasisi, adî sahibinin yerine kâimdir.

İbnii EM Mâlik, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu naklet­miştir: O, müdârîp makamındadır. O ölür de malda uruz olursa, vasîsi onun makamına kaimdir; satış yapabilir. Zehıyre'de de böyledir.

Adi sahibinin vârisleri, rehini satmak isteseler; satışları caiz ol­maz. Mebsût'ta da böyledir.

Rehin veren de, rehin alan da birinci adi sahibinin rehni ikinci adi sahibine verdiği sırada hazır bulunsalar; önceki adi sahibi de ölse, ikincinin onu satması caizdir. Çünkü, ikisinin hakkıdır.

Eğer, rehin veren ve rehin alan, ihtilaf ederlerse; hâkim o rehni bir adi sahibinin yanına kor. îsterse rehin alanın yanına bırakır.

Eğer hâkim, rehin alan şahsın adi sahibi gibi âdil olduğunu bilirse, —râhin hoşlanmasa bile —onun yanına bırakır.

Fakat, adi sahibi ölürken, rehni, rehin verenin yanma bırakmak is­terse; işte bu, bazı rivayetlere göre, caiz olmaz. Hâkimin bunu yapmakta hakkı yoktur.

Bazı rivayetlere göre ise, hâkim bunu yapabilir. Serahsî'nin Msbıy-tı'nde de böyledir.

Birinci adi sahibi ölüp, rehni ikinci adi sahibinin yamna bırakır; onda da rehin verenle, rehin alan arasında ihtilaf olursa; hakim onu başka bir adi sahibinin yanına bırakır, ikinci adi sahibi, onu satamaz. Zahîriy-ye'de de böyledir.

Adi sahibi iki kişi; rehinde bölünmeyen bir şey ise, rehin veren ve alanın o rehni yed-i adillerden birisinin yanına koymaları caizdir. Eğer bu rehin bölünen bir şeyse, —bi'1-icma —zayi olması hâlinde, teslim alan, onu tazmin eylemez.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre onu veren tazmin eder. İmâmeyıTe göre tazmin eylemez. Serahsfi'nin Muhıyh'nde de böyledir.

Misafir olan zat rehin alma hakkına eğer yol korkulu olursa — sahip olamaz.

Yol emniyeti olur ve şehirde de bir takyid bulursa; yine yolcu bu hakka malik olamaz.

Eğer bulamaz ise, mâlik olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, yol emniyeti olunca, misafir (= yol­cu) her durumda rehin alabilir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, eğer rehin kolay taşman bir şeyse, misafir rehin alabilir. İmâm Muhammed (R.A.)'ye göre ise, eğer zayi ederse, her durumda, onu tazmin eder. Zehıyre'de de böyledir.

Adi sahibi rehini satıp, rehin alanın hakkını verdikten sonra o satılan kölede bir kusur buiunursa; bu hususda da'vâ adi sahibine aittir.

Şayet, o köle, beyyine ile geri verilirse; bedelini, ad! sahibi öder. Çünkü parasını o teslim almıştır. Kendisi de rehin alana müracaat ede­rek, verdiğini ondan geri alır. Ve rehin, eski hâli üzere, rehin olarak ka­lır. Ve, adi sahibi, onu satabilir.

Eğer, o köleyi satın alan, beyyine ibraz edemez de* adi sahibi, o aybt ikrar eder; kusur da benzeri olmayan bir kusur olursa; işte söyle­nen gibidir.

Eğer kusur (= ayıp) sonradan olan bir ayıp olur ve onu ikrar eyle­mez, fakat yemin etmekden de kaçınırsa ve hâkim, onu adi sahibine ia­de ederse; o da( önceki gibi rehin olur.

Şayet aybı ikrar ederse; hasseten onu öder.

Eğer rehin, ayıp sebebiyle geri döndürülür ve bu hâkimin hükmüy­le olmazsa; hasseten adî sahibi uzam olunur. Mebsût'ta da böyledir.

Adi sahibi rehni satıp, parasını rehin alana teslim ettikten sonra; rehin alan o köleye, bîr hak sahibi çıkar veya hâkimin hükmüyle aybı sebebiyle geri çevrilirse; işte o zaman, müşteri adî sahibine müracaat ede­rek parasını alır. sonra da adi sahibi muhayyer kalır: Dilerse, parası için rehin alana müracaat eder ve rehin alanın alacağı eski haline dönüşür; dilerse, rehin verene müracaat eder.

Şayet, Adi sahibi, rehni satar ve parasın! mürtehine teslim etme­den, ona bir hak sahibi çıkarsa veya onu, aybı sebebiyle hâkim geri çe­virirse; işte o zaman, adi sahibi rehin aîana müracaat edemez.

Bu, adi sahibinin akid zamanında satışa yetkili kılındığı zaman böyledir.

Eğer, satışa, akidden sonra yetkili kılınırsa; âlimler "Burda adi sa­hibi, rehin verenin vekilidir. Bedelini vermesi için, rehin verene müra­caat eder. parasını rehin alana versin veya vermesin, bu böyledir." demişlerdir.

Eğer adi sahibi, önceki vecihte ikrar eder; satıp parasını alır ve re­hin alana teslim eder ve rehin alan da bunu inkar ederse; bu durumda adi sahibinin sözü geçerlidir. Rehin alanın alacağı batıl olur. Fetâvâyi Ka-dîhân'da da böyledir.

Adi sahibi rehni satar; sonra da parasını teslim almadan önce, onu müşteriye bağışlarsa; bu caiz olur.

Bu, İmâin Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre böyledir.

Kendisi de bedelini öder. İmâm Ebû Yûsnf (R.A.)'a göre bu caiz de­ğildir ve o satışa vekil edilen kimsenin yerindedir.

Eğer adi sahibi:" Bedeli teslim aldım; Fakat yanımda zayi oldu." der ve bu sözü doğrulanırsa; bu durumda ziyan rehin alana ait oiur.

Şayet: "Bedeli, rehin alana teslim eyledim." der ve yemin ile onu tasdik ederse; biz, "o bedeli rehin alana ulaşmış." demeyiz; fakat rehin alanın hakkı da düşer.

Eğer, adi sahibi parayı teslim aldıktan sonra; onun tamamını veya bir kısmım bağış yaparsa; işte bu caiz olmaz.

Eğer "Bedelden şu şu kadar noksanlaştırdım." derse işte bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Mîihamed (R.A.)'e göre, caiz olur. Ve malın­dan o kadarnı borçlanmış olur. Alman rehin de, rehin alanın olur. Bu, alınan şeye bağış yapılanı ilâve etmeye muhalifdir.

Adi sahibi, rehni satıp bedelini teslim alır ve o yanında zayi olur; sonra da satılan şey, aybı sebebiyle geri çevrilir ve o mâl, yanında iken ölür veya ona bir hak sahibi çıkar yahut olduğu gibi yanında duruyor olursa; gerçekten o bedeliyle alınır; onu ödeyinceye kadar öder ve rehin verene başvurur.

Bu hallerin hepsinde böyle yapar; rehin alana baş vuramaz. Meb­sût'ta da böyledir.

Piyasaya müsâade edildikten sonra, rehin yanında olan adi sahi­bi, o rehni satarsa; bu durumda bedele itibar edilir.

Alacaktan, piyasanın düşüklüğü sebebiyle, bir şey noksanlaşmaz. Bu piyasaya ruhsat verildikten sonra ölürse; ona muhelifdir. Bur­da itibar, kıymetinedir; rehin alındığı zaman kıymeti ne ise odur.

Rehin veren, onun piyasaya ruhsat verildikten sonra öldüğünü doğ-rularsa; beyyine getirmek rehin alana aittir. Eğer piyasaya ruhsat verildikten sonra, onu rehin veren Öîdürmüşse; kıymetini Öder; o sebeb-den dolayı noksanlaşan miktar borçtan düşülür.

Adi sahibi, rehni iki bin dirheme sattığı hâlde, onun kıymeti bin dirhem olur; borç da bin dirhem olur ve o adi sahibinin yanında iken, binbeşyüz dirhemi zayi olursa; bu durumda borcun yarısı düşmüş olur. Eğer kıymeti rehin günü ikibin dirhem olur da, onu üçbin dirheme sa­tar ve iki bin dirhemi zayi olursa; geride kalana yarı yarıya ortak olur­lar. Tat&ttâiıiyye'de de böyledir.

Adi sahibi, rehni, zarûretsiz olarak bir yabancıya emânet verse; onu, kendisi tazmin eder. (= öder.) Muhıyt'te de böyledir.

Adi sahibinin, rehni; ev halkından karısına hizmetçisine, çocu­ğuna ve malmda tasarruf hakkı bulunan şahıslara teslim etme hakkı var­dır. Fetâvâyi Kldittân'da da böyledir.

Rehin alan, rehin veren şahıstan alacağını —rehin yanında oldu­ğu hâlde— isteyebilir.

Eğer, onu hâkime şikâyet ederse; hâkimin o alacağı alıp, teslim et­mesi gerekir.

Eğer borçlu borcu vermeden kaçınırsa, hâkim onu habseder. Re­hin, mürtehinin elinde iken, rehin veren, o rehni —borcunu Ödemedikçe— satamaz.

Eğer bir kısmını Öderse; rehin alan, geri kalanımda ödeyene kadar rehni yanında tutar. Borç tamamen ödenince, mürtehine: "Rehni ver." denilir. Sirâcül-Vehhâc'da da böyledir.

İsbîcâbî şöyle buyurmuştur:

Bir adam, mal karşılığında, bir cariyesini rehin bırakır ve onu, adi sahibinin yanma koyarak ona "satmasını" söyler; o da satıp bedelini alır ve onu rehin alana teslim ettikten sonra da o cariyeye bir hak sahibi çıkarsa; işte bunda iki cihet vardır: Bu câriye, ya duruyor olur, veya zayi olmuş olur.

Eğer duruyorsa ve hak sahibi onu müşteriden almışsa; bedelini adi sahibi verir. Bu durumda adi sahibi muhayyerdir: İsterse kıymeti için rehin verene müracaat eder; isterse, parası için rehin alana müracaat eder.

Rehin alan da, alacağı için, rehin verene müracaat eder.

Şayet rehin olan, cariye, zayi olmuşsa; hak sahibi muhayyerdir: Dilerse, rehin verene ödetir; dilerse satın alana ödetir; dilerse adi sahibine ödetir.

Adi sahibi ödeyince, o da muhayyerdir. Dilerse rehin verene mürâ-caateyler. dilerse, rehin alana bedeli için mürâcat eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Şayet adi sahibi, mahcurun aleyh bir köle ise, rehin veren de, alan da, rehni onun yanına koyarlar; buna efendisinin de izni olursa, işte bu caizdir.

Eğer efendisinin izni olmaksızın koyarlarsa, yine caizdir. Fakat, ona satış yetkisi verilmez. Çünkü o yüzden efendisi zarar görebilir. Keza, aklı yeten sabî de adi sahibi olursa; işte o ve köle müsavidir.

Eğer sabînin babası, izin verirse; onun satış hakkı da olur.

Müşterinin elinde olan şeye, bir hak sahibi çıkarsa, parası içirt di­lerse, rehin alana müracaat eder; Çünkü o, sözleşmeden o faydalanmıştır; para ona teslim edilmiştir. Rehin alana müracaat olununca, odı rehin verene müracaatla, alacağını alır. Dilerse, adi sahibi rehin verene mü­racaat eder. Çünkü, satışa onun emriyle memur olmuştur ve onun için satmış, parasını da onun için almıştır. Mebsût'ta da böyledir. [11]

 

Rehin Hakkında, Adalete Elverişli Olan Ve Olmayan Kimseler
 

Bir efendinin, izinli kölesinin rehnine yed-i adi olması sahih olmaz. Hatta, izinli köle, efendisinin yanına bir şeyi rehin bırakırsa; bu rehin caiz olmaz. Bu durumda, o kölenin üzerinde, borç bulunup bu­lunmaması da müsavidir.

Bir köleye, efendisi rehin verebilir.

Hatta, efendisi, bir adamın, izinli kölesinin yanma rehin koyması­nı istese; bu köle elverişli olur.

Bir mükâtebin rehni hakkkinda, efendisi adle elverişlidir. Mükâteb de efendisinin rehni hakkında, adle elverişlidir. Kefil olunan şahıs, kefilinin rehnine elverişli değildir.

Keza, kefil de, kefili olduğu şahsın rehni hakkında, adle elverişli değildir.

Müfâvade ortalarından birisi, diğerinin rehni hakkında adle el­verişli değiidir.

Keza, inan ortaklarından birisi de, ticâret borcu için rehin bırak­maya elverişli değildir.

Eğer ticaret malının haricinde olan borç için rehin bırakırsa» o za­man caizdir. Çünkü bu hususta, birbirine yabancı gibidirler. Birinin elinde olan diğerinin elinde imiş gibi olmaz.

Mal sahibi, müdârip hakkında adle elverişli değildir.

Müdârip de mal sahibi hakkında yed-i adi olmaya elverişli değildir.

Baba, küçük çocuğu için satın aldığı şeyin karşılığı için, rehin ver­meye elverişli değildir.

Şayet çocuk için bir şey satın alır ve satın aldığına bedel, kendi nef-sî malından rehin verirse; işte bu satın alış caiz olur; rehin ise bâtıldır.

Rehin veren, rehin hakkında elverişli olur mu?

Şayet rehin alan, ondan rehni teslim almaz ise, rehne elverişli ol­maz. Eğer akid zamanı şart koşarsa, caiz olur. Eğer rehin alan, rehni teslim aldıktan sonra onu, rehin verenin yanına koyarsa; onun satışı caiz olur. Bedü'de de böyledir.

Eğer adi sahibi, aklı yetmeyen bir çocuk olur; rehin de onun ya­nına konulursa; bu caiz olmaz. Ve o, rehin olmaz.

Şayet, bu çocuk büyüyüp, akıllı olur ve rehni satarsa; satışı caiz olur. —Eğer rehin bırakan, onu satışa yetkili kıldı ise— satışı caiz olur. Hassaf, "bunun, İmimeyn'in kavli olduğunu*' söylemiştir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ise:"Büluğa eriştikten sonra da, onun satı­şı caiz olmaz.*' buyurmuştur.

Eğer sâhibü'1-adl, zimmî veya harbi yahut müste'men olur; re­hin veren ve alan da müslüman veya zımmî olurlarsa; işte bu caizdir. Çünkü müste'men zımmî ve müslim yerindedir. O da şer'an muteber el sahibidir. Satışa izin verilince satışı geçerlidir. Şayet harbî dirhemlere kavuşursa; onu satabilir. Eğer dâr-ı harbe dönerse, satışa vekâleti üze­rinde kalır.

Eğer harbî, dâr-i harbe gider ve rehin veren ve alan ve adi sahibi, zimmî veya güvenceli harbî olur, dâr-i İslâm'da da ikâmet ederse; onun rehini satma hakkı vardır. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [12]

 

3- REHİN BIRAKILAN ŞEYİN ZAYİ OLMASI HÂLİNDE, TAZMİN EDİLİP EDİLMEYECEĞİ
 

Rehin bırakılan şey, rehin alanın veya adi sahibinin elinde zayi olursa; Seslim alındığı gündeki kıymetine bakılır ve borcun miktarına bak) lir.

Eğer rehinin kıymeti borcun kıymetinin misli ise, onun zayi olması, sebebiyle borç düşer.

Şayet rehnin kıymeti, borçtan fazla olursa, borç düşer; fazlalık hak­kında, o emindir.

Eğer rehnin kıymeti borçtan az ise, o rehinin kıymeti kadar borç­tan düşer; kalanı için, rehin alan, rehin verene müracaat eder. Zebıyrc'-de de böyledir.

Bir adam, kıymeti on dirhem olan bir elbiseyi, on dirhem borcu­na karşılık rehin bırakır ve o, rehin alanın yanında zayi olursa; borcu düşer.

Eğer elbisenin kıymeti beş dirhem olursa; rehin alan, jrehin verene müracaat ederek, beş dirhem daha alır.

Şayet elbisenin kıymeti pnbeş dirhem ise, işte o fazlalık bize göre emânettir. K&fî'de de böyledir.

Bu, sahih olan rehin hakkındadır. Fâsid olan rehin de böyledir.

Kofa! şöyle buyurmuştur: Fâsid olarak alınan rehin, tazmin edilmez. Önceki görüş sahihdir.

Fakat, bâtıl olarak alınan rehin, asla mün'akid olmaz. Fâsid satış gibidir.

Fâsid olan rehin de mün'akid olmaz.

Fakat fesadının vasfı, satışın fesadı gibidir.

Rehnin akid şartı:

Rehin mal olmalı ve onun mukabili de mal olmalı. Noksanlasın reh­nin hükmüne gelince: Eğer noksanlık, rehinde ayn cihetiyle olursa; o mikdar borçtan düşmek gerekir.

Eğer piyasa cihetiyle olursa, borçtan bir şey düşmek gerekmez.

Bu, bizim üç İmamıza göre böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

Rehin bırakan şahıs, ödemeksizin borçtan, alacaklının bağışla­ması veya ondan vazgeçmesi gibi —bir sebeble kurtulduktan sonra,— rehin zarara uğrarsa; onu, rehin alan şahıs —kıyâsen— tazmin eder. îs-tihsânda ise, o, emânet olarak zayi olmuş olur. Bizim âlimlerimiz bu görüştedirler.

Fakat, rehin bırakan şahıs, borcu ödemesiyle ondan beri olmuş; son­ra da rehin rehni alan şahsın yanında zayi olmuşsa; o, ödenecek şey olarak zayi olmuştur. Rehin alan şahsın, onun mislini rehin verene geri verme­si gerekir.

Bir adam, aldığı bir köleyi, parasını ödeyip teslim alır ve parası için, onu rehin bırakır; o da rehin alanın yanında helak olur; sonra da o kölenin hür olduğu meydana çıkarsa; veya ona bir hak sahibi bulu­nursa; rehin alan onu tazmin eder.

Snidyye'de de böyledir.

Bir adamın, diğerine bin dirhem borcu olur ve borçlu alacak sa­hibinin yanına rehin bırakır; başka bir adam da, rehin bırakanın borcunu —nafile olarak— öderse; borç düşer. Borçlu rehnini geri alır.

Eğer rehnini almaz ve o rehin, rehin alanın yanında zayi olursa; rehin alan, —nafile olarak— borcu ödeyenin, verdiğini ona geri verir; borcu ödenen şahsa vermez. Zahîriyye'de de böyledir.

Rehin veren şahıs, rehin alanı, —bir mal için— başka bir âdâma havale eder; bundan sonra da rehin helak olursa; borcu ödenmiş olarak helak olur.

Bu kıyâsen de istihsânen de böyledir.

Havaleden sonra, rehin veren, rehin alandan rehni isterse, buna hak­kı olup, olmadığı el-ÂsPda zikredilmemiştir.

Âlimler şöyle demişlerdir:

Bu mes'ele Ziyâdât'ın iki yerinde vardır. Bir yerinde: "Hakkı var­dır." denilmiş; diğer yerinde ise: "Hakkı yoktur.' diye yazılmıştır. Muhıyf'te de böyledir.

Bir kimse başkasının yerine bin dirheme karşılık, bin dirhem kıy­metinde olan bir kölesini, rehin bıraktıktan, sonra her iki tarafda, borçlu sayılanın borçlu olmadığını doğrulasalar; bu doğrulama da rehin zayi olduktan sonra olsa; rehin alan, rehni verene bin dirhemi öder.

Fakat, rehin zayi olmadan önce rehin verenin borçlu olmadığını doğ­rularlar, ve bundan sonra, rehin zayi olursa; ödenecek şey olarak mı zayi olur? Veya emânet olarak mı zayi olur? Şeyha'l-İslftm: "Burda âlim­lerin ihtilâfı vardır." demiştir. Şeyhn'l-İslsm Şemsii'l-Eimme Hafrâni de "İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, nassan, emânet olarak zayi olmuştur." demiştir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir ayn (= mal) rehin bırakıldıktan sonra, onun yerine rehin ola­rak, başka bir mal konulur; onu da rehin alan şahıs alırsa; caiz olur. Fakat, rehin —onu geri verene kadar— öncekidir. Onu geri verdikden sonra, ikinci verilen rehindir.

Sonra rehin alan, bu relini; alacağı verilene kadar habseder. Bir tek dirhemi de kalsa böyledir.

Şayet borçlu, borcunun tamamını veya bir kısmın öder; sonra da rehin, rehin alanın yanında zayi olursa; fazlasını reddetmez. Mûzmerftt'ta da böyledir.

Bir adam, kıymeti bin dirheme müsavi olan bir köleyi rehin bı­raktıktan sonra, bir câriye getirerek, rehin alana: "Bunu al; köleyi geri ver/' derse, işte bu caizdir. Önceki geri verilene kadar tazminat düş­mez, îkînci, birinciyi verene kadar emânettir. Birinciyi geri verince, ar­tık o cariye rehin olmuş olur.

Eğer ikincinin kıymeti beşyüz dirhem olur; birincininkide bin dir­hem olur ve borç da bin dirhem olursa; onun zayi olması hâlinde, bin dirhem zayi olmuş olur.

ikincinin kıymeti beşyüz dirhem, birinci bin dirhem olup da ikinci zayi olursa, beşyüz dirhem zayi olmuş olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, buğday rehin koyduktan sonra: "Onun yerine arpa al." der; rehin alan da ahr ve buğdayın yarısını geri verir; sonra da arpa zayi olup, ondan bir şey kalmazsa; borcun yarısı zayi olmuş olur; arpa­yı ödemez. Tâmurtâşî'de de böyledir.

Bir adam, bin dirhem borcu yerine, bin dirhem kıymetinde olan cariyesini rehin bırakır; o cariye de rehin alanın yanında Ölürse; borç bâtıl olur.

Keza rehin, selem karşılığı olduğunda, bu rehin zayi olunca; selem de bâtıl olur. Câmiu's-Sağır Şerhı'nde de böyledir..

Bir adam diğerinden rehin olarak bir elbise alıp, onu da teslim alır ve onun kıymeti borç kadar olur; o elbiseye de bir hak sahibi çıkıp, ondan onu alırsa; rehin alan, alacağı için rehin verene başvurur.

Eğer elbise, rehin alanın yanında zayi olursa; hak sahibinin malı olarak zayi olmuş olur. Hak sahibi, onlardan dilediğine, onu ödedtirir, Çünkü, onun olduğu tebeyyün etmiştir.

Rehin veren, onu gasbetmiş olur.

Rehin alan da gasbedenden gasb etmiş gibidir.

Şayet rehin veren tazmin ederse, rehin, borcunun yerine rehindir.

Eğer rehin alan öderse; rehinin kıymeti kadar rehin verene müra­caat eder ve borcunu vermesi için de müracaatta bulunur.

Sonrada kölenin, rehin verene ait olduğu meydana çıkarsa; onun olur. Rehin câriye olduğu zaman, o câriye, rehin alanın yanında doğum yapar; sonra o ve yavrusu ölür; daha sonra da ona bir adam hak sahibi çıkarsa; işte o cariyenin kıymetini, isterse rehin verene; isterse rehin alana ödettir. Çocuğun kıymetini, onlardan hiç birisine Ödetme hakkı yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Borç olmak şartıyla rehin alan şahıs, borcu Ödemeden rehin zayi olursa; kıymetinin en noksanı ile helak olmuş olur. Sırlcö'l-Vehhk'da da böyledir.

Rehin veren, onu alana: "Rehni tellala ver; onu satsın; dirhemterini al. 7 der; o da verir; ve o rehin, tellalın elinde zayi olursa; rehin alan, onu ödemez. Gunye'de de böyledir.

Üç adam, bir köleyi borçlan için bir adamın yanına rehin bıra­kırlarsa; bu hepsi hakkında da sahih olur.

Eğer köle ölürse onlardan her birinin borcu —o kölede olan hisse-- leri kadar— düşer. Kendi aralarında birbirlerine müracaat edebilirler.

Hatta onlardan birinin borcu bin beşyüz dirhem; diğerinin bin dir­hem ve diğerinin de beşyüz dirhem olur ve üçü ortaklaşa bir köleyi re­hin bırakırlar; kölenin kıymeti de iki bin dirhem olur. sonra da köle za­yi olursa; üçünün arasında müsâvî olarak zayi olmuş olur. Yani, her birinin borcunun üçte birisi düşmüş olur. Çünkü rehin bırakılan borç­tan en az kıymeti ile mazmun olur. Rehin de böyledir. Borç üçbin dir­hemdir. Kölenin kıymeti ise, iki bin dirhemdir. îki bin dirhem ise, üç­bin dirhemin üçte ikisi kadardır. İşte bu takdirde, bin dirhem sahibin­den, altı yüz altmış altı dirhem; beşyüz dirhemden, üçyüz otuz Üç dir­hem düşer ve her birinin borcunun üçte birisi kalmış olur Kİfİ'de de böyledir.

Selem malının aslını, bedelinin ve müslemünfih olanı rehin bı­rakmak sahihtir. (Selem bir malı almak için önceden verilen para veya mal demektir. Müslümün fîh de, o para veya malın karşılığına alınacak olan şeydir.

Eğer selemin re'sü'l-mâlini rehin kor ve rehin o mecliste zayi olur­sa; rehin alan şahıs re-sü'1-mâlini ödemiş olur. Çünkü, onu, o hâl ile ödemek caizdir.

Eğer fazla olursa; o fazlalık emânet olur.

Eğer az olursa, o nisbette ödemiş olur. Selem sahibi geride kalanı ondan aynca alır.

Ayrılana kadar zayi olmazsa, selem bâtıl olur; rehni geri o vermesi gerekir.

Eğer re'sü'Umâl elinde helak olursa; selem caiz olmaz. Keza, sarfın bedelinin hükmü de böyledir. Onu rehin aldığı zaman, ayrılmadan önce helak olursa ifa etmiş olur. Eğer çok olursa, fazlası emânet olur.

Ayrıldıktan sonra helak olursa, saf bâtıl olur; rehin olduğu kada­rını geri vermek gerekir. Fazlası emânet olur.

Şayet müslemünfîhi rehin olarak alır. o da aynı mecliste helak olursa; onu ödemiş olur. Fazlası, emânet olur.

Eğer değeri daha az ise, o mikdar için müracaat eder, Siıicü'l-Vehhlc'da da böyledir.

Eğer ayrıldıktan sonra helak olursa; mazmun olduğu mikdar ka­darı vacip olur; selem de caiz olmaz. Yenftbi'de de böyledir.

Selem ve müslemünfih tefessüh ederse (bozulursa) o re'sü'1-mâl için rehin olur ve habsedilir. kıyâs İse, habsolunmamasıdır.

Eğer, rehin tefessühden sonra helak olursa; müslemün fîh olarak helak olmuş olur; re'sü'I-mâl olarak değil. Çünkü o, hakikatta bir yiye­ceğe karşı rehin olmuştur.

Habs de, onun eseri re'şü'l-mâlde zahir olur. Çünkü o, onun bede­lidir, ve onun yerine kaimdir; o helak olunca, aslı helak olmuş olur. Me­selâ: Bir adam, kölesini satar ve selem yapar; bedelini de rehin bırakır; sonra da satışı ikale ederlerse; satılanı alır. Eğer rehin konulan helak olursa, bedel helak olmuş olur. K&fî'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir adama, iki elbise verir ve ona: "İstediğini al; benim üzerimde olan yüz dirhemine karşılık.'* der; o da ikisini de alır ve onlar da yanında zayi olursa: İmâm Mohammed (R.A.): "Borçtan bir şey gitmez." demiştir.

Bu, şunun gibidir: bir adamın yirmi dirhem borcu var; borçlu, ala­caklıya yüz dirhem verdi ve: "Ondan, yirmi dirhemini al." dedi; o da onu teslim aldı ve yirmi dirhemini almadan yanında zayi oldu; bu du­rumda borçlunun malı olarak zayi olmuş olur ve borç olduğu gibi duruyordur.

Şayet, iki elbise verince: "Birini rehin olarak borcuna karşılık al." der de; o adam ikisini de alır; kıymetleri de aynı olursa; İmftm Muhammet (R.A.) Eğer borcun misli iseler "Her birinin değerinin yarısı borçtan gider. Fetlviyi Kftdmftn'da da böyledir.

Bir adam, kıymeti beş dirhem olan bîr elbiseyi beş dirhem borcima karşılık olarak rehin bıraktıktan sonra; iki dinar öderse; rehin, yi­ne rehindir. "Kalan borca bedel" dese bile, o beş dirheme karşılık rehindir.

Şayet o helak olursa, rehin bırakan iki dinarı için, rehin alana mü­racaat eder. Gunye'de de böyledir.

Bir adam, on dirheme bir elbise satın aldığında bu elbiseyi tes­lim almaz; ve satıcı onun parasına karşılık, rehin olarak, İkinci bir elbi­seyi, müşteriye verirse; İmâm Muhammed (R.A.) "Bu, paraya karşılık re­hin olmaz; müşteri ikinci elbiseyi geri verir." buyurmuştur.

Eğer ikinci elbise, satıcının yanında zayi olur ve iki elbisenin kıy­meti de aynı olursa; beş dirheme karşılık olarak helak olmuş olur. Çün­kü, beş dirheme mazmundur.

Fetâvâyi Kübrâ'da şöyle zikredilmiştir: Borçlu, alacaklıya bir elbi­se verir ve: "bu, senin hakkının bir kısmına karşılık rehindir." der; sonra da o, onun yanında zayi olursa; rehin alanın istediği kadar bedelle zayi olur.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un görüşüdür. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İbnü Semâa,  İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir.

Bir adamın, diğer bir adamda malı (~ alacağı) bir alacağı oldu­ğunda, borçlu bir kısmını öder; sonra da ona bir köle vererek: "Bu, ge­ride kalan malına bedel rehindir." veya: "Senin yanında olan şeye kar­şılık rehindir. Eğer geride bir hakkın kalmış ise; zira ben malın kaldı mı? kalmadı mı? bilmiyorum." derse; işte o rehin caizdir. Ve geride ka­lana —Eğer bir hakkı kalmışsa bedeldir. Eğer bir hakkı kalmamış ve köle de rehin alanın yanında zayi olmuş olursa; ona tazminat gerekmez.

Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğun nakletmiştir: Müşteri, aybı sebebiyle, satın aldığına karşılık rehin alsa; bu caiz olmaz.

Şayet beşyüz dirhem borç alır da, borç veren: "Bu sana kâfi gel­mez; sen bana rehin yolla da; ben sana kifayet miktarı yollayayım." der; borç alan da rehin yollar ve o rehin, rehin alanın yanında zayi olursa; mürtehin beşyüz dirhemden az olmak üzre tazminat yapar.

Hulâsa; borç alan bir şey söyler ve borç alır rehin bırakır; o da bor­cunu ödemeden zayi olursa, rehin, borcun kıymetinden noksan olarak tazmin edilir. Eğer bir şey söylemez ise, işte o ihtilaflıdır. İmâm Ebü Yû­suf (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.) arasında görüş ayrılığı vardır. Mu-hıyt'te de böyledir.

Fetâvâyi Attahiyye'de şöyle zikredilmiştir: Bir adam, diğerine: "Dirhemleri tut." derse; bu durumda üç dir­hemin kıymetinden azım tazminat gerekir.

Möcerred'de şöyle zikredilmiştir: On dirhem borç için, rehin bırak-sa; sonra da borç almasa, rehin alanın aldığını vermesi gerekir.

Şayet: "Şu on dirhemi, bir dirhemine rehin al." der; o da, beş dir­hem olur ve zayi olursa; yarım dirhem tazmin eder.

On dirhemi rehin bıraktığında: onun beş dirhemi geçersiz ve kıy­meti bir dirheme müsavi olursa; borç altı dirhem olur.

Eğer salim bir köleyi rehin kor; o da, ayıplanırsa; borcun tamamı­na karşı zayi olmuş olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adamın, diğer bir adama borcu olur ve bu borcuna da bir kefil bulunur; alacaklı da borçludan ve kefilden bir biri ardından rehin alır; bu rehinlerin her biri de borca yeterli bulunur ye o iki rehinden bi­risi zayi olursa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), "Eğer, ikinci rehin zayi olmuş olur ve ikinci rehin bırakan da, birincinin rehin bıraktığını bilirse; bu ikinci rehin, borcun yansına mukabil zayi olmuş olur.

Eğer bunu bilmiyorsa; borcun tamamına mukabil zayi olmuş olur. Kitâbü'r-Rehn'de şöyle buyrulmuştur:

İkinci helak olursa; borcun yarısına mukabil olarak zayi olur. Bu hususta bilmek veya bilmemek zikredilmemiştir.

Sahih olan da Rehin kitabında söylenendir. Çünkü onlardan her biri, bütün borcun karşılığıdır. îkinci rehin zâiddir. Borç, önceki rehne taksim olur. İkincisi ise, kıymetine göredir; zayi olursa; borcun yansı olarak zayi olur. Fetlvâyi Kidlhan'da da böyledir.

Mecmûu'n-Nevâzü'de, Hişâm, imâm Muhamraed (R.A.)'in şöyle bu­yurduğunu rivayet etmiştir:

Bir adamın, diğer adamda bin dirhem alacağı olur; borçlunun em­ri olmadan, yabancı bir adam da bir köleyi rehin bırakır; sonra da, baş-ka biri gelerek bir köleyi de o rehin bırakır ve o da borçlunun emri ol­madan bırakırsa; işte bu caizdir, ve önceki bin dirheme karşılık olarak, ikinci ise, beş yüz dirheme karşılık olarak rehindir.

Bir adamın, diğerinde bin dirhem alacağı bulunup, ona eş de­ğerde rehin bıraktıktan sonra, fuzûli bir adam gelerek, yüz dirhem daha fazla rehin bırakırsa; işte bu caizdir.

Borçlu, o rehinlerden birini malın yarısıyla kurtarmak isterse onu yapamaz. Ve onlardan birisi zayi olursa borcun yansıyla zayi olmuş olur.

İbrahim; İmâm Mahammed(R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.

Eğer borçlunun rehni zayi olursa; borcun tamamına mukabil zayi olur. Eğer fazladan rehin koyanın rehni zayi olursa, o yansına mukabil zayi olur. Mııhıyl'te de böyledir.

Bir adamın borcu olur; başka bir adam da, o borçlunun emriy­le, kefil olur ve borçlu, alacaklıya rehin olarak bir mal verdikten, sonra bu kefil, alacaklıya alacağını Öder; daha sonra da rehin zayi olursa; ke­fil, asıl borçluya müracaat eder; alacaklıya müracaat edemez. Borçluda alacaklıya müracaat ederek, ödeneni ondan alır.,Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, bir kür buğday borç verip, borç alan şahıstan o buğ­day karşılığında rehin aldıktan sonra, buğdayı borç alan şahıs, aynı buğ­dayı satın alıp, dirhemler vererek, buğday borcundan kurtulur; sonra da rehin, rehin alanın yanında zayi olursa; borçlu olduğu buğdaya kar­şılık olarak, zayi olmuş olur. Eğer rehnin kıymeti, buğdayın kıymeti ka­darsa, rehin alanın, buğday bedeli olarak aldığı dirhemleri geri vermesi gerekir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir kimse, bin dirheme karşılık, iki köle rehin bırakır; onlardan birisine de bir hak sahibi çıkar veya, o hür olur ve rehin veren, rehin alana: "Kendisine sahip çıkılan köleyi bana geri ver/' der; o da verirse; geride kalan rehin, hissesine karşılıktır. Yalnız borcun tamamını öde­medikçe, onu kurtaramaz. Kerderî'nin Vedzi'nde de böyledir.

Bir adam, satın aldığı bir köleyi teslim aldığında, onun bedeline karşılık rehin verir; o rehinde, rehin alanın yanında zayi olur; sonra da o köle hür olur veya ona "bir hak sahibi çıkarsa; rehin alan, o rehni geri verir. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir dirheme, sirke veya kesilmiş koyun alıp, ona karşılık olarak bir rehin verdikten sonra, bu rehin zayi olur ve sirkenin de şarap oldu­ğu anlaşılır; koyunun da lâşe olduğu öğrenilirse; o, tazminatlı olarak zayi olmuş olur. Çünkü açık borca rehin bırakılmıştır. Şarap veya do­muz yahut lâşe veya hür bir insan satın alarak, karşılığına bir şeyi rehin olarak verir ve b da rehin alanın yanında zayi olursa; tazminat gerek­mez. Çünkü, bu rehin bâtıldır; fâsid değildir. Kerdeiî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimse, bir kür buğdaya karşılık, bir köleyi rehin bıraktığın­da; bu köle rehin alanın yanında ölür; sonra da o buğdayın rehin vere­ne ait olmadığı anlaşılırsa; bu durumda rehin alan, o köleyi değil buğ­dayın kıymetini alır. Hızlnetn'l Müftîn'de de böyledir.

Rehin veren, rehin alanı, bir mal üzerine, bîr adama havale et­tikten sonra, rehin bırakılan köle, havale edilen ödemeden önce ölürse; işte o olduğu hâl üzre ölür; havale bâtıl olur. Hizânetü'l-Müftin'de de böyledir.

Bir adam, bez satan şahıstan "başka birisine gösterip, sonra al­mak üzere" bez ister; bezci de: "Rehin vermedikçe, sana vermem." der; o da, bir eşyayı, rehin bırakır ve bu şey, rehin alanın yanında zayi olur; epuse ise, rehin alanın yanında duruyor olursa; bezzaz, (= bez satan) ©bu taamin etmez. (= ödemez) Gunye'de de böyledir.

Ebfi'l-Leys'in Fetviluın'da şöyle denilmiştir:

Bir kimse, kıymeti yaprağı ile birlikte yirmi dirhem olan bir ağacı rehin bırakır; yaprak zamanı geçer ve o ağacın yaprağı dökülüp, kıy­meti eksilirse; EbÛ Bekir tskâf: "O noksan kadar, borçtan düşülür. Bu, narhın değişmesi gibi değildir.." buyurmuştur.

Filayh Ebû'I-Leys "Bana göre, borçtan bir şey eksilmez; ancak nok­sanlık ağacın kendi nefsinde, bedelinde olur." demiştir.

Ebû Bekir'n kavli daha isabetli ve daha doğrudur. Çünkü, dökülen yaprağın kıymeti yoktur ve ona birşey de mukabil olmaz. Mnhiyfte de böyledir.

Fetva, Ebû Bekr el-İskâfı'n kavli üzerinedir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Alacaklı, borçlunun rızası olmadan, rehin olarak onun sarığını alsa; bu rehin olmaz. Bilakis gasp olur. Siraciyye'de de böyledir.

Bir kimsenin, borçlunun sarığını rehin olarak alması caiz olmaz; onun helaki, rehnin helaki gibidir. Müftekit'ta da böyledir.

Bir adamın diğerinde alacağı olur; isteyince de, borçlu onu ver­mez; alacaklı da, onun başından sarığını rehin olarak alıp ona başını kapatması için bir mendil vererek: "Borcunu öde; sarığını vereyim." der; adam da gidip borcuna getirir; o zamana kadar da sarık zayi olur­sa; İşte o, rehin olarak helak olmuş olur; gasbolunan şeyin helaki gibi olmaz. Çünkü, o, onu rehin olarak, alacağına karşılık almış borçluda onun yanına rehin olarak bırakmıştır. Onun bedellik getirmeye gitme­si, rehin olarak razı olduğunun işaretlidir ve o rehindir. Cevâhİriil-Fetâvâ'da da böyledir.

Bir adam, kölesini rehin olarak bırakır; o da kaçarsa; borç düşer. Eğer bulunursa rehin olur ve borç, onun kıymetinin noksanlığı ka­dar düşer.

Eğer bu kaçış onun ilk kaçışı ise böyledir. Eğer, ondan önce kaçmışsa borçtan bir şey düşmez. Mecmuu'n-Nevâzil'de de böyle söylenmiştir. Münieka'da da:"Noksanlığı kadar, borçtan düşer." denilmiş; taf­silat verilmemiştir.

Keza Möcerred'de İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den de, böylece rivayet olunmuştur.

Şayet hâkim, onu, kaçtığı zaman rehin olarak kabul etmiş; sonra da o bulunmuşsa, işte o eski hâline reddedilir. Yâni rehin olarak kalır. Zehıyre'de de böyledir.

Rehin bırakılan bir yeri, su bassa; o da kaçan köle gibidir. Çünkü çok kerre, bu su çekilir ve o yerden fayda görülür. Onun faydalı hâ­le dönmesi ihtimali olduğundan, borç düşmez. Hâkim, Muhtasar1 d a şöyle buyurmuştur:

Rehin alanın, rehin verende hakkı olmaz. Çünkü, rehin helak ol­muştur. Bir şeyin helaki, onun menfaatti olmakdan çıkmasıdır. Ölen ko­yun gibi...îşte bunun için, satış o bâtıl olur.

Eğer, o yer denize gark olursa bu böyledir. Şayet su çekilirse; o yi­ne hâli üzre rehindir.

Eğer o yerden bir noksanlanma olursa; borçtan o kadar düşer. Se-rahsî'nin Muhıyi'inde de böyledir.

Bir adam, üzüm suyunu rehin bırakır; o da önce şarap; sonra da sirke olursa; hâli üzre rehindir. Noksanlığı kadar borçtan düşülür. İmâm Mubammed (R.A.): "O, borca karşılık bırakılır." buyurmuştur. Ko­yun ölür ve derisi dilbağlanırsa; hissesi nisbetinde rehin olur. Felâvâyi Kâ-d i hân'da da böyledir.

Değeri on dirhem olan üzüm suyu, on dirheme karşılık rehin ol­sa; sonra da o şaraplaşsa; sonra da on dirhem değerinde sirke olsa; işte o, on dirhem olarak rehindir ve o kadarla rehinlikten kurtarılır. Sirâciy-ye'de de böyledir.

Bir zimmî, başka bir zimmîye, şarabı rehin olarak bırakır ve o sirkeye dönüşürse; kıymetinden bir şey noksan, olmayınca İmameyn'e göre, o yine rehindir. Ve rehin bırakan muhayyerdir. İsterse borcunu ödeyip, rehnini kurtarır; İsterse, şarabı gibi şarap ödetir ve o sirke, rehin alanın mülkü olur.

İmâm Muhtmmed'e göre, isterse borcunu ödeyip, rehnini kurtarır; isterse, onu borcuna karşılık kılar. Seraha'nin Muhıyt'nde de böyledir.

Bir adam, koyununu rehin bırakır; o da ölürse; borç düşer.

Eğer rehin alan, derisini dibağlarsa; işte o rehindir. Bu, satın alı­nan, sonra da teslim almadan ölen ve satıcı tarafından derisi dibağla-nan koyuna muhalifdir. Burda hiç bir şey rehin olmaz.

Eğer borç on dirhem olur, koyunda on dirheme müsâvî olursa; de-riside bir dirhem ederse; işte o bir dirhem olarak rehindir.

Eğer koyun, rehin edildiği gün yirmi dirhem; borç ise, on dirhem, deri de bir dirhem (değerinde) ise, bu durumda, o deri, yarım dirheme karşılık olarak rehnediimiş olur.

Bir adam, bir müslümandan veya bir kâfirden şarap rehin alır ve o da, rehin alanın yanında, sirke oluverirse; rehin veren için, bu re­hin caiz değildir. Rehin veren, o sirkeyi alıp, bir ücrette vermez. Borç olduğu gibi borçtur.

Eğer rehin veren müslüman ise, bu böyledir.

Şayet rehin veren kâfir ise, rehin günüde rehin ile borç müsavî ise, işte o sirkeyi bırakır. Borç da bâtıl olur.

Bu, İmâm Mnhımmed (R.A.)'in kavlidir, denilmiştir.

Esahh olan, hepsinin kavli de budur.

Bu, rehin alanın zimmî olması hâline muhaliftir. Mebsnfta da böyledir.

Fetâvâyi Dfearî'de şöyle zikredilmiştir: Bir müslüman diğer bir müs­lümandan, şaraba bedel olarak, bir şeyi rehin alır; bu rehinde helak olur­sa; onun helaki sebebiyle tazminat gerekmez ve bu rehin bâtıldır. Ve, bu şarap rehin alanın yanında emânettir; rehin veren onu gerî alır.

Eğer zâyl olutsa, ikisinin de bir birine verip alacağı bir §ey yoktur.

Bu hüküm, rehin alan müslüman olur; rehin veren Jse, kâfir olursa yine aynıdır. Rehin bâtıldır; rehin veren vehnini geri alır. Rehin alana bir şey yoktur.

Şayet her ikiside kâfir iseler, artık rehin sahihdiJr. Aralarında alim-verim geçerlidir. Ya şarabının mislini veya bedeKar kurtarır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, başka bir adamdan, bin dirheme bir câriye satın aldı­ğında, satıcı, onu vermekten kaçınıp, bendini atana kadar, onu vermez; müşteri de: "Sen, onu bana ttslfm etmedikçe, parasını sana vermem." der ve aralarında "müşteri parasını adi sahibine verecek; satıcı da cari­yeyi müşteriye teslim edecek" diye anlaşsaîar ve öyle de yapsalar; para da adi sahibinin yanında zayi olsa; işte o, müşterinin malı olarak zayi olmuş olur.

Şayet, sattcı: "Parayı, $u adamın yanına koy da, cariyeyi sana vereyim." der; oda parayı rehin olarak, cariyeye bedel bırakır ve bu para zayi olursa; satıcının malı olarak zayi olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, kıymeti iki yüz dirhem olan bir rehni, yüz dirheme kar­şılık olarak rehin koyar; onun da bir gözü kör olursa; borcun yarısı gider.

Bu, İmâm Ebû Hanife (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.) göre böyledir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise, onun yerine, bir sağlam köle konulur ve onun noksanı kadar borçtan düşürülür. Yenâbi'de de böyledir.

Eğer, rehin alanın yanında, o hayvanın gözü kör olur onun, kıy­meti de borç kadar olursa; borcun dörtte birisi düşer. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, cariyesinin karnında olanı azâd ettikten sonra o cari­yeyi rehin bıraksa;

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Bu rehin caizdir." buyurmuştur. O câri­ye doğurur ve doğum sebebiyle borçtan bir şey düşmez. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adam, bir köleyi bin dirheme karşı rehin koyar; o kölenin de­ğeri de iki bin dirhem olursa; rehin alan, onun fazla olanını öder veya rehin alan "rehin ölünce borç bâtıl olmaz." diye şart koşarsa; işte bu rehin fâsiddir. (= bozuktur.)

Fetâvâyi Kubrâ'da; Kâdî Fahrüddin şöyle buyurmuştur:

Rehin lafzını söyler, sonra da fazlanın tazminatını söyler veya reh-nin emânet olduğunu söylerse; bu rehin caiz; şart ise bâtıldır. Rehin lafzını söylemezse; rehin fâsiddir. Tatarhaniyye'dc de böyledir.

Bir kadın, mehrine karşılık rehin alır ve o da mehr-i müsemması olur; rehinin kıymeti ise mehri kadar bulunur; sonra da mehrİnden vaz geçer veya onu bağışlarsa; ölene kadar, o rehinden men edilmez. Taz­minat da gerekmez. Şayet köle zayi olacaksa; bu istihsânen böyledir.

Keza adam, o kadına cima etmeden; mal mukabili boşar; sonra da o malı kadına vermeden, geri koyarsa; hüküm yine böyledir.

Bir adam kadını mehr-i müsemması ile nikahlayıp, ona mehr-i misil karşılığı rehin verir ve nikâhda da, mehr-i misli söylemez ve bu kadını duhûlden önce boşarsa, bütün mehr-i misli sakıt olur. (= dü­şer). Bu kadına, mut'a (= yâni bir miktar mal vermesi) gerekir.

Kıyasa göre, bu kadın, mut'a için, rehni habsedemez.

İmâm Ebfr Yûsuf (R.A.) son kavli ve İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)*nin kav­li budur. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [13]

 

4- REHİN BIRAKILAN ŞEYE YAPILAN MASRAFLAR
 

Burda aslolan, ya bizzat rehin bakıma, muhtaç olur; o, rehin ve renin üzerinedir. Rehin, ister borçtan fazla olsun, ister olmasın müsavi­dir. Çünkü o, ayn (= mal) kendi mülkünde bakidir. (Onun malı olarak kalır). Menfaati da böyledir. Rehin bırakana aittir. Bakımı ve masrafı da ona aittir. Yemesi, içmesi, kölenin elbisesi: çocuğun bakım ücreti; bostanın sulanması; hurmalığın budanması, toplanması ve ıslahı; mu­hafaza edenin ücreti ve emsali masrafların tamamı rehin verene aittir.. Tebyîn'de de böyledir.

Rehin, ister rehin alanın, isterse adi sahibinin yanında ölsün; ke­feni rehin verene aittir. Muhiyt'te de böyledir.

Rehin alan, rehin verenden izinsiz öderse; işte o nafile olur. Re­hin verene, bir şey gerekmez.

Keza, rehin veren ödeme yaparsa; rehin alana bir şey gerekmez.

Eğer rehin alan, hâkimin emriyle veya rehin verenin söylemesiyle bir masraf yaparsa; sonra, rehin verene müracaat eder. Zahîriyye'de de böyledir.

Rehin veren kaybolur; rehin alan da, o rehine, hâkimin hükmüyle harcama yaparsa; rehin verene müracaat eder.

Eğer rehin veren huzurda ise, ona müracaat edemez. Kadî: Her durumda mürâcaaat eder", buyurmuştur. Fetva ise: Rehin veren, hazır olur da, rehn için harcama yapmadan kaçınırsa; hâkim de, rehin alana, "harcama yapmasını' emreder ve oda harcama yaparsa; rehin verene mürâcaaat ederek masrafını ondan alır. Cevâhirii'I-Ahlâlî'de de böyledir.

Borç ödenince, mürtehin, rehin vereni, rehinden men edemez. Eğer rciıin, rehin alanın yanında zayi olursa; onun nafakası hali üzre kalır. Müzmarat'ta da böyledir.

Rehin alanın nafakası, beyyinesiz doğrulanmaz.

Eğer beyyinesi olmaz ise, rehin veren o harcamayı yaptığına dair ona yemin verir. Çünkü, o borç iddia eyliyor; yemin ile bilgi edinilmiş olur.

İlaç ve doktor ücreti, rehin alana aittir.

Bu mes'ele mutlak olarak Kifabii'r-Rehin'de zikredilmiştir. Başka yerde de: Yaraların tedavisi, hastalıkların ilaçları, cinayetle­rin fidyesi rehin alanadır." diye yazılmıştır.

Emânet olan hissenin masrafı ise, rehin verene aittir. Kudûri Şerhiıı'de âlimlerden naklen, şöyle Duyurulmuştur: İlaç ve doktor ücreti, rehin aîana aittir.

Şayet yara veya hastalık rehin alanın yanında meydana gelmiş ise; bu böyledir.

Fakat daha önceden, rehin verenin yanında <ken yaralanmış veya hastalanmışsa; bunlar rehin verene aittir.

Bazı âlimler de: "Hayır, o da rehin alana aittir." buyurmuşlar ve: "Her durumda, bunlar rehin alana aittir." demişlerdir.

İmâm Muhamraed (R.A.)'in görüşü de budur. Muhıyt'te de böyledir.

Zahir olan da budur. Serahsî'nin Muhıyt'nde de böyledir.

Fakıyh Ebû Ca'fer el-Hindiivânî şöyle buyurmuştur:

Rehin ahımn yanında bulunan rehnin, deva ve doktor ücreti, rehin alanadır.

Rehin verenin yanında meydana gelen hastalık, rehin alanın yanında artmaz ise, ilaç ve doktor ücreti, rehin verene aittir.

Eğer artarsa ilaç ve doktor ücreti rehin alana aittir.

Fakat rehin alan bu hususta cebredilmez. Ona: "Bu, senin yanın­da oldu. Malının İslahını ve ihyasını diliyorsan; malını tedavi et." deni­lir. Muhıyt'tc de böyledir.

Tahâvî Şerhı'nde şöyle zikredilmiştir: Merhûnu muhafaza, mürtehinin üzerinedir.

Hatta rehin veren, mürtehine, rehni korumasını şart koşsa; bu sa­hih olmaz ve buna hakkı da yoktur.

Şayet, rehin konulan şey, çobana muhtaç ise, çobanın ücreti rehin verenedir. Ahır ve ağıl ücreti ise, rehin alanın üzerinedir. Zehıyre'de de böyledir.

Kaçan köleyi yakalama ücreti, alacağı miktarında, rehin alana­dır, fazlası, mal sahibinedir.

Hatta rehnin kıymeti ile borç müsavi olur, veya rehnin kıymeti borç­tan az olursa; yakalama ücreti rehin alanın üzerinedir.

Şayet rehnin kıymeti, borçtan fazla ise, borç miktannea, rehin ala­na; fazla kalanı da rehin verene ait olur.

Rehin, eğer bağ ise; onun tamiri ve haracı, rehin verene aittir. Çünkü o, onun mülküdür. Öşrü ise, ondan çıkan mahsûlden verilir. Ve onu imam alır. Rehin batıl olmaz.

Onun bir kısmına, bir hak sahibi bulunursa; o zaman hüküm buna muhalifdir, rehin bâtıl olur.

Şayet rehinde nümâ ( artış) varsa; rehin veren de söylediğimi/ — masrafları yaparsa; rehnin nümâsı onun olur; Rehin alanın olmaz. Bedâi'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allnhu Teâîâ'dır. [14]

 

5- REHİN ALAN KİMSE İLE REHİN ARASINDAKİ MÜNASEBET
 

Rehin verenin üzerinde çok borç olsa bile; rehin alan şahıs o rehne en çok hakkı olan kimsedir. Muhıyt'te de böyledir.

Mürtehinin, rehin karşılığı, rehni tutma hakkı vardır. Başka bir alacağı için, onu tutma hakkı yoktur.îster o alacak evvel olsun; isterse rehin aldıktan sonra olsun.

Şayet rehin bırakan, rehin bıraktığı borcu öderse; rehin kendinin olmaz; rehin alan, o rehni, bütün borç ödene kadar yanında tutar. îster çok, isterse az olsun. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, başka birine, bin dirhem borcuna karşılık, fâsid bir rehin bırakır; karşılıklı teslim alırlar; sonra da, bu rehni fesad hükmüy­le bozarlar ve rehin veren, "relinin geri verilmesini" isterse; —rehin alan, onu vermedikçe— almaya hakkı yoktur. Çünkü rehin alan, onu verdiği dirhemlere karşılık almıştır.

Rehin verenin, mürtehinin elinde bulunan bir rehni bozma hakkı —üzerinde olan borcu ödeyene kadar—yoktur.

Şayet, rehin veren şahıs, üzerinde çok borç olduğu hâlde ölürse; rehin verenin alacakları arasında o rehne en çok hakkı olan, rehin ya­nında olan şahıstır. Sağlığında olduğu gibi..

Eğer rehni borcu mukabili koyar ve bu rehin fâsid bir rehin olduğu hâlde, onu da teslim eder; sonra da, rehni bozarlar; rehin bırakan da borcunu ödemeden önce, rehni geri İsterse; işte bunda hakkı vardır.

Şayet, rehin bırakan ölür; üzerinde de çok borç bulunursa, artık rehin alan diğer alacaklılardan daha haklı olmaz. Rehin verenin sağlı­ğında olmadığı gibi.. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer rehin, müdebber veya ümm-ü veled yahut rehin olmayacak bir şey olursa; rehin verenin onları geri alma hakkı vardır. Borç, ister önce olsun; isterse sonra olsun, bu gibi rehinleri, onu ödemeden geri alabilir. Zehıyre'de de böyledir.

Başka birine, belirli bir malı rehin koyar; rehin alan da onu tes­lim aldıktan, sonra, rehin veren, borcunun bir kısmını ödeyip, rehinin de bir kısmını geri isterse; duruma bakılır:

Eğer her birinin hissesi belirtilmemişse onu almaya hakkı olmaz.

Eğer, bu açıklanmışsa; Ziyâdât'ta: Fazla olan rehni alma hakkı var­dır." diye yazılmıştır. Rehin kitabında ise: Hakkı yoktur." denilmiştir.

el-Asl kitabında yazılı olan, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yû­suf (R.A.)'un kavlidir. Ziyadât'da olan ise, İmâm Muhammet! (R.A.)'in kav­lidir. Ve mes'elede, iki rivayette vardır." denilmiştir.

Esahh olan da budur. İbnü Semâa, Nevadır'de: İmâm Muhammed (R.A.)'in cevabı, Asi kitabında olanın mislidir." buyurmuştur. Muhıyt'­te de böyledir.

Rehin sözleşmesi feshedildikten sonra, rehin alan, o rehni yanında tutmak istese; buna hakkı vardır. Rehin ancak fesh yoluyla reddedilirse (= geri verilirse) bozulur. Sirâciyye'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [15]

 

6- REHİN VEREN ŞAHSIN, VERDİĞİ REHNİ ARTIRMASI
 

İmamlarımızın üçüne göre de, istihsânen, sözleşme zamanı, zi­yâdeyi bildirmek gereklidir.

Bunun sureti: Bir adam, bin dirheme karşılık, bir köleyi rehin bı­raktıktan sonra, rehin veren, rehin bıraktığı kölenin yanına bir elbise daha ziyâde ederse; bu ziyâde istihsânen sahih olur. Ve, aslına ilâve edil­miş olur. Ziyâdede aslına reddedilmiş olur. Hatta, bu elbise de köle ile beraber tazmin olunacak bir rehn olur. Mahiyt'te de böyledir.

Bir adam, başka birine —yüz dirhemine karşılık— kıymeti yüz dirhem olan bir köleyi rehin bıraktıktan— sonra, kıymeti yüz dirhem olan bir köleyi ziyadeleştirse; o kölelerden de birisi Ölse; işte o zaman ölen köle sebebiyle borcun yarısı düşer; geri kalan yan ise emânettir. Yenâbi'de de böyledir.

Bir adam, ikibin dirheme karşılık, kıymeti bin dirhem olan, bir cariyeyi rehin bıraktıktan sonra, onun bedeninde artım yapsa (ona bile­zik küpe gibi şeyler verse) da kıymeti iki bin dirheme ulaşsa; eğer efen­disi, onu fakir olduğu hâlde, azad ederse; bin dirhem hakkında genişlik vardır; borcun tamamı hakkında yoktur.

Şayet cariyenin kıymetini artırmazda, câriye bin dirhem kıymetin­de bir çocuk doğurur; sonra da efendisi, —fakir olduğu hâlde— o cari­yeyi azâd ederse; bin dirhem hakkında vüs*at vardır; kıymeti kadar değildir.

Eğer artım yapmaz; câriye de doğurmaz; fakat, onu, kıymeti iki bin dirhem olan bir köle öldürür ve o köle de onun yerine verilirse; efedişide onu azad ederse; yine bin dirhem hakkında genişlik vardır. Zahi-riyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir cariyeyi, bin dirheme karşılık rehin bırakır; bu câ­riye de doğum yapar ve ölür; sonra da rehne bir köleyi ziyâde eder; bun­ların tamamının kıymeti-, ananın yavrusunun ve ziyâde kılanan kölenin kıymeti, bin dirhem olursa; önce, borç ikiye bölünür; (anası ve yavru­suna karşılık) ve onun zayi olması sebebiyle; borcun yarsı düşer. Bor­cun yansı, çocuk hakkında baki kalır. Köle de ona tâbi olur. Geride kalan borç, onlara taksim edilir.

Eğer, çocuk hür olmadan Önce ölürse; o çocuk, borçtan bir şey ek­siltmez; anası bütün borca karşılık helak olmuş olur. Ziyâde kılman ise, sahih olmaz.

Hatta köle, ister o çocuk Ölmeden önce, isterse sonra, helak olur­sa; emânet olarak ölmüş olur.

Şayet, o çocuk ölmez de kıymeti bin dirheme yükselirse; azâd ol­duğu zaman, onun kıymeti iki bin dirhem olur. Artık borç önce anaya karşı üçte bir olarak bölünür; ve onun ölümüyle, üçte biri düşer. Sonra da, geride kalan borç, çocukla fazlalık arasında üçte birli olarak taksim edilir; üçte ikisi çocuğa, üçte biri de fazlalığa ait olur.

Noksanlaşınca beşyüz dirhem olur ve borç, çocukla anası arasında taksim edilir. Üçte iki anaya, Üçte bir çocuğa isabet eder.

Sonra da çocuğa isabet eden çocukla, o ziyâdeye taksim edilir; üç­te ikisi çocuğa üçte biri de ziyadeye isabet eder. Kâfide de böyledir.

Bir adam, kıymeti bin dirhem olan bir köleyi, iki bin dirhem olan borcuna karşılık rehin koyar; onun değeri de iki bin dirhem olacak ka­dar artar; sonra da efendisi, onu müdebbere kılarsa; bu kölenin, bütün borca karşılık rehin olma genişliği vardır.

Borç hakkında artırma, İmim Ebû Hatife (R.A.) ve İmim Muham­in ed (R.A.)'e göre sahih değildir.

İmim Ebû Yûıuf (R.A.), buna muhalifdir.

Hatta, bir adam, üzerinde bulunan borç için, bir köleyi rehin bı­raktıktan sonra, rehin alandan, rehin veren borç alma veya bir şey satın alma veya başka bir sebeble borcu artırsa; Önceki rehin, önceki borç İçindir.

Bu rehin sonradan yapılan borç için, İmâm Ebû Hanife (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, rehin olmaz.

Şayet, o köle zayi olsa; eski borç için zayi olmuş olur. Sonraki borç için zayi olmaz. İmâm Ebü Yûsuf (R.A.)'a göre önceki rehin, sonraki borç için de rehin olur ve cümlesi için rehin olmuş olur. Zayi olursa hepsi için zayi olur.

Sonra, rehin hakkında fazlalık sahih olunca, önceki borç içinde rehin olmuş olur. Bu durumda borç, aslına ve ziyâde kılınana ikisinin kıyme­tine göre taksim edilir. Aslın kıymetinde itibar, teslim alındığı zamanki kıymetinedir; ziyâde edilende itibar ise, teslim alındığı zamanki kıymetinedir. Hangisi zayi olursa, karşılığı olduğu borca karşılık, helak ol­muş olur. Geride kalan, rehin olarak kalır. [16]

 

Rehnin Artırılmasının Çeşitleri
 

Rehin iki şekilde artırılabilir: Birincisi : Rehne dâhil olmadan artış.

Bu, bir malın doğurmuş olması değildir. O malın, cüz'ünden bir cüz de olmamasıdır. Kazanç gibi, bağış gibi, sadaka ve emsali gibi..

ikincisi : Rehne dahil olan artış:

Fazlalığın bir maldan doğması gibi..çocuk gibi.. Ağaçtan hasıl olan meyve gibi.. Koyundan elde edilen yün gibi..deveden elde edilen tüy gibi..

Veya, rehnin cüzlerinden bir cüz olmaktır. Diyet gibi., mehir gi­bi... irş gibi..

Bu çeşit artış, rehnin altındadır; rehin gibi, bu da habsedilir.

Fakat, helak olunca ödenmez; tazminat hükmü yürümez.

Hatta bu nevi artış, borç Ödenmeden önce zayi olsa; borçtan bir şey düşmez. Muhiyt'te de böyledir.

Borç, rehnin, teslim alındığı günkü kıymetine taksim edilir. Zi­yâde ise, borcun ödendiği gün üzeredir.

Bunun açıklaması: Asıl rehnin kıymeti bin dirhem olsa; doğurdu­ğunun kıymeti de bin dirhem olsa; borç ikisinin arasında taksim edilir. Zahirde böyledir.

Eğer çocuk ölürse, bir şeysiz gider; anası, bütün borca karşılık re­hin olarak kalır.

Şayet anası ölür ve yavrusu kalırsa; onu kurtarılırken, borcun ya­nsı ile kurtarılır.

Eğer çocuk, anasından sonra ölürse; bir şey olmaksızın gider; san­ki hiç yokmuş gibi olur... Ananın ölmesiyle, borcun tamamı düşer.

Eğer ikisi de ölmezler fakat piyasa yönünden ananın kıymeti eksi­lir ve beşyüz dirheme düşer veya artar da iki bin dirheme çıkarsa; bu durumda borç, aralarında yarı yarıyadır; değişmez.

Şayet ana, hali üzre kalır da; çocuğun değeri —bir kusur sebebiyle— veya piyasanın değişmesi sebebiyle noksanlaşır ve beş yüz dirheme dü­şerse; bu durumda borç, aralarında üçte birli taksim edilir; üçte ikisi, anasına; üçte biri de çocuğuna ait olur.

Eğer çocuğun kıymeti artar da iki, bin dirhem olursa; o zaman, üçte iki çocuğa, üçte biri de anasına taksim edilir.

Eğer, anası ölür de çocuk kalırsa; borcun üçte ikisiyle kalır. Bizim söylediğimiz asıldan düşer.

Ananın kıymeti teslim alındığı günkü kıymetidir. Çocuğun kıyme­ti ise, borcun ödendiği günün kıymetidir. Serahsî'nin Muhıyt'nde de böyledir.

Artıştan bu nevi olan, asi ile birlikte rehin olduğu zaman, sebe­bine avdet edilir. Rehin bırakılan şey bir câriye olur; o da kör olup, bor­cun yarısı düştükten sonra, o câriye doğum yapsa; körlükten sonra, ço­cuk hadis olur. Ziyâde kılınan, asi ile birlikte şart kılınsa; borçtan bir-şeyin sebebine dönülmez. Körlükten sonra artırım, kör olmadan önce­ki: gibidir ve şartlı ziyâdedir. Mubyt'te de böyledir.

Bir kimse, kıymeti bin dirhem olan bir cariyeyi, bin dirhem bor­ca karşılık rehin koyduktan, sonra, bu cariyenin bir gözü kör olsa; bor­cun yarısı düşer. Çünkü, insanın bir gözü, yarısı kıymetindedir.

Sonra da bir köle ile onu artırsa ve o köle de beşyüz dirhem kıyme­tinde olsa; bu sahih olur. Borç yarı yarıya taksim edilir.

Şayet kör câriye., bir çocuk doğurur; o da bin dirheme müsâvî olur­sa; borcun tamamı câriye ile çocuk arasında yarı yarıyadır. Bu çocuk, körlükten sonra hadisdir. Borçtan taksim hakkında kör olmadan önce var olma gibidir. Çünkü çocuk, akidde asla lâhiktır. Mevcut gibi addo-iunur. Bu durumda cariyenin kör olması sebebiyle, borcun yarısı düşer.

O da borcun tamamının dörtte biridir. Geride de borcun dörtte bi­ri kalmış olur. Çocuk için de borcun yarısı vardır. Cariyenin kör olma­sıyla, borcun yarısı düşmüş ve ona tâbi olarak borcun yarısı kalmıştır.

Ziyâde hakkında taksim, sanki câriye hakkında gibidir. Çünkü zi­yade, yarıya tâbi değildir. O tâbi olunandır. Artık câriye hakkında kıy­met beşyüz dirhem olur. Çocuk, hakkında ise iki yüz elli dirhem olur. İşte, fazlalık, ikisine, üçte iki, üçte bir olarak taksim edildi vecârye ile birlikte üçte iki rehin oldu. Çocuk da, aslın yarısı ile beraber, rehin oldu. Sonra da bütün borcun asılda yansı, çocuktan; onunla ziyâdenin üçte birine; ikisinin kıymeti kadar taksim olundu. Asim yarı kıymeti ço-cukdan beşyüz ve ziyâdenin üçte bir kıymeti beşyüz oldu. Bu durumda biz, üçte birin, tamamım beşyüz sehim kıldık. Fazla olan üçte bir, se-him oldu. Çocuğun yan kıymeti üç sehim oldu. Borcun dörtte biri dör­de taksim edildi. Câriye hakkında yarı borç sekiz; kendisi ile ziyadenin üçte ikisine taksim edildi, ikisinin kıymeti kadar.. Ziyadenin üçte iki kıymeti, beşyüzün üçte ikisidir. Cariyenin kıymeti, beşyüz; Bu durum­da ikisinin arasında. Beşyüzün üçte biri tafâvût oldu. Biz, beşyüzün üç­te birinin tamamını hisse kıldık; tamamı beş sehim oldu, borcun yarısı taksim edildi; o sekizdir, ikisinin arasında beşte bir, sekiz beşte biri tak­sim edilmedi biz asıl mesele ile onu darb eyledik ve o onaltıdır.

Rehin verenin izniyle, rehin alan, rehin olan ağacın meyvesinden yese borçtan bir şey düşmez.

Rehin alanın izniyle, rehin veren de yese, yine böyle borçtan bir şey düşmez.

Her ikisinin izniyle, bir yabancıda yese; borçtan bir şey düşmez. Eğer bunlar izinsiz yerlerse, yediklerinin kıymetini borçlanırlar. Hızanetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Rehin bırakılan bir câriye, iki veya üç çocuğu bir arada veya ay­rı ayrı doğurursa; borç, sözleşme gününde olduğu kıymetle, cariyeye tak­sim olur. Borç ödendiği günkü kıymete göre de çocuklara taksim olur. Câriye, çocuk doğurur ve onun doğurduğu da doğurursa; hükümde, bu iki çocuk gibi olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dir. [17]

 

7- BORÇ ÖDENİNCE, REHNİN TESÜM EDİLMESİ
 

İmâm Muhammed (R.A.) Ziyâdât'ta şöyle buyurmuştur.

Bir adam, diğerine, bin dirheme karşılık, bin dirhem kıymetinde-ki, bir cariyeyi rehin koyar; mürtehin de gelerek, alacağını talep eder; rehin veren, -—rehin alan, cariyeyi huzurda bulundurmadıkça— buna razı olmaz.

Rehin veren ve alan ikisi bir şehirde iseler; işte o zaman, rehin alan, önce cariyenin hazır olmasını emreder.

Şayet rehin alan, rehin verene, rehni bulunmadığı bir şehir de rast­lar ve alacağını isterse; rehin veren de kaçınır ve: "Rehni hazır eyle." derse; rehin veren, borcunu ödemeye cebredilir. Rehin aîana, "rehni hazır etmesi" emredilmez. Rehin ister taşınır bir şey olsun; ister taşınmaz şey olsun.

Alimlerimizden bazılan: "Bu cevap, taşınmayan rehin içindir ve kıyasın cevabıdır; istihsânda ise, önce rehin alana, "rehni hazır etmesi" emredilir, buyurmuşlardır.

Bazıları da: (<Cevap, kıyâs ve istihsânın cevabıdır" demişlerdir.

Sahih olan da budur Mnhıyt'te de böyledir.

Şayet, rehin alan "Cariye evimde; önce alacağımı bana ver; son­ra beraber gidelim; onu evimden al." derse; buna hakkı yoktur. Ve, ona, cariyeyi getirmesi emredilir. Cariyeyi getirince de, önce, diğerine,"bor­cunu ödemesi" söylenir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adamın, diğerine bin dirhem borcu olur; —o değerde olan— bütün malım rehin bırakır; zamanı gelince, rehin alan şahıs, alacağını ister; rehin veren de ondan kaçınır ve rehin gelene kadar vermek iste­mezse; rehin alan, onu getirmekle cebredilmez. Çünkü, onda bir fayda yoktur.

Eğer, rehin veren: " Rehin, alacağına müsavidir.

Artık, benim sana ödeyecek bir şeyim yoktur, "der ve hâkimden, —onun hâli belli olsun diye— rehinin getirilmesini taîep ederse; artık kıyâs, onun getirilmesinin emredilmemesidir.

Istihsânda ise, eğer rehinin olduğu şehirde iseler; rehni hazır eyle­mesi emredilir.

Şayet hâkim rehnin huzura gelmesini istemez ise, rehnin zayi ol­madığına dâir Allah adına yemin verir. Ve, rehin verene de, "borcunu ödemesini" emreder; o da öyle yapıp borcunu Öder. Muhıyf'te de böyledir.

Eğer rehin, adi sahibinin yanında olur ve ona, onu, bir başkası­na tevdi etmesi (- vermesi) emredilirse; sahibi adi öyle yapar.

Sonra da rehin alan gelir de alacağını isterse; artık ondan rehni ge­tirmesi teklif edilmez ve rehin verene, "borcunu ödemesi" emredilir. Çünkü rehin veren, rehnin, rehin alanın yanında olmasına razı olma­mıştı; elinde olmayan şeyi huzura getirmesini de İsteyemez. Rehin alan, eğer sahibi adiden rehni alırsa; gasıp oluyor ve tazmini gerekiyor. Nasıl olur da onu getirmekle ilzam olunur?

Şayet alacak olursa; gasip olur.

Şayet adi sahibi rehni ailesinden birinin yanma koyar; kendi de ha­zırda olmaz; rehin alan da alacağım isîer; rehin kendisine verilen şahıs da: "Bana filan verdi: Ben bunun kimin olduğunu bilmiyorum, adi sa­hibi de yoktur; nereye gittiğini de bilmiyorum", derse; bu durumda re­hin alan, rehni getirmekle mükellef olmaz. Ve rehin veren, borcunu ver­mekle zorlanır. Çünkü, rehin alan, onu teslimden acizdir.

Eğer kendisine tevdi edilen, verildiğini inkâr eder ve: "O benim ma-lımdır." derse; mürtehin, borç almaya mâlik değildir.Mürtehin, alaca­ğını rehin verenden rehnin rehin olduğunu tesbit etmedikçe alamaz. Ka-fî'de de böyledir.

Bir adam, bir cariyeyi rehin bırakır ve onu adi sahibinin yanına koyar; adi sahibi de ölür ve o rehni aile efradından birinin yanına tevdi eder; sonra da alacaklı gelip, rehin verenden borcunu talep eder; rehin veren de: "Rehin gelene kadar vermem" der; rehin kendisine verilen de: "Bunu, bana filan verdi; kimin olduğunu bilmiyorum." derse; bu durumda rehin veren, borcunu vermekle cebredilir. Şayet rehin, sahib-i adlin yanında zayi olursa, rehin veren, rehin alana müracaat ederek ver­diğini geri alır. Muhıyt'te de böyledir.

Rehin veren iddia ederek: "Gerçekten, rehin zayi oldu." derse; mürtehine onu bilip bilmediğine yemin verilir.

Eğer yemin ederse, rehin verene, borcunu ödemesi hususnda cebredilir.

Eğer mürtehin yemin etmez ise, o zaman, cebredilmez. Şayet, re­nin köle olur ve onu da bir adam kazara öldürürse; onun kıymetini üç senede ödemesi gerekir.

Mürtehin, bu durumda borcu isteyince, rehin veren —borcu öde-' mesi için— cebredilmez.

Şayet, o kölenin kıymetinin üçte birisi ödenmiş olsa bile; yine de, rehin veren, borcunu ödemekle —rehnin kıymetinin tamamı ödenene kadar— cebredilmez.

Eğer kölenin kıymeti, borç cinsinden ise, kölenin kıymetinden ne zaman, ne verilirse; onu, mürtehin alacağının yerine alır..

Eğer kıymeti deveden veya koyundan ise, hâkim de böylece hük­mederse; o, borca rehin olru. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Eğer, rehin veren, adi sahibini, "rehni satmaya" yetkili kılar ve o da peşin veya veresiye satarsa; caiz olur.

Şayet, mürtehin, alacağım isterse; onu hazırlamakla mükellef ol­maz. Bedeleni hazırlamakla da mükellef değildir. Çünkü, ona kadir değildir.

Keza, mürtehine,"rehni satması" söylenir; o da, satar da bedelini almazsa; yine, onun bedelini hazır etmekle cebredilmez. Bilâkis rehin veren, borcunu ödemekle cebredilir.

Eğer mürtehin rehnin bedelini teslim almışsa, o zaman, onu getir­mekle cebredilir. HızânenVl-MüftıVde de böyledir.

Mürtehin, rehni, rehin verenin söylemesiyle satar veya sahib-i adi satar; müşteri de bedelini geriye veya bir müddete bırakırsa; bu durum­da mürtehin, alacağını talep eder. Çünkü, o bir borç olmuştur. Eğer rehnin bedeli, müşteriye zor gelirse; mürtehin, rehin verenden aldığım geri verir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

En doğrusunu bilen Allâhü Teâlâ'dır. [18]

 

8- RÂHİN VEYA MÜRTEHİNİN, REHİN BIRAKILAN ŞEYDE TASARRUFU
 

Borç düşmeden önce, rehin bırakılanda yapılan tasarruf; feshle ilgili olarak tasarruf olur. Alım-satım, kitabet icâre, bağış sadaka, ik­rar ve emsali gibi...

Veya feshe ihtimali olmayan bir tasarruf olur. Köleyi azad gibi; ted­bir gibi; çocuk doğurtmak gibi...

Feshle ilgili olan tasarruf; mürtehinin rızası olmadan, geçerli olmaz; ve onun rehni habsetme hakkı bâtıl olmaz, Borç ödendiği zaman, habs hakkı batıl olur. Ve tasarrufatın tamamı geçerli olur.

Şayet mürtehin izin verirse, rehin veren tasarruf eyler ve bu geçerli olur. Artık, o şey de rehinlikten çıkar.

Borç ise, hâli üzre kalır.

Satış yapılınca, bu defa da satılan şeyin yerine, parası rehin olur.

Keza, tasarrufu ibtida hâlinde olur ve ona da mürtehin izin vermiş bulunursa; bu tasarruf geçreli olur.

Fesh itimâli olmayan elinde, tasarrula, rehn bâtıl olur. Ve rehin hükmünden çıkar.

Bu durumda bakılır. Eğer rehin veren zengin ise, köleye karşı bir genişlik yoktur. Tazminat rehin verene hâli üzeredir.

Eğer borç, hâl-i hazırda ödenmesi gereken bir borçsa; rehin veren, onu ödemekle cebredilir.

Şayet, borç vadeli ise ve va'de de tamam olmuşsa; yine böyledir.

Eğer va'de tamam olmamışsa, azâd geçerli olur ve rehin verenden azâd eylediği kölenin kıymeti alınır; ve bu bedel rehin olarak habsedilir.

Sonradan, va'de tamam olunca bakılır: Eğer kölenin kıymeti bor­cun cinsinden ise, borç Ödenir; fazlası rehin verene geri verilir.

Eğer borcun cinsinden değil ise, borca bedel, o habsedilir; müddeti gelmemiş gibi olur.

Eğer rehin veren fakir ise, rehin alan için, üç şeyden birinin en azı­nı yapamak vardır. Borç, ister halde olsun; isterse va'deli olsun...Reh-nin, kıymetine rehin bırakıldığı vakitteki ve bir de azad olduğu vakitte­ki kıymetine bakılır ve bir de borca bakılır. Mürtehin, bunlardan en az olanını Ödemeye çalışır. Sonra da rehin verene müracaat eder ve eğer alacağı kalırsa borcun kalanını, ondan alır.

Meselâ: Bir adam, kıymeti bin dirhem olan bir köleyi, iki bin dir­heme karşılık rehin olarak koyduktan sonra, onu artırır; sonra da onu azad ederse; artık köle, rehin bırakıldığı zamanki kıymetin dedir. Taz­minatı da —ona göre— bin dirhemdir.

Şayet ölecek olsa kıymeti bin dirhem olarak ölür ve o kadar borç­tan düşürülür. Eğer rehin koyan, onu azâd eylemez, fakat müdebbere yaparsa; müdebberliği geçerli olur; rehn ise, batıl olur. Bu durumda mür-tehin, onu habsedemez.

Sonra, bakılır: Eğer, rehin koyan zat zengin; borçta hâli hazırda Ödenmesi gereken bir borç ise, —ondan— borcun tamamı alınır.

Eğer borç va'deli ise, rehin verenden, o kölenin kıymeti alınır ve kölenin yerine rehin olarak konur. Azad da olduğu gibi..

Şayet, rehin koyan fakir ve borç da hâl-i hazırda ödenmesi gere­ken bir borç ise; borcun tamamı alınır.

Eğer borç te'hirli ise, kölenin kıymeti alınarak, onun yerine rehin olarak bırakılır.

Tedbir ile itâk arasındaki fark iki yerdedir:

Birincisi :ltâkda, eğer rehin koyan fakir ise, ondan bu köle karşılı­ğında üç şeyden en azı alınır.

Tedbirde ise, borcun tamamı alınır; kölenin kıymetine bakılmaz.

Eğer borç hâli hazırda ödenmesi gereken borç ise bu böyledir.

Eğer te'hirli bir borç ise, kıymetinin cemisine genişlik vardır.

İkincisi :Itâkda, köle, rehin verene müracaat eder; tedbirde ise ede­mez yine böyle, tedbir efendisinin malı olmakdan çıkmış olmaz. Ve efendişine müracaatta bulunamaz; borcun tamamına ruhsat vardır. Itakda ise, rehin verenin mülkünden çıkma vardır.

Eğer rehin câriye olur; o da rehin alanın yanında gebe kalır ve rehin veren, gebeliğin kendinden olduğunu diye iddia ederse: eğer bu­nu o cariyeyi rehin koymadan önce iddia edmişse; da'vası sahihtir. Ve nesebi ondan sabittir. Ve bu çocuk rehne dahil olrriadan önce hür olur. Bu câriye ümm-ü veled olur ve rehinlikten çıkar. Çocuğa karşı ruhsal yoktur. O cariyenin hükmündedir. Rehin olan köleyi, rehin bırakanın müdebber kıldığı hükümdedir ki biz bunun hepsini yukarıda zikreyledik.

Eğer, bu câriye hamlini önce yapar; sonra da rehin bırakan iddia ederse; da'vası yine sahihdir ve nesebi ondan sabittir. Ve o çocuk rehin olmadan azâd edilmiştir. Cariye ümm-ü veled olmuştur ve rehinlikten çıkmıştır. Bu durumda borç, cariyenin rehin olduğu günkü kıymeti ile çocuğun da'va edildiği günkü değerine taksim olunur. Cariyenin borç­ta hissesinin hökmü müdebber gibidir; borcun tamamındadır. Çocuğun borçta hissesi, azâd olanın hissesinin hükmündedir.

Ancak, burda iki şeye bakılır; çocuğun da'vâ vaktindeki kıymetine ve borçtan hissesine düşene... Eğer rehin veren fakir ise, en azına ruh­sat verilir. Tahâvi Şerhi 'nde de böyledir.

Bir kimse, kıymeti bin dirhem olan bir cariyeyi, iki bin dirhem borca karşılık rehin bırakır; piyasanın artmasıyla da bu cariyenin değe­ri iki bin dirheme çıkar; bîr de çocuk doğurur; o da bin dirhem kt>ov> tinde bulunur ve câriye öyünse; iki bin dirhem olarak ölmüş ohır.

Eğer efendisi onu azâd eder ve kendisi de fakir olursa; bin dirhem olarak azad etmiş olur.

Keza ikisini de azâd ederse; tein dirhem olarak a^âd etmiş olur. Ön lar, efendilerine bin dirhem için müracaatta bulunurla*-; rehin alan da efendiye kalan alacağı için müracaatta butunuf. Serahs'nin Mufnytnde de böyledir.

Bir adam, değeri bin dirhem olan bir köleyi, bin dirheme k--u:ı-lık rehin koyar ve piyasa cihetinden bu kölenin değeri beşyüz dirheme iner; sonra da onu asâd eder; kendisi de fakir olursa; kölenfo a*âd ol duğu günkü değerine ruhsat vardır; borcun tamamına değil..

Bir adam, değeri bin dirhem olan bir köleyi, iki bin dirhem bor­cu karşılığında rehin bırakır ve onun değerini artırarak iki bine çıkarır; sonra da onu müdebber kılar; kendisi de fakir düşerse; bu durumda o bercun tamamını öder.

Şayet gayret etmez de (= borcu Ödemez de) köleyi azâd ederse; iki bin dirhemi ödemeye çalışır.

Bu azâd, tedbirden sonra olunca, böyledir.

Eğer önce müdebber kılar; sonra da kıymetini artınrsa; iki bin dir­hemi öder. Bundan sonra azâd ederse; bin dirhemi öder. Hızânetü'l-Ekmei'de de böyledir.

Bir adam, cariyesini, bin dirheme karşılık rehin koyar; o cariye­nin kıymeti de o kadar olur ve bu câriye değeri bin dirhem olan bir ço­cuk doğurur ve rehin bırakan doğumdan sonra, onu iddia ederse, ken­disi zengin ise, o borcu tazmin eder.

Eğer fakir ise, câriye malın yansına, çocuk da yarısına ruhsatlıdır. Çocuk bir şey ödemeden, anası ölürse; çocuk yandan azını öder. Ona, anasının ölümü sebebiyle bir şey artmaz. Mebsût'ta da böyledir.

İki adam bir köleyi rehin bıraktıktan sonra onlardan biri, hisse­sini azâd ederse; bu durumda, ya ikisi de zengin olurlar veya ikisi de fakir oluriar. yahut biri zengin diğeri fakir olur.

Borçda ya hal-i hazırda ödenmesi gereken borç olur veya te'hirli borç olur.

Şayet ikisi de zengin iseler ve borç da hemen ödenecek borçsa; kö­lenin değeri de bin dirhem ise; köleyi azâd eden, borçtan hissesini öder. Arkadaşı da borç olduğu için böyle yapar; yoksa köle azâd olduğu için değil..

Çünkü, rehin, birinin itki sebebiyle rehinlikten çıkmıştır, tkisi de zengindir. Borç da hemen verilmesi gereken bir borçtur. İkisi kendi ara­larında muâhaze olurlar.

Eğer borç te'hirli ise, köleyi azâd eden, kendi hissesini Öder. Çün­kü, kendi nasibini telef eylemiştir.

Mürtehin ondan alacağım alır; diğeri için rehin, borcun vadesi do­lana kadar, rehindir.

Diğer ortağın neyi ihtiyar edeceğine bakılır.

Eğer tazminatı ihtiyar ederse, mürtehin, onu alır. Çünkü o, rehnin bedelidir.

Eğer, o da hissesini azâd etmeyi ihtiyar ederse; artık mürtehin mu­hayyerdir. Dilerse susan ortağa tazminat yaptırır. Çünkü, o da hakkını telef eylemiştir.

İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre, bu durumda susan ortağın kölede­ki hakkı mükâtep olmuştur. Mükâteb ise, rehin olmaya sahih değildir. Çünkü, hürdür. Azâd eden fakir ise, mürtehin ikisinden de alacağını alır. Çünkü, o rehnin karşılığıdır.

Mürtehin (= rehin alan) rehni, rehin verenin izni olmaksızın, re­hin bırakamaz.

Eğer bırakırsa; Önceki, onu ibtâl eder ve geri onu iade eder.

Eğer, bu rehin, ikinci adamın yanında öncekine dönderilmeden önce —zayi olursa, bu durumda önceki râhin— muhayyerdir. Dilerse, onu birinci rehin alana ödetir; dilerse, ikinciye ödetir.

Birinciye ödetirse, o ödettiği şey, rehin olur. Tazminat sebebiyle, mürtehin sanki kendi malım rehin almış gibi olur.

İkincinin elinde helak olunca, borç helak olmuş olur.

Eğer ikinciye ödetirse; o ödettiği şey, birincinin yanında rehin ola­rak kalır, ikincinin yanındaki rehin bâtıl olmuş olur. îkinci mürtehin, birinci mürtehine müracaat eder ve alacağını ödetir.

Şayet, birinci mürtehin, rehni sahibinin izniyle bırakırsa; ikincinin rehni sahih olur. Birincinin rehni bâtıl olur. Mürtehin, rehin verenden emânet almış ve onu rehin koymuş gibi olur. Hızânetü'l-MüfnVde de böyledir.

Bir adam, bir hayvanı rehin aldıktan sonra, onu rehin verenden icarlasa; bu icar sahih olmaz. Mürtehin rehnine avdet eder ve hayvanı alır.

Rehin verenin emriyle, rehin alan şahıs, o hayvanı başka birine icara verse; bu rehin rehinlikten çıkar ve ücreti, rehin verenin olur.

Eğer icara vermek, rehin verenin izni olmaksızın, olursa ücret re­hin alanın olur ve onu tasadduk eder.

Eğer rehin veren, rehin alanın izniyle, o hayvanı başkasına icaılar-sa, rehin rehinlikten çıkar. Ve ücret, rehin verenin olur.

Eğer mürtehinin İzni olmadan icara verirse, bu icâre bâtıl olur; mür­tehin rehnine döner.

Bir yabancı, rehin verenin ve alanın izni olmadan, o hayvanı icara verdikten sonra, rehin veren, ona razı olursa; icar rehin verenin olur. Mürtehin rehnine avdet eder.

Rehin veren değil de, rehin alan razı olursa; icâre bâtıl olur ve üc­ret, icara verenin olur. Onu tasadduk eder. Mürtehin rehnine döner.

Hepsi birden razı olsalar; rehin rehinlikten çıkar ve ücret, rehin ve­renin olur.

Rehin verenin emri olmaksızın, mürtehin, rehni bir seneliğine icara verse; sene tamam olduktan sonra, rehin veren de, buna izin verse; bu sahih olmaz. Çünkü, bu icâre mensuh bir sözleşme ile olmuştur.

Mürtehin, o ücreti alır ve o ücret rehin olur.

Önceki olduğu gibi..

Eğer rehin sahibi, altı ay geçtikten sonra izin vermiş olursa; o za­man, icâre caiz olur. Ve ücretin yarısı, mürtehinin olur. O da onu ta­sadduk eder. Yarısı da rehin verenin olur. Rehin alan, rehnine avdet eder. Serahs'nin Mnhıyt'nde de böyledir.

Rehin olan şey, mürtehinin yanında emânettir. Vedia menzilin-dedir. Artık, vedia sahibinin, vediasını borçlanmadığı hâllerde mürte­hin de rehnini borçlanmaz.

Ancak vedia (— emanet alman şey) zayi olursa; vedia sahibi borç­lanmaz. Rehin zayi olursa borç düşer.

Emânet sahibinin yaptığından borçlandığı her durumda, mürtehin de rehne yaptığından borçlanır.

Sonra emânet, emânet edilmez; ariyet olarak verilmez; icara da ve­rilmez. Böylece, rihini de, mürtehin icara veremez.

Eğer rehin verenin izni olmaksızın icara verir ve icarcıya teslim eder­se, o da karcının yanında ölürse; artık rehin veren, muhayyerdir: Di-İerse, mürtehine, onun bedelini icara teslim ettiği günkü kıymetine göre ödetir ve, o ödettiği sev, rehnin yerine, rehin olur; dilerse, icarlayana Ödetir. Ve zayi olduğu güne kadar olan, hayvanın icân için de müste'ci-re müracaat eder. Aİdığı bu ücret, kendisinin fakat, temiz olmaz. Müste'cire ödetirse, oda mürtehinin Ödediğine müracaat eder. Mürtehin onu iade eder ve rehnine —önceden olduğu gibi- döner. Eğer mürtehinin izni olmadan, rehin veren, o hayvanı icara verirse; bu caiz olmaz. Mürtehin icarı ibtâl eder. Onlardan herbiri, diğerinin izniyle icâre verirler veya biri diğerinden izinsiz icara verdikten sonra, diğeri izin verirse; icâre sahih; rehin bâtıl olur. Ücret rehin verenin olur. Ve onu, almaya velayeti olur.

Rehin yeniden olmayınca, bozulmuş olur. keza onu mürtehin icâr-lasa; icâre sahih olur ve rehin bâtıl olur.

tcare müddeti geçmeden önce veya geçtikten sonra yanında zayi olur­sa; emânet olarak helak olmuş olur.

Eğer rehin verenden alıp hapsetmediyse; helaki sebebiyle bir şey yap­maya gidemez.

Eğer rehin verenden, rehin olarak alıp icar müddeti geçtikten son­ra hapseylerse; o zaman, gâsıp olur. Ta hâvi Şerhı'nde de böyledir.

Bir mürtehin, —râhinin izni olmadan— rehin olan hayvana bi­ner veya rehin olan köleyi çalıştırır yahut rehin olan elbiseyi, giyer veya rehin olan kılıcı kuşanırsa; o zâmin olur ve gâsıb gibi olur. Kılıcı, kılıç üzerine takınması ise buna muhaliftir. Zira o, onu korumak olur; kul­lanmak olmaz.

Eğer bunları rehin verenin izniyle yaparsa; tezmiriat gerekmez. Çün­kü tazminat gerekmesi tecâvüzden ileri gelir. Bu ise sahibinin izniyle on­dan faydalanmaktır ki tecâvüz olmaz.

Hayvandan iner; elbiseyi çıkarır ve kölenin hizmet etmesini terkederse; işte onlar eski hâli üzre rehindirler.

Eğer zayi olurlarsa, kendi hakkında helak olmuş olurlar.

Eğer sahibinin izniyle kullanırken helak olurlarsa, bir şey olmaya­rak helak olmuş olurlar. Mebsat'ta da böyledir.

Rehin bırakanın izniyle, rehni, bir başkası ariyet verse; veya mür­tehinin izniyle, rehin veren, ariyet verse; oda ariyet alanın elinde zâyr olsa; borçtan bir şey düşmez.

Fakat, mürtehin rehni yeniden verilmesini ister. Eğer, rehin bıra­kılan şey ariyet alanın yanında doğurursa; işte doğan o çocuk rehindir. Kerderi'nin Verîzi'de de böyledir.

Rehin karcının elinde iken, rehin akdi bozulur; emanetçinin elinde ise, bozulmaz.

Hatta rehin veren, rehni, mürtehinin izniyle emânet verse; mürte-hin onun kendine iadesini ister. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, rehin Kur'an veya başka bir kitap ise, rehin bırakanın iz­ni olmaksızın, rehin alamn onu okuması doğru değildir. Şayet izni olursa, okuduğu müddetçe, ariyet olur. Ondan fariğ olunca, rehin olur. Sirâciy-ye'de de böyledir.

Bir adam, bir Kur'an'ı rehin bırakır ve mürtehine de "onu okumasını'" söylerse; eğer kitabbullahi okurken, o zayi olursa; borç düş­mez. Çünkü rehnin hükmü hapistir. O, ne zaman rehin verenin izniyle kullanılırsa; rehin hükmü bâtıl olur. Fakat, fariğ olduktan sonra, helak olursa; borçtan düşer. Kerderi'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Yüzük üstüne rehin yüzük takan bir kimsenin o yüzüğü zayi ol­sa; o hususta ona müracaat edilir. Örf ve âdet budur. Eğer iki yüzükle güzelleşirse onu tazmin eder. Çünkü, onu kullanmıştır. Eğer güzelleş­mez ise, zayi olunca, onu ödemez. Zira, onu muhafaza için takmıştır.

Ariyet kitabında yüzük hakkında ba'zı meseleler söylenmiştir.

Eğer rehin sarık veya cübbe ise, —âdet veçhile— onu mürtehin gi­yerse; tazmin eder. Onu yakasında hıfzederken zayi olursa; rehin ola­rak helak olmuş oîur. Çünkü, önceki isti'mâldir; ikincisi ise muhafaza­dır. Bedai'de de böyledir.

Mürtehin, sahih bir rehinden faydalanmak isterse; bunun çâre­si: Eğer rehin ev ise, rehin veren, rehin alana evde oturması için izin verir. Böylece, o evde oturması, mürtehine mübâh olur. Buna binâen rehin veren borcunu ödeyene kadar o izinlidir. Mürtehin de izin kabul ederse, bu böyle olur.

Eğer, rehin bir arazi ise rehin veren, rehin alanın orayı ekip biçme­sine izin verir.

Rehin, ağaç ve üzümlük ise, mürtehine, onun meyvesi mübâh olur. Hayvan ise sütü helal olur. Çare rehin verenin, alana mubah kıl­masıdır. Hızânelü'l-Müftin'de de böyledir.

Rehin veren veya rehin alan, rehni bir birine satış için izin verip, birisi satarsa; o, rehin olmaktan çıkar.

Keza, birisi diğerinin izni olmadan satar; ondan sonra da arkadaşı izin verirse; yine o şey rehin olmadan çıkar da bedeli onun yerine müş­teriden alınsın veya alınmasın rehin olur.

Eğer bedel müşteri de iken veya alındıktan sonra zayi olursa; mür­tehine karşı zayi olmuş olur.

Kerhî, MHhtasar'da: "Bu böyledir" demiştir. Kudıirf'de: "Bu iki cihet üzredir: Eğer, satış sözleşme vakti şart kı-lınmışsa; semen (= satılanın bedeli) rehindir. Eğer satış sözleşme za­manı şart kılınmadı ise, işte o hakkın intikali bedeledir." buyurmuştur. Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Tahâvi :"Ben, âlimlerin ihtilafını böyle bulmadım." demiştir. "Kudûri, İmâm Ebû Yâsuf (R.A.)'dan Bişr'in şu rivayetini zikreyle-miş: "Eğer, mürtehin, bunu şart kılmış ve izin de vermişse; artık, bedel rehindir; değilse, rehinlikten çıkar.

Tahâvi Şerhin'de: "Ayırım yapmadan bedel rehindir." demiştir. Sahih olanda budur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, yirmi dirhem değerinde olan bir elbiseyi, on dirheme karşılık rehin koyar; mürtehin de, rehin verenin izniyle on giyer ve onun kıymeti altı dirhemlik noksanlaşir; ikinci defa da izinsiz giyer ve kıy­meti dört dirhemlik daha eksilir; sonra da o elbise, zayi olur ve helak olduğu zaman kıymeti on dirhem kalırsa; âlimler "Mürtehin, alacağın­dan bir dirhem için müracaat edebilir ve alacağından dokuz dirhem dü­şer. Çünkü borç, on dirhem; elbisenin kıymeti de kehin bırakılırken yirmi dirhemdir; elbisenin yansı, borcun karşılığıdır; yansı ise emânettir. Re­hin verenin izniyle, altı dirhemi noksanlaşmıştır; borçtan bir şey düşül­mez. Çünkü mürtehin, rehin verenin izniyle giymiştir. Bu durumda re­hin veren, kendi giymiş gibi olur ve mürtehine tazminat gerekmez.

izinsiz giyip de dört dirhem noksanlaşınca, mürtehinin onu tazmin etmesi gerekir. Mürtehine o dört dirhem vacip olur da borçtan o kadar noksanlaştırıhr. Artık, elbise zayi oiunca, noksandan sonra kıymeti on dirhemdir ve yarısı borç, yarısı da emânettir. Tazminat, mürtehine ait­tir. Mürtehin, onu alacağından düşer. Geri de alacağından bir dirhem kalmış oîur. Artık, o bir dirhem için, rehin verene müracaaat eder. Fetâ­vâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir kimse, rehin olarak hurmalık veya bağ meyvesini verse; işte o rehin olur.

Mürtehin meyvelerin zayi olmasından korkar ve onları hâkimin emri olmadan satarsa; satışı caiz olmaz; kendisi zâmin olur.

Eğer hâkimin emriyle satarsa veya hâkim bizzat kendisi satarsa; satış geçerli olur; tazminat gerekmez.

Şayet hurmalar toplanır üzümler kesilir ve bu da hâkimin emri ol­maksızın yapılırsa; istihsanen tazminat gerekmez. Çünkü, bu bir mu­hafazadır. Ve rehni korumak da, mürtehinin hakkıdır. Mahıyt'te de böyledir.

Şemsü'l-Eimme Hatvânî şöyle buyurmuştur:

Bu, kesme ve toplamanın, hurmalığa ve bağa noksanlık vermediği zaman böyledir. Eğer noksanlık verirse, o noksanlık kadar alçağından düşer. Zehıyre'de de böyledir.

Bir mürtehin, rehin koyunu ve deveyi sağsa; istihsanen tazminat gerekmez.

Eğer rehin, sığır veya koyun olur ve rehin alan onu boğazlarsa; bu helak olmaya muhalifdir. Bu durumda Kıyâsen de istihsanen de tazmi­nat gerekir.

Hulâsa, bir tassarruf, rehin verenin malını izâle ederse; (satış gibi, icâre gibi) —bu mürtehinin malı olmadığı için— tazmin eder.

Eğer, bu tasarruf zarardan koruma ve iyileştirme olursa yine böy­ledir. Yalnız hakimin emriyle yaparsa o müstesnadır ve tazminat yoktur.

Bir tasarruf ki, rehin bırakanın malını izâle etmek olmaz, o mürte­hinin olur. Her ne kadar hâkimin emriyle olmasa bile, onda, güzelleş­tirme malı, fessaddan muhafaza etme varsa (Meselâ: Bir başkasına on dirheme karşılık, on dirhem değerinde olan bir koyunu rehin koysa; re­hin koyan, rehin alana izin verse ve o da bu koyunu sağsa ve sütünü içse) tazminat gerekmez. Çünkü, mürtehinin yaptığı, rehin verenin iz­niyle olmuştur, bu, bizzat rehin verenin, kendisinin yapmış olduğu bîr iş gibi olur.

Şayet rehin veren, kendisi yapmış olsaydı, tazminat gerekmezdi; mürtehin yapınca da Öyle olur.

Rehin veren, borcun tamamını ödedikten sonra, o koyun, mürte­hinin yanında —borç ödenmeden önce— zayi olur sonra da, borcu ha­zırlarsa, borç ve sütün içildiği zamanki kıymetine taksim edilir. Koyu­nun kıymeti borçtan düşer; sütün hissesini öder.

Keza, koyun doğrusa ve bu kuzuyu, rehin verenin izniyle, rehin alan yese; cevap yukardakinin aynıdır.

Eğer , o yavruyu bir yabancı yer ve sütü bir yabancı içer ve bunu, rehin veren ve alanın izniyle yaparsa; cevap aynıdır.

Şayet mürtehin, rehin verenin izni olmadan yer ve içerse; üzerine, tazminat terettüp eder ve o tazminat," koyunla birlikte rehin olur.

bundan sonra, o koyun zayi olsa; borçtan hissesiyle helak olmuş olur. Ve rehin veren, borçtan tazminat hissesini alır.

Eğer, o kuzuyu, mürtehinin izni olmadan, rehin veren yerse; bede­lini tazmin eder ve o tazminat, koyunla beraber rehin olarak habsedilir.

Eğer zayi olursa heder olarak zayi olur. Çünkü, tazminat yavru ve süt makamına kaimdir.

Eğer yavru ve süt zayi olursa; heder olarak zayi olur.

Bundan sonra, koyun zayi olursa; borcun tamamıyla helak olmuş olur ve kuzu ile sütün helâkından sonra helak olmuş gibi olur. Mııhıyl'te de böyledir.

Bir adam, bir cariyeyi rehin bıraktığında; o mürtehin için, bir sabîyi emzirse; borçtan bir şey noksanlaşmaz. çünkü insan sütü müte-kavvim (= mal) değildir. Fetâvâyi KadMo'da da böyledir.

En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [19]

 

9- REHİN HAKKINDA İHTİLAF VE BU HUSUSTAKİ ŞEHADET
 

Borç bin dirhem olur ve rehin veren ile alan, rehin konulan şey hakkında ihtilaf ederler ve rehin veren: "O, beşyüz dirheme karşılık." der; rehin alan da: "Bin dirheme karşılık." derse; —yeminle birlikte— rehin verenin sözü geçerli olur.

Şayet rehin veren: "Ben, sana olan bütün borcuma bedel olarak rehin bıraktım." der; o borcu da bin dirhem olur; rehin de bin dirheme müsavi bulunur ve mürtehin: "Sen, onu beşyüz dirheme karşılık rehin bıraktın." der ve bu rehin durmakta olursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin: "Bu durumda rehin verenin sözü geçerli olur, Karşılıklı yeminleşirler. Eğer yeminleşmeden önce, rehin zayi olursa; mürtehinin dediği gibi olur. Eğer ittifak ederler ve "rehnin, bin dirhem olduğunu" söylerler; fakat cariyenin kıymetinde ihtilaf ederlerse; bu durumda, rehin alanın sözü geçerli olur.

Her ikisi de beyyine ibraz ederlerse, rehin verenin beyyinesi geçer­lidir. Çünkü, bu, tazminatın fazlasını tesbittir." buyurduğu rivayet olunmuştur.

Eğer rehin iki elbise olup, birisi zayi olur ve zayi olanın kıymetinde ihtilaf ederlerse; Helak olan elbisenin kıymeti hakkında rehin alanın sözü geçerli olur. Beyyine getirirlerse; kıymetinin fazlalığı hususunda rehin verenin beyyinesi geçerli olur.

Eğer rehnin kıymetinde ihtilâf ederler ve mürtehin: "Sen, bu iki elbiseyi bin dirheme karşılık rehin bıraktın." der; rehin bırakan da "Bi­risini bıraktım", derse; her ikisi de birbirine yemin verir.

Eğer beyyine ibraz ederlerse mürtehinin beyyinesi tercih edilir.

Rehin veren, rehin alana: "Rehin, senin yanında zayi oldu." der; rehin alan da: "Sen, onu rehin bıraktıktan sonra, benden geri aldın. Ve senin yanında zayi oldu." derse; bu durumda rehin verenin sözü ge­çerli olur. Çünkü rehnin verildiğinde ittifakları vardır. Mürtehin beraa­tını iddia eyüyor. Rehin veren de onu inkâr ediyor. Bu durumda onun sözü geçerli olur.

Beyyine ibraz ederlerse; bu durumda rehin verenin beyyinesi geçer­lidir. Mürtehinin beyyinesi, müntefidir; müsbite olan beyyine evlâdır.

Şayet, rehin alan: "Ben, teslim almadan rehin verenin yanında zayi oldu." derse; onun bu sözü geçerli olur. Çünkü, rehin veren taz­minata dâhil olduğunu iddia ediyor; o da inkâr ediyor.

Eğer beyyine ikâme ederlerse, rehin verenin beyyinesi tercih edilir. Çünkü o, tazminatı tesbit ediyor. Bedai'de de böyledir.

Bir adam, bir ay vadeli bin dirhem borca karşılık, bin dirhem değerinde bir cariyeyi rehin bırakıp, başka bir adamı da onu satmaya yetkili kılar; müddet de tamam olur; rehin alan şahıs, o cariyeyi adi sa­hibine getirerek, onu satmasını ister. Rehin veren de: "Bu, benim cari­yem değildir." der ve bu durumda rehin veren ve alan "rehin bırakılan cariyenin kıymetinin bin dirhem olduğunu" doğrulayıp, borcun da bin dirhem olduğunu kabul ederler; rehin verenin getirdiği cariyenin kıy­meti de bin dirhem olursa; mesele tamamdır.

Yalnız rehin veren, "onun, kendi cariyesi olduğunu" inkâr ederse, bu durumda rehin alanın sözü geçerli olur.

Bundan sonra adi sahibi de inkâr eder ve: "bu câriye, rehin bırakı­lan câriye değildir." derse; veya: "Ben bilemiyorum." derse; —yeminle beraber— onun sözü geçerli olur.

Eğer yemin ederse; onu satmaya zorlanmaz.

Eğer yemin edemez ise, o zaman onu satmaya zorlanır. Çünkü sahi­bi adlin satması,başkasının hakkına taalluk eder. O da rehin alandır. işte bunun için, satmaya cebredilir.

Yed-i adi cariyeyi satınca, rehin verene müracaaat eder. Eğer adi sahibi yemin ederse; satışa zorlanmaz. O zaman, hâkim rehin verene "Onu satmasını" emreder.

Eğer o da kaçınırsa, cebredilmez. Fakat, onu hâkim kendi satar.

Adi sahibi ölse de hâkim satsa; uhde rehin verene karşıdır.

Rehin alan, cariyeyi getirir ve o cariyenin kıymeti beşyüz dirhem olursa; rehin veren de: "Bu, benim cariyem değildir." der; rehin alan ise: "Bu o câriyedir." derse; bu durumda rehin verenin sözü geçerli olur. Yalnız, yemin eder.

Eğer yemin ederse, câriye borca mukabil zayi olmuş olur. Sonra da adi sahibine müracaat eder.

Eğer adi sahibi, rehin alanın sözünü doğrularsa; ona: "Bunu, re­hin alan için sat" denilir. Satınca da parasını rehin alana verir.

Eğer onda noksanlık olursa; geride kalan borç için, rehin alan, re­hin verene müracaat edemez.

Ancak rehin alan, söylediği sözün doğruluğuna delil getirirse; o za­man, kalan borç için rehin verene başvurur.

Bu, her ikisi de rehin bırakılanın kıymetini doğruladıkları ve onun bin dirhem olduğunu söyledikleri zaman böyledir.

Şayet ihtilaf ederler de rehin veren: "Cariyenin kıymeti bin dirhemdi. Bu, o câriye değildir." der; rehin alan ise: "Senin, bana verdiğin cari­yenin kıymeti beşyüz dirhemdi." derse; bu durumda rehin alanın sözü geçerli olur.

Sahib-i adi de onu doğrularsa; artık, onu satmaya cebredilir. Şayet parası, borçtan az olursa; rehin alan kalan borç için, rehin verene müracaat eder.

Eğer, adi sahibi, onu satmadan imtina ederse; rehin veren onu sat­maya zorlanır. Veya, onu hâkim satar. Kalan borç, rehin verene aittir. Fetâvâyi Kâdibân'da da böyledir.

Eğer rehin köle olur ve rehin veren de, alan da onda ihtilaf eder­ler de, rehin veren: "Rehin günü değeri bin dirhemdi; gözünün birinin kör olmasıyla, yarı kıymeti gitti." der; rehin alan ise: "Hayır, rehin gü­nü kıymeti beşyüz dirhemdi; bundan sonra, kıymeti arttı ve benim hak-kımdan ikiyüz elli dirhem gitti." derse; rehin verenin sözü geçerli olur. Çünkü, o hâl ile maziye delâlet ediyor ve zahir, onun şahidi oluyor.

Şayet beyyine getirirlerse, yine rehin verenin beyyinesi geçerli olur. Çünkü, o tazminatın fazlalığını tesbit ediyor, kabulde evlâ olan odur Bedâi'de de böyledir.

İsâ bin Ebân, İmâm Muhamraed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Rehin, iki elbise olur; rehin veren de giymesi için rehin alana izin verir; o da giyer ve onu zayi eder; sonra da aralarında "giyerken zayi oldu."; "Yok, çıkardıktan sonra zayi oldu." diye ihtilâf çıkarsa; bu du­rumda, rehin alanın sözü geçerli olur. Çünkü, ikisi de onun rehinden çıktığında ittifak eylediler. Bu durumda rehin verenin, onun rehne dön­düğüne dair olan iddiası doğrulanmaz.

Bir kimse, bin dirhem karşılığında, bin dirhem değerindeki bir köleyi, birine rehin verdiğinde; rehin alanı, onu satmaya yetkili kılar ye rehin alan: "Onu, beş yüze sattım." der; rehin.veren de: "Sen, onu satmadın; fakat, o senin yanında öldü." derse; bu durumda rehin ve­ren, "rehin alanın, onu beş yüz dirheme sattığını bilmediğine dâir" Al­lah adına yemin eder. O takdirde, onun sözü geçerli olur. Ondan, rehin verenin yanında öldü.'" diye yemin etmesi istenilmez. Zehıyre'de de böyledir.

R^hin veren, rehin alanın rehin elbiseyi, belirli bir gün giymesi­ne izin verir; rehin alan da, onu yırtılmış hâlde getirerek: "Dediğin gün giyerken yırtıldı." der; rehin veren de "Hayır sen o gün giymedin ve o gün yırtılmadı." derse; bu durumda rehin verenin sözü geçerli olur.

Eğer, rehin veren, onun giydiğini ikrar eder; fakat: "Giymeden önce veya giydikten ve çıkardıktan sonra, yırtıldı." derse, bu durumda rehin alanın sözü geçerli olur. Çünkü, onun rehinlikten çıktığında ikisinin de ittifakı vardır. Ve rehin alanın sözü geçerlidir. Kerderî'nin VecizPnde de böyledir.

Rehin, köle olur; rehin veren de, beyyine ile onun, rehin alanın yanından kaçtığını söyler; rehin alan da beyyinesi ile rehin verenin ya­nından kaçtığını söylerse; İbnü Semâa, İmâm Mu hara m ed (R.A.)'in "Rehin alanın beyyinesi kabul edilir." buyurduğunu nakletmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Rehin veren: "Sana bu elbiseyi verdim; sen de benden teslim al­dın." der; rehin alan da: "Sen, bana şu köleyi rehin olarak verdin. Ben de onu teslim aldım." der ve her ikisi de beyyine ibraz ederler ve eğer elbisede kölede rehin alanın yanında duruyor ise rehin alanın beyyinesi-ne itibar edilir. Şayet, her ikisi de zayi olur ve rehin verenin iddia eyle­diğinin kıymeti daha fazla olursa, bu durumda rehin verenin beyyinesi geçerli olur, Zahîrriyye'de de böyledir.

Eğer, rehin alan: "Sen, ikisini birden bana rehin verdin." der, rehin alan da: "Hayır; ben sana yalnız bunu rehin verdim." der ve her ikisi de beyyine ikame ederse; bu durumda rehin alanın beyyinesi itibar görür.

Rehin alan: "Sen, bu köleyi, bana bin dirheme karşılık rehin ver­din. Ben de senden teslim aldım. Benim sende bundan başka ikiyüz di­narım daha vardır. Sen, bana, ona karşılık rehin vermedin." der; rehin veren de: "Sen, bu köleyi benden gasbeyledin. Ve senin bende, rehinsiz olarak bin dirhemin vardır. Gerçekten senin ikiyüz dinarına karşılık ben bir câriye rehin bıraktım." der ve devamla: "Onu, sen teslim aldın ve ona fülane derler." der; rehin alan da: " Ben, senden teslim aldım. Be­nim sende bundan başka ikiyüz dinarım daha vardır. Sen, bana, ona karşılık rehin vermedin." der; rehin veren de: "Sen, bu köleyi benden gasbeyledin. Ve senin ikiyüz dinarına karşılık ben bir câriye rehin bı­raktım." der ve devamla: "Onu, sen teslim aldın .ve ona fülane derler." der; rehin alan da: "Ben, senden filâneyi rehin almadım. O senin câri-yendir." der ve köle de, câriye de rehin alanın yanında olursa; rehin alanın da'vasına karşj, rehin veren yemin eder. Çünkü, rehin sözleşme­si rehin veren ve alan tarafından lüzumuna taalluk eyliyor. Eğer ikrar ederse ne âla., inkâr ederse, yemin etmesi istenir.

Eğer yemin ederse, köle hakkında rehin bâtıl olur.

Eğer yeminden kaçınırsa, köle bin dirheme karşılık rehin olur.

Rehin alana gelince; câriye hakkında yemin etmez; fakat onu re­hin verene İade eder. Çünkü rehin sözleşmesi, rehin olan tarafından lâ­zım değildir.

Artık onun câriye hakkındaki inkârı, rehni reddi menzilindedir ve onu rehin verene geri verir.

Eğer rehin bırakılan şey yanında ise, yemin vermekte bir fayda yoktur.

Eğer ikisi de beyyine getirirse, rehin verenin değil, alanın beyyinesi nafiz olur. rehin verenin olmaz. Hükümde ma'nâ yoktur.

Ancak, câriye rehin alamn yanında ölmüşse; işte o takdirde, rehin verenin beyyinesiyle hükmedilir. Mebsût'ta da böyledir.

Rehin verenle, alanın arasına, rehin olan çocuk hakkında ihtilaf düşer ve rehin alan: "Benim yanımda doğdu" derse, onun sözü geçerli­dir. Çünkü yanındadır; başkasından aldığını ikrar etmemiştir.

Şayet, rehin alan: " Sen, anasını da çocuğunu da beraber rehin bı­rakın." der; rehin veren de: "Hayır, ben yalnız anasını rehin bıraktım." derse, bu durumda rehin verenin sözü geçerlidir. Çünkü o, rehin alanın iddiasını reddediyor, burhanı, ikisi hakkında da makbuldür. Eğer yal­nız rehni iddia ederse; makbul olmaz. Çünkü mücerred sözleşme lâzım değildir.

Eğer rehin alan, rehni inkâr ederse; rehin hakkında, rehin verenin beyyinesi dinlenmez. Çünkü, rehin alan tarafından lâzım değildir.

Şahitlerin teslim alma hususundaki şehâdetleri müsavidir veya re­hin verenin ikran üzerinedir. Bu İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre böyledir.

Sonuncu ise İmftmeyn'in kavlidir. Kerderî'nin VecîzFnde de böyledir.

Rehin veren, "rehin bıraktığı kölenin değerinin ikibin dirhem ol­duğuna ve onu bin dirheme karşılık rehin bırakılmış bulunduğuna dâir" beyyin getirir; rehin alan da onu inkâr eder ve köleye ne yaptığı da bi­linmez ise; kölenin bedelini öder. Alacağı kadarını hesaplar, kalanını rehin verene iade eyder.

Şayet rehnin alan, rehni ikrar eder ve o, yanında ölürse; rehin ola­rak ölür; fazlasını tazmin eylemez. Çünkü o, fazla hakkında emindir; inkâr bulunmadığı için, o fazlalığı tazmin etmez. (= ödemez). [20]

 

10- ALTINI, ALTIN VEYA GÜMÜŞÜ, GÜMÜŞ KARŞILIĞINDA REHİN BIRAKMAK
 

Dirhemleri, dinarları, ölçülen ve tartılan şeyleri rehin etmek caizdir.

Eğer cinsine karşı rehin ederse; o zayi olunca, borçtan misliyle zayi olmuş; olur.

Şayet yeniliğinde ihtilâf ederlerse yine böyledir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A'.)'ye göre böyledir. Imâmeyn'e göre ise, cinsinin hilafı ile tazmin edilir, ve o aslın yeri­ne rehin olur.

Zayi hâli, muhalsiz ödeme hâlidir. Ödeme ise, ancak terazi ile (ağır­lıkla) tartılarak olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göredir.

Imâmeyn'e göre ise, zarar halî ödeme halidir. Zarar meydana gel­mez ise, yâni, bir adam, ağırlığı on dirhem olan, gümüş yağdanlığı, on dirheme karşılık rehin bırakır; o da zayi olursa; ve kıymeti ağırlığı gibi, on dirhemse; bi'1-ittifak borç düşer.

Eğer, değeri ağırlığından fazla ise, bi'1-ittifak yine borç düşer.

Eğer değeri ağırlığından noksan ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye gö­re, yine borç düşer.

Imâmeyn'e göre ise, rehin alan, onun kıymetini, cinsinin hilafından öder.

Şayet kırılırsa; kıymeti de ağırlığının misli yani on dirhemse; işte o İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, rehin bırakan muhayyerdir: Dilerse, borcunun tamamına sayar; dilerse, rehin alana, onun kıymetini cinsinin hilafından ödetir; isterse, cinsinden ödetir. Ve o tazminat, rehin alanın yanında öncekinin yerine rehin olarak kalır. Ve o rehin konulan şey, tazminat sebebiyle, rehin alanın mülkü olur.

Rehin veren de borcunu ödemeye cebredilmez.

İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre, bu böyledir. Dilerse, borcun tama­mına karşılık tutar; dilerse, onu rehin alana, borcuna mukabil verir de, bu durumda, o alacağı karşılığı olarak, rehin alanın malı olur. Rehin veren onun bedelini Ödemez.

Eğer kıymeti tartısından az ise, (meselâ, sekiz dirhem ise) o zaman, kıymetini tazmin eder ve —ribâ korkusundan— cinsinin, gayrisindan ödeme yapar ve o, rehin alanın yanında bi'l'itüfak rehin olur.

Eğer kıymeti vezninden fazl# (Mesela: on iki dirhem ise) onunla borcunu çözer; dilerse cinsinin ğayrisiyle tazmin eder. ve o, rehin ala­nın yanında rehin olur. İmâm Ebû Yusuf (R.A.) a göre altıda beş kıymeti­ni tazmin eder ve tazminat sebebiyle altıda beş onun mülkü olur.

Şayet ağırlığı sekiz dirhem olur ve zayi olursa; borcundan sekiz dir­hem düşer. Kıymeti ister olsun, isterse çok olsun; isterse, müsavi olsun, bu İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre böyledir. Çünkü, ona göre itibar ağırlığadır.

İmameyn'e göre de eğer, kıymeti, ağırlığı gibi ise bu böyledir.

Şayet eksilir veya artarsa; (yedi veya dokuz veya on gibi) işte o za­man, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, onunla bütün borcu çözer veya cinsinden kıymetini ödetir. Yukarıda geçtiği gibi..

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, dilerse, onunla bütün borcunu çö­zer dilerse onu rehin alana, borcundan sekiz dirheme karşılık olarak, terk eder, kırıldığı zamana itibar edilir.

Eğer değeri tartısından yedi dirhem noksansa veya dokuz on dir­hem fazla ise; dilerse, rehin veren, onunla bütün borcunu çözer, diler­se, cinsinin hilafı bi'1-ittifak tazmin ettirilir. Keza, on iki dirhem olur­sa; bu İmâm Ebû Hanife (R.A.) ve İmâm Ebû Yusuf (R.A.)'e göre böyledir. Altıda beşini tazmin ettirir veya onunla bütün borcu çözer.

İmam Muhammed (R.A.)'e göre, eğer iki dirhemden fazla noksanla-şırsa; rehin veren borcu çözmekle zorlanmaz.

Eğer vezni borcundan onbeş fazlaysa; o da zayi olursa; onun üçte ikisiyle borcunu öder; üç dirhem de emânet olur. Değeri az olsun çok olsun böyledir.

Yine, İmameyn'e göre, eğer vezni gibi ise veya az ise yahut benzeri ise, cinsinin hilafından onu tazmin eder.

eğer on iki dirhem ise, kıymetinin altıda beşini ödetir. Önce geçtiği gibi..

Eğer kırılırsa; isterse onunla borcunu çözer; dilerse, borcunun üç­te ikisini tazmin ettirir. İster az olsun, isterse çok olsun, bu, İmâm Ebû Hanife (R.A)'ye göre böyledir.

İmânı Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, eğer kıymeti vezni kadar olursa; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre dilerse borcunun tamamım çözer; dilerse bor­cuna karşılık üçte ikisini terk eder. Ve ondan (rehin alandan) üçte birini alır.

Şayet yirmi dirhem fazla ise, Smâm Ebû Yûsuf (R.A.) göre: dilerse, bütün borcunu çözer; dilerse, rehnin kıymetinin yansını ödetir. Çünkü yansının değeri borcuna baliğdir. İmâm Mnaammed (R.A.)'e göre, eğer, kırılmak suretiyle beş dirhem noksânlaşırsa; işte o zaman borcunu ta­mam ödemesi cebredilir.

Eğer daha fazla noksânlaşırsa, muhayyerdir: Dilerse, borcun ta­mamını çözer; dilerse, borcuna karşılık üçte ikisini bırakır ve üçte biri­ni alır.

Eğer kıymeti on iki dirhem ise, onunla bütün borcunu çözer; diler­se altıda beşinin kıymetini ödetir.

Bu, İmameyn'e göredir.

Eğer kıymeti, borcun misli kadar (on dirhem) ise; veya borçtan az İse, (dokuz dirhem gibi) dilerse, borcunun tamamını çözer: dilerse, cin­sinin hilafından, değerinin tamamım tazmin ettirir.

Bu İmameyn'e göre böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) Asi kitabında şöyle buyurmuştur: Bir adam, diğerine bir dirhem ağırlığında gümüş bir yüzüğü rehin bırakır ve bu yüzükte dokuz dirhem değerinde bir kaş bulunur; bu yü­züğü de on dirheme karşılık rehin bırakmış olur; o da zayi olursa; İmim Ebû Hanıfeye (R.A.)'ye göre, o, hâli üzerine helak olmuştur.

İmâmeyn'in kavline göre, halkanın kıymeti bir dirhem veya daha fazla ise, cevap böyledir. Yüzükteki gümüş bir dirhemden az olabilir. Eğer, o yarım dirhem ise, kaşın zayi olmasıyla dokuz dirhem borçtan düşer ve rehin veren, yüzükte bulunan gümüş için, muhayyerdir. İster­se borcuna sayar; isterse yarım dirhemin kıymetini ödetir. Sonra da re­hin alan, rehin verene müracaat ederek, bir dirhemim alır. Fakat, hal­ka durur da, kaş kırılırsa; kaşın karşılığı olan noksan dirhem borçdan düşer. Bu, bi'Mcma böyledir. Eğer halka kırılırsa, rehin veren bi'I-ittifak muhayyerdir. Eğer halkanın kıymeti bir, dirhem veya daha az olur ve onu terk etmek isterse; buna hakkı vardır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)fnin kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre onu, kıymetiyle, rehin alana bırakır.

İmâm Mnhammed (R.A.)'e göre, onu, borca karşılık bırakır. Eğer bir dirhemden fazla ise (birbuçuk dirhem gibi) dilerse; tam kıymetini tazmin ettirir, (birbuçuk dirhem olarak..)

Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A)'nin kavlidir.

Yüzük Altından olursa yine böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, halkanın üçte ikisinin kıymetini, al­tından olarak rehin alana terk eder.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Eğer, kırık yarım dirhem noksanlık icap ettiriyorsa; bir şey gerekmez. Rehin veren, borcunu ödemeye zor­lanır. Kendisi de muhayyer olmaz. Şayet, yarım dirhemden fazla nok­sanlık yapmışsa; rehin veren muhayyerdir; kıymetiyle değil de, borcu­na mukabil, onu terkedebilir." demiştir. Muhiyt'te de böyledir.

Ziynetlenmiş ve elli dirhem değerinde olan bir kılıcı; rehin bıra­kır bu kılıcın gümüşünün değeri de elli dirhem olur ve onu yüz dirheme karşı rehin bırakılır; sonra da bu kılıç zayi olursa; işte o, olduğu gibi zayi olmuş olur. Çünkü, onun maliyetinde borcu ödemek vardır.

Şayet kabzesi kırılırsa, noksanlığı kadar borçtan düşülür. Mebsût'-ta da böyledir.

Bir kimse, paralarını rehin bırakır ve o zayi olursa; borca karşı­lık zayi olmuş olur. Piyasa, onu ucuzlatsa; buna itibar edilmez.

Eğer kırılırsa, kıymeti kadar borçtan düşülür.

Bu İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

Rehin alan, onu tazminatla değiştirdiği zaman baki kalan rehin olur tazminat da onunla beraber rehin olur.

Ancak, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): Yanında, borç para olur ve o da ucuz-larsa; buna itibar edilmez." buyurmuştur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

EI-AsJ kitabında şöyle zikredilmiştir:

Bir adamın yanına, bir dirheme karşılık bir leğen veya küp, kazan rehin bırakılır ve bu rehin helak olursa; kıymetiyle helak olur.

Eğer kırılır ve tartılmayan bir şey olursa; hissesi kadar borçtan düşürülür.

Fakat o, tartılan bir şey ise, rehin veren muhayyerdir: Dilerse, onunla borcun tamamını çözer; dilerse, kıymetiyle terkeder.

Bu, İmim Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmam Mnhammed (R.A.)'e göre, borca karşılık terkeder.

Bu hususta, İmam Yûsuf (R.A.)'un kavli, İmâm Ebû Haoîfe (R.A.) gibidir.

Şerasü'l-Eimme Serahsf: " Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli, bu mes'elede Ebû Hanîfe (R.A.)*nin kavüyle beraber zikredilmiştir. Böyle rivayeti zâhirü'r-rivâyeye göre doğru değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer birine yüz dirheme karşılık bir kür buğday rehin bırakır ve bu buğdayın değeri İkiyüz dirhem olursa; ve şayet, bu buğ­day zayi olursa; yarısına mukabil borç ödenmiş olur.

Eğer su isabet eder ve ıslanıp şişer ve kokarsa; rehin bırakan mu­hayyerdir: Dilerse, borcun tamamını çözer; başka bir şeyi olmaz; diler­se, onun yansı kadar taze buğday ödetir; geri kalan yansı İmâm Ebû Ha-nife (R.A.) ile İmim Ebfl Yûsuf (R.A)'a göre, tazminatla birlikte, rehin olur.

İmim Mnhammed (R. A.)'e göre ise, bu buğday sahibinindir; onu tasadduk eder.

Hızânetü'l-EkmeTde de böyledir. En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [21]

 

11- REHİNLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER
 

Bir adam, diğerine, bir köle rehin eder; bu rehin de, rehin alanın yanında zayi olduktan sonra, ona bir hak sahibi çıkıp, beyyinesini de ibraz ederse; o hak sahibi, hangisini İsterse, ona, o köleyi tazmin ettirir.

Eğer rehin veren öderse; artık, o kölenin, kendi malı olduğu tebey-yün eder. Rehin alan, borcunu Ödemiş olur. Ve, rehin verene müracaat edemez.

Eğer rehin alan, öderse; rehin verene müracaat ederek, alacağım alır. Şayet, sözleşme zamanı, rehin veren ve alan rehin verenin yed-i adi olmasını şart koşarlar ve rehni onun yamna bırakırlar ve ona, satış yet­kisi de vermiş olurlarsa; o satış yapabilir.

Bu mes'elenin iki ciheti vardır:

Birincisi: Rehin sözleşmesinde şart koşmuşlarsa; rehni rehin alan al­sın veya almasın; bu rehin sahih olmaz.

İkrad cihet: Rehnin tamam olmasından sonra şart koşarlarsa; rehin alan, rehni teslim almadan, rehin sahih olmaz. Eğer teslim alırsa, sahih olur. Teslim alıp, sonra da onu, rehin alanın yanında iken, rehin veren satarsa; bedeli rehin alanın olur.

Şayet rehin alanın yanından, rehini alır; sonra da satarsa; bedeli rehin verenin olur; rehin alan, ondan daha elyak olmaz. Muhıyi'te de böyledir. [22]

 

Kâhinden Başka Birinin, Rehne Karşı Cinayet O Suç İşlemesi
 

Bu cinayet, ya bir nefiste veya onun haricinde olabilir. Bunlar­dan hâli kalmaz.

Bu cinayetlerin tamamı da, ya kasden veya hatâen olabilir ve bun­lardan hâli kalmaz. Cinayet işleyen de ya hür veya köle olur. Bunlar­dan biri olmaktan hali kalmaz.

Cinayet bir nefse karşı ve kasden işlenir ve cinayet işleyen de hür olursa; bu durumda rehin veren, kısasa kısas yapar.

Bus İmâm Ebû Hanîfe'ye göre böyledir.

İmâm  Mnhammed  (R.A.)  ise:   Bu  durumda  kısas  yoktur.' buyurmuştur.

Bu hususta İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'tan iki rivayet vardır. Kerhî, bu ihtilafı yazmıştır.

Kadı ise, Tahâvî'nin Muhtasaranın Şerhı'de: "Bu durumda, her ne kadar rehin veren ve alan birleşseler bile katile kısas yoktur.*' buyur­muştur. Ihtilafdan bahsedilmemiştir.

Katil kısas edilirse, borç düşer.

Bu, rehin veren ve alan birleşirlerse, böyledir.

Fakat, ihtilaf ederlerse, kısas yapılmaz. Katilin, öldürdüğü adamın değerini, kendi malından, üç seneye kadar ödemesi gerekir. Ve o kıy­met rehin olur.

Eğer rehin veren ve alan ihtilaf ederlerse, hâkim kısası ibtâl eder. Sonra da, rehin koyan borcunu öder; kısas yapılmaz.

Eğer, cinayet hata ile veya şüphe ile işlenir ve katil de akıllı olursa; —üç seneye kadar,— öldürdüğünün kıymetini öder. Onu, (bu kıymeti) rehin alan, rehin olarak alır.

Sonra da, eğer borç tehirli ise, vakti gelene kadar yanında kalır.

Vakti gelince, eğer kıymet borç cinsinden ise, ondan, borcu öder.

Fazla bir şey kalırsa, onu da rehin verene iade eder. Borçtan az ise. değeri miktarı kadar borca sayar; noksan kalan için de, rehin verene müracaat eder ve alır.

Eğer, bu kıymet, borcun cinsinin hilafına ise, onu, borç ödenene kadar yanında tutar.

Şayet borç hâli hazırda ödenmesi gereken, bir borç ise, hüküm te­hirli olan borçta olduğu gibidir. Kölenin kıymeti, helak zamanındaki kıymetidir.

Rehnin tazminati ise, teslim alındığı güne göredir.

Şayet borç bin dirhem olur; kölenin değeri de rehin alındığı gün bin dirhem olur; sonra da değeri noksanlaşır ve beşyüz dirheme düşer­se; ve onu, katil, kıymeti beşyüz dirhem iken öldürürse; beşyüz dirhem borçlanır. Borçtan da, beşyüz dirhem düşer. Öldürme sebebiyle, beş­yüz dirhem borçlanırsa; bu dirhemler, borcun karşılığında rehin olur; geri kalan da borçtan düşer.

Keza, rehin olan bir köleyi, rehin alan Öldürürse; onun kıymeti­ni borçlanır.

Burda hüküm yabancı gibidir ve ikisi birdir.

Eğer cinayet işleyen, köle veya câriye olursa; katilin efendisine "ya o köle veya cariyeyi vermesi veya kıymetini ödemesi" söylenir.

Eğer o, öldüreni vermeyi seçerse; şayet Ölenin kıymeti verilenin kıy­metinin misli veya fazla ise; bu durumda, o verilen bütün borca karşılık rehindir. Ve borçlu, "borcunun ödemesi için'* cebredilir. Bunda hilaf yoktur.

Eğer onun kıymeti öldürülenden noksan ise, (Şöyle ki: Ölen köle­nin değeri bin dirhem; borç da bin dirhem; yerine verilen kölenin değeri ise, yüz dirhem olursa) işte bu, bütün borca karşı rehin olur ve rehin veren, borcunu ödemesi için cebredilir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. İmâm Muhammet! (R.A.) ise şöyle buyurmuştur;

Katilin verdiği, ölenin kıymeti değilse; rehin veren, muhayyerdir: Dilerse, onunla, bütün borcu çözer; dilerse, onu, rehin alana, borcu­nun yerine bırakır.

Keza rehin olan kölenin piyasa kıymeti eksilerek yüz dirheme düşer ve onu borcuna karşılık olarak verirse; işte burda ihtilaf vardır. Köle­nin efendisi, isterse köleyi verir; isterse, maktulün kıymetini öder. O kıy­met, rehin olur. Ve mürtehinin yanında kalır.

Sonra bakılır: Eğer ödenen borcun cinsinden ise, borç, ondan ödenir.

Eğer borcun cinsinden değil ise, borcun tamamı ödenene kadar, re­hin olarak kalır. Rehin veren, borcunu onunla çözmekte veya onu bor­cunun yerine rehin alana terk etmekte muhayyerdir.

Bu, cinayet nefiste olduğu zaman böyledir.

Fakat, cinayet, nefsin haricinde olursa; eğer cani hür ise, malın­dan fidye vermesi gerekir.

Cinayetin kasden yapılması ile hatâen olması arasında bir fark yok­tur; ikisi de birdir. Fidye, rehin olur.

Şayet cânî, köle ise, efendisine fidye vermesi söylenir.

Eğer efendi fidye vermeyi seçerse, o fidye cinayet işlenilen ile bir­likte rehin olur.

Eğer caniyi vermeyi seçerse, o zaman da o verilen köle ile cinayet işlenen şey rehin olur. [23]

 

Kâhinin Değil Merhûnun (=  Rehin Edilen Şeyin) Cinayet İşlemesi
 

Bu cinayet de, ya insana karşı veya insanın dışında bir şeye karşı işlenir. Bunlardan hâli olmaz.

Eğer, insana karşı olursa; o da, ya kasden; veya hatâen olur.

Eğer kasden olursa; kısas olunur. Rehin olmamış gibi., ister ya­bancıyı Öldürsün, isterse rehin vereni veya rehin alanı öldürsün müsavidir.

Eğer kısas edilirse; borç düşer.

Bu, cinayet kasden olduğuna göredir.

Fakat, cin^ayet hatâen veya hatâya mülhak olur; katil de kısasa ehil olmazsa; ya onu def, veya fidye gerekir.

Sonra duruma bakılır: Eğer, köle tamamen tazminat olursa; (şöyle ki: Kıymeti borcun kıymeti kadar veya ondan biraz az mesela: kölenin kıymeti bin dirhem; borç da bin dirhem veya kölenin kıymeti beş yüz; borcun kıymeti bin dirhem olursa;) Önce, rehin alana "fidye vermesi' söylenir.

Eğer fidyeyi verirse; gerçekten borçtan halâs olur ve cinayet işle­memiş gibi olur. Ve, rehin olarak, baki kalır. Önceden olduğu gibi.. Rehin verene de, bir şey için müracaat edilmez. Ona, def de olunmaz.

Eğer, rehin alan bundan kaçınırsa; (yani fidyeyi vermezse), onu ver­mesi, rehin verene söylenir.

Eğer, köleyi vermeyi ihtiyar ederse; rehin bâtıl olur ve borç düşer.

Eğer fidyeyi iltiyar ederse, yine rehin bâtıl olur ve borç düşer. Çünkü,

rehin alanın hakkını yerine getirmiştir. Zira, rehin alana karşı fidye, tazminatta cinayetin husulü içindir. Artık, fidyeye, kölenin kıymetine ve borca bakılır: Eğer fidye, borcun misli ise; kölenin kıymeti de borcun misli ise veya daha çoksa; borç düşer.

Eğer, fidye, borçtan noksan ise, kölenin kıymeti de borç kadar ve­ya daha çoksa; borç, fidye nisbetinde düşer ve köle kalan borç için re­hin olarak habsedilir.

Eğer fidye, borç kadar veya daha çoksa; kölenin kıymeti de borç­tan az ise; borç, kölenin kıymeti kadar düşer; ondan fazla düşmez.

Eğer bazısı, mazmun; bazısı emânet ise, (şöyle ki: Kölenin kıymeti iki bin dirhem; borç bin dirhem olursa) bu durumda fidye, ikisine karşı olur. Rehin alan tarafından hitabı defin manâsı, defe rızadır.

Eğer def olursa, bir şey gerekmez.

Eğer rehin veren ve alan, aralarında ihtilaf ederler ve biri defi biri fidyeyi ihtiyar ederse; bu durumda, şu iki ihtimal söz konusudur: Ya ikisi de hazır olurlar veya ikisi de gaip olurlar. Veya biri hazır; biri gaip olur.

İkisi de hazır olur ve def de içtima ederler ve onlara köle def edilip verilirse; gerçekten rehin alanın alacağı düşer.

Şayet, fidyede içtima ederlerse; her birine fidyenin yarısı verilir.

İkisine fidye verilince; köle cinayetten temizlenir ve olduğu gibi re­hin olur. Ve onlardan her biri, teberru etmiş olurlar; fidyeye müracaat etmezler.

Eğer ihtilaf ederler ve onlardan birisi fidyeyi ister; diğeri de köle­nin verilmesini isterse; hangisi fidyeyi isterse, o evlâ olur. Sonra da hangisi fidyeyi ihtiyar ederse; köle, bütün diyetiyle onun olur. diğeri defe sa­hip olamaz..

Fidyeyi ihtiyar eden, rehin alandır. Bedelin tamamı fidyedir. Geri­de, köle rehin olarak kalır. Çünkü kölenin rakabesi, fidye sebebiyle ci­nayetten temizlenmiştir. Sanki hiç cinayet işlememiş gibidir. Rehin alan, rehin verene, alacağı için müracaat eder.

Emânetten hissesi içinde müracaat eder mi?

Kertû, burda İki rivayet zikreylemiştir. Bir rivayette "Müracaat ede­mez. Bilakis, o, teberru olur." diğer rivayette ise: "Müracaat eder." denilmiştir.

Kadı Muhtasar Tahâvî Şarhı'nde şöyle buyurmuştur: Müracaat edemez. Ancak, sadece alacağı için müracaat eder. Ri­vayetin ihtilafı söylenmemiştir.

Fidyeyi ihtiyar eden, rehin veren olursa; fidye bedelle birlikte te­berru olmaz. Bilakis rehin alanın alacağının yarısını ödemek olur.

Sonra bakılır: Eğer fidyenin yarısı, borcun tamamı kadarsa, bor­cun tamamı düşer.

Eğer borçtan noksan ise, olduğu kadarı borçtan düşer; fazlası için alacak sahibi, borçluya başvurur. Ve, o rehni, rehin olarak habseder.

Bunlar, ikisi de hazır olduğu zaman böyledir.

Fakat, birisi hazır olursa, onun istediğini defe velayeti yoktur. Is-:er rehin veren olsun, isterse rehin alan olsun..

Eğer hazırda olan rehin alan ise, fidye bedelle beraber, fidyenin ya-ısın da teberru olmaz.

Bu İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre böyledir.

Ve o, alacağı için, rehin verene müracaat eder. Fidyenin yarısı için le müracaat eder. Fakat, o köleyi de borca karşılık rehin olarak hapseder.

Borç ödendikten sonra, fidyenin yarısı içinde rehn olarak habseder.

İmameyle göre, rehin alan, fidyenin yansını teberru etmiş olur. Reıin verene, onun için müracaat edemez. Ancak alacağı için müracaat :der.

Bu, yabancıya karşı cinayet işlediği zaman böyledir.

Cinayet rehin veren veya alana karşı olur ve rehin verenin nefsine karşı cinayet işlemiş bulunursa; bu hâl mal icabettirir.

Fakat, mala karşı cinayet işlemişse, işte o heder olur.

Rehin alana karşı cinayet işlerse; işte o da hederdir. Bu İmâm Ebû hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre muteberdir; ya bedelini verir veya fidyesini verir.

Eğer rehin alan buna râzi olursa; borç bâtıl olur.

Eğer, rehin alan: "Ben, cinayet istemiyorum. Def veya fidye za­manı, hakkımın düşmesini istemiyorum." derse; buna hakkı vardır. Ci­nayet bâtıl olur. Köle, hâli üzre rehin olarak kalır.

Kldî, Taharf Şerhı'nde şöyle buyurdu:

"Eğer kölenin tamamı borca karşılık tazminat ise, işte bu ihtilai

üzerinedir. Eğer, bir kısmı tazminatda, bir kısmı da emânet ise, cinaye­ti bi'İ-ittifak muteberdir. Râhine: "İstersen, köleyi ver; istersen fidye ver." denilir.

Eğer köleyi def eder; rehin alan da ona razı olursa; borcun tamamı bâtıl olur ve kölenin tamamı rehin alanın olur.

Eğer fidyeyi ihtiyar ederse; onun yansı rehin alanın; yarısı da re­hin verenin olur. Mürtehinin hissesi bâtıl olur. Rehin verenin hissesi fidye olur. Köle ise, hali üzre rehin olarak kalır.

Bu, mürtehinin nefsine karşı cinayet işlendiği zaman böyledir.

Fakat, onun malına karşı cinayet işlenirse; eğer, o malın kıymeti ile borç müsavi ise, cinânet bi'l-icma hederdir.

Eğer malın kıymeti, borçtan fazla ise; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, iki rivayet vardır. Rivayetin birinde: "Emânetin miktarına göre, cinayete itibar edilir." diğer rivayette ise: "Asla cinayet hükmü sabit olmaz." denilmiştir.

Cinayet, rehin verenin veya alanın oğluna karşı işlenirse; şüphe yok ki o mu'teberdir ve rehnin cinayeti hükmündedir. İnsanlara karşı işle­nen cinayet gibidir.

Başka mallara karşı işlenen cinayet, (malın helak olması, kölenin boğulması gibi) bunun hükmü, rehnin gayrisinin hükmü gibidir. Bor­cun, köleye taalluku gibidir ve o satılır. Rehin veren veya alan borcu öderler. Onlardan birisi öderse; hüküm, bizim insana işlenen cinayet hak­kında dediğimiz gibidir.

Rehin alan, borcu ödeyince; kendi alacağı baki kalır; köle de rehin olarak kalır. Çünkü, fidye, köleyi borçtan fariğ kılmaktır. (= kurtar­maktır.) Böyle olunca da köle, borca karşı rehin olarak kalır.

Eğer, mürtehin borcu ödemeden kaçınır da, onu, rehin veren öderse; mürtehinin borcu bâtıl olur.

Şayet, her ikisi de borcu ödemekden kaçınırlarsa işte o zaman, kö­le borca karşı satılır ve alacaklının parası ödenir.

Kölenin satılması, onun parasından, alacaklının alacağının öden­mesi; alacaklıya fidye vermekle olabilir. Rehin alanın da borcu tama­men düşer. Çünkü, bu köle, rehin verenin mülkünden, zail olmuştur. (= çıkmıştır.) Ve o, sanki helak olmuş gibi olur.

Kölenin değeri, borçtan fazla olursa rehin verene ait olur. Çünkü, o, mülkünün karşılığıdır ve hasseten onun olur.

Eğer kölenin bedeli, borçtan az olursa; o nisbette mürtehinin ala­cağından düşer ve o bedel, geride kalan alacağına karşılık olarak rehin olur. Borç zamanı gelince, eğer o hakkının cinsinden ise alacağını alır. Şayet hilafından ise, onu borç ödenene kadar yanında tutar.

Eğer, borcun ödenme zamanı gelmemişse, gelene kadar yanında tutar.

Bu, kölenin tamamının merhûn ( = rehin bırakılmış) olduğu zaman böyledir.

Fakat, yarısı rehin bırakılmış; yarısı da emânet ise; tamamı, rehin olana sarfedilmez. Ancak yarısı sarfedilir.

Yarısı, rehin verenin hakkıdır.

Keza, köle borç mukabili olur ve başka bir şey de, fazladan rehin konulursa; o fazla, onu koyanındır.

Eğer kölenin bedeli alacağa kâfi geliyorsa; alacaklı, onu alır; geri­de kalanını da köle azâd olduktan sonra alır. Ve, kimseye müracaat edemez.

Köle azad olup, kalan borcunu verince; artık alacaklı, verdiği bir şey için kimseye müracaat edemez. Keza rehin verenin çocuğuna karşı yapılan cinayet, diğer mallara yapılan cinayet ve ananın cinayetinin hük­mü hepsi birdir. Borç, köleye mütealliktir. Köle ana hakkında olduğu gibi satılır. Yalnız, mürtehine "alacaklının alacağını öde" diye söylen­mez ve rehin veren —çocuğu satmakla, borcu ödemek arasında— mu­hayyerdir. Eğer borcu Öderse, çocuk rehin olarak kalır. Ve onu satma­sı, mürtehinin borcundan bir şey düşürmez.

Bu söylediğimiz, rehin verenin kölesinin, rehin verene veya rehin verenin gayrısma karşı cinayet işlediği zaman böyledir. [24]

 

Bir Rehnin, Diğer Bir Rehne Karşı Cinayeti:
 

Rehnin rehne cinayetine gelince; işte bu iki nevidir:

1-) Nefsine karşı cinayet.

2-) Cinsine karşı cinayet.

Nefsine karşı cinayetle semavi bir âfet ile zayi olmak ve kendi kendini helak etmek arasında bir fark yoktur. Duruma bakılır: Eğer, köle­nin tamamı rehin bırakılmışsa; noksanı kadar borçtan düşülür. Ve eğer bir kısmı rehin bırakılmış; bir kısmı da emânet ise; rehinden noksanlığı kadar borçtan düşülür; emânet olan kısımdan düşülmez.

Fakat, cinayet cinsine yapılmışsa; bu da iki nevidir:

A-) İnsanın kendi cinsine karşı cinayet işlemesi;

B-) Hayvanın, kendi cinsine karşı ve cinsinin gaynsına karşı ci­nayet işlemesi.                                                    .

însamn, kendi cinsine cinayeti (Şöyle ki: Rehin, iki köle olur ve bi­ri, diğerine karşı bir cinayet işlerse; bu köleler, ya bir eşya için rehin olurlar veya iki eşya için rehin olurlar. Eğer, bir eşya için rehin olmuş­lar ve biri, diğerine karşı cinayet işlemişse; bu, dört halden hâli kalmaz:

1-) Meşgulün meşgule karşı cinayeti;

2-) Meşgulün, boş*a karşı cinayet işlemesi;

3-) Boşun, meşgule karşı cinayet işlemesi;

4-) Boşun, boşa karşı cinayet işlemesi;

Bunların hepsi de hederdir; yalnız biri müstesna: O da, boşun, meş­gule karşı cinayeti işlemesidir. îşte bu muteberdir.

Borç hususunda, meşgul hakkında, boşa dönülür; o, onun yerine rehin olur. Bunun açıklaması: Borç iki bin dirhem olur; rehin de iki kö­le olur; kölelerin her birinin kıymeti de biner dirhem olur ve o köleler­den birisi, diğerini öldürürse veya kendi nefsinin dışında bir cinayet iş­lerse; diyeti ister az olsun, isterse çok olsun işte bu cinayet hederdir. Ci­nayet işlenilen hakkındaki borç düşer.

Meşgulün, meşgule cinayeti hederdir. Sanki, helak olan, semavi bir afetle Ölmüş gibidir.

Şayet borç, bin dirhem olmuş olaydı; onlardan birisi de diğerini öl-düreydi def ve fidye gerekmezdi; katil, yedi yüz elli dirheme karşılık re­hin olurdu. Çünkü, onlardan herbirisi beşyüz dirhem karşılığıdır. Her birinin yansı boştur; yarısı meşguldür.

Birisi diğerini öldürünce, meşgulün yarısını öldürmüş olur; ölenin yarısı boştur.

Meşgulün, meşgule karşı cinayeti meşgulün boşa karşı cinayeti ve boşun, boşa karşı cinayeti, hederdir. Bu darumlarda, cinayet işleyene ait borçtan, ikiyüz elli dirhem sakıt olur. (= düşer.) O, cani tarafından beşyüz dirhem olmak üzere, yediyüz elli dirheme karşılık rehin olmuş olur.

tki köleden biri, diğerinin gözünü çıkarsa borcun yarısı göz çı­karana döner ve göz çıkaran, yedi yüz elli dirheme karşılık rehin olmuş olur. Gözü çıkarılan da, iki yüz elli dirhem karşılığı rehin olarak kalır.

Eğer iki köle, ayrı iki şey için rehin olurlar ve onların değeri de borç­tan fazla (Meselâ: Borç, bin dirhem ve kölelerin her birinin kıymeti de biner dirhem) olursa; onlardan biri, diğerini öldürürse; —öncekinin hilafına— cinayete itibar olunur. Cinayete itibar olunca da; rehin veren ve alan muhayyerdirler. Dilerlerse, katili, ölenin yerine rehin kabul ederler ve katilin borçtan hissesi bâtıl olur; dilerlerse, katili ölenin yerine fidye, ederler ve o, hem katilin, hem de ölenin yerine rehin olur.

Eğer ikisinin değeri borçtan fazla olmazsa (Şöyle ki: Borç iki bin dirhem olur; kölelerin herbiri de biner dirhem kıymetinde olur) ve on­lardan biri, diğerini öldürürse; eğer onu cinayetten dolayı def ederlerse; o def olunan köle, ölenin yerinde olur. Ve katil hakkında, borç bâtıl olur. Eğer: "fidye eyledik" derlerse; bu fidyenin tamamı, rehin ajanın olur.

Borç çözülünce, rehin verene, sadece bin dirhem verilir. İkici bin dirhem, o bine karşılık kısas olmuştur. Bu öldürürse böyledir.

Eğer biri, diğerinin gözünü çıkarırsa; onlara (rehin veren ve alana) "onu, ya bedel verin veya fidye verin." denilir.

Eğer fidye yaparlarsa, fidye yarı yarıya ikisinin olur.

Eğer bedel verirlerse; borçtan, onun karşılığı bâtl olur.

Fidye ise, gözü çıkanla birlikte rehin olur.

Eğer, rehin alan: "Ben, feda etmem; fakat, hâli üzere rehin olarak terk ederim." derse; bunda hakkı vardır.

Gözü kör eden, hâli üzre, kör olanın yerine rehin olur.

Gözü kör olandan dolayı, borcun yansı gider. Çünkü, cinayete iti­bar edilir. O, rehin alanın hakkıdır; rehin verenin hakkı değildir.

Eğer rehin alan, o cinayete razı olursa; o zaman, heder olur.

Eğer, rehin veren: "Ben feda ettim" der; mürtehîn de: "Ben etmedim" derse; rehin verenin feda etmesi gerekir.

Bu, rehin alan cinayetin hükmünü talep eylediği zaman böyledir. Bedâi'de de böyledir.

Eğer rehin veren, fidye yapmakdan kaçınır; rehin alan da: "Ben feda ederim." derse; bütün bedel feda edilmiş olur ve tatavvu (= nafi­le) olur. Rehin veren, ondan hiç bir şey alamaz. Çünkü, o başkasının mülküyeti teberrudur. Ona mecbur da tutulmaz. Mebsât'ta da böyledir.

Rehin, mürtehinin elinde zayi olursa; rehin veren, feda ettikten sonra; o fiyde, geri rehin verene iade edilir. Çünkü, rehin veren ifâ se­bebiyle borçtan beridir; borcunu Ödemiştir. Âlimlerimiz "bin dirhem ziyan karşılığı mı yoksa fidye olarak mı verilir?" diye ihtilâf ettiler:

Fskıyh Ebû Cafer şöyle buyurmuştur:

"Bu bin dirhem, ziyan karşılığı reddedilir. Çünkü, ödeme ziyan kar­şılığıdır."

Başka âlimler ise: Bu bin dirhem, fidye olarak verilir. Şayet borç ödenir ve rehin sonra helak olursa; alınan geri reddedilir." buyurmuş­lardır. Serahtf'nin Mnhıyt'nde de böyledir.

Rehin konulan doğursa ve onu da bir adam, hataen öldürse; re­hin alana tazminat yoktur. Tazminat, rehin verene karşıdır. Rehin ve­ren defile fidye arasında muhayyerdir. Eğer fidye alırsa, o anası ile bir­likte rehindir.

Eğer bedelini irâde eder ve mürtehin: "Ben feda ediyorum." der­se; onun buna hakkı vardır.

Keza bir adamın malı helak olursa; rehin verene, satması ve borcu­nu Ödemesi söylenir. Zahîriyye'de de böyledir.

Değeri bin dirhem olan bir câriye, bin dirhem karşılığı rehin bı­rakıldığında; bu cariye, bin dirhem değerinde, bir çocuk doğurur; son­ra da, bu çocuk, rehin verene veya onun mülküne karşı bir suç işlerse; yapılacak bir şey yoktur.

Eğer, rehin alana karşı bir cinayet ( = suç) işlerse; elbette, ya def veya fidye gerekir.

Eğer def edilirse, borçtan bir şey bâtıl olmaz.

Eğer fidyeyi ihtiyar ederse, o fidyenin yarısı rehin verenin olur. Mebsftt'ta da böyledir.

Bin dirheme karşılık rehin konulan cariyenin kıymeti, bin dir­hem olur ve birde çocuk doğurur; onun değeri de beşyüz dirhem olur; kıymeti bin dirhem olan bir kölede, bunların ikisini de öldürür ve onla­rın yerine, bu köle verilir; o da kör olursa; o takdirde rehin veren, bor­cun yedide dördünü çözer; yedide üçü gider. Çünkü, ana doğurduğu zaman, borç ikisine (üçte iki anaya; üçte birde doğurduğuna) taksim edil­mişti. Onları köle öldürdü ve onların yerine, o köle verildi ve o ikisinin makamına kaim oldu. (Üçte ikisi, ananın yerine; üçte biri de çocuğu­nun yerine) Kör olunca da onlardan her birisinin hissesinin yarısı gitti. (Ananın karşılığında altı yüz altmış altı, —üçte iki olarak— üç yüz otuz üç de çocuğun karşılığı —üçte bir olarak—) Gerçekten kör olması sebe­biyle yarısı gitti; altıda biri kaldı. O da yüz altmış altıdır. Üçte iki ola­rak, bu baki kalanın hasılıdır. İtibar, cariyenin sözleşme günündeki kıy-metinedir. (Oda bin dirhemdir.) Ve çocuğun kıymetinedir. (O da borç Ödendiği zaman binin altıda biridir. = yüz altmış altı —üçte iki olarak—), Çünkü, borçtan hissesi üçte birdir. Kör olmakla, bu yarıya avdet eyle­di. Bununla üçte birin yansını kasdediyoruz. Borçtan bir şey düşmez. Çünkü, onun için borçtan bir hisse yoktur, ancak kıyamı hâlinde var­dır. Artık çocuk için bir hisse; anası için de altı hisse vardır. Yekûn yedi hisse olur. Körlüğü sebebiyle, yarısı gider; ana hakkında, böylece üç hisge kalır, Çocuğun hissesi de birdir. Yekûn —yedide dört olur. Böylece, ye­dide üç, borçtan gitmiş olur. Bunun için, İmâm Mahammed (R.A.): "Ye­dide dört, borç çözülür." buyurmuştur. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamın kölesine karşı bir cinayet (suç) işler; efendisi de onu rehin verir; sonra da onu azâd eder; daha sonra da bu köle, o cinayetten dolayı ölürse; artık cinayet sahibi, ölen kölenin kıy­metinin tamamını alır.

Şayet suç kesmek ve koparmak kasdile olursa; kıyâsda kısas gere­kir, îstihsânda, kısas gerekmez; kıymeti gerekir.

Keza, bağış yaptıktan sonra, ondan döner veya satar da, o, hâki­min hükmüylede geri verilirse, kıymeti gerekir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

iki kişi, ortak oldukları bir köleyi, ayrı ayrı borçlan için rehin koyarlarsa; her birinin hissesi, kendisi ve arkadaşı için rehin olur. He­lak olursa, ikisine müracaat olunur.

Ortağının İzni olmaksızın, bir müfavada ortağı, rehin bıraksa, bu ortağına karşı caiz olur.

Cinayet tazminatını rehin bırakmak da caizdir. Ortağı için tazminat yapar; ortağının onu bozmaya hakkı olmaz. Ariyet alınan bir şeyi rehin koymak caizdir. Hızânetü'l-Ekmel'de de böyledir.

Müfavada ortağı, bir rehin bırakır ve onu da ortağının yanma kor; o da zayi olursa; kendi malı olarak zayi olur.

inan ortaklanndan birisi, her ikisi için, rehin bıraksa; bu caiz olmaz.

Bırakan onu tazmin eder.

İkisinin alacağı yerine rehin alıp; onuda teslim alsa; bu diğer orta­ğı için caiz olmaz.

Eğer, o rehin helak olursa; kendi hissesi gider ve ortağı alacağı için borçluya müracaat eder.

Borçlu da, o rehnin, kıymetinin yarısı için, rehin alana başvurur. Ortak, isterse, diğer ortağına, alacağını Ödetir.

Ortaklıkları herkesin kendi re'yi ile amel etmeleri üzerine olduğun­da; birisi, diğeri için, rehin verir veya rehin alırsa; işte o, arkadaşı hak­kında da caizdir. Mebsûfta da böyledir.

Müdârip mudârebe borcu için, mal sahibinin izni ile rehin verir­se; bu caizdir. Her ne kadar borç ikisinde ise de, bu böyledir.

Eğer izin vermezse; o, mudânba aittir.

Fakat, müdârabe alacağı için rehin alması caizdir.

Eğer mal sahibi Ölür ve mal da para olur ve müdârip ondan rehin bırakırsa; bu caiz olmaz ve o, onu tazmin eder.(= öder.)

Şayet mal sahibi, mudârebe malından bir şeyi rehin bırakır ve o da borçtan çok olursa; bu rehin caiz olmaz. Fazlalık olmaz ise, caiz olur ve onu mal sahibi tazmin eder. Sanki ölmüş veya satmış ve parasını ye­miş gibi. Hızânetü'l-Ekmel'de de böyledir.

Bir adam, borcuna mukabil, rehin koymak için, birisinden bir elbise alıp, onu da rehin koymadan önce kullanır; sonra da rehin ola­rak bırakırsa; tazminattan beri olur. Eğer, borcu ödedikten sonra kul­lanırsa; artık onu tazmin edip, bedelini öder. Kullanmayı bırakır vcbundan sonra, semavi bir âfetle helak olursa; yine tazminat yoktur.

Bir kimse, borcuna karşılık rehin bırakmak için, birisinden bir elbise alıp —onu da birseneye kadar, yüz dirheme karşılık rehin koy­duktan sonra; bu elbisenin sahibi, onu alıp, yerine başkasını koyma hak­kına sahiptir—.

Eğer, onu bir seneye kadar rehin koyacağım bildirdiyse; elbise sa­hibinin kendi malından, onun borcunu ödemesi nafile olmaz. Bu du­rumda elbise sahibi, rehin verene müracaatla, verdiği parayı alır.

Eğer rehin veren kaybolur ve rehin alan da elbise sahibini, elbise­nin onun olduğu hususunda doğrularsa; elbiseyi, ona verir ve alacağını ondan alır.

Bu da elbise sahibinden nafile olmaz. Eğer, rehin alan: "Ben, se­nin elbiseni bilmiyorum." derse bu durumda elbise sahibi için çıkar yol yoktur. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, rehin bırakmak için, ariyet olarak bir elbise aldığın-, da; ya bir şey söylemez veya söyler.

Bu durumda, bir elbiseyi, rehin bırakmak için, ariyet olarak ahr ve onu rehin bırakacağını da söylemezse; bu durumda da onu, dilediği miktar ve dilediği şekilde, rehin bırakabilir. Eğer ne mikdar rehin bıra­kacağını söylediği hâlde onu, o miktardan az veya çok yahut başka bir cinse karşılık rehin bırakırsa; bu durumlarda, ya elbisenin kıymeti borç kadardır; veya daha çoktur yahut daha azdır.

Eğer, kıymeti borcun aynı veya daha çoksa; onu tazmin eder. ( = öder). Çünkü, onu şerre halef kılmış olur.

Rehnin kıymeti, borcun kıymeti kadar veya daha çoksa; o yüzden ariyet veren, mutazarrır olur; o rehnin bir kısmı, rehin alanın yanında merhûp; bir kısmı da emânet olur.

Rehin alan, buna razı olmazsa; tamamının rehin olmasını isteme; hakkına sahiptir.

Elbisenin değeri dediğinden daha az İse, onu tazmin etmez. Şöyle ki: On dirheme karşılık olmak üzere, bir elbiseyi âri>et olarak rlır ve bu elbisenin kıymeti de dokuz dirhem olursa; onu tazmin eylemez.

Fakat, başka bir cins için rehin bırakırsa; onu tazmin eder.

Şayet, bizzat belirli bir şahsa rehin vermek için olsa da; başka biri­ne rehin bıraksa; onu tazmin eder.

Kûfe'de rehin koymak için alsa da Basra'da koysa; onu da tazmin eder.

ariyet verenle, alan onun zayi olduğunda ve kıymetinin noksan ol­masında—rehin alandan o şeyi almadan önce veya aldıktan sonra, ih­tilaf ederlerse, bu durumda ariyet alanın sözü geçerli olur.

Beyyineye gelince ariyet verenin beyyinesi geçerli olur.

Rehin veren iddia ederek: "Ariyet veren, borç ödenmeden, rehni geri aldı." der; rehin alan da bunu doğrularsa; bu durumda rehin veren tasdik edilir. Çünkü, rehin veren de, alan da rehnin feshini doğrulamış­lardır, ikisinin sözü geçerlidir.

Ariyet veren, rehin verene müracaat ederek, borcuna karşılık, gi­deni ister.

Ariyet veren rehni kurtarmak isterse; ona, rehin veren de, alan da mâni olamaz.

Ve ariyet veren, verdiğini almak için, rehin verene müracaat eder. Çünkü, onu ödemekte zahmet çekmiştir; hakkını ve mülkünü ihya etmiştir.

Eğer o şey, rehin olmadan önce, ariyet alanın yanında zayi olur ve­ya borç ödendikten sonra zayi olursa; işte o zaman, tazminat gerekmez.

Rehin veren ve rehin alan ihtilaf ederler ve rehin alan: "Senden mal teslim aldım ve sana elbise verdim." diyerek beyyine ibraz eder; rehin veren de: "Bilakis malı aldın; elbise ise zayi oldu." der; o da bey­yine ibraz ederse; bu durumda rehin verenin beyyinesi geçerli olur.

Eğer elbise ariyet ise, elbise sahibide: "Ben, sana onu beş dirheme karşılık rehin bırak diye söyledim, "der; ariyet alan da "On dirheme kar­şılık.." derse; bu durumda elbise sahibinin sözü geçerlidir. Çünkü, izin onun tarafındandır.

Eğer, onu inkâr ederse; onun sözü geçerli olur.

Keza, bir sıfatla kayıtlarsa; ariyet alanın beyyinesi geçerli olur. Mebrit'ta da böyledir.

Kıymeti on dirhem veya daha fazla olan bir elbiseyi, on dirhem borca karşılık koymak için, ariyet olarak alır; o da rehin alanın yanın­da zayi olursa; mal, rehin verenden bâtıl olur; elbise sahibine, onun ben­zerini vermesi, rehin verenin üzerine vacip olur.

Keza, eğer bir kusur meydana gelirse; onun miktarı, borçtan gi­der. Onun noksanını, rehin veren mal sahibine öder. Hızânetn'l-Ekmel'de de böyledir.

Felâvâyi Atlabiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Ariyet alan şahıs, aldığı o ariyet ile birlikte, başka bir şey daha re­hin olarak bırakırsa; bu durumda ariyet veren, onu alamaz. Ancak bor­cun tamamını öderse, öyle alır.

İki kişiden ariyet aldıktan sonra, borcun yarısını öderse; onu, on­lardan birinin hissesine sayamaz.

Şayet, rehin alan, rehin verenin izniyle, rehini icarlarsa; ücret re­hin verenin olur. Ve, bu rehin geçersiz olur.

Eğer rehin zayi olursa; âriy.l veren, onu isterse, rehin verene öde­tir; isterse, rehin alana Ödetir. Sonra da rehin alan, rehin verene müra­caat eder.

Eğer rehin veren borcunu ödedikten sonra, rehin zâvi ^ı»rsa; onu, rehin veren, ariyet sahibine tazmin eder (= öder.) Tatarhâniyye'de de böyledir.

Rehin veren borcunu Ödeyip, bir vekil yollayarak, rehin olan kö­leyi aldırır; o da vekilin yanında zayi olursa; ariyet alan, onu sahibine tazmin eder.

Eğer, rehin veren kendisi alır; sonra da vekil ile onu sahibine yol­lar; o da vekilin yanında zayi olursa; ariyet alan, onu sahibine Öder. Hızânelü'l-Müflın'de de böyledir.

Bir adam, rehin bırakmak için, bir cariyeyi ariyet olarak alıp, onu rehin bıraktıktan sonra, o câiriyeye rehin veren veya rehin alan ci­ma ederse; ikisine de had gerekir ve o rehin, cima edenin olur. Çünkü,

.başkasının malına cima etmek, haddi kaldırmadığı gibi mehri de ^kaldırmaz.

Mehir, ziyâde hükmündedir. Çünkü Ödenecek borç bedelindedir. Bedel ise, aynın cüzüdür, ve o da, rehinle birlikte rehindir.

Eğer, rehin bırakan borcu Öderse câriye selâmete çıkar. Mehri de selâmete çıkar ve bunların her ikisi de efendisinindir. Çocuk doğurması gibi..

O cariyeye bir bağış yapılır veya o, bir şey kazanırsa; onlar da efen­disinindir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, başka birisinden, rehin bırakmak için, bir câriye alır ve öyle yaptıktan sonra, ariyet alan, borcunu ödemeden ölürse; bu du­rumda, rehin alan, (<borcu için, o cariyenin satılmasını, hâkimden ta­lep eder; sahibi de buna razı olmazsa, artık hâkim, onu satmaz; fakat, rehin alana: "Ariyet alan, alacağını verene kadar, onu habseyle." der.

Eğer, ariyet veren, (yâni cariyenin sahibi) hâkime: "Onu sat." der de; rehin alan, buna razı olmazsa; işte o zaman, bakılır: Eğer parası, borca kifayet edecekse; rehin alanın sözüne itibar edilmez. Eğer parası borca kâfi gelmeyecelcse, rehin verenin rızası olmadan satılmaz.

Şayet parası borca kâfi gelirse, borç için satılır ve parası rehin ala­na, —alacağına bedel— verilir.

Sonra da, ariyet veren, ariyet alana müracaat ederek, rehin alanın aldığım, ondan alır.

Eğer ariyet alan ölmez de ariyet veren üzerinde çok borç buluna­rak ölür ve ariyet alan fakir olursa; o câriye, hâli üzre, —rehin olarak— kalır.

Şayet alacaklılar ve varisler toplanırlar da borcun ödenmesi için, o cariyenin satılmasını isterler; rehin alan da buna razı olmazsa; cevap, —dediğimiz gibi— hâli hayatında, isteyip de rehin alanın razı olmadığı gibidir.

Bir adam, başka birinin kölesini gasbederek, borcu olan birisi­nin yanına, rehin bırakır; o da, rehin alanın yanında zayi olursa; köle­nin sahibi muhayyerdir: Dilerse, onu gasbedene ödetir; dilerse, rehin ala­na ödetir.

Eğer gasbeden öderse; rehin tamam olur. Çünkü, o —tazminat yap­ma sebebiyle— onun malı olmuştur; ve rehin kendi malı olarak rehin olmuştur.

Eğer, kölenin sahibi, onu rehin alana ödetirse; bu durumda rehin alan, rehin verene müracaat ederek, ödediğini ondan alır; rehin de — rehin alanın tazminatı sebebiyle— bâtıl olur.

Şayet gasbeden şahıs, o köleyi emânet olarak birisine verdikten son­ra, onu rehin olarak bırakır ve o da zayi olur; sonra da, o kölenin sahi­bi gelerek, onu gasbedene veya kölenin verildiği adama ödetir ve rehin alan, rehin verene müracaat ederse; bu durumda rehin iki cihetten caiz olur.

Eğer, bir adamın yanında birinin emâneti bulunur; o da, onu rehin olarak birinin yanına koyar ve bu rehin onun yanında zayi olur; sahibi de gelip, rehin verene veya rehin alana onu ödetirse; bu rehin geçerli olmaz. Çünkü, önce mürtehine vermek sebebiyle ödetti; vermeden ol­muş gibi de, rehin vakti, mab olmadığından rehin caiz olmadı.

Sonra eğer, rehin veren, köleyi efendisinden satın alır da; rehin alana verir; o da rehin alanın yanında rehin olmaz. Fetâvâyi Kftdlfa&n'da da böyledir.

Rehin alan bir kimsenin aldığı rehini, rehin vermesi İmâm EbÛ Hanîfe (R.A.)'ye göre, mevkuf ( = durdurulmuş)'tur. Diğer tasarrufatmın dur­durulduğu gibi..

Rehin, rehin alanın yamnda zayi olur; onun değeri ile, borcun de­ğeri de müsavi bulunursa; işte o, o borç demektir; borç düşer.

Eğer rehin, borçtan fazla değerde ise, rehin alan, o fazlalık nisbe-tinde, rehin verene tazminatta bulunur. Mebsât'ta da böyledir.

Bir adam, bir köleyi rehin bırakıp, kendi de kaybolur; sonra re­hin alan, o köleyi hür olarak bulursa; eğer köle rehin edildiği zaman köleliğini ikrar ederse, rehin alan, rehin verene alacağı için müracaat edemez. Fetâvftyi K&dih&n'da da böyledir.

Bir adam, bin dirhem mehirle, bir kadın nikahlayıp, onun yanı­na, bin dirhem kıymetinde, —mehrine karşılık— bîr eşyayı rehin bıra­kır; o rehin de kadının yanında —duhûlden Önce, talakdan sonra— za­yi olursa; kadına karşı yapılacak bir şey yoktur.

Eğer, önce rehin zayi olur; sonrada o, kadını cima etmeden önce boşarsa; bu kadın, o mehrinin yarısı nisbetinde, adama ödeme yapar.

Bir kimse, ki kadını —mehir söylemeden nikâhlar ve onun yanı­na, mehir misli kadar bir şeyi rehin bırakır; o rehin de, bu kadının ya­nında zayi olursa; mehrin misli ödenmiş olur.

Eğer, onu cima etmeden boşarsa; kadın mehrin fazlasını iade eder. Hızanetü'l-Müftın'de de böyledir.

Bir adam, bir hana vardığında, hancı, ona: "Bana bir şey ver­meyince, seni hana bırakmam." der; o da, hancıya bir şey rehin bırakır ve bu rehin hancının yamnda zayi olursa; eğer o rehni han ücreti olarak bırakmışsa; işte o, han ücreti olur. Böyle değilse, hancı onu tazmin eder. (= öder)

Fakıyh : İki hâlde de ödemez. Zira, böyle yapmak mekruh değil­dir.*' buyurmuştur. Kerderi'nin Vedri'nde de böyledir.

Hişâm, İmim Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Gasb sebebiyle olan her şey tazmin edilir. O, eğer rehin ise, rehin koyanın hesabına gider.

Gasb sebebiyle ödenmeyen şeyi rehin alanda Ödemez.

Bir adam bir köleyi genç iken gasbeder ve o, onun yanında ihtiyar olursa; onu gasbeden noksanını tazmin eder. Böylece, rehin de kendi hesabına gider. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir adam, bir cariyeyi gasbedip memesini keserse; onu tazmin eder. Çünkü o, bir noksanlıktır. Siradyye'de de böyledir.

Bir adam, kıymeti kırk dirhem olan bir körüğü, on dirheme kar­şılık rehin bıraktığında; onu güve yer ve kıymeti on dirheme düşerse; yansını ödemiş olur. Siradyye'de de böyledir.

Bir adamın, başka birisine bin dirhem borcu olur; ona karşılık da iki bin dirhem kıymetindeki bir köleyi rehin bırakır; rehin alan, onu teslim aldıktan sonra; "onun, başka bir adamın olduğunu ve onu rehin koyanın gasbeylediğini" ikrar ederse; —rehin verene karşı— rehin ala­nın, bu sözü tasdik edilmez. Ve rehin veren, borcunu ödeyip, kölesini alır. Onu ikrar edenin, köleye karşı bir yolu yoktur.

Eğer o köle rehin alanın yanında ölürse; zâhir-i hâle nazaran, borç ödemiş olur. Çünkü, rehnin kıymeti, borca karşılıktır ve fazladır. D, tam kıymetini tazmin eder.

Şayet, rehin alan, "kölenin, hür olduğunu'* ikrar etmez; fakat o, "başka bir adama, onun bin dirhem borcunun olduğunu; onu da zayi ettiğini" söyler; o köle de rehin alanın yaranda ölürse; ikrar eylediği adam, o rehin alana, bin dirhemi için müracaat eder.

Şayet, rehin alan, "o kölenin, başka bir adamın kölesi olduğunu söyler; rehin veren de aralarında bir sahib-i adi bulur ve "o köleyi sat­maya yetki" verir; o da satıp, iki bin dirhem alırsa; rehin alanın hakkı­nı verir. Bin dirhemini de rehin verene verir. Eğer rehin alanın ikrar ey­lediği adam, kölenin satılmasına izin verirse; rehin alanın aldığı bin dir­hemi alır.

Eğer izin vermez ise, artık rehin alandan, bir şey almaya hakkı olmaz.

Eğer rehin alan, "onun, başkasının kölesi olduğunu" söylemez de; "o kölenin, bir adamın iki bin dirhemini zayi ettiğini" ikrar ederse; mes'-sle olduğu gibidir. Artık rehin alan, o ikrar eylediği adama, bin dirhe­mi verir. O, ister satışa izin versin; isterse vermesin fark etmez. Mebsût'-ta da böyledir.

Bir adam, bin dirheme bedel, bir köleyi rehin bıraktığında, o köle, rehin alanın yanında, yola bir kuyu kazdıktan sonra, rehin veren, bor-, cunu ödeyip, kölesini aldığında; burada şu İhtimaller söz konusu olabilir:

1-) O kuyuya bir hayvan; sonra da bir hayvan daha düşebilir.

2-) Bir insan; sonra bir insan daha düşebilir.

3-) O kuyuya bir adam; sonra da bir hayvan düşebilir.

4-) O kuyuya, bir hayvan sonra da bir insan düşebilir.

Eğer, o kuyuya, bin dirhem kıymetindeki bir hayvan düşüp, ölür­se; o zaman, o köle, ona karşılık satılır; değilse, efendisi fidyesini verir.

Eğer bin dirheme satılırsa, hayvan sahibi bin dirhemini alır. O za­man, rehin veren, rehin alana müracaat ederek ödediği bin dirhemi geri alır.

Kuyuya, ikinci bir hayvan düşer; onun değeri de bin dirhem olur­sa; onun sahibi, önceki hayvan sahibinin aldığına ortak olur ve ondan yansını alır. Önceki hayvan sahibi, bu durumda rehin verene bir şey için. müracaat edemez.

Fakat, o kuyuda, bir insan telef olursa; o köle, ona bedel verilir. Ve bu durumda rehin veren, rehin alana müracaat ederek, verdiği bin dirhemini geri alır.

İkinci insan da telef olunca, ikinci adamın sahipleri, birinci ada­mın sahiplerinin aldığına ortak olurlar.

Eğer, o kuyuya, bir hayvan düşüp, telef olursa; o köle satılır ve bedeli hayvan sahibine verilir.

Sonra da, o kuyuya bir adam düşer ve ölürse; kanı heder olur.

Fakat, bir adam düşer Ölürse; o köle, cinayetine karşılık, o ölenin adamlarına verilir.

Sonra da bir hayvan düşüp, ölürse; o ölen adamın velilerine "ya köle satılsın veya hayvanın bedelini öde." denilir. Çünkü, bu durumda iki cinayet birden olmuş gibi olur..

Şayet, ikisi birden düşerlerse, köle, cinayetin velilerine verilir. On­lar "onu satmak veya fidyesini vermekte" muhayyerdirler.

Keza, iki köle yola bir kuyu kazarlar; o kuyuya da rehin olan bir köle düşerse; bu köleler, onun yerine verilirler.

Sonra da o kuyuya, onu kazanlardan birisi düşüp, ölürse; bu du­rumda borcun yarısı bâtıl olur. Onun da kam heder olur. Çünkü, onla­rın ikisi, önceki kölenin makamındadırlar. SerihsTnin Mahiyt'nde de böyledir.

Gasbedilip rehin bırakılan bir köle, yolda bir kuyu kazar; veya yola bir taş bırakır; sonra da rehin bırakan, borcunu öder; ondan sonra da o kuyuya bir adam düşerse; rehin bırakana: "Köleni veya fidyesini ver." denir.

Hangisini yaparsa, o köleyi gasbedene müracaat eder.

Eğer gasbeden müflis veya gaib ise, bu defa rehin alana müracaat eder.

Eğer rehin, borç kadar kıymete hâiz ise, fidye, rehin alanın malın­dan olmuş olur.

Bu köleyi alacak sahibine verdikten sonra, yola koyduğu taş sebe-bfyle bir başkası ölürse; bu defa da o adama "kölenin yarısını ver veya onbin dirhem fidye ver.*' denir.

Şayet kuyu kazmayı rehin alan; taş koymayı da rehin veren veya başka biri emretmişse; ceza emredene ait olur.

Şayet, rehin veren ve alan, o köleye, "bir adamı Öldürmesini" em­retmişler; köle de o adamı öldürmüş ve bu köle, Öldürdüğünün yerine verilmişse; onun kıymeti emredene aittir. Ve o kıymet rehindir. Keza, köleyi, rehin veren veya alan, biri, diğerinin izni ile, hayvanları sulama­ya yollar; bu köle de, bir cinayet işlerse; onu gönderen, köleyi def için müahaza olunur. Hizânefü'l-EkmeTde de böyledir.

Kendi kıymeti bin dirhem olan bir köle, bin dirheme karşılık re­hin bırakılır; o da yolda bir kuyu kazar ve ona bir köle düşüp, iki gözü kör olursa; bu durumda, o kölenin yerine, kuyuyu kazan köle verilir; veya, bedeli fidye edilir.

Fidyenin tamamı rehin alanın üzerinedir. Fidyeyi verince, rehin yine aslı üzerine rehindir.

Rehin alan» o kör olan köleyi alır. O kör köle» rehin alanın verdiği­ne karşılıktır.

Eğer rehin olan köleyi, cinayete karşılık olarak verir ve kör köleyi de alırsa; işte o kör köle, bin dirhem alacağına karşılık olarak rehin ol­muş olur.

Eğer, o kuyuya başka biri daha düşerse; o da, kuyuyu kazan köle­ye ortak olur veya onun efendisi, fidyesini verir. O kör köle, bir şeyle ona lahık olmaz.

Bir adam diğerine: "Filanı satarsa; bedeîi benimdir." der; Meb-8Ût*ta da böyledir. Onu da satıştan Önce rehin olarak verirse; bu caiz olmaz. Hızânetü'l-Miiftin'de de böyledir.

İki adamın her birisinin, bir adamda biner dirhem alacakları bu­lunduğunda; alacaklarına karşılık o adamdan, bir yeri rehin alıp, onu da teslim aldıktan sonra, rehin alanlardan birisi: "Bizim, filanda olan malımız bâtıldır. Halbuki, onun yeri bizdedir." derse; İmâm Ebfi Yâraf (R.A.): "Bu rehin batıldır." buyurmuştur. İmâm Mahunmed (R;A.) ise: "Rehin bâtıl olmaz; onun hissesi berat etmiş olur. Rehin, hâli üzere re­hindir." buyurmuştur. Zahîriyye'de de böyleoir.

Değeri bin dirhem olan bir cariye, bin dirheme rehin bırakılır ve bin dirhem değerinde bir de çocuk doğurur; o cariyeyi de değeri yüz dir­hem olan, başka bir câriye öldürür; o câriye de, onun yerine, rehin ala­na verilir; o da, bin dirhem değerinde bir çocuk doğurur ve sonraki ca­riyenin bir gözü kör olursa; borcun kırkdörtte biri sakıt olur.(= dü­şer). Geri kalan dokuz yüz yetmiş yedi tam ıA (- 977 Ya) dirhem öde­nir. Bir de, bir dirhemin kırkdörtte biri ödenir.

Bunun beyanı: ana bin dirhem kıymetinde bir çocuk doğurdu ve borç, yarı yarıya taksim edildi. Çünkü itibar sözleşme zamanmadır ki o zaman cariyenin kıymeti bin dirhemdir. Çocuğun kıymeti de bin dir­hemdir. Başka bir câriye onu öldürdüğü zaman onun değeri de yüz dir­hemdir. O, öldürdüğünün yerine verildi; borç da onun kıymeti kadar baki kaldı. Çünkü, o öldürdüğünün yerine —et ve kan yönünden— kâim ol­du. Sanki, önceki olmuş oldu. öldüren câriye, bir çocuk doğurduğu za­man katil olan cariyenin kıymeti olan yüz dirhem, aralarında taksim edil­di. Borcun yarısı da önceki çocuğa ait oldu. Böylece, tamamı yirmi iki sehim oldu. Sonraki cariyenin kör olmasıyla da, borcun yansı düştü, Bu durumda katlanma sebebiyle, kırkdört sehim oldu. Yirmi ikisi ikin­ci çocuğun sehmi; iki sehmi de katil cariyenin sehmi; kör olması sebe­biylede bir sehmi gitti. Böylece, borçtan kırk dört cüzde birisi gitmiş oldu. Bu İmim Muhammed (R.A.)'e göre böyledir. Klfi'de de böyledir.

En doğrusunu bilen AHahu Teâlâ'dır. [25]

 

12- REHİNLE İLGİLİ DA'VALAR VE HUSÛMETLER
 

Bir adamdaki bir rehni, iki adam iddia ederler ve onlardan her biri, "rehnin, kendisinin olduğunu ve bin dirheme karşılık konulduğunu" iddia ederk, onu, kendilerinden, rehin alanın teslim aldığını" söylerler­se; işte bu mes'ele iki vecih üzeredir.

Birincisi: Bu da'vâ, rehin verenin hâl-i hayatında olabilir.

O da üç vecih üzerinedir:

1-) Rehnin, iddia edenlerden birinin yanında olması

Bu vecihde, ya tarihleri yoktur veya tarihleri aynıdır.

Eğer tarihleri var da, birinin tarihi daha önce ise, onlardan tarihi önce olana hükmedilir. Satın alma da'vasında olduğu gibi..

2-) Rehnin, ikisinin de yanında olması.

3-) Rehinin, rehin verenin yanında olması.

Bu iki vecihte, birinin tarihi diğerinden önce ise, ona hükmedilir.

Tarihleri yoksa veya tarihleri aynı ise; kıyâs, rehnin onlardan hiç birine hükmedilmemesidir.

Istihsânda ise, herbirine yarısı hükmedilir. Biz kuvvetinden nâşi, kıyası alırız.

Ebû Süleyman'da böyle rivayet etmiştir.

Ebu Hıfe'ın rivayetinde: "Rehinden bir şeyle onlardan hiç birine hük­medilmez. Kıyâstada istihsanda da böyledir." denilmiştir.

Âlimler: Ebâ Süleyman'ın rivayeti esahhtır." buyurmuşlardır. İkincisi: Da'vânın rehin verenin ölümünden sonra olması. Bu da, —önceki gibi— üç vecih üzredir:

Bütün vecihlerde, eğer birinin tarihi önce ise, ona hükmedilir. Ta­rihleri yoksa veya müsâvî ise, rehin, ya rehin onların yanındadır veya rehin verenin yanındadır.

Kıyâs hiç birine bir şeyle hükmetmemekdir. İmâm Ebû Yûsnf (R.A.) kıyâsı kabul etmiştir.

îstihsân ise, her birine yansı verilir

Eğer, rehnin parasında fazlalık varsa, o fazlalık başka alacaklılara verilir veya rehin verene verilir.

İstihsanda, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Mohammed (R.A.) bunu almıştır. Kitaplarda, bizim zikreylediğimiz gibidir.

Eğer, ikisi bir kişiden iddia ederlerse; bu böyledir.

Fakat, ikisi, iki kişiden rehin iddia ederler ve rehin ellerinde olur; beyyine de ibraz ederlerse; işte bu mes'ele dört vecih üzredir:

Birinci vecih: Rehin verenler, gaip olur ve rehin, rehin verenin elinde bulunur.

Bu durumda rehin, rehin elinde olana hükmedilir. Bununla bera­ber, tarihi varsa ve tarihi önce ise bu böyledir.

Eğer rehin verenler huzurda iseler, rehin harice hükmedilir.

Eğer rehin verenlerden birisi huzurda diğeri gaip ise, o zaman di­ğer rehin veren de harice hükmedilmez. Diğeride hazır olursa; o zaman hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın yanında bulunan bir köleyi, diğer birisi iddia ederek, "onun kendisinin olduğunu ve onu, gaip birisine bin dirheme karşılık olarak rehin olarak bıraktığını söyler" onu kendinden o şahsın teslim aldığını" iddia eder; köle yanında bulunan da: "Bu, benim kölemdir." derse; bu köle iddia edene hükmedilir. Çünkü, köle elinde olan, kendi­ne hasm edinmiştir.

Zira onlardan her birisi, bu kölenin kendi mülkü olduğunu iddia ediyor. Bu durumda, da'vaciya hükmedilince, köle, elinde bulunduğu şahıstan alınıp, adi sahibine veriliir.

Şayet, rehin veren gaip olur da; rehin alan: "Bu köle filan tarafın­dan, benim yanımda, şuna karşılık rehindir. Köle elinde olan, onu gas-beyledi. (veya ariyet aldı yahut benden icarladı) der ve buna göre beyyi­ne de ibraz ederse: İmâm Mohammed (R.A.) Asi kitab'ında da "Ben, gerçekten o köleyi, ona teslim ederim buyurmuştur. Şemsü'l-Eimme Serana: şöyle buyurmuştur;

Hâkim, rehinle hükmeylemez. Çünkü, burda gaibe karşı borç ile hüküm vermek vardır. Onun husûmeti yoktur. Fakat, köle elinde ola­na hükmeder. Zira o, gasp veya icâre yahut ariyet olarak iddia olundu. Onun şahitleri şehâdette bulunurlar da ona geri vermesine hükmedilir. Bu, köle elinde olunanın dava edilmediği hâle muhalifdir. Gerçekten köle yanında olan, kendi hasm nasbetmemiştir.

Hassaf'ın Hiyel kitabında şöyle zikredilmiştir:

Bir adamın yanında bir rehin bulunur ve râhin de kaybolur ve mür-tehin (= rehin alan) bu rehni, hâkim tarafından tesbitini murad edip; rehnin kendi yanında olduğuna dair hüküm almak ve onu tescil ettir­mek isterse; buna çâre:

Rehin alan, garip bir adama, o rehnin, kendi kölesi olduğunu id­dia eylemesini söyler ve rehin alan, o köleyi hâkimin huzuruna çıkarır ve hâkimin yanında, rehin alan, "onun, kendi yanında rehin olduğunu*' beyyine ile isbat eder; hâkim de, rehnin onun yanında olduğunu duyar ve onun rehin olduğuna hükmeder. Ve, bu durumda garibin da'vâsını reddeder.

Eğer, rehin veren gaip ise, bunu, İmâra Mnhammed (R.A.), Câmİ ki­tabının da'vâ bölümünde ve Asi Kitabıo'da bazı yerlerde böylece zikrey-lemiştir. Âlimler bu hususta muhtelif görüşlere sahiptirler: Bazıları: "Re­hin verenin, huzurda olması şarttır. Kitapta galat oldu." dediler.

Sahih olan, onun hazır olması şart değildir.

Bazı âlimler de: "Bu mes'elede, iki rivayet vardır. O rivayetlerin birinde, rehin verenin gıyabında, bu beyyine kabul edilir." denilmiş; di­ğerin de ise: "Hâkim, bu beyyineyi kabul etmez." denilmiştir.

Şemsfi'l-Eimme Serahsî, Hıyd Kitabının Şerbı'nde şöyle buyurmuştur:

Gerçekten bunun benzerlerine Sİyer-i Kebir'de cevap verildi ve şöyle buyurdu: "Rehin olan köle, esir olsa; sonra da ganimet olsa; taksim olmadan da, rehin alan, onu orda bulsa ve onun filan için rehin oldu­ğunu belgeleyip onu alsa; işte bu, gaibe karşı rehinle, hüküm olmaz.

Rehin koyan: "Bu elbiseyi, sana rehin bıraktım", der; bu rehin de, rehin alanın yanında1 duruyor olur ve o: "Bu köleyi, sen rehin bıraktın; ben de teslim aldım." der ve her ikisi de beyyine ibraz ederlerse; bu du­rumda rehin verenin beyyinesi geçerli olur.

Şayet, rehin alan: "Sen, köleyi ve elbiseyi birlikte rehin verdin; ben de ikisini senden teslim aldım." der; rehin veren de: 'Hayır, ben ynlnu bu elbiseyi rehin verdim." derse; bu durumda rehin alanın beycine-.i

geçerlidir.

Rehin veren beyyinesiyle: "Bu adamın yanına, iki bin dirhem de­ğerinde bir köleyi, bin dirheme karşı rehin bıraktım." Der; rehin alan da onu inkâr ederse; bu diurumda rehin alan, kölenin tamamını tazmin eder. ( = Öder)

Kölenin kıymetini tazmin edince, bin dirhemini alacağına sayar ka­lanını rehin bırakana öder.

Eğer rehin alan, onu ikrar eder ve "öldüğünü" iddia ederse: taz­minat yoktur. Çünkü, borca karşı, o fazla olana emin kişidir. Rehin alanda inkâr bulunmazsa taki inkâr sebebiyle o ziyadeyi tazmin eyle­sin. Rehni inkâr etmez ve beşyüz dirhem kıymetinde bir köle getirip: "İşte köle budur." derse; tasdik edilmez. Çünkü, beyyine ile, kölenin ikibin dirhem değerinde olduğu tesbit edilmiştir. Halbuki getirdiği kö­le, bu sıfatı hâiz değildir. Artık yalanı açık olmuştur. Rehin veren, onu inkâr edince; bu durumda rehin alanın sözü kabul edilmez.

Bir adamın, diğerinde bin dirhem alacağı olur ve borçlu da onu kabul eder; alacaklı "onun, borcuna karşı, bir köleyi rehin bıraktığını" iddia eder; borçlu da, bunu inkâr ederse; eğer rehin, rehin alanın ya­nında duruyorsa, hâkim borç sahibinin beyyinesiyle hükmeder.

Şayet borç sahibi» alacaklıya karşı, rehin bıraktığını iddia eder; ala­caklı da onu inkâr eder; o rehin de rehni alanın yanında durmakta olur­sa; bu durumda hâkim, borçlunun beyyinesi ile rehni hükmeylemez. Kitaba Reh'in rivayeti budur. Şehftdettet Rücû Kittbtn'nın rivayeti ise: Hâkim hükmeder.

Şayet rehin, rehin alanın yanında zayi olursa; bu durumda hâkim, borçlunun beyyinesi ile bi'Mttifak hükmeder. Çünkü, rehin zayi olduk­tan sonra, rehin alanın onu inkâr etmesi —rehni fesh ihtimâlinden dolayı— mümkün değildir.

Rehin veren, rehin alana karşı, rehin verdiğini beyyineler; şahitler de bir şey söylemez ve onu bilmezlerse; hâkim, rehin alandan, rehni so­rar. Onun sözü geçerlidir.

Bu Belh âlimlerine göre böyledir.

Âlimler bunu şöyle te'vil etmişlerdir:

Şahitler, rehin alanın ikrarı üzerine şahitlik ederler ve "Gerçekten rehini ondan teslim aldı." derler. Fakat şahitler, şehâdette bulunurlar ve o, belirsiz bir şey rehin bıraktı." derlerse; bu durumda hâkim, onu kabul etmez.

Bir adam, beyyine ile, zi'1-yed'e, bir elbise emanet bıraktığını söy­ler; zi*I-yed de beyyinesiyle, "onu, ondan rehin aldığını" iddia ederse; rehin alanın beyyinesi geçerli olur.

öyle olunca, önce emânet koymuş sonra da onu rehin eylemiş gibi olur. Çünkü, rehin emânete karşı reddedilir. Eğer emânet olursa, o re­hin olarak verilmez. Ancak, rehin alanın rızası ile verilebilir.

Şayet, rehin bırakan "onu sattığına" dair beyyine ibraz eder; rehin alan da "onun, rehin olduğuna" dair beyyine ibraz ederse; bu rehin bâtıl olur. Önce rehin bırakmış sonra da onu satmış olur. Çünkü, bu rehni satış olur. Zehıyre'de de böyledir.

Rehin veren, rehni iddia ederek, beyyine ibraz eder; rehin alan­da "onun, bağış olduğunu" iddia ederek, beyyine ibraz ederse; bu du­rumda; "bağış"... diyenin beyyinesi kabul edilir.

Bir adam, bir şeyi "satın aldığını ve teslim aldığını" iddia eder; diğeri de "rehin olarak aldığını" iddia eder ve her birisi de beyyine ib­raz ederler ve o şey de rehin verenin yanında olursa; "satın aldım.'" di­yenin beyyinesi geçerlidir.

Ancak, daha önce rehin olduğu bilinirse; o müstesnadır.

Şayet, o şey rehin alanın yanında olursa; o, rehin olur. Ancak, sa­tın alan, "satın aldığını" isbat ederse; o müstesnadır.

Eğer rehin verenin elinde olur da, rehin alan "onun rehin olduğunu" iddia eder; diğeri de "sadaka olduğunu" iddia eder; ve her birini de bey­yine ibraz ederse; rehin sahibi, daha haklı olur. Ancak diğeri beyyinesiyle onu hîbe ve sadaka hükmü ile aldığını isbat ederse; o zaman rehin olur. Mebsât'ta da böyledir.

Kendisine emânet bırakılan şahıs veya bir müdârip, malın zayi olduğunu iddia ederler; mal sahibi de onların zayi ettiğini iddia ederler ve bu hususta sulh yaparlar ve borçlu, rehin verir; o rehin de zayi olur­sa; rehin alan, onu tazmin etmez. Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

Diğer bir kavline göre ise, tazmin eder.

İmâm Muhammet! (R.A.) de bu görüştedir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden emaneten bir elbise aldıktan sonra, onu rehin bırakır; o da rehin olmadan önce (yâni rehin alan, onu teslim almadan önce) zayi olursa; işte o, rehin hükmünde değildir.

Eğer rehin bırakan, "onun, rehin olduğunu" beyyineler ve o bun­dan sonra zayi olursa; rehin alan da "onun, kendi yanında, emânet olarak zayii olduğunu" isbat ederse; işte bu takdirde, rehin verenin beyyinesi kabul edilir. Çünkü, b borcu ifâyı isbat ediyor. Mebsût'ta da böyledir.

Rehin veren iki kişi olur ve rehin alan, onlara karşı rehni iddia ederek, onlardan birine karşı, onun rehin bıraktığı hususunda beyyine ibraz eder ve "o, rehin bıraktı; kendisi de aldı; eşya ikisinindir." der; onlar da bunu inkâr ederlerse; bu durumda, rehni iddia eden, üzerine beyyinesi olmayana, yemin verir.

Eğer o yemin etmez ise, ikisine karşı da iki muhtelif sebeble; rehin sabit olur, yemin etmeyene, yeminden kaçınması sebebiyle diğerine de beyyinesi sebebiyle..

Eğer yemin ederse, onun hakkında rehin sabit olmaz. Diğerinin his-sesiyle rehin hükmedilmez. Şayet biz, onunla hükmeylesek, elbette reh­ni muşa olarak hükmederiz. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer rehin veren, bir kişi olur da, rehin alan iki kişi olur ve on­lardan birisi: " Ben ve arkadaşım, bu elbiseyi, senden yüz dirheme kar­şı rehin aldık." diyerek, beyyine de ibraz eder; diğer arkadaşı da bunu inkâr ederek: "Sen, onu rehin bırakmadın" der; Rehin veren de rehni inkâr ederse; bu durumda rehin, rehin verene geri verilir.

İmâm EbÛ Yûsuf (R.A.)'un kavli budur.

İmâm Muhammed (R.A.): "Ben, onu rehin oUrak hükmederim." ve onu, beyyinesi olan "ve elinde olan mürtehine ait kılarım" demiştir.

Rehin ona hükmolunca, o da rehni alır.

Eğer rehin zayi olursa beyyinesi olanın hissesi gider; diğerinin his­sesi, bi'Mttifak sabit kalır. Çünkü o, inkârı sebebiyle şahitleri yalanlamıştır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, borcuna karşılık, rehin bırakmak için bir adamdan ariyet alır ve onu teslim alıp, rehin olarak bırakır; sonra da elbise sahi­bi, rehin alanla ihtilaf ederler ve elbise sahibi: "Elbise borç ödenmeden önce zayi oldu." der; rehin alan da: "Borç ödendikten sonra zayi ol­du." derse; —yeminle birlikte— rehin verenin söylediği söz geçerli olur.

Keza, rehin veren: "Rehin, ben onu rehin vermeden önce zayi ol­du." der; elbise sahibide "Sen rehin verdikten sonra my' oldu." derse bu durumda —yemin ile birlikte— rehin verenin sözü geçerli olur.

Eğer beyyine ibraz ederlerse» elbise sahibinin beyyinesi geçerli olur.

Eğer elbise, rehin alanın yanında zayi olur ve sonra da rehin veren rehin alan ve elbise sahibi, elbisenin değeri hakkında ihtilafa düşerler­se; rehin alanın sözü geçerli olur.

Şayet elbise sahibi ile rehin veren ihtilaf ederler ve elbise sahibi: "Sen, onu beş dirheme karşılık rehin koyduğunu, söyledin."der; rehin veren de: "Sen, bana onu on dirheme karşılık rehin koymamı söyledin.*' der­se; bu dururnda elbise sahibinin sözü geçerli olur.

Eğer her ikisi de beyyine getirirlerse; rehin verenin beyyinesi tercih edilir. Ve, onun bedelini tazmin etmekten beri olur.

İki şahitten birisi, "yüz dirhem karşılığında rehin olduğuna" şa­hitlik eder; diğeri de "ikiyüz dirheme karşılık rehin olduğuna" şahitlik ederse; İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre, ikisinin de şahitlikleri bâtıldır; asla rehin olarak hükmedilmez.

Imâmeyn'e göre ise, yüz dirheme karşılık rehin olarak hükmedilir.

Eğer, birisi "yüz"; diğeri de "elli dirhem karşılığında rehin konulduğuna" şahitlik yaparlar; rehin alan da "yüz dirheme karşılık" diye iddia ederse; ikisinin de şahitlikleri kabul edilmez.

Eğer, rehin alan "elli dirheme karşılık rehin bırakıldığını" iddia eder­se; işte o zaman, şahitlikleri kabul edilir ve yüz dirheme karşı rehin olduğuna hükmedilir. Bu bütün âlimlerimize göre böyledir. Miihıyt'te de böyledir.

Allahu Teâlâ, her türlü noksanlıklardan münezzehtir. Ve, her tür­lü kemâl sıfatları ile muttasıfur. Dönüş O'nadır; varılacak O'dur. [26]                            

 

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/333-334.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/335-337.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/337-338.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/338-339.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/339.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/340.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/340-341.

[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/341-344.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/344-350.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/350-355.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/356-369.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/369-371.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/372-386.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/387-389.

[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/390-391.

[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/392-394.

[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/394-396.

[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/397-400.

[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/401-411.

[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/412-417.

[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/418-422.

[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/423.

[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/423-426.

[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/426-430.

[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/430-445.

[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 12/446-453.


Günün Sözü

"Emânete riâyet etmeyenin kâmil îmânı ve ahdinde(sözünde) durmayanın da kâmil dîni yoktur. (Hadîs-i Şerif—İbn-i Hıbbân)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.