Feteva-i Hindiye

Mahkeme Kitabı

KİTÂBÜ'L-MEHÂDIR VE'S-SİCÎLLÂT.

(MAHKEME SİCİL VE KAYIT DEFTERLERİ)

1- MAHKEMELERDE DA'VÂLARLA İLGİLİ KAYİTLAR VE SİCİL DEFTERLERİNİN TUTULMASI

Da'vâ İle İlgili Bazı Istılahlar:

2- MUTLAK BORCUN İSBATI HUSUSUNDAKİ DA'VÂDA KAYDA GEÇİRİLMESİ ( = MAHKEME DEFTERİNE YAZILMASI) GEREKEN ŞEYLER..

Mutlak Borcun İsbatı İle İlgili Da'vânın Tescili (= Bu Da'va İle İlgili İfâdelerin Ve Kararın, Mahkeme Sicil Defterine Yazılması)

Mutlak Borçla İlgili Da'vanın Def'i Hususundaki Da'vâda Kayda Geçirilmişi Gereken Şeyler

Mutlak Borçla İlgili Da'vanın Def'i İle İlgili Da'vanın Tescili

3- BİR ÖLÜDE BULUNAN ALACAKLA İLGİLİ DA'VÂDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER..

Ölüde Bulunan Alacakla İlgili Da'vânın Tescili

Ölüde Bulunan Alacak Da'vâsinin Def'inin İsbatı Hakkındaki Da'vâda Kayda Geçirilecek Şeyler

Ölüde Bulunan Alacak Da'vâsının Def'inin İsbatı Hakkındaki Da'vânın Tescili

4- NİKÂHLA İLGİLİ DA'VÂDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER..

Nikâhla İlgili Da'vânın Tescili

Nikâh Da'vâsının Def'l İle İlgili Da'vânın Tescili

Nikâhla İlgili Da'vânın Def'i Hakkındaki Da'vâda Kayda Geçirilmesi Gereken Şeyler

5- BİR ŞAHSIN, "YANINDA BULUNAN BİR KADININ, KENDİSİNİN NİKÂHLISI OLDUĞUNU" İDDİA ETMESİ VE KADININDA BUNU İKRAR ETMESİ İLE İLGİLİ DA'VÂDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER..

6- BİR KADININ, ÖLEN KOCASININ TEREKESİNDE MEHRİNİN BULUNDUĞU DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER..

Bir Kadının, Ölen Kocasının Terekesinde Mehrinin Bulunduğu Da'vâsinin Tescili Ve Bu Da'vânın Def't İle Bu Defin Tescili

7- BABASINI VEKİL KILARAK NİKAHLANAN BİR KADININ MEHR-İ MİSLİNİ İSBAT DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER..

8- BABASINI VEKİL KILMADAN NİKAHLANAN BİR KADININ MEHR-İ MİSLİNİ İSBÂT DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER..

9- MUTANIN İSBAÎL HUSUSUNDAKİ DA'VÂDA MAHKEME DEFTERİNE YAZILMASI GEREKEN ŞEYLER..

10- HALVEÎ HÂLİNİ İSBAT DA'VÂSININ KAYDI

11- HÜRMET-İ GALÎZA'NIN İSBATI DA'VASINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER..

Hürmet-i Galîza'nın Teşbih Da'vasının Tescili

Hürmet-i Galîza Da'vâsı İçin Başka Bir Tescil Örneği

12- KADIN DA'VÂ ETMEDİĞİ HÂLDE, ŞÂHÎDLERİN, ÜÇ TALÂKA ŞEHÂDET ETMELERİ SEBEBİYLE, HÜRMET-İ GALÎZA MEYDANA GELMESİ DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER..

Şâhidlerin Şehâdeti İle Meydana Gelen Hürmet-i Galîza Da'vâsının Tescili

13- GÂİB KOCA ÜZERİNE, HÜRMET-İ GALÎZANIN TEŞBİH HUSUSUNDAKİ DA'VÂNIN KAYDI

Gâib Koca Üzerine, Hürmet-i Galîza'nın Tesbiti Da'vâsının Tescili

Gaip Koca Üzerine, Hürmet-i Galîza'nın Tesbiti Da'vâsının Tesciline Başka Bir Örnek 

14- NAFAKADAN ACZ SEBEBİYLE, KARI-KOCANIN ARASININ AYRILMASI DA'VÂSININ KAYDI

15- NİKAHLAYACAĞI HER KADINI BOŞAMAYA YEMİN EDEN BİR ŞAHSIN, BU YEMİNİNİ BOZMASI İLE İLGİLİ DA'VÂNIN KAYDI

Yemin-i Müdâfe'nin Bozulması Da'vâsının Tescili

16- INNET (= CİNSÎ İKTİDARSIZLIK, GÜÇSÜZLÜK) SEBEBİYLE AYRILMA DA'VÂSININ İSBATINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER..

İnnet Da'vâsının Def'i İle İlgili Da'vâda Kayd.

17- NESEBİN TESBİTÎ İLE İLGİLİ DA'VÂDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER  

Bir Kadının, "Yanındaki Çocuğun, Kocasından Olduğu" Hususundaki Da'vâsının, Nasıl Kaydedileceği

Yanında Küçük Bir Çocuk Bulunan Bir Erkeğin, Bir Kadına Karşı: "Bu Çocuk, Bu Kadındandır." Diye Da'vâ Etmesi Hâlinde, Bu Da'vâda Kaydedilmesi Gereken Şeyler

Buluğa Ermiş Bir Şahsın, "Diğer Bir Kimsenin Kendi Oğlu Olduğu" Hakkındaki Da'vâsında Kayda Geçirilmesi Gereken Şeyler

18- AZÂD EDİLEN BÎR KÖLENİN VELÂSI DA'VÂSINDA KAYDEDİLMESİ GEREKEN ŞEYLER..

Azâd Edilen Kölenin Velâsı Da'vâsının Definde Kayda Geçirilmesi Gereken Şeyler

19- USÛBETİN (= BABA TARAFINDAN AKRABALIĞIN) ÎSBATI DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEVLER..

Usübet'in İsbatı Da'vâsının Tescili

20- BİR KİMSENİN, ASLEN HÜR OLDUĞU HAKKINDAKİ DA'VÂDA TUTULMASI GEREKEN KAYIT.

Bîr Kimsenin Aslen Hür Olduğu Davasının Tescili

21- ELİNDE KÖLE BULUNAN ŞAHSIN, ONU AZÂDETTİĞİ HUSUSUNDAKİ DA'VÂDA KAYIT.

Elinde Köle Bulunan Şahsın, Onu Azâd Ettiği Hususundaki Da'vânın Tescili

22- KÖLESİ YANINDA BULUNAN BİR KİMSENİN BU KÖLESİNİN, BAŞKASI TARAFINDAN AZÂD EDİLMESİ DA'VÂSININ KAYDI

Bir Kimsenin Kölesinin Başkası Tarafından Azâd Edilmesi Da'vâsının Tescili

23- KÖLELİĞİN İSBATI DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLECEK ŞEYLER..

Köleliğin İsbatı Da'vâsının Tescili

Köleliğin İsbatı Da'vâsının Def'î İle İlgili Da'vâda Kayıt

Köleliğin Îsbatı Da'vâsını Def' Eden Da'vânın Tescili

Köleliği İsbat Da'vâsını Def Eden Da'vânın Tescili

24- ÜMM-Ü VELED VE MÜDEBBERLİĞİN İSBATI DA'VÂLARINDA KAYIT.

Tedbîr (= Müdebber Kılma) Da'vâsında Kayıt

Tedbir Da'vâsının Tescili

Gaibin Azadını İsbat Da'vâsının Tescili

25- KAZF HADDİNİN İSBATI DA'VÂSINDA KAYIT.

26- SİRKAT (= HIRSIZLIK) DA'VÂSINDA TUTULMASI GEREKEN KAYIT.

27- İNAN ORTAKLIĞI DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKLİ ŞEYLER  

İnan Ortaklığı Da'vâsının Reddi İle İlgili Da'vânın Kaydı

28- VAKFİYENİN ÎSBATI DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER  

Vakfiyenin İsbâtı Da'vâsının Tescili

29- HUDUTLU BÎR MÜLKÜN tSBATT DA'VÂSINDA KAYDA GEÇMESİ GEREKEN ŞEYLER  

Hudutlu Mülk Da'vâsının Tescili

Hudutlu Mülk Da'vâsının Defi Da'vâsının Kaydı

Hudutlu Mülk Da'vâsinin Definin Tescili

30- BABADAN MÎRAS KALAN BİR EVİN İSBATI DA'VÂSININ KAYDI

Babadan Mîras Kalan Ev Da'vâsının Tescili

Babadan Kalan Ev Da'vâsının Defi Da'vâsında Kayededilecek Şeyler

Babadan Kalan Ev Da'vâsının Def'i Da'vâsının Tescili

31- BİR MENKÛLÜN, MUTLAK MÜLK OLDUĞU DA'VÂSINDA KAYIT.

Menkûlün, Mutlak Mülk Olduğu Da'vâsının Tescili

Menkûl Bir Malın, Mutlak Mülk Olduğu Da'vâsının Defi Da'vâsında Kayıt

Menkûl Bir Malın, Mutlak Mülk Olduğu Da'vâsının Def'i Da'vâsının Tescili

32- SAHİBİNDEN SATIN ALINAN BİR AKARIN MÜLK OLMASI BA'VÂSINDA KAYIT 

33- BAŞKA BİR YERDEN GELİP, HAKKI OLAN, YÜK HAYVANININ BEDELİNİ ALMAK İÇİN MÜRACAAT EDEN ŞAHSIN TESCİL İSBÂTI DA'VÂSININ KAYDI

Başka Bir Yerden Gelip, Hakkı Olan, Yük Hayvanının Bedelini Almak İçin Müracaat Eden Şahsın Tescil İsbatı Da'vâsının Tescili

Bu Da'vânın Tescili İçin Başka Bir Örnek.

Bu Da'vânın Tescili İçin Diğer Bir Örnek.

34- KISASI İSBÂT DA'VÂSININ KAYDI

35- DİYETİN İSBATI DA'VÂSININ KAYDI

36- KAZF'İN İSBATI DA'VÂSINDA KAYIT.

37- BİR ŞAHSIN VEFATI VE MÜNÂSAHA İLE VERASETİN İSABTI DA'VÂSININ KAYDI

Münâsaha Da'vâsının Kaydı Îçîn Başka Bir Örnek.

38- BABADAN MÎRAS KALAN EV DAVASİNİN KAYDI

Babadan Mîras Kalan Ev Da'vâsının Tescili

39- VASİYETLERİN ÎSBATÎ DA'VÂSINDA TUTULMASI GEREKEN KAYIT.

Vasiyetin İsbati Da'vâsı İçin, Başka Bir Kayıt Örneği

40- YETİMİN BULÛĞA ERDİĞİNİN ÎSBATS.

41- YOKSULLUĞA DÜŞÜP İFLÂS EDEN BİR ŞAHSIN, BUNU İSBAT ETMESİ DA'VÂSININ KAYDI

İflas Da'vâsının Tescili

42- RAMAZAN HİLÂLİNİ İSBAT DA'VÂSINDA TUTULMASI GEREKEN KAYIT 

43- HÜKÜM MECLİSİNDE, DIŞARI ÇIKMAYAN ÖRTÜLÜ BİR KADINI DA'VÂ EDEN BİR KİMSENİN TALEBİNİ, BU KADININ REDDİ DALYASININ İSBATI HUSUSUNDA TUTULMASI GEREKEN KAYIT.

44- KİTÂBÜ'L-KÂDÎ İLE'L-KÂDÎ (= KİTÂB-I HÜKMÎ) YOLUYLA, GAİBE KARŞI ALACAK DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER.. 35

Kitâb-ı Hükmî'nin Cevabında Bulunması Gereken Hususlarla İlgili Bir Örnek.

45- KİTÂB-I HÜKMÎ İLE, HUDUTLU BİR MÜLKÜN TESBİT DA'VÂSINDA KAYIT 

46- SERMAYE VE MÜDÂRABE DA'VÂSINDA KİTÂB-I HÜKMÎ İLE BEYYİNE İKÂMESİNİN KAYDI

47- VÂRİSE KARŞI MÜDÂRABE MALI DA'VÂSININ KAYDI

48- HAYVAN ALIM SATIMINDA İNAN ORTAKLIĞINI KİTÂB-I HÜKMÎ İLE İSBAT HUSUSUNDA KAYIT. 37

49- BİR DA'VÂNIN KİTÂB-I HÜKMÎ İLE İSBATT.

Kitâb-ı Hükmî've Başka Bir Örnek.

50- BİR HÜKMÜN, HÂKİMİN KÂTİBİ TARAFINDAN TESCİL EDİLMESİ

Hükmün, Hâkimin Kâtibi Tarafından Tescil Edilmesine Diğer Bir Örnek.

Hükmün, Hâkimin Kâtibi Tarafından Tesciline Başka Bir Örnek.

51- ŞUFA DA'VÂSININ KAYDI

Şuf'a Da'vâsının Tescili

52- MÜZÂRAA DA'VÂSININ KAYDI

Müzâraa Davasının Tescili

53- İCÂREYİ ÎSBAT DA'VÂSININ KAYDI

İcâreyi İsbat Da'vâsının Tescili

İcâreyi İsbat Da'vâsının Tesciline Başka Bir Örnek.

İcâreyi İsbat İçin Diğer Bir Örnek.

54- HÎBEDEN RÜCÜ' (= BAĞIŞTAN DÖNME) DA'VÂSININ KAYDI

Hîbeden Rücû' Da'vâsının Tescili

Hibeden Rücû'u Men Da'vâsının Kaydı

55- REHNİ İSBAT DA'VÂSININ KAYDI

56- SANATKARA BİR ŞEY YAPTIRMA DA'VÂSININ KAYDI

57- AKAR DA'VÂSINDA KİTÂB-I HÜKMÎ

58- KAÇAN BİR KÖLE HAKKINDA, KİTÂB-I HÜKMÎ

59- VAKIFLAR HAKKINDA KİTÂB-I HÜKMÎ

Vakıf İçin Kayyım Olanlar Hakkında Kitâb-ı Hükmî

Kayyımlık İle İlgili Kitab-ı Hükmî'nin Cevabı

60- VASİLİĞİ KABUL ETMEK..

61- KÜÇÜK ÇOCUĞUN, ALACAĞI TEREKENİN TAKSİMİ İÇİN KAYYIM TAYİNİ İLE İLGİLİ KİTÂB-I HÜKMÎ

62- KÖYLERE HAKEM TAYİN ETMEK..

63- NİKÂHIN, KİTÂB-I HÜKMÎ İLE DİĞER BİR HÂKİME BİLDİRİLMESİ

64- HÂKİMİN, NAHİYELERDEKİ HAKEMLERE GÖNDERDİĞİ YAZI

65- HÂKİM TARAFINDAN, VAKIF BİR YER İÇİN, HAKEME YAZILAN YAZI

66- BİR GAİBİN BORÇLANMASINA İZİN İSTEMEK İÇİN YAZILAN YAZI

67- KADINLARIN NAFAKA TALEBİ HAKKINDAKİ YAZI

68- ŞAHİTLERİN DURUMU İLE İLGİLİ OLARAK, MÜZEKKÎ'YE YAZILAN GİZLİ YAZI

Tezkiyecinin, Cevabı Yazısı

69- HÜKMÎ İZİNLE, KÜÇÜK ÇOCUK İÇİN AKAR DA'VÂSININ KAYDI

70- BİR KADININ, ÖLEN KOCASININ VÂRİSİNE KARŞI AÇTIĞI MİRAS DA'VÂSININ KAYDI VE BU VÂRİSLERİN KADINA KARŞI SULH DA'VÂLARI

71- BİLİNMEYEN EMÂNET DA'VÂSI HAKKINDA KAYIT.

72- ORTAKLIK MALININ SERMÂYESİNİN, MEKKE DİNARLARI OLDUĞU DA'VÂSININ KAYDA GEÇİRİLMESİ

73- MALIN ÜÇTE BİRİNİ VASİYET DA'VÂSININ KAYDI

74- KEFALET DA'VÂSINDA KAYIT.

75- MEHRİN TAZMİN EDİLMESİ DA'VÂSINDA KAYIT.

76- AYRILIK VUKUUNDAN DOLAYI ASKIDA KALAN MEHRE KEFALET DA'VÂSININ KAYDI

77- BAŞKASININ ELİNDE BULUNAN ARAZİNİN BİR KISMININ MÜLKİYETİNİ İDDİA ETMENİN KAYDI

78- BİR KİMSENİN, BİR YERDE HİSSESİNİN BULUNDUĞUNU İDDİA ETMESİNİN KAYDI

79- BİR KiMSENİN, BABASINDAN BİR YERİ SATIN ALDIĞI İDDİASININ KAYDI

80- CARİYELİK DA'VÂSINDA, CARİYENİN DA'VÂYI REDDİNİ KAYIT.

Da'vâlının, Cariyenin Da'vâsını Red Da'vâsinin Kaydı

81- DA'VALİNİN, ITK DA'VÂSINI REDDİ DA'VÂSININ KAYDI

82- DEFİ DA'VÂDA, DA'VÂLIYI REDDİN KAYDI

83- MİRAS DA'VÂSINI, DA'VÂLININ REDDİ HAKKINDA KAYIT.

Necmüddin Nesefî'ye Arzedilen Da'vânın Kaydı

84- VÂRİS TARAFINDAN, "MÎRAS OLAN YER DA'VÂSINI DEF' DA'VÂSI’NIN KAYDI 52

Mîras Yer Hakkındaki Def-i Da'vâya Başka Bir Örnek.

85- DA'VÂLININ, AZÂD DA'VASI BERABER VERASET DA'VÂSINI REDDİ'NİN KAYDI 53

86- MÎRAS DA'VÂSININ KAYDI
Da'vâlının, Dedesinin İsmini Söylememesi Hâli

87- ŞÜFA DA'VÂSININ İRAYDI

Komşulardan Birinin, Hissesini Satması Hususunda Necmeddin Nesefî'ye Arzedilen Mes'ele 

88- UZUN SÜRELİ İCÂRE DA'VÂSININ KAYDI

89- FESHEDİLMİŞ İCÂRE BEDELİ DA'VÂSININ KAYDI

90- İCÂRE DA'VÂSININ VE İCARA VERENİN, MÜSTE'CİRİ DA'VÂ ETMESİNİN KAYDI

91- FESHEDİLMİŞ İCÂRE BEDELİNDEN KALAN KISMIN DA'VÂ EDİLMESİ

92- İCARA VERENİN ÖLÜMÜ SEBEBİYLE FESHOLAN İCÂRE BEDELİ DA'VÂSININ MÜSTE'CİRİN VÂRİSLERİ TARAFINDAN DEF'İ DA'VÂSININ KAYDI

İcarede Senet Arzetmek.

93- KÖLEYİ TA'RİF DA'VÂSININ KAYDI

94- SEMERKANT HÂKİMİNİN NAİBİNİN HÜKMÜ TESCİL VE REDDETMESİNİN ŞEKİLLERİ

95- KÖL'E İCARLAMA DA'VÂSININ KAYDI

96- SULH VE İBRA YAZISI

97- VÂRİSLERDEN MÜDÂREBE MALI İSTEME DA'VÂSININ KAYDI

98- TÜKETİLMİŞ BELİRLİ BİR MALIN KIYMETİNİ DA'VÂ ETMENİN KAYDI

99- BUĞDAY DA'VÂSININ KAYDI

100- HAKSIZLIKLA ALINAN VE TÜKETİLEN DİRHEMLER DA'VÂSININ KAYDI

101- BEDEL DA'VÂSININ KAYDI

102- VEKİLİN, EMÂNETİ MÜVEKKİLİNE VERMİŞ OLMASI DA'VÂSININ KAYDI

103- BÎR KİMSENİN ELİNDE BULUNAN BİR YERİ "BABASINDAN SATIN ALDIĞINI* İDDİA EDEN KADININ DA'VÂSINI KAYIT.

104- NEBATÎ YAĞ BEDELİ DA'VÂSININ KAYDI

105- MALIN ÜÇTE BİRİNİ VASÎYET ETME.

106- BİR KADINA KARŞI NİKÂH DAVÂSİNİN KAYDI

107- BİR DEVENİN SAHİBİNİ TESBİT DA'VÂSININ MERV ŞEHRİNDE YAPILAN TESCİLİNİ REDD .

108- MALIN ÜÇTE BİRİNE VASl OLMA DURUMUNU İSBAT DA'VÂSININ TESCİLİ

109- VAKFİYEYİ İSBAT DA'VÂSININ TESCİLİ

110- DA'VÂCININ, -SATMASI İÇÎN- DA'VÂLIYA GÖNDERDİĞİ BİR ŞEYİN BEDELİ DA'VÂSİNİN KAYDI

111- EŞEĞİN MÜLKİYET DA'VÂSININ KAYDI

112- KOCASI TARAFINDAN YEMİNLE BOŞANAN BİR KADININ, MEHRİNDEN KALAN ALACAĞINI, BABASININ TALEP ETMESİ DA'VÂSININ KAYDI

113- DEĞİRMEN İCARLAMA DA'VÂSININ KAYDI

114- ÜCRETİ BELİRLİ İCÂRE DA'VÂSININ KAYDI

İcâreyi Belirli Bir Zamana İzafe Etmek.

115- BİR CARİYEYE HAK SAHİBİ OLMA DA'VÂSININ KAYDI

116- İSTİHKAKİ İSBAT VE BEDELİNİ ALMAK İÇİN..

117- BİR ŞEYİN BELİRLENMİŞ OLAN BEDELİNİ TALEP DA'VÂSÎNIN KAYDI VE BU DA'VÂMIN REDDİ

118- DA'VÂCININ, ALIŞ-VERİŞLE İLGİLİ SENEDİNİN REDDEDİLMESİ

Da'vâcının Senedinin Reddine Başka Bir Örnek.

119- CİNSİ, NEVİ VE SIFATI MUHTELİF OLAN EŞYA DA'VÂSININ KAYDI

120- ERKEK DEVE İLE İLGİLİ DA'VÂNIN REDDİ

121- BAĞ ÇUBUĞU İLE İLGİLİ DAVADA, DA'VÂCINÎN SENEDİNİN REDDİ

122- KOCASINA KARŞI MAL DA'VÂSINDA BULUNAN BİR KADININ BU DA'VÂSINI REDD..

123- ŞEYHU'L-İSLÂM ALİ ES-SAĞDÎ'YE ARZEDÎLEN BİT' DA'VÂ..

124- KIRILMIŞ BAKIR DA'VÂSINDA SENEDİN REDDİ

125- HUZURDAKİ DA'VÂCİNİN DEDESİNİN İSMİNİN..

126- BİR KADININ, KOCASININ VÂRİSLERİNE KARŞI, MEHÎR BAKİYESİ İDDİASINDA BULUNMASI DA'VÂSININ..

127- İÇİNDE MAL İKRARI BULUNAN İLAMIN REDDEDİLMESİ

128- İKİ KİŞİNİN ORTAK BULUNDUĞU BİR CARİYENİN MEHRİ DA'VÂSININ KAYDI

129- SABÎ'NİN (= KÜÇÜĞÜN) DA'VÂSİNİ REDDETMEK..

130- İÇİNDE DA'VÂ BULUNAN İLÂM VE BU İLAMIN REDDEDİLMESİ

Da'vâ İhtiva Eden Bu İlamın Reddedilmesi

131- TAZMİNAT DA'VÂSININ REDDİ

132- DEF'-İ DEF' DA'VÂSININ REDDİ HAKKINDA KAYIT.

133- HÜRRİYETİ İSBAT DA'VÂSININ, HÂRİZM'DEN TESCİLİ VE REDDİ

134- TESCİLİ, YAZININ SONUNA ARZETMEK..

135- VAKFİYE DA'VÂSINDA TESCİLİ ARZ.

136- ASLEN HÜR OLMA DA'VÂSININ TESCİLİNİ ARZ.


KİTÂBÜ'L-MEHÂDIR VE'S-SİCÎLLÂT
 
(MAHKEME SİCİL VE KAYIT DEFTERLERİ)

 
1- MAHKEMELERDE DA'VÂLARLA İLGİLİ KAYİTLAR VE SİCİL DEFTERLERİNİN TUTULMASI
 

Sicil ve kayıt defterlerinde aslolan, icmal ile iktifa etmeyip da'vâ ve kararları açık ve sarîh bir şekilde etraflıca yazmaktır. Hulâsa'da da böyledir.

Şeyhu'l-İmâmü'z-Zâhid Haccâc Necmiid-dîn   Şemsü'l-İslâm ve'1-Müslimîn Ömer en-Nesefî. şöyle buyurmuştur:

Da'vâlar ve defterlerde işaret ve şehâdet lafzı, kendisine çok ihtiyaç olunan şeydir.

Sicillerde de böyledir ve elbette işaret lâzımdır.

Hatta, âlimler şöyle buyurmuşlardır:

Da'va defterine yazıldığı zaman, o filan, mahkeme günü, mahkeme meclisinde hazır bulunacaktır.

Uygun olan, da'vâcıyı da da'vâlıyı da kayıt defterine" "şu iddia edendir, şu iddia olunandır." diye yazmaktır. Çünkü, bazı âlimler, böyle olmayınca da'vânın sıhhatma fetva vermediler.

Sicil defterleri de böyledir. Önada: Da'vâcı Muhammed için, da'vâlı Ahmed'e hükmedümiştir." şeklinde yazılmalıdır. Muhıyt'te de böyledir.

Yine âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Kayıt defterine şahitlerin şehâdetleri yazılacak ve onlara işaret edi­lecektir.

Da'vâlı, bu hakkı terke muktedir olmayıp, husûmete. (= da'vâlaşmaya) mecburdur.

Müddeâ: Müddeînin da'vâ ettiği şey demektir.

Buna, müddeâ bili de denilir.

Muhakeme: Da'vâcının, da'vâlıyı, hâkimin huzuruna da'vet edip, onunla muhâsama ve (veya) murâfada bulunması demektir.

Muhâsama (- Husûmet): Da'vâda bulunmak, da'vâlaşmak demektir.

Murafaa: Da'va edilen şeyi hail ve fasl etmek için, da'vâlıyı, hâkimin huzuruna celbetmek demektir.

Müdâfaa: Hasmın iddiasına karşı koymak demektir.

Def-i Da'vâ: Da'valı tarafından, da'vâcmın da'vâsmı bertaraf edecek bir da'vâ dermeyan edilmesi demektir.

Fasl-ı husûmet: Da'vâyı tetkik ederek, bir hükme bağlamak demektir.

Mürûr-u Zaman: Bir hadise üzerinden, bir müddetin geçmiş olması demektir.

Mürûr-u zaman, bazen, o hâdise hakkında da'vânın dinlenmesine bir mania teşkil eder.

Kaza: Hâkimlik; husûmetleri hail ve fasl etmektir.

Kadı (- Hâkim): İnsanlar arasında vukûbulan husûmetleri, şer'î hükümlerine uyarak hail ve fasl için, veliyyü'1-emr tarafından tayin olunan zat.

Hâkim tâbiri, kadı tâbirinden daha umûmîdir. Çünkü, kadıya hâkim denildiği gibi, veliyyü'1-emre de hâkim denilir.

İlzam: Hâkimin, bir hususa hükmetmesidir.

Meclis-i Kaza: Mahkeme; hâkimin, da'vâları içinde hail ve fasl edeceği makam, dâire.

Tenfiz: Bir hâkimin verdiği bir hükmü, diğer bir hâkimin, istinâfen vâki oîan tetkiki neticesinde usûlüne muvafık görerek tasdik etmesi, demektir. [1]

 

Da'vâ İle İlgili Bazı Istılahlar:
 

Mahdar: Kendisinde iki hasmın arasındaki ikrara, inkara, beyyi-neye veya yeminden nükûle binâen verilen hükme dair câri olan şeylerin iştibâhı kaldıracak veçhile yazılmış olduğu mahkeme defteridir.

Mahdar'm çoğulu, mehâdır'dır.

Sicil: Kendisine nikâha, talâka, vakfa, ikrara, ahş-verişe ve diğer hukukî muamelelere dair mahkemede cereyan eden ifâdelerin ve hü­kümlerin zabt ve tahrir edilmiş olduğu defterdir.

Sicil'in çoğulu, sidllât'tır.

Mahkemede böyle, bir muameleyi tesbit ve tahrir etmeye Tescil denir.

Da'vâ: Bir kimsenin, hâkimin huzurunda, başkasından, bir hakkı talep etmesi demektir.

Da'vânm çoğulu: Deâvî'dir.

Da'vânın bir başka tarifi:

Da'vâ: Bir kimsenin, başkasının elinde veya zimmetinde bulunan bir şeye, kendisinin hak sahibi olduğunu söylemesi; meselâ: "Filan şahsın elinde bulunan şu şey, benimdir." demesidir.

İddia: Bir kimsenin, bir şey hakkında: "Şöyledir." (meselâ: "O şey benimdir.") diye da'vâ etmesidir.

Bu iddia, hak olacağı gibi, bâtıl da olabilir.

Müddeî (= Da'vâcı): Bir şeyin kendisine ait olduğunu, hâkimin huzurunda talep eden kimsedir.

Müddeî, dilerse bu talebini terkedebilir.

Müddeâ aleyh (= Da'vâh): Kendisinden, hâkimin huzurunda, bir hak talep edilen kimse.

Keza, âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

îcâre senedine, "filan oğlu filanın icarı, onun yeri, aralarında cereyan eden mubayaa, o yerde bulunan ağaçlar, bağ çubukları ve âkidler (= karşılıklı bağlantı yapanlar) yazılacaktır.

En uygun olanı, icarlayıcı tarafından, o yerin icarını, bağın ve bahçenin icarını yazmaktır.

Keza, uygun olan, şehâdet sözlerini (yâni şahidin söylediklerini) yazmaktır. Çünkü, olur ki hâkim, da'va ve şehâdet arasında muvafakat vardır zannedebilir ve hakikatte aralarında muvafakat olmayabilir.

Keza, âlimler şöyle buyurmuşlardır;

Sicil defterine yazıldığı zaman, şahitler "da'vanm muvafakatma" şehâdette bulunmazsa; bu tescilin sıhhatine fetva verilmez.

Keza, âlimler şöyle demişlerdir:

Bir hâkim, diğer bir hâkime yazı yazar ve bu yazıdaki şahitlerin şehâdeti, da'vâya uygun düşmezse; bu yazının sıhhatma fetva verilmez.

Âlimler şöyle demişlerdir:

Da'vâ dosyasına, şahitlerin şehâdeti yazılır.

Da'vâcımn iddiası yazılır.

Da'valının inkârı da yazılır. Böylece zan kalmaz; yanılma olmaz. Ve şahitlerin, da'vacıya karşı mı, yoksa da'vahya karşı mı şehâdette bulunmuş oldukları bilinir.

Tahavî'ye göre, müddeînin talebi olmaksızın yapılan şehâdet din­lenmez (= kabul edilmez).

Zehıyre'de: '' Bunların şart olmadığı" zikredilmiştir. FûsûIü'I-İmâdiyye'de de böyledir.

Şeyhu'I-İmâmü'z-Zâhid Fahru'I-tslâm Ali el-Pezdevî şöyle buyurmuştur: Müddeî (= da'vâcı) için uygun olan, da'vasında: "Bu da'vâ, benim hakkımdır." demesidir. Yalnız "da'vâ ediyorum." demesi kâfi gelmez. Keza, da'valının da, cevabında: "Da'vâcı, benim hakkıma; 'benim mülküm.' diyor." demesi kâfi gelmez. Uygun olanı, "Mülk de benimdir; hak da benimdir." demesidir. Böylece, kelimenin sonuna nefi (= olumsuzluk) edatı gelmemiş olur.

Keza, şahidin de: "İddia eden '...benim." diyor." demesi "kâfi gelmez. Ya, "-O şey- müddeînindir." demesi; veya "-O şey- iddia olu­nanındır." demesi gerekir.

Bazı âlimlerimiz: "îddia edenin (= da'vâcımn): "Mülk benimdir. Hak benimdir." demesi kâfi gelir." buyurmuşlar.

"Da'valının da: "Mülk benimdir; hak benimdir." demesi kâfi gelir." demişlerdir.

Şahidin de: "Bu mülk, müddeînindir; hak onundur." demesi kâfi gelir.

Şayet müddeî: "Mülk ve hak benimdir." derse; bi'1-ittifak bu söz kâfidir. Buna benzer sözler de böyledir. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet, iki şahit: "Biz şehâdette bulunuruz ki; gerçekten bu ayn bunundur." derler; veya farsca olarak: "Bu, iddia edenindir." derlerse; bunlar kâfi gelmez. O mülkü açıklamaları gerekir. Çünkü, bir şey, insana nisbet olunduğu gibidir. Ve bir mülk, ariyet olarak da nisbet olunabilir.   İhtimalin  ortadan   kalkması  için  elbette,   buna  açıklık getirmek gerekir.

Reşîdü'd-Dİn'in Fetvaları'mn beşinci babında, şöyle buyrulmuştıır:

Şahitlerin; "Gerçekten biz şahitlik yaparız ki, bu köle, filânındır." demeleri gerekir. Bu söz, "...filanın malıdır.'' demek olur.

Hâkim de, ona göre mülküyetine hükmeder. Farscada (mülkü fü-lânest) demek, (bu filânındır.) demektir. Hakim böyle tefsir ederse, işte o, onun olur.

Şayet, şahitler: "Bu iddia olunan şey, da'vâcımn malıdır." derler; fakat: "Haksız olarak da'valının yanındadır." demezlerse; âlimler, bu hususta ihtilaf eylediler. Sahih olanı, eğer da'vâcı, hâkimden "mülkün kendisine hükmedilmesini" istiyorsa; bu şehâdet kabul edilir. Eğer, onun kendisine teslimini istiyorsa; o zaman, -şahitler: "Da'vâhnın bunda hakkı yoktur." demedikçe, ona hükmedilmez,

Şahidin: "Da'valının, da'vâ olunan şeyden elini çekmesi gerekir." demesi şart mıdır?

Âlimler burda da ihtilaf etmişlerdir.

Sahih olan görüşe göre böyle söylemesi şart değildir. Şahidin böyle söylemesi bir ihtiyattır. Füsûlü'l-lmâdiyye'de de böyledir. [2]

 

2- MUTLAK BORCUN İSBATI HUSUSUNDAKİ DA'VÂDA KAYDA GEÇİRİLMESİ ( = MAHKEME DEFTERİNE YAZILMASI) GEREKEN ŞEYLER
 

Buhara'da, meclis-i kazâ'da, borcun miktarı söylenip, belli olduktan sonra, hâkim tarafından, tarafların kimliği tesbit edilir. Borçlunun adı, nesebi, mütevellisinin nesebi kaza ve hükümler için, def­tere yazdırılır.

Mahkemenin Buhara'da geçerli olacağı ve orada görüleceği kayde­dilir. Ehilleri arasında imzaları attırılır.

"Filân tarafından, şu senenin, şu ayının, şu gününde, şu kadar borç alındı." diye yazılır.

Bundan sonra, da'vacı ve da'vah isimleriyle nesebleriyle tanınıyor­larsa, isimleri ve nesebleri yazılır.

Bu şekilde tanımıyorlarsa, deftere "filân oğlu filan adam, filan oğlu filan adamla, binefsihî hazır oldular ve huzurda 'şu şu kadar Mekke miskalı ağırlığınca, yeni, kırmızı Nisâbûrî dinarı, sahih sebeble, hak olarak lüzumuna binaen biri borç alıp, borçlandı." diye yazılır.

Bundan sonra, zaman geçip, mahkemeye düşerlerse; duruma bakılır: Şayet iddia olunan, iddia edilen şeyi aldığını ikrar ediyorsa; iş bitmiştir. Ve müddeînin beyyinesine ihtiyaç kalmamıştır.

Şayet, iddia olunan (= da'vâlı) inkâr ederse; bu durumda iddia edenin (= da'vâcının) beyyine getirmesi gerekir.

Hâkim için uygun olanı, şahitlerin şehâdetlerini olduğu gibi yazdırmakdır.

Sonra da, alınan ifadelerini, aynı mecliste, bu şahitlere karşı okut­maktır.

Şahidin şehâdeti şu surette olacaktır.

' Şahit: "Ben şehâdet ederim ki, bu da'vah zat, her yönüyle ikrarı caizdir. O, isteyerek ve kasden ikrar eylemiş ve: "Bu iddiacının, benim üzerimde Buharı olarak, kırmızı altından yirmi dinar alacağı vardır" demiştir; diyecektir. Ne zaman borç edildiğini, nerede edildiğini, vasfını, ağırlığının Mekke miskâli olduğunu söyleyecektir. Ve, da'vâcının da iddiasında doğru olduğu bildirecektir.

Daha önce de, defterde yazdı olduğunu işaret ederek; hakkın vâcib olduğunu beyan edecektir.

Bu şehâdeti, mahkeme heyetinin huzurunda, kendisine karşı baştan sona kadar okunacak; sonra da, hâkim şahitlere karşı: "Size karşj okunan şehâdet sözlerim duydunuz mu? Ve bu şehâdetinize karşı bir diyeceğiniz var mı?" diyecek; onlar da; "Duyduk ve böylece şahitlik yaparız." dedikten sonra; yine hâkim, onlardan her birisine: "Baştan sona kadar okunduğu gibi, şahitlik ederim ki bu da'vâcının da'valıda tarif edildiği gibi alacağı vardır; de" der. Bunu, her birine t:jx\ ayrı söylettikten sonra, her birisi ayrı ayrı işaret edilen yere inhalarını atarlar. [3]

 

Mutlak Borcun İsbatı İle İlgili Da'vânın Tescili (= Bu Da'va İle İlgili İfâdelerin Ve Kararın, Mahkeme Sicil Defterine Yazılması)
 

Hâkim, "filan" deyince; onun adı, nesebi, kimliği, atıksın ve kazânm Buhara şehrinde yapılacağı; hükmün, hükümdar tarafından geçerliliğini yazar ve Allah'tan, o hükümdara yardım etmesini ve mül­künü sabit kılmasını niyaz ettiğini zikreyler.

Bakacağı da'vanın, hangi senenin, hangi ayının, hangi gününde olacağını ve o günde, da'valı ile da'vacının ve şahitlerinin hazır bulun­malarını bildirir.

Şayet hâkim, da'vâ edeni ve da'vâ olunanı tamsa bile; bunları yine de deftere yazdırır.

Günün birinde, da'vâ açılır da, da'vâlı: "Benim, bu iddiacıya hiç bir borcum yoktur." derse; da'vâcı şahitlerini getirir ve onların şahitler olduğunu söyler.

Onlar da, tek tek, mahallelerini, sokaklarını, mescitlerini, kim oğlu kim olduklarını, söylerler.

Bu durum, da*vah inkâr eylediği zaman böyle olur.

Mahkeme yukarda zikredildiği gibi yapılır.

Şayet şahitler, adaletli ve adaletleri tanınmış kimseler ise; şehâdet-leri kabul edilir.

Şayet adaletlerini, hâkim tanımıyor ise, bulundukları yerden onları tezkiye ettirir. (= adaletli olup olmadıklarını, onların çevresinden sor­durup Öğrenir). Adaletleri tahakkuk ederse; şehâdetleri kabul edilir.

Ba'zıları gayr-i âdil, ba'zıları âdil olurlarsa; onlardan birinci ve ikincinin künyeleri yazılır. Buna göre durumu anlamak gerekir.

Bu hâl, aleyhine şahitlik yapılan itirazı sebebiyle olur.

Şayet, üzerine şahitlik yapılan şahıs itiraz etmezse; şehâdetleri din­lenir ve kabul edilir. Ve ciltli sicil defterine kaydedilip, -da'vâlı ta'n etmez ise-arşivine konur.

Bu, durum, şahitlerin hallerini tezkiye eden muzekkî tarafından belirtildiği vakit böyle olur.

Eğer onların hâlleri, çevresinde tezkiye edilemezse; zahirî adaletleri ileyetinilir.

Zahirî adaletin mahiyetini din imamları, müslüman âlimler hükme bağlamışlardır. Onların şehâdeti bana göre kabul edilir.

Şehâdeti sabit olan kimseler, üzerlerine şahitlik yapılıp, bundan sonra kendileri şahitlik yapan kimselerdir.

Da'vâcı bana: "Benim için şahitlik yapılıyor; aleyhime şahitlik yapılınca benim için hüküm senin yanında nedir? Hasmıma karşı tescil * ve ona karşı benim şahit edinmem doğru olur mu?" diye sordu.

Ben ona bu hususta cevap verdim ve bu hususta Allahu Teâlâ'ya -hata ve halel vâki olmasın diye- istiharede bulundum. Hakkın isabeti tevsik edildi ve da'vacının damalıya karşı, şahit edinmesi -iddia edilen malı, ikrarının sabit olması sebebiyle mümkün olur.

O malın (borcun) "meblağını, cinsini, sıfatını, adedini" zikredecek ve bu sicilde, "sahih sebeble vacip ve hak olarak lâzım olduğunu"; söyleyecek; da'vâlı da, da'vâcıyı bu ikrarı ile ve açık bir ifâde ile (o tes­cilde olduğu gibi) doğrulayacaktır.

Bundan sonra, eğer şahitler adaletle tanınıyorlarsa; bu açık sözden sonra, o senedde olanı, adalet üzre ifâde edeceklerdir.

Eğer, şahitlerin adaletleri, tezkiyeye muhtaç ise, bu şâhidlerin şehâdetleri, adaletlerini tesbit edecek şahıslara yazılacaktır.

Eğer, onlardan bazıları "âdil", bazıları da gayr-i âdil olurlarsa; adaletlerini tesbit eden şahsın isimlerini bildirdiği şahitler, da'vâlı ile da'vâcmm huzurunda, hazır bulunacaklardır. Onların her birine, insanlar arasında teşhir ve ilân edecekler, hükmen beraat edeni ve hü­kümlerinin geçerliliğini, -sıhhat ve geçerlilik sebebleri ile- aleyhine hü­küm veren şahsa, ilzam edecektir. Bu mal (borç) verilince, meblağını cinsini, sıfatını, adedini ve kendine hükmedilen şahsı bildirecek, aleyhine hükmedileni terk edecek ve o da günü gelince, diğerinin malını gününde ödeyecek ve hâkim: "Bu, tescil edilsin. Kendisi için hükmolunana tescil olunsun ve ben de meclis huzurunda şahit olayım." diye emredecektir.

İlim ve adalet ehli arasında değilse, bu emânete isyan olur. Bu suret, o tescile geçer ve aslında tesciller bozulmaz. Bu tesciller, birbirine de benzemez.

Yazılan karar, da'vâ dosyasına konur.

Şahidin şehâdetinden sonra, tescil edilen (kayda geçirilen) her şey okunur.

Biaynihî, şehâdetin lafzı baştan sona kadar yazıldıktan sonra, bü­tün şartlarıyla o sözlerle sicil karşılaştırılır.

En doğrusunu ancak Allah bilir.

Hâkimin; tescil defterinin baş tarafına kendi ma'ruf olan adını, sanını yazdırması; defterin sol alt tarafına tarihini filân oğlu filan olduğunu; yazının kendi emriyle yazıldığım; mahkemenin kendi yanında cereyan eylediğini; hükmün ve kazanın kendi tarafından verildiğini; hükmüm, şahitlerin şehâdetine göre verildiğini; yazının şu kadar satır olduğunu; daha önceki yazının, filan oğlu filan hâkim tarafından, ismi yazılı filan ve filan adına, yazıldığını; orada da bu da'vadan bahsedildiğini; önceki nüshada, şahitlerin şehâdetinin de yazılı olduğunu; onların köyde, hâkim meclisinde hazır bulunduklarım; filan oğlu filan hâkim yanında, da'vâlı ve da'vacının hazır olduklarını; şahit­lerin söyledikleri şeyleri; bunların tamâmının Önceki nüshada mevcut olduğunu; yazdırması uygun olur.

Bunlar tamamlandıktan sonra, hâkim şahitlerin şehâdetlerini dinlei ve onu tescil defterine geçirtir.

Tafsilatım yukarda beyan eylediğimiz şekilde, şahitlerin tezkiyele­rini de gözden geçirir.

Sonra, onların şehâdetlerini tesbit eder ve o da'vâyı ve şahitlerin şehâdetini, fetva makamına ve ordaki imamlara arz eder. Ve, onlardan da'vanm sıhhatına ve' cevazına dâir fetva alır. Üzerine şahitlik yapılan şahsı onlara bildirir ve onun şahitlere karşı neler söylediğini de yazar. Bundan sonra dosyanın iadesini ister.

Bunlar tamam olup, dosya kendine gelince, hâkim Allah Teâlâya istihare yaparak, ondan da'vanın selâmeti ile hata ve halelden uzak olması temenni eder.

Bunlardan sonra, hâkim; kendisi için hükmedilene; "da'vahya karşı onun mal ikrarını; zikredilen meblağı; cinsini, sıfatını, defterde yazılı adedini, borcunun sahih sebeble vucûbunun hak ve lüzumunu; onun, lehine şehâdet edilenin olduğunu; bildirir.

Ve "ikrarın, da'vânın her ikisinin de huzurunda yapıldığını; hük­mün geçerli olduğunu; zikredilen malın meblağını; cinsini, sıfatını, arada geçen zamanın senesini, ayını, gününü; şahitlerin şehâdetlerinin kimlerin huzurunda yazıldığını; kimliklerini da'vanın adedini, sıhhatim, hasımların huzurunu, filan oğlu filanın şehâdetinin cevazını, şu kadar borcun, şu şu kadar doğruluğunu ve sübûtunu ve bu durumlar muvace­hesinde, kendisine şehâdet edilen için, davalının, ikrar olunan borcunu ödemesini; şartların tamam olduğunu; hükmün huzurunda cevazım, mahkûmun aleyhin hükmü yerine getirip, o malı ona hükmeyledigi; mahkûmun lehin de hazır olduğunu; mes'elenin hâl edilecek deftere geçirildiğini yazdırır ve tarihini atarak; neticeyi, da'vayı sona erdirdiğim bildirir. Böylece da'va sonuçlanmış olur. [4]

 

Mutlak Borçla İlgili Da'vanın Def'i Hususundaki Da'vâda Kayda Geçirilmişi Gereken Şeyler
 

Borç veya alacak belirlendikten sonra, Buhara'da mahkeme huzurunda, hüküm vermeye görevlendirilmiş Buharâ'mn fülân hakimi tarafından kaza meclisinde, Buhara şehrinde, şu günde, bir adam, ken­disi ile beraber, bir adamı getirdi.

Onun kimliğini söyledi. Ve getiren şahıs, getirdiği şahsı da'vâ eyledi.

Önce, getiren şahıs, "getirdiği adamda, yirmi dinarının olduğunu; nev'ini, sıfatını, adedini" söyledi. Ve, "Bu meblağın, getirdiği adamda, sahih sebeble vacip ve lâzım bir hak olduğunu" söyledi. Sahih bir ikrarla bunu ifâde eyledi ve "dinarlarının verilmesini" istedi.

Dâvâlı bunu inkâr ettikten sonra da, beyyinesini ibraz eyledi.

Getirdiği zat da "bu da'vanın defini" istedi. "Dinarları aldığını; fakat, geri verdiğini" beyan eyledi.

Bundan sonra, mes'ele soruldu. Hâkim, ona farsca şöyle dedi: "Bu da'va, bâtıl değildir. Ben, da'vayı ibtal etmiyorum. Zira, davacı şahitle­rini getirdi ve benden onları dinlememi istedi. Ben de ona icabet eyledim. Yani kabul eyledim. Onlar, filan ve fülandır." dedi. Ve şahitlerin isim­lerini, kimliklerini, mahallelerini, meskenlerini, musallalarını söyledi. Bu şahitler, da'vâlının da'vayı definden sonra, şu şu şekilde şehâdette bulundular. Şehâdetleri de ittifak eyledi. Ma'naları da aynıdır. Ve aynı nüshada mevcuttur. Ben şehâdet ederim ki: "Bu adam, ikrarda bulundu." der ve da'vâliya: "Ne dersin?" diye sorar.

O da: İkrarı caizdir. Ben filandan, kasden ve arzu ile bu denileni aldım." derse; hâkim bu defa da iddia edene işaret ederek: "Ne dersin?" der. O da: "Yirmi dinar altın, bu hazır olan şahısta alacağım vardır." der; hâkim, huzurda olana işaretle "Ne dersin?" der; o da: "Filan ile göndermesi ve alınması sahilidir." der; hâkim iddiacıya işaretle: "Ne dersin?" der; o da: "Bu dinarlar şahindir ve iddia olunana verilmiştir." der; hâkim ona işaret edip: "Ne dersin?" der; O da: "îddia olunan doğru söyledi." der; hâkim ona işaret eder ve o: "Bu ikrar onun yüzüne karşı söylenmiştir." der ve şayet, teslim alındığı teayyün eder ve şahitler bunun üzerine şehâdette bulunursa ve ikrar anlaşılırsa; da'vâlının vasfedilen dinarları geri vermek üzre aldığı ve tamamını geri verdiği anlaşılır.

Şayet, dinarları veren iddiacı, "onları, ibra yoluyla verdiğini" söyler ve iddia ederse; bu da'vâda muddeînin iddiası da yazılır.

Eğer da'vâcı, da'vâlıyı ibra da'vâsından önce getirmişse, ibrası sahih olur ve bu onun için, "da'vâsının ve husumetinin olmadığını ikrar" olur. Bu sebebden dolayı, az veya çok bir mal her hangi bir sebeble vacip olmaz. Bu ibra (= vaz geçme) ikrar ile doğrulanır.

Eğer da'vanuı tamamından vaz geçildiği ikrar edilirse, artık da'vadan men gerekir ve taarruz terk edilir. Ve hakim, mes*eleyi böylece sorar; o da cevaben: "Bu da'vam, bâtıl olmadı." der; müddeî de bîr şahıs getirir; o da "da'vanın teslim alma yoluyla söylediğimizin sona eriştiğini söylerse; bütün yerlerde, teslim edildiği ve burda da ibra yoluyla vaz geçildiği tebeyyün eder. [5]

 

Mutlak Borçla İlgili Da'vanın Def'i İle İlgili Da'vanın Tescili
 

Hâkim: Da'vâlı ve da'vâcı hazar olsun. Da'vâ baştan sona kadar tescil edilecektir." der. Borç veren da'vâcının şahitlerinin şehâdetlerinin yazılması tamamlanıp, şehâdetleri dinlenince; bunlar mücelled bir def­tere yazılarak, hüküm dosyasına (dolabına) konur.

Şayet, borç da'vasınm defi, hükümdar tarafından ikrah da'vası sebebiyle olursa, her iki tarafa da (da'vacıya da, da'valıya da) da'vanın kaldırıldığı ve def edildiği yazılır ve bunun sultan tarafından olduğu bil­dirilir.

Bu ikrahın, sahih ikrah olduğu da yazılır.

Bu durumda, bu da'vâ ibtâl edilmiş olur ve bu da'vadan el çekilir.

Şayet, mal karşılığında sulh yapılarak borç da'vası def edilmişse (kaldırılmişsa) yine "da'vamn kaldırıldığı" ve "sulh sebebiyle İbtâl edildiği" yazılır, ve "sulh bedelini tamamen aldığı da zikredilir.

Defin (da'vanm kaldırılmasının) yukardaki misallerde olduğu gibi bir çok şekli vardır.

Borç da'vası hangi sebeble kaldırılıyorsa o sebep, da'va dosyasına yazılır.

Gasb sebebiyle da'va def ediliyorsa; "vacip olan hak şu şu sebeble yerine gelmiştir." diye yazılır. Ve "dinarlarını, gasb yoluyla almıştır." denilir.

Bu, zikredilen meblağ ve zikredilen vasıfta olursa böyledir.

Şayet, da'vâ alım satım sebebiyle kaldırılmışsa; öyle yazılır ve "sattığı şeyin bedelini, borcuna karşılık saymıştır." diye yazılır.

İcâre sebebiyle olursa, bu da "vacip ve lâzım olan borcu, icâre bedeline karşılık tutularak da'vâ kaldırılmıştır." diye yazılır.

Kefalet sebebiyle veya havale sebebiyle olursa, bunlar da "borcuna filan adam kefil olmuştur; zamanı gelince tazmin edecektir."diye yazı­lacaktır.

Havalede de; borcunu filana havale eylemişler ve onu kendisine havale olunan şahıs, bizatihi borç olarak kabullenmiştir." diye yazıla­caktır.

Eğer, borç senetli ise ve o senedin bir nüshasında da besmele vârid olmuşsa bu ikrar senedi baştan sona kadar ibtâl edilecektir.

Sonra da borçlu ve alacaklı ikisi bir arada Hak ve lâzım olan borcun ödendiğini; birinin alıp, diğerinin verdiğini bildiren bir yazıyı, teslim ve tesellüm tarihiyle birlikte, müşterek imzaları ile, o da'vanın bulunduğu mahkemeye gönderilecektir.

Havale ve kefalet senetleri de baştan sona kadar neshedilecek ve durum olduğu gibi ilgili makama bildirilerek, borcun alınıp verildiği; tarafların birbirleri ile ilişiği kalmadığı baştan sona kadar dilekçe ile bildirilecektir. [6]

 

3- BİR ÖLÜDE BULUNAN ALACAKLA İLGİLİ DA'VÂDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER
 

Hâkimin huzuruna gelen iki kişiden birisi, iddia ederek: Şu adamın babasında, şu vasıfta, şu şu kadar dinar alacağım var. Sahih bir sebeble, vacip ve hak olarak borç verdim." der; diğeri de bunu ikrar (tasdik) ederek: "Babasının hâli hayatında söylenilen dinarları, borç olarak, bizatihi aldığını; sonrada ödeyemeden öldüğünü ve o kadar terekesinin olduğunu; ölenin, kendi sulbünden bir oğlunun kaldığını; aynı cins maldan, tereke olarak elinde bulunduğunu; onu verdikten sonra da fazladan elinde mal kalacağını söylenilen borcu eda etmesinin gerektiğini Ölen zatın bizatihi, terekesinden ödeyebileceğini; talibin huzurunda olduğunu ve istediğini ve onu derakap ödeyeceğini" söylerse; bu da'vâ -böylece- halledilmiş olur. Zehiyre'de de böyledir. [7]

 

Ölüde Bulunan Alacakla İlgili Da'vânın Tescili
 

Hâkim, da'vâcıya ve da'vâlıya: "Da'valarım, olduğu gibi söyle­melerini' ' emreder ve âdil şahitlerinin olmasını da ister.

Şahitlerin adaletlerinin sübutundan ve müzekkî tarafından, onların adaletlerinin mevcudiyeti'* söylendikten sonra; hâkim: "Ölen zatın, sıhhatli halinde ikrarının olup olmadığını; söylenilen malda tasarruf hakkının bulunup bulunmadığını; borç tarihinin olup olmadığını; ölmeden önce bir şey Ödeyip ödemediğini; terekesinin borcuna kâfi gelip gelmeyeceğini" o şahitlerden, güzelce sorar, neticede: "Şahitlerin şehâ-deti sebebiyle, borcunun tamamen subûtuna; Buhara şehrinde, da'valı ve da'vâcmin huzurunda; hükmedilen borcun; alacaklıya ölen babanın terekesinden verilmesine hükmeyledim." der.

Böylece tescil tamam olur. [8]

 

Ölüde Bulunan Alacak Da'vâsinin Def'inin İsbatı Hakkındaki Da'vâda Kayda Geçirilecek Şeyler
 

Borçlu ve alacaklı (davalı ve davacı) gelirler ve dâ'vacı: "Da'vâ kaldırılmıştır; zira, vasfedilen borcu, bunun babası ödedi." derse; bu da'va, tamamen yeniden başlar.                                                 ,

Bu, durumda da'vâlının: "Da'vâ ibtâl edildi. Çünkü da'vacının, babasından (ölen babasından, ismiyle künyesiyle bahsederek) ondan sağlığında, söylediği dinarları aldığını ve sahih bir alışla teslim aldığını; bunu kendisinin de ikrar eylediğini; aklı başında olduğu hâlde o dinarları babasından aldığını, hiç bir sebeble, davaya mahal olmadığını; da'vâcmin ikrarının sahih ve doğru olduğunu ve da'vânın geçersizliğini" söylemesiyle, gerçekten bu da'vâ kalkmış olur.Ölen zat da, bu sebeblerden dolayı beraat eder ve da'vâ böylece yazılır. [9]

 

Ölüde Bulunan Alacak Da'vâsının Def'inin İsbatı Hakkındaki Da'vânın Tescili
 

Bu şekilde söylendikten sonra, da'vâ. ve karar sicil defterine olduğu gibi yazılır. -Önce söylediğimiz gibi- Hâkim tarafları ve şahitleri dinler ve hükmünü, her ikisine de bildirir ve da'vâ öylece tescil edilir. Muhıyf'te de böyledir.[10]

 

4- NİKÂHLA İLGİLİ DA'VÂDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER
 

Bir kadının kocası olmadığı gibi, onun nikâhını iddia eyleyen bir kimse de bulunmaz; sonra da, bu kadının yanında eğleştiği adam, "ona dâhil olduğunu ve onun nikâhım" iddia eder; kadın da, "bu nikâhı inkâr" ederse; bu nikâhın isbatına ihtiyaç hasıl olur.

Vu bu durumda da'vacı, bir adamın hazır bulunmasını yazdırır. Kendisi de kadın da hâkimin huzuruna (mahkemeye) gelirler.

Kâtip gelenleri yazar.

Kadına gelince: "Filan kızı fülâneyi, dâ'vacı iddia ediyor. Bu kadın iddiacınm nikahlı karışıdır. Ona, sahih nikâhla cima eylemiştir. O da, nefsini ona tezvic eylemiştir. Şu durumda, âkiledir; bâliğadır. Bütün yönleriyle tasarrufa sahip ve tasarrufu geçerlidir. Nikâhdan hâlidir, îddetten de hâlidir. Bu iddiacıdan başkasıyla ilişkisi yoktur. Şahitler hazırdırlar; erkekdirler; hür ve baliğdirler; akıllı ve müslümandırlar.

Mehri de şu kadardır. İddiacının da, heryönüyle tasarrufu geçerlidir. Bu mecliste, şahitler huzurunda: "Bu kadını şu kadar mehirle, vasfedilen hâllerde nikâhının altına almıştır." Kadın ise, haksız olarak nikâh hü­kümlerine itaattan kaçınıyor. Bir kadının yapması gerekli olan itaati yapmıyor ve ona inkıyad etmiyor." derlerse; hâkim, kadına mes'eleyi sorar.

Eğer, kocası ona dâhil olmuşsa; öylece iddiada bulunur.

Eğer bu akid da'vacı ile kadının velisi arasında yapılmışsa, buluğa srmiş oğlu gibi, karar kayıt defterine katip tarafından şöylece yazılır: "Kocası ve filan oğlu filan olan ve tasarrufu geçerli bulunan oğlu huzu­runda her haliyle bâliğa ve âkile olup, başkasının nikâhından ve idde-tinden hâli bulunan, bu kadının nikâhı kendisinin isteği ve rızası ile ' akdedilmiş ve şu kadar mehirle, şahitler huzurunda sahih nikahla tezvic îdilmiştir.'' Böylece kayıt tamam olur.

Eğer bu sözleşme (nikâh akdi) kocası ile kadınm vekili arasında :ereyan eyledi ise; karara, kâtip kocasını yazar; vekilinin de kimin oğlu kim olduğunu yazar. Geride kalan mes'ele önce söylediğimiz gibidir.

Şayet, bu akid, kadın küçük iken, iddiacı ile o küçüğün babası arasında yapılmışsa; işte bu takdirde, kadın buluğa erişince, da'vâ açabilir. Onun kocası ve babası yazılıp, babalık velayeti ile nikâh yaptığı, mehrinin ve denginin isabetli olduğu beyan edilir.

Şayet nikâh akdi, babanın tayin eylediği kimse ile kadının kocası arasında kadın ve kocası "küçük iken yapılmışsa; işte bu durumda da, her ikisi de buluğa erişince, karşılıklı da'vâ edebilirler.

Bu hâlde de: "Kadın, kocasının nikâhı altındadır.

Filan oğlu filan şahıs olan babası, onu küçüklüğü hâlinde, babalık velayetine binâen, her yönden tasarrufu geçerli olarak, şahitler huzu­runda, sahih bir nikâhla, filan oğlu filana tezvic eylemiştir." diye yazılır ve böylece kayıt tamam olur. [11]

 

Nikâhla İlgili Da'vânın Tescili
 

Sicil defterinin başına da'vanın unvanı yazılır ve devamla şâhit-erin isimleri, hüküm meclisinde söyledikleri sözler yazılır. Sonra verilen hüküm; da'valı ve da'vacının huzurda oluşu; müslüman şahitler huzu­runda, nikâhlarının şahinliği; mahkemenin Buhara'da, hâkimin huzu­runda yapıldığı; hâkimin hükmü gereğince, kendisine hükmedilen kadının, kocasına itaat edeceği; nikâh ahkâmından olan şeylere uyacağı." yazılır ve da'vâ böylece tescil edilir. Zehıyre'de de böyledir. [12]

 

Nikâh Da'vâsının Def'l İle İlgili Da'vânın Tescili
 

Filâne da'vacı kadın, filân da'valıyı iddia eyliyor ve önceki da'vamn defini istiyor. Da'va baştan sona kadar yeniden başlıyor. Ve, bu kadının kocası: "Bu kadın, nefsini mal mukabili boşamak istiyor. Ve her yönüyle tasarruf hakkına sahiptir."  derse;  bu kadın mehrine karşılık, bir talâk boşanmıştır. İddeti tamam olana kadar kadınlara ait olan bütün hak kocasına aittir. İster mal mukabili boşanmadan önce olsun isterse sonra olsun, her birinin beraatı (vaz geçmesi) bütün da'valarda, sahibine aittir. Zikredilen şartlar üzerine, kadın talâkının tasarrufuna sahiptir. îhtila meclisinde, müfsid şartlar olmadıkça, bu hulfi' (= mal mukabili boşanma) sahihtir. ZehıyreMe de böyledir. [13]

 

Nikâhla İlgili Da'vânın Def'i Hakkındaki Da'vâda Kayda Geçirilmesi Gereken Şeyler
 

Bu hususta hâkim şöyle yazdırır: "İsimleri belirtilen şahitlerin Şehâdetiyle, hüküm yanımda sübût buldu. Gerçekten kadın, nefsini, kadınların kocaları üzerinde olan bütün haklarıyla, mehrine mukabil hulû' eyledi (=  mal mukabili boşandı).  Bundan sonra, "bir talâk boşandığını;  hulû'  meclisinde  talâkının  zikredildiğini"  söyledi.  Bu muhalaa (= mal mukabili boşanma) da'vâlı ve da'vacı arasında cereyan eyledi. Her ikisi de her yönden tasarrufa ehildirler.

Ben de da'vacı kadın için, da'valiya karşı hükmeyledim ve böylece dava eden kadın, da'vâ olunan kocasına, artık mal mukabili boşanmanın bâin talâkı gerektirdiğinden, bâin talâkla boşandığına ve ona haram olduğuna hükmeyledim. Hüküm hec iki taraf hakkında da geçerlidir. Cevazının ve sıhhatinin şartları mevcuttur.

Böylece bu tescil tamam olur. Zehiyre'de de böyledir. [14]

 

5- BİR ŞAHSIN, "YANINDA BULUNAN BİR KADININ, KENDİSİNİN NİKÂHLISI OLDUĞUNU" İDDİA ETMESİ VE KADININDA BUNU İKRAR ETMESİ İLE İLGİLİ DA'VÂDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER
 

Bir kimse, hâkimin huzuruna gelir; yanında da bir kadın getirir ve: "Bu kadının adı fılânedir." (Erkeğin adı da filandır) diyerek; şu iddiada bulunur: "Bu kadın kendisinindir; sahih nikâhla nikahlısıdır ve medhûlesidir (= cima eylediği kadındır). Bu kadın, nikâhın gerektirdiği itaatten çıkıyor; mutî olmuyor." Ve: "Bunu, bu hâlinden men etmek gereklidir." der ve taraflardan her biri cevap isterse; hâkim, mes'elele-rini sorar. Kadın: "Ben, bu iddia sahibinin karısı değilim. İtaati üzerinde de değilim. Fakat, ben şu diğerinin karışıyım." der; onu getiren şahıs da cevaben: "Bu, benim karımdır; nikâhımın altındadır. Ben bunu getireni, bundan men eylemeye haklıyım." derse; bu durumda iddiacı yalnız kalır ve "onların şahitler olduğunu" söylerse; işte o zaman, hâkim onların şahitlik yapmalarını ister; onlar da birer birer şahitlik yaparlar; şayet, da'vâcının da'vası ile, şahitlerin sözleri, birbirine muvafık geliyorsa; o takdirde, hâkim kadını iddiacıya hükmeder.

Şayet, kadın yanında olan, beyyine ibraz ederek, "o kadının, kendi karısı olduğunu ve helâli bulunduğunu" isbat ederse; artık hâkim, kadını yanında bulunduğu şahsa hükmeder. Ve müddeînin iddiasını def eder(= kaldırır).

Bununla beraber, kadın yanında olan şahıs, tarihsiz olarak, "mutlak nikâh üzrej o kadının kendine âit olduğunu" peyyinelerse; bu durumda da hâkim -mutlak mülkün hilafına- yine kadını yanında bulunduğu şahsa hükmeder.

Şayet hâkim, beyyinesi sebebiyle, kadını harice hükmeder; sonra da kadın yanında olan şahıs beyyine ibraz ederse; o kadını, yanında olana hükmeder mi? Bu hususta, âlimler ihtilaf etmişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu da'vânm defi ile ilgili da'vâ şöyle kaydedilir: Kadın yanında olan şahıs nikahı münâzaalı olan kadınla gelir ve önce iddiacı getirilir; o da kadın yanında olan şahsı da'vayı ve beyyineyi def (= ortadan kaldırmak) için da'vâ ederek: "Bu kadının, kendi nikahlısı (helali, ailesi) olduğunu; ona sahih' nikahla dâhil olduğunu; onun itaatten çıktığını; o adamın, bunu itaattan men eylediğini ve kadının ve onun itaatini istediğini" söyler ve diğer şahsı ondan men etmek isteyip, kadının ve adamın inkarını da'vâ eder ve "söylediklerine dâir beyyinesinin de olduğunu" bildirir; kadın yanında olan şahıs da, bu da'vânın defini isteyip "o kadının, kendi menkuhasi olduğunu ve ona sahih nikâhla dâhil olduğunu ve buna dâir şahitlerinin bulunduğunu söyleyerek: "Ben, bu nikâhla, daha haklıyım." derse; bu durumda, Öncekinin da'vasim men etmek ve kadını yanında bulunduğu kimseye terk etmek mi gerekir; yoksa diğer da'vacıya hükmedip, ona itaat etmesi mi söylenir?

Bu def hakkında bazı vecihler vardır.

Birinci Vecih:

Kadın yanında olan şahsa karşı, diğerinin iddiası nedir? Onun talakı, bâin midir? ric'i midir? Ve iddeti bitmiş midir?

Eğer diğeri, onun iddeti bittikten sonra nikahlamışsa; bu durumda, kadınla erkek huzura alınır ve da'vaları dinlenir.

Önce evvelkinin da'vâsı, sonra da ikincinin da'vâsı yazılır.

îkinci adamın evlenme tarihi, (kadının iddetinin bitip bitmediğine bakılıp) şayet iddeti bittikten sonraki, bir. tarihte onu şahitler huzu­runda, belirli bir mehirle nikahladı ise, bu takdirde kadın, onun karışıdır. Bu sebebler ona da'vâsini kazandırır; diğerinin hakkı, ibtâl olunur. Böylece, bu kayıt tamamdır.

İkinci vecih:

Bu da'vanuı reddi şöyle olur: Bu kadını iddia eyleyen şans, bir adamı vekil tâyin ederek, "ona, o kadını üç talâk boşamasına, talâkı bâin yapmasına" izin verdi veya ric'i talâka izin verdi; vekil de onu boşadı ve iddeti de bitti ise, sonra da onu, ikinci adam aldı ise, o kadın ikinci adamındır.

Üçüncü vecih:

îkinci adam, "o kadının, diğerine musahara veya emişme yoluyla haremliğini" ikrar eder ve bunuda isbat ederse; yine kadın, ikinci adamın olur. Zehıyre'de de böyledir. [15]

 

6- BİR KADININ, ÖLEN KOCASININ TEREKESİNDE MEHRİNİN BULUNDUĞU DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER
 

Bir kadın, yanında bir adamla, mahkemeye gelir ve kadını getiren zat: "Bu kadın, filan oğlu filanın karışıdır. Yanında olan şu zatın babasının nikâhlısı ve ailesidir; sahih nikahla dâhil olduğu karışıdır. Bu kadının ölen kocasında mehir bakiyesi olarak, şu kadar dinar alacağı vardır; bu hakkıdır, sabittir; verilmesi lâzımdır. Çünkü, aralarında nikâh mevcuttur." der; o filan oğlu filan da, babasının borcunu ikrar ederek, "borcu, babasının da sağlığında kabul eylediğini" söyleyip, her yönüyle o dinarlara tasarruf hakkının bulunduğunu da" bildirip, "babasının nikâhı sebebiyle, o kadına, kendisinin mîras yoluyla borçlu olduğunu" söyler; kadın da bunu böylece tasdik eder ve şifahen de söyleyerek, "onu ödemeden öldüğünü" haber verirse; işte o mehir, bu kadının hakkı olur. Ve ölen kocasının terekesinden, onu mehir olarak alır; sonra da vârisler, terekeden hakkını alır.

Ölen bu zatın kendi sulbünden iki de oğlu bulunup, kadınla beraber gelen şahıs da, bu oğlanlardan biri olur ve onun elinde de mehir cinsinden dinarlar bulunursa; arta kalandan kadının alacağını öder.Zahı-rtyye'de de böyledir. [16]

 

Bir Kadının, Ölen Kocasının Terekesinde Mehrinin Bulunduğu Da'vâsinin Tescili Ve Bu Da'vânın Def't İle Bu Defin Tescili
 

Bu davada, aynen "Ölünün terekesinde bulunan Mutlak Alacağın Tescili" gibi -ki bu daha önce geçmişti- tescil edilir.

Yani bu da, sicil defterine, onun gibi yazılır. [17]

 

7- BABASINI VEKİL KILARAK NİKAHLANAN BİR KADININ MEHR-İ MİSLİNİ İSBAT DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER
 

Bir adam, buluğa erişmiş bir kızım, onun rızası ile, bir şahsa sahih bir nikâhla nikahlayıp, mehrini de söylemezşe; mehr-i misil gerekir.

Ve bu durumda, mehr-i misli isbat etmek gerekir.

Şöyleki: Bu kadına, kocası, ya dâhil olmuş (= cima eylemiş) veya halveti sahiha meydana gelmiş ve sonra da onu boşamış ve mehr-i mislini de inkâr eylemiştir.

Bu kız, babasını vekil eylemiş ve hatta, babası, bu durumu kâtibe yazdırmış ve hâkimin huzuruna gelerek kızı için da'va açmış ve iddiasmda şöyle demiş olabilir: "Filâne kızının vekâletini alarak, onu sahih nikâhla nikahladığını ve kızın bunda rızasının olduğunu; nikâhın şahitler huzurunda yapıldığını; akid zamanı mehir söylenmediğini; mehr-i mislinin, şu kadar dinar olduğunu, zira, onun büyüğü veya küçüğü olan bacısının menlinin o kadar olduğunu, bunun mehrinin de o kadar olacağını; çünkü güzellikte, cemâlde, yaşta, malda, hasebde, bekârette müsâvî bulunduklarını" söylerse; mehir bu söylenen şeylerin değişmesiyle değişeceğinden beldeler arasında fark olur. Bunlar aynı beldede olduklarında bir değişiklik söz konusu olmaz. Bu takdirde, onun mehri, o kadar dinar veya dirhemdir. Vekili bulunduğu kızı için, bunu talebde bulunabilir.

Şayet, bu kadının bacısı yoksa, aşiretinin onun durumunda, yaşında güzelliğinde cemâlinde, bekâretinde olan bir kizı» onun emsali olur. Bu durumda, bu iki kızın beldeleri aynı olacaktır.

Şayet, bu vasıfta da bir kadın, aynı beldede bulunmazsa; anasının kavminden, onun benzeri nazarı dikkate alınacaktır.

Şeyhu'I-İslâm Hâher-zâde böyle söylemiştir.

Keza, karı koca arasındaki mehir ihtilafında, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, yabancıdan, o kadının akranı olan bir kadının mehrini, ona takdir etniek caiz olmaz.

fmâmeyn'e göre ise, eğer kadın bir yabancıyı vekil yapmış ve böylece o da: Fülan kızı fîlaneyi, sahih bir nikâhla babası, filan oğlu filana, kendi rızasıyle, şahitler huzurunda mehr-i misil söylemeden nikâh eyledi." derse; sonuç yine aynıdır. [18]

 
8- BABASINI VEKİL KILMADAN NİKAHLANAN BİR KADININ MEHR-İ MİSLİNİ İSBÂT DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER
 

Bir kimse, bulûğa erişmiş bir kızını kendi rızası ile ve sahih bir nikâhla    birine    nikahladığı    hâlde    onun    mehrini belirtmemiş (söylenmemiş) olursa; ona, mehr-i misil gerekir. Ve bu durumda, mehr-î misli isbata ihtiyaç hasıl olur. îster dâhil olsun, isterse halveti sahiha bulunsun, hüküm böyledir.

Sonradan, kocası onu boşar ve mehr-i mislini de inkâr ederse; ona, emsali gibi mehir hükmedilir. Muhıyt'te de böyledir.

Huzura gelen kadın, şahitler huzurunda "sahih bir nikâhla, velisi tarafından, kendi rızası ile nikahlandığını; kendisi için de bir mehir tes­miye edilmediğini" iddia ederse; ona, şerân mehr-i misil gerekir. Onun mehr-i misli, ana baba bir kız kardeşinin mehri kadardır. Hâlleri birbi­rine uygun ve güzellikleri, yaşları, cemâlleri, bekâretleri, zamanlan, mekanları eşitse, mehirleri aynısıdır. Eğer kocası, onu nefsine haram kıldıysa; o nisbette mehir öder; değilse, artık onun mehri belirlenmiştir. En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir. [19]

 

9- MUTANIN İSBAÎL HUSUSUNDAKİ DA'VÂDA MAHKEME DEFTERİNE YAZILMASI GEREKEN ŞEYLER
 

Karı koca hâkimin huzuruna gelir ve kadın: "Bu zat, beni sahih nikâhla nikahladı. Akid zamanıda bir mehir belirlenmedi. Sor^a da duhûl ve halvet-i sahiha olmaksızın, beni boşadı. Ve bu durumda onun üzerine, müt'a vacip oldu." derse; (burada müt'a dediğimiz şey  orta halli, gömlek, entari ve baş örtüsünden meydana gelen üç parça elbi­sedir) buna hükmedilir ve bu kadinın, oradan hemen çıkması gerekir.

Kayıt da böylece tamam olur. Muhıyt'te de böyledir. [20]

 

10- HALVEÎ HÂLİNİ İSBAT DA'VÂSININ KAYDI
 

Bir kadın, "filanın nikahı altında olduğunu" iddia eder ve veki­linin veya velisinin olduğunu ve bu nikâha rızasının bulunduğunu; şu kadar mehirle, âdil şahitler huzurunda evlendiklerini; şer'an ve tab'an bir mâni olmaksızın, halveti sahiha meydana geldiğini; bundan sonra da kocasının kendisini bâin talâkla boşadığını"  söyler;  kocası da bu durumu olduğu gibi ikrar ederse; bu kadına söz verilen dinarlar ödenir.

Ve bu kadın hemen o evi terk eder. [21]

 

11- HÜRMET-İ GALÎZA'NIN İSBATI DA'VASINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER
 

Talâkda da'vanın haram olduğunu bilmek gerekir.

Bu hususta çeşitli da'vâlar vardır:

1) Açık olarak üç talâk da'vasının durumu: Bu durum şu şekilde kayda geçilir:

Dâvâlı ve da'vacı gelirler. Kadın, "kendisinin, diğerinin nikâhlı karısı olduğunu ve onun, sahih nikâhla kendisine dâhil olduğunu* ken­disinin onda, şu kadar dirhem veya şu kadar 'dinar -nikah sebebiyle-mehir alacağının bulunduğunu, bunun hak ve vacip olduğunu'* söyler ve „ "kendisini üç talak ile, tatlîk eylediğini, zevc-i ahar olmadan (= başka bir kocaya gitmeden) hürmet-i ğalıza ile haram olduğunu ve bir daha helâl olamayacağını ve ondan hemen elinin çekileceğini; mehri ile nafa­kasını vermesi suretiyle ayrılacağını, iddeti bitene kadar bekleyeceğini" söyler ve gereğinin yapılmasını ister. [22]

 

Hürmet-i Galîza'nın Teşbih Da'vasının Tescili
 

Hâkim, bu da'vâyı karar defterine, şöyle yazdırır: "iddia eyleyen kadın için hükmeyledim. Söylenilen sözler sebebiyle, hürmet-i ğalıza sübût bulmuştur. Müslüman şahitlerin şehâdetiyle nikâh akdi da'vâlı ve da'vâcının huzurunda, yüzlerine karşı, "ayrılmalarının vücûbu" söylenmiş ve erkeğin, kadından elini çekmesi, mehir borcunu ödemesi; iddeti bitinceye kadar, nafakasını temin etmeye devam etmesine hük­medilip, tescil tamam olmuştur.

2) Karısını üç talâk boşamış bulunan erkeğin ikrarı sebebiyle, haramhğmı iddia eder.

Bu durum şöyle kayda geçilir:

Da'vâlı ve da'vâcı huzura gelirler ve da'vâcı olan kadm, "onun karısı olduğunu; sahih nikahla nikahlısı bulunduğunu ve onun kendisine dâhil olduğunu; tasarrufatımn geçerli olduğunu; sıhhatli hâlinde boşadığını ikrar eylediğini; üç talâk ile boşanınca, artık onu tutmasının haram olduğunu; ayrılmalarının vacip; mehrinin verilmesinin lâzım olduğunu" söyler. [23]

 

Hürmet-i Galîza Da'vâsı İçin Başka Bir Tescil Örneği
 

Bu da önde tescil edilen da'vâ gibidir. Ancak burda hükümde ikrarı zikredilir ve o yazılır. Ve hâkim, şöyle yazdırır:  "Huzura birlikte geldiler. Şahitlerin şehâdetiyle ikrar sübût buldu. Ve iddia edilen hürmet-i ğalıza tescil

edildi."

3) Hürmet-i galiza üç talâk sebebiyle vuku buldu; zira kocaya yemin ettirildi ve o, "üç talâk boşadığma dâir." yemin etti; sonra da yeminden döndü ve talâk-ı selâse askıda kaldı. Kadm, huzura alındı ve söylenilen üç talâk sebebiyle zikredilen, hürmet-i ğahzanm, aralarında cereyan edip etmediği soruldu; onun da kesin konuşamaması yüzünden, bu kadının o adamdan ayrılması gerekli kılındı. Böylece, bu tescil tamam oldu.

Şayet, bir veya iki talâk iddia eylemiş olsaydı; huzurda öylece yazılırdı.

Kadm, başka bir sebeble haramlığını iddia ederse; bu husus, def­terde öylece zikredilecektir. [24]

 

12- KADIN DA'VÂ ETMEDİĞİ HÂLDE, ŞÂHÎDLERİN, ÜÇ TALÂKA ŞEHÂDET ETMELERİ SEBEBİYLE, HÜRMET-İ GALÎZA MEYDANA GELMESİ DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER
 

Bir topluluk gelerek, "hâkimin huzurunda hazır bulunan bir adamın, karısını üç talâk boşadığma" şahitlik yaparlar; kadın da huzurda olursa; o gün, bu kadın üç talâkla kocasına haram olur.

Hepsi huzurda oldukları hâlde, mahkemede katip hâkimin emriyle, şahitlerin adlarını, künyelerini, mahalle, sokak ve musallalarını ayrı ayrı yazdırır. Onlarla birlikte, kocayı ve karıyı da huzurda bulundurur. Erkeğin ve kadının adlarını söyleyerek ve her birini ayrı ayrı şahitlere göstererek, kocanın, karısını üç talâk boşayip boşamadığını onlardan sorar. Sonra da erkek ve kadından sorar. Onlar inkâr eyleseîer bile, bu durumda hâkim, şahitlerin şehâdetlerini kabul ederek, aralarını ayırır ve Öyle hükmeder. [25]

 

Şâhidlerin Şehâdeti İle Meydana Gelen Hürmet-i Galîza Da'vâsının Tescili
 

Sicil defterinin baş tarafına, da'vânm şekli yazılır. Şahitlerin şehâdetleri, erkek ve kadının inkarları da yazılır. Sonra da hâkim, şahit­leri dinlediğini; onların tezkiye edilip, şehâdetlerinin kabule şayan görüldüğünü; şehâdetlerini kabul eylediğini ve bunları, üzerlerine şahitlik yapılanlara karşı i'Iâm eylediğini; bu da'vânın define imkan olmadığını ve filanenin, filandan üç talak üzere boşandığına" hükmeylediğine ve her birinin, birbirlerinden ayrılmalarını" söylediğini; kadının, iddeti bitene kadar bekleyeceğini ve sonra başka bir kocaya gidip, onunla evleneceğini ve duhûlün vuku' bulacağını; şayet o da boşarsa, onun da iddetini bekledikten sonra, dilerse ve önceki kocası da razı olursa, tekrar önceki kocasıyla evlenebileceğini'* söylediğini sicil defterine yazdırır. [26]

 

13- GÂİB KOCA ÜZERİNE, HÜRMET-İ GALÎZANIN TEŞBİH HUSUSUNDAKİ DA'VÂNIN KAYDI
 

Kocası, kendisine cima yapmış bulunan bir kadın; sonradan, şahitler huzurunda, üç talâk boşanmakla, kocasına haram olur; daha sonra da, kocası kaybolur ve bu kaybolma hadisesi de, hâkimin hük­münden önce meydana gelir ve bu kadın, "kocasına, haram olduğunu" isbata çalışıp;'şahitlerin şehâdetiyle, bu işi hâkime çıkarır ve onun vereceği hükme tâbi olacağını söylerse; burada iki durum vardır:

1) Bir kadın, bir adamı da'vâ ederek: "Benim, filan oğlu filan kocamda, yarısı borç yarısı da mehrim olmak üzere, bin dirhem alacağım vardı. Sen, kocamın yerine bunu üzerine aldın. Kocam da, beni üç talâk ile nefsine haram eyledi. Bu borç, üzerine alman ve tazminatı kabul etmen sebebiyle» sana aittir. Sen de bu söylenenleri ve zikredilen sebebi biliyorsun. Senin, bu borcu bana edâ edip ödemen gerekiyor." der; iddia olunan adam da tazminatı olduğu gibi ikrar (kabul) ettiği hâlde, kadının boşanmak suretiyle, kocasına haram olduğunu bilmezse; _o zaman, kadın şahitleri getirir ve anlar: "Kadını, kocasının, kendi nef­sine -üç talâk boşamak suretiyle- haram ettiğine" şahitlik yaparlar.

Bu da'vânın sureti, başından sonuna kadar kâtip tarafından kayda geçirilir. [27]

 

Gâib Koca Üzerine, Hürmet-i Galîza'nın Tesbiti Da'vâsının Tescili
 

 Daha önce beyan eylediğimiz gibi, da'vâcı şahıs, iddiasına uygun olarak şahitlerini getirip, bunların dinlenmesini ister. Ona icabet edilir. Şahitler, şehâdette bulunduktan sonra, da'vâlı şahıs inkârda bulunup: "Böyle bir haramlık yoktur." der; da'vâcıya işaret edilerek: "O kadın, filân oğlu filan olan filanın karışıdır; o adam, bu kadını, üç talak ile nefsine haram eylemiştir. îşte bu kadın, bu gün, o filana karşı haramdır; çünkü o, üç talak ile boşanmıştır." denir ve hâkim kadına işaretle, "bü­tün söylenenleri  dinlemesini"  bildirir.  Neticede  hâkim:   "Huzurda bulunan bu kadının, filan kocaya zikredilen sebeblerden dolayı haram olduğunu hükmeyledim." deyip, mehrinin miktarı ve cinsi ne ise, onu da söyler ve tazminatın yapılmasını emreder. Böylece tescil tamamlanmış olur. [28]

 

Gaip Koca Üzerine, Hürmet-i Galîza'nın Tesbiti Da'vâsının Tesciline Başka Bir Örnek
 

Huzurda bulunan adama karşı, nafaka da'vâsı açılır. Ve kadın, ona: "Gerçekten sen, kocam beni nefsine üç talakla haram kılınca, nafakamı tazmin edeceğini ve tarihini söyledin. Benim iddetim bitene kadar nafakamın ödenmesi sana aittir ve üzerine vaciptir. Onu öde." der. Da'vâlı şahıs da, tazminatı ikrar ve hürmeti inkâr ederse; kadın şahitlerini getirerek, "kocasının kendisini üç talâkla boşamakla, nefsine haram eylediğini" isbat eder. Ve bu da'vâ, başından sonuna kadar yazılır. İddet nafakasının tazmini de hükme bağlanarak, tescil tamam olur. [29]

 

14- NAFAKADAN ACZ SEBEBİYLE, KARI-KOCANIN ARASININ AYRILMASI DA'VÂSININ KAYDI
 

Bir küçüğün nikâhının altında, bir küçük kız bulunduğunda, bu küçük koca, karısını infakdan âciz olur ve fakirlikten dolayı bir şeyi bulunmazsa; yaşı küçük olan hanım, durumu babasının niyabetiyîe hâkime arz eder. Hâkim, şifahi olarak, hadiseyi dinledikten sonra, infakdan aczi sebebiyle, ayrılmalarını caiz görürse; besmele ve tahiyyeden sonra, hâdisenin suretini yazdırır ve küçük hanımın naibi olan babasının, kimin oğlu kim olduğunu kaydettirir. Kızın kocasının da kim oğlu kim olduğunu yazdırır. Mehrini de belirtir. Şahitlerin huzu­runda yapılan nikâhın sahih olduğunu da söyler. Her ikisinin baba­larının niyabet ve velâyetleriyle nikâhın yapıldığını ve küçük kocanın, dünyada bir şeye sahip olmadığını; kazancının, sanatının bulunmadığını, ve şahitlerin de şehâdetiyle karısının nafakasından âciz olduğunu; şahitlerin âdil bulunduklarını; bunların tamamının yanında toplandıklarım" yazdırır.

Küçük kızın babasının, hâkimden, Allahu Teâlâ'nın fazlından bun­lara ihsanda bulunmasını talep etmek üzere duâ etmesini istediğini, hâkimin de duâ ederek yüce Allah'ın yardım ve tevfiki ile yazılan yazının bir suretinin, kendisinin şafiî bir hâkimin halefi olduğundan, bu da'vâyı asıl olan Şafiî hâkimine gönderir. Yazı o hâkime ulaşınca, her iki küçüğün babaları da hanefî olan hâkimin huzurunda söylediklerini tekrar ederler ve "küçük kocanın, fakir olup, bir şeyinin bulunmadığını; geçimden aciz kaldığım; o yüzden karısının ayrılma talebinde bulunduğunu; bunu şâfiî olan hâkimden istediklerini" söylerler. Bunun üzerine şâfiî olan hâkim, bu ikisinin arasını ayırarak, bu surette tescil ettirir ve: "Şâfî olan, filan oğlu filan, bana, filan oğlu filandan Buhara şehrinden, hükümdar tarafından bir yazı getirdi. Bu yazının şümulü şudur: Filan oğlu filanın küçük kızı, filâne kızı fulan için da'vâ açarak, onu filan oğlu filan kocasından (sahih nikahla şahitler huzurunda belirli mehriyle evlendikleri halde) kocasının fakir, nafakaya muhtaç durumda olması ve onun aczinin daha önce yapılan mahkemede meydana çıktığı ve kızın babasının, durumu bana yazmasını talebi üzerine, o hâkimin yazının suretini bana gönderdiğini ve da'vayı benim de diyleyip, mes'eleye hükme bağlamamı istemesi üzerine, yazıyı okudum ve anladım ve emre imtisalen, huzurumda toplanmalarını istedim. O küçük kocanın babası ile küçük hanımın babası geldiler. Kan koca olan küçükler de geldiler. Küçük hanım, kocasının aczini beyan eyledi ve âdil şahitler de buna şehâdette bulundular ve: "Hakikaten, kocası, karısını beslemekten acizdir.*' dediler. Küçük hanımın babası benden "bunların ayrılmasını" talepde bulundu. Ben de iyice düşündüm; nafakadan acizilkleri sebe­biyle, kan kocanın birbirinden ayrılmalarına selef âlimlerinin cevazı olduğundan, acizlikleri sebebiyle, aralarını ayırdım. Bu ayrılık, nikahları ve kocanın aczi belirlendikten sonra vâki oldu. Ayrılığın sıhhatin dan dolayı, hüccet olmak üzre, tescil edilmesini emreyledim." der.

Şayet, kan koca küçük değil; büyük ve buluğa erişmiş olurlar da; koca, nafakadan âciz kalırsa; bu hususta yol, küçükler hakkında söylediğimizin aynıdır.

Yalnız burda da'vâ, kan ve koca arasına Şafiî hâkimin huzurunda yapılır. Karı, "kocasının aczini" iddia eder ve şayet kocası onu tasdik ederse; o takdirde, hâkim, kocanın ikrarı, karısının da talebi üzerine, aralarını hemen ayırır.

Eğer koca doğrulamaz ise, hâkim, karısının isbat etmesini talep eder. Kadın, beyyinesiyle kocasının aczini isbat ederse; hakim onları ayırır. Zehıyre'de de böyledir. [30]

 

15- NİKAHLAYACAĞI HER KADINI BOŞAMAYA YEMİN EDEN BİR ŞAHSIN, BU YEMİNİNİ BOZMASI İLE İLGİLİ DA'VÂNIN KAYDI
 

Bir adam, "nikahlayacağı her kadını boşamaya" yemin eder ve bu yeminini de bozmaya ihtiyaç hasıl olursa; yapılması uygun olan şey şudur:

Eğer, kadının velisi varsa, bir kadını nikahlar veya hâkim nikahlar. Şayet, kadının velisi yoksa, bi'1-icma, nikâh sahih olur. Sonra da, hanefî bir hâkime müracaat ederler ve ondan "bir şâfiî hâkimine yazı yazması talebinde bulunurlar. Hanefî olan hakim, şâfiî olan hâkime yazı yazar ve bu durumu ona bildirir. (Allah Teâla alim hâkimlerin ömrünü uzun eylesin.)

Hanefi hâkim şöyle yazar: "Filân oğlu filanın filana kızını filan nikahladı. Bu şahıs da, nikahdan önce, alacağı bütün kadınları boşamaya yemin eylemiştir. Ve kız: "Bu yeminden sonra, beni nikahladı ve bana talâk vâki oldu. Bu sebebten dolayı ben, ona haram oldum. O ise, elini çekmiyor ve haram olarak beni yanında tutuyor." diyor ve benden yazı istiyor. Ben de bütün tafsilatı ile size yazıyorum. Muvaffa-kiyat yüce Allah'dandır." Sonra, bu yazı, şâfiî hâkime ulaşınca, kadın durumu aynen olduğu gibi, o hâkime de anlatır. Kocası da onu doğrular. Ancak: "O, benim için, helâldir. Ona talâk vâki olmadı ve yemin mün'akid olmadı." der. Ve, bu şafiî hâkim, yeminin bozulmadığına, aralarında nikâhın durduğuna hükmeder.

İmâmeyn, selef ulemâsının, "bu yeminin bâtıl olduğu" görüşünü almışlardır. [31]

 

Yemin-i Müdâfe'nin Bozulması Da'vâsının Tescili
 

Bu da'vânın tescili istenince, hâkim şöyle yazdırır:

Şâfiî olan filan oğlu filan bir yazı ile, hükümdar tarafından tâyin edilmiş şehrin ahkâm ve hüküm mütevellisi olan filana vardı. Filanın kızı filane ile filan oğlu filan arasındaki da'vayi ona arzetti. Da'va, nikahlayacağı her kadını boşamaya yemin ettikten sonra, bir kadın nikâh edenin da'vâsıdır. Benden, da'vâyı dinlememi, şahitleri dinlememi ve hüküm yoluyla bu da'vâyı fasletmemi isteyip, görüşümü ve içtihadımı arzu eyledi. Ben de, da'vâyı kabul eyleyip, meclisime da'vâlıyı ve da'vâcıyı birlikte cemeyledim. Benim, "kendilerini nikâh edeceğimi zannederek; nikahın ahkâmında olah itaati sordular. Sonra da kadın: "Beni almadan önce, alacağı bütün kadınları boşamaya yemin eylemiş; sonra da beni nikahlamış; bana talâk vâki oldu ve ben ona bu sebebden dolayı haram oldum." dedi. Kocası da nikâhı ikrar ederek, bu yüzden talâkın vukuunu inkâr eyledi. Sonra kocası, benden görüşümü ve içti­hadımı sordu. Ben de bu durum karşısında, iyice düşündüm ve teenni eyledim. Ve re'yun, talâka yemini sebebiyle, yeminin bâtıl olduğuna ve nikâhın sahih olduğuna; kadının kocasına' helâl olduğuna ve nikâh hükmünce kadının kocasına itaat etmesine olduğundan, da'vâh ve da'vâcınm yüzlerine karşı, bu hükmü bildirdim ve "bunun, hüküm meciisimda infazını ve halk arasına böylece yayılmasını, gizlenmemesini ve aleniyetini" emreyledim. Ve böylece, "ben, filan oğlu filan hâkim, bu mahkemeden re'yi ve içtihadı böyledir." diye ayını, gününü yazdırarak tescil eyledim.

Kâdî İmâm Sikâtü'd-Dîn Muhammed bin Ali el-Ha!vânî şöyle buyurmuştur:

Çok büyük hâkimlerle sohbet eyledim. Yemin-i müdâfenin hari­cinde hiç bir ictihad için şâfiî hâkime yazı yazılacağına cevap verdiklerini görmedim.

Artık, hadis eshabmın bu hususta delilleri ve burhanları açık ve doyurucudur. Buna göre, insanların bu tür yemine cesaretleri artar; sonra da nikâha muhtaç olurlar. Bir fitneye sebeb olmamak için, hâkimler buna cevap vermemelidirler; değilse çok fitne vuku bulur. Zahîriyye'de de böyledir. [32]

 

16- INNET (= CİNSÎ İKTİDARSIZLIK, GÜÇSÜZLÜK) SEBEBİYLE AYRILMA DA'VÂSININ İSBATINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER
 

Bir kadın, kocasını hâkim huzurunda da'va eder ve: "Bana vâsıl olamıyor." der; kocası da ona vâsıl olduğunu iddia ederse; eğer kadın, bakire ise, nikahda vuku bulmuşsa; o takdirde hâkim, ihtiyaten iki adet güvenilir (= âdile) kadın vazifelendirir.

Şayet, onlar: "Kadın bakiredir." derlerse; hâkim, da'vâyı bir sene tehir eder

Eğer, bu kadınlar: "Kadın bakire değildir." derlerse; hâkim kocas­ına "ona, vasıl olup olmadığına dâir yemin verir.

Bu, istihsânen böyledir.

Kıyâsda ise, kadının yeminli olarak söylediği söz geçerlidir.

Sonra, koca, karısına vâsıl olduğuna dair yemin ederse; istihsânen, da'vâ te'cil edilmez. Eğer yemin edemez ise, da'vâ bir sene ertelenir.

Hâkim, bu da'vânm ertelendiğini yazdırmak isterse; bunu şöyle yazdırır:

Buhara ve çevresinin halkı arasında, hükmü, tasdiki ve da'vâyı faslı geçerli olan filan oğlu filan hâkim; filan ile filaneye bir sene mühlet verdi. Bu durumda taraflar bir sene beklerler.

Bu müddet sonunda kadın, kocasını çımadan âciz bulur ve bu da hâkim tarafından tesbit edilirse; hakim, o erkeğe bir yıl mühlet verir. . Âlimlerin ekserisinin görüşü budur.

Bu mühlet, da'vâ tarihinden itibaren başlar. Hüccet olsun diye, bu da "şu senenin, şu ayının, şu günü" diye yazılır.

O müddet tamam olduğu zaman, eğer kocası, "bu müddet içinde, karısına vüsûl ettiğini" iddia eder; kadın da onu inkar ederse ve bu kadın bakire çıkarsa; yine nikâh geçerlidir. Daha önce.de söylendiği gibi, hâkim onu muayene ettirir.

Eğer,   muayene   edenler:   "Bakiredir."   derlerse;   bu   durumda, kocasının, ona vâsıl olamadığı sabit olur. Ve hâkim, bu kadını, orda kalmakla, ayrılmak arasında muhayyer bırakır.

Eğer bu kadını muayene eden kadınlar: "duldu." derlerse; bu durumda, kocanın yeminle söylediği söz geçerli olur.

Koca, ona vâsıl olduğuna yemin ederse, muhayyerlik yoktur.

Şayet, koca yemin edemez ise, kadın muhayyer bırakılır; isterse orda durur; isterse ayrılır. [33]

 

İnnet Da'vâsının Def'i İle İlgili Da'vâda Kayd
 

Bekleme müddeti olan bir sene tamam olunca, da'vâlı ve da'vâcı ayrılık isteyip istemedikleri belli olsun diye huzura alınırlar.

Şayet kadın, lisanıyla, onun kendisine cima edememesine rıza gösterirse, bu rızası sahih olur.

Veya, kccası, "kadına vâsıl olduğunu" söyler ve kadın da onu doğrularsa bu da'vâ ortadan kaldırılır. [34]

 

17- NESEBİN TESBİTÎ İLE İLGİLİ DA'VÂDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER
 

Yanında, bîr çocuk bulunan, bir kadın, bir şahsı da'vâ ederek: "Bu çocuk, şu adamın oğludur; aramızdaki mevcut nikâhtan, onun yatağında doğdu." der ve onun nafakası ile elbisesini talep ederse; veya bir adam, yanında bulunan bir çocuk hakkında da'vâ açıp: "Bu çocuk, şu kanmdandır." der; kadm da, bunu inkâr ederse; yahut bunun aksi olur ve erkek inkâr ederse; bu da'valarm hepsi de sahihdir. Babalık, evlatlık da'vasına bakmak icap eder.

Bu da'va ister mal için olsun, ister başka bir şey için olsun farketmez.

Şöyle ki: "Bir adam "Bu benim oğlumdur.", diye veya bir başka şahıs "Bu, benim babamdır." diye iddiada bulunur; diğeri de onu inkar ederse; bu da'vâ sahihtir.

Bu durumda iddia sahibinden beyyine istenilir. Ve hâkim, bu da'vayı dinleyip, beyyine sebebiyle, iddia olunana hükmeder.

— Mal da'vâsınm dışında- analık da'vâsı da böyledir. Ve sahihtir. Hatta, bir kadın iddia ederek: "Şu adamın anası benim." derse; hâkim, isbat etmesini ister. Kadın onu doğurduğunu isbat ederse; hâkim, iddia olunan şahsın o kadının oğlu olduğuna hükmeder. [35]

 

Bir Kadının, "Yanındaki Çocuğun, Kocasından Olduğu" Hususundaki Da'vâsının, Nasıl Kaydedileceği
 

Da'vâcı da da'vâlı da hazır olurlar ve da'vâcı kadm, birlikte getirdiği adama karşı işaret ederek: "Ben, bu çocuğu, bundan doğurdum ve aramızda nikah vardı." derse; bundan sonra, dilerse da'vasında o çocuğun nafakasını ve elbisesini söyler; dilerse söylemez. [36]

 

Yanında Küçük Bir Çocuk Bulunan Bir Erkeğin, Bir Kadına Karşı: "Bu Çocuk, Bu Kadındandır." Diye Da'vâ Etmesi Hâlinde, Bu Da'vâda Kaydedilmesi Gereken Şeyler
 

Bir adam, mahkemeye bir kadın getirerek onu da'vâ eder ve ona işaret ederek: Bu çocuğu, nikahlı olduğu hâlde yatağımda doğurdu." derse; bundan sonra, ister bir şey söylesin, isterse söylemesin; -kadın inkâr etmedikçe- bir şey gerekmez. [37]

 

Buluğa Ermiş Bir Şahsın, "Diğer Bir Kimsenin Kendi Oğlu Olduğu" Hakkındaki Da'vâsında Kayda Geçirilmesi Gereken Şeyler
 

Baba ile oğul ikisi birden mahkeme huzuruna gelirler ve birisi: "Bu huzura gelenlerden şu adamı, anası olan filane kadın, şu adamın yatağında, nikâhlı oldukları hâlde doğurdu; bu bunun oğludur." dediğinde, huzura gelen adam (da'vâcı) huzura getirdiği adamı (da'vâlıyı) da'vâ edip, diğerine işaret ederek: "Bu adam, şunun babasıdır. Sahih nikahla, karısı olan filaneden doğdu." deyip sonuna kadar anlatırsa; dediği gibi hükmedilir.

Kardeşlik dâ'vâsı, amcalık da'vâsı, kardeşin oğlu da'vâsı; oğlun oğlu (= torun) da'vâsı sahih olmaz.

Ancak, bu şahıslardan mal da'vâsı sahih olur.

Şöyle ki: İddiacı mefluç olur ve diğerine karşı kardeşlik veya amcalık da'vâsında bulunur ve nefsi için nafaka isterse, bu da'vâ sahih olur.,

Bunun için, ölen zat tarafından, kardeşine vasiyet edilebilir ve onu vasî tayin edebilir.

Bunun şekli şudur:

Her ikisi de mahkeme huzuruna gelirler. Da'vâcı, iddia ederek: "Ölen filan şahsın, kendisi ile beraber gelen şahsı, ölümünden sonra-umûrunu (= işlerini) düzeltmek ve terekesini şöyle şöyle yapması için, vasi kıldığını" söyler ve "bu filan oğlu filan onun kardeşidir ve filan oğlu filandan malının üçte birisine vasiyetlidir." derse; onun hissesini, ona vermek gerekir.

Da'vâlı da vasiyeti ve vasiliği ikrar ederse, diyecek bir şey kalmaz.

Şayet, kardeşliğini inkâr ederse; onun için başka bir cihet vardır.

Bir kadın, iddia edip: "Kocam filan,kardeşimin konuşması şartı­na talâkı ta'lik eyledi. Bu da filanın kardeşidir." der ve o konuşursa; bu durumda talâk vuku' bulmaz. [38]

 

18- AZÂD EDİLEN BÎR KÖLENİN VELÂSI DA'VÂSINDA KAYDEDİLMESİ GEREKEN ŞEYLER
 

Bir adam Ölünce; başka bir adam gelerek, "ölen zat babamın azadlı kölesiydi." der ve "onu, babasının sağlığında azad eylediğini; onun mîrasının kendisine düştüğünü; kendisinden başka onun hiç bir mîrascısınm   olmadığını"    söylerse; âlimlerimizden bazıları: "Bu da'vânın sahih olduğunu"  ba'zılan  da:  "Fâsid  olduğunu" söylemişlerdir.

Sahih olan kavil, "bu da'vâ'nm fâsid olduğudur. Çünkü, iddiacı da'vâsında "babasının, o köleye mâlik olduğunu" söylememiştir. Snhib olunmadan yapılan azâd ise bâtıldır.

Keza, bir adam, "bir köleyi azâd eylediğini" iddia eder; bu köle de beyyinesi ile "kendisini bir başkasının azâd eylediğini" söylerse, bu köle, mülküyeti kendisine âit olan şahsa hükmedilir.

Şayet, kölenin beyyine ibraz eylediği zat, o köleye sahibse, köle ona hükmedilir. Bu da'vâda asi olan mülküyettir.[39]

 

Azâd Edilen Kölenin Velâsı Da'vâsının Definde Kayda Geçirilmesi Gereken Şeyler
 

Bir adam, diğer birinin yanında olan belirli bir malı iddia eder Ve "onu, filan senenin filan ayının, filan gününde, filan oğlu filandan satın aldığını" söyler;  köle yanında bulunan zat da bunu inkâr edince, da'vâcı, iddiasını beyyineleyip hüküm mahkemeye düşer ve da'vâlı ba da'vânm kalkmasını isteyerek "o şeyin, kardeşine âit olduğunu" söyler; kardeşi  de  onu .doğrulayarak:   "Ben  bunu,   da'vâda  ikrar  edenin kardeşinden satın aldım. Ve senin da'vân bana karşı batıldır." der; (bü­tün müftüer, bu defin sahih olduğuna fetva verdiler) sonra da –ne zaman ve hangi ayda ikrar eyledi ise- iddia olunanın, iddia edene defe-dilmesi fetva isterse; o zaman, kadı efendi mükellef olur mu?

İttifakla şu cevap verilir: "Kadı efendi bununla mükellef olmaz. Çünkü, bir defa daha önceden ortaklara tarihim açıklamıştır. [40]

 

19- USÛBETİN (= BABA TARAFINDAN AKRABALIĞIN) ÎSBATI DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEVLER
 

Buhârâ şehrinde, hâkimin huzuruna Ömer oğlu Abdullah oğlu Ömer'in oğlu Ahmed isimli bir şahıs çıkar; onun yanında da Ömer oğlu Muhammed oğlu Ebû Bekir adında bir şahıs bulunur ve önceki şahıs Ömer'in oğlu, Muhammed'in oğlu Ebû Bekir: "beraberinde getirdiği adamın Ölen Ömer'in oğlu Abdullah'ın oğlu Ahmed'in oğlu Sa'd olduğunu" iddia eder; kendi karısının adı da filan kızı, fîlaneden doğma Sâre olup, onun da Suâde isimli bir amcasının kızı bulunur; bu gelen Ömer, ölen Sa'd'ın oğlu Ahmed'in baba bîr kardeşi olur ve babaları Ömer oğlu Abdullah da Ölüp, geride on iki Nisâbûrî altını tereke bırakırsa; onun ölümü sebebiyle mirasçı olur. Kadına sekizde bir miras düşer; kızına ise, yarısı düşer. Geride kalan da amcasının oğlunun olur. Bu hâkimin getirilip hazır olan adamın, bu adam olduğu bilinirse böyledir. O zaman, bu terekenin yirmi dört hissede dokuz hissesi onun olur ve bu sorulur. Cevaben farsca olarak: "Ben bu iddiacının vâris olup olmadığını bilmiyorum. Bu iddiacı yalnız başına geldi. Şahitlerden sorun ve onları dinleyin. Bu şahitler, filan oğlu filan oğlu filandırlar. Onlardan sorum ve dinleyin. Onlar, benim için şahitlik yapsınlar." der. Onlar, şahitlik yaparlarsa, o da vâris olur.[41]

 

Usübet'in İsbatı Da'vâsının Tescili
 

Hâkim bu da'vâyı şöyle tescil ettirir:

Filan oğlu filan hakkında, benim yanımda, şahitler da'vacının iddiasından sonra şahitlik yaptılar. Da'vâlı da sözleri ve ma'naları bir olan, sahih şehâdeti inkâr eyledi. Bunun üzerine onlar, yemden dinlendi. Ve, onlara karşı şehâdetlerini okudum. Bu yazının muhtevası şudur: "Ben şehâdet ederim ki, gerçekten bu Ömer oğlu Abdullah oğlu Ahmed ölmüştür ve geride vâris olarak karısı filan kızı fulan kızı Sâre kalmıştır. Ve da'vâcı, Ömer oğlu Abdullah oğlu Ömer oğlu Ahmed, baba tarafından amcasının oğludur. Çünkü, Ahmed şöyle iddia etmiştir: "Ömer'in oğlu Sa'd öldü. O, Ahmed'in kardeşidir. Ömer ise iddia edenin babasıdır ve babası olan Ömer'in kardeşidir. Ahmed ile birlikte, ölen Abdullah oğlu Ömer bunların babasıdır. Bu üç kişiden başka vâris de bilmiyoruz." derler ve iddia edene işaret ederler. Şahitlerin bu şehâ­deti, aynen tescil edilir.

Bundan sonra, hâkim şöyle der: "İddia eyleyen Ahmed hakkındaki bu Abdullah'ın oğlu Ömer'in oğludur) hüküm sübut buldu. Sahillerin şehâdetleri yazıldı. Ben de yüce Allah'a istihare yaptım ve öylece cevap verdim. İddia eyleyen Ahmed, Abdullah'ın oğlu Ömer'in oğludur. Kendisine karşı da'vâ açılan Ebû Bekir, Ömer'in oğlu Muhammc-d'in oğludur. Bu ikisi, Buhara'da mahkemeye geldiler ve "Ömer oğlu, Abdullah oğlu Sa'd'ın öldüğünü" söylediler. Vâris olarak bu da'vaci-ların kaldığı belli oldu. Buhara'da, mahkemede Ömer oğlu Abdullah oğlu Ahmed oğlu Sa'd'ın öldüğü sabit oldu. Geride, vâris olarak, da'vâcı baba bir amcasının oğlu, fülanın kızı, Sâre'nin bulunduğuna âdil şahitler şehâdet eylediler; ben de öylece hükmeyledim.

Şayet iddiacı, amcanın oğlunun oğlu olursa; bu durumda kayd şöyle yapılır:

Mahmud bin Tahir bin Ahmed bin Abdullah bin Ömer bin Ali, yanında bir adamla, hâkimin huzuruna gelerek; onun, Hasan bin Ali bin Abdullah bin Ömer olduğunu söyleyip, o zatı da'vâ ederek: "Ömer bin Muhammed bin Abdullah bin Ömer vefat eyledi. Geride de vâris olarak, amcasının oğlunun oğlu ile, terekesi kaldı. Tahir oğlu Ahmed oğlu Ömer vefat eyledi. Babalarının babası olan şahıs da vefat eyledi. O, şu Ahmed'in dedesidir. Bunlar iki kardeştirler. Babaları, Abdullah ibni Ömer'dir. Ölen şahsın, başka vârisi de yoktur. Ölen şahsın şu kadar Nisâbûrî dinarı vardır. Bu dinarların, mîras yoluyla, bu zatın olması gerekir." deyip, isterse; ona farsca şöyle cevap verilir: "Bu iddiacının vâris olduğuna benim bilgim yoktur." O zaman, iddiacı şahitler hazrlar ve da'vâsını ta'kip eder.

Bu da'vâ da önceki gibi tescil edilir.

Şayet da'vâcı, ölen zatın amcasının oğlunun oğlunun oğlu olursa; bunun kayıt şekli de şöyledir: Ali'nin oğlu Ömer'in oğlu Ahmed'in oğlu Tahir'in oğlu Mahmud'un oğlu Muhammed mahkeme huzuruna geldi. Ölen şahıs Ali'nin oğlu Ömer'in oğlu Abdullah'ın oğlu Ömer de,-geride, biraz mal ile birlikte, amcasının oğlunun oğlunun oğlunu bırakmıştır. Huzura gelen, Tahir'in oğlu Mahmud'un oğlu ve Tahir'in babasının babası   da   Ömer,   huzurda   duran   Ahmed'in   oğludur.   Bu   da Muhammed'İn oğludur.  Muhammed ölenin babasıdır.  Ahrned ise, babasının babasının babasıdır. Bunlar baba bir kardeştirler. İkisinin de babası, Ali'nin oğlu Ömer'in oğlu, Abdullah'dır. Bundan başka vâris de yoktur. Ölen şahıs da şu kadar Nisâbur dinarı terk eylemiştir, da'vânın halli gerekir.

Bu da'vâ da önceki gibi tescil edilir.

Da'va olunan şahıs, bu da'vânın kalkmasını isterse; Önce zevil erharm ikrar eder. Eğer, asabe olursa, tenakuzdan dolayı da'vâ düşmez. [42]

 

20- BİR KİMSENİN, ASLEN HÜR OLDUĞU HAKKINDAKİ DA'VÂDA TUTULMASI GEREKEN KAYIT
 

Buhara mahkemesine bir adam gelip, filan hâkimin önüne çıkar ve filan oğlu filanın diye ismini söylerse; bu gencin kimliği tamamen yazılır. Beraberinde getirdiği şahsın da kim oğlu kim olduğu yazılır. Getiren şahıs, getirdiği kimseyi da'vâ ederek: "Bu, aslen hürdür. Filan oğlu filana aittir. O da aslen hürdür. Anası da filanın kızı filanedir. O da aslen hürdür. Bu, iki hürrün yatağında doğmuştur. Anasının babasının köle olduklarının hiç aslı yoktur." der ve şahitler de böyle şehâdette bulunurlarsa; yanında bulunan adamın, ondan elini çekmesi istenince, da'valı tarafından verilecek cevap: "Bu, benim mülkümdedir. Ve benim kölemdir. Onun hür olduğundan benim haberim yoktur." olursa; da'vâlı şahıs da şahitlerin şehâdetlerinin dinlenmesini ister. Bunun üzerine hâkim: "İsteğe icabet ederek, şahitleri dinledim. Sözle­rinin ve manalarının uygunluğuna göre yazılan şeyi kendilerine karşı okudum." der. [43]

 

Bîr Kimsenin Aslen Hür Olduğu Davasının Tescili
 

Bu da'vâ, sicil defterinin başına baştan sona kadar yazılır. Sonra, şahitlerin  isimleri  ve  şehâdetleri yazılır.  İstihareden  sonra  hâkim: "Hazırda bulunan zatın iddiası gereğince, yapılan tahkikat sonucu, anasının babasının hür oldukları ve kendinin de aslen hür olduğu; efen­disine geri verilmeyeceği; ondan elini çekmesi ve artık, ondan kölelik hükümlerini istememesi tescil edildi." der. [44]

 

21- ELİNDE KÖLE BULUNAN ŞAHSIN, ONU AZÂDETTİĞİ HUSUSUNDAKİ DA'VÂDA KAYIT
 

Bir adam huzura gelerek, huzura getirdiği zatı da'vâ eder ve: "Bu köleyi, efendisi -aklı başında ve her türlü tasarrufa sahip iken- kasden, Allah'ın rızasını talep için, sahih bir şekilde azad eyledi. Azadı caiz; geçerli ve bedelsizdir. Bu sebebden dolayı, bu şahıs bu günden itibaren hür olmuştur." derse; artık, efendisinin ondan elini çekmesi ve ona karşı taarruzu terk etmesi gerekir. [45]

 

Elinde Köle Bulunan Şahsın, Onu Azâd Ettiği Hususundaki Da'vânın Tescili
 

Bu da'vâ'da önceki da'vâ gibi sicil defterine yazılır. Hâkim, isti­hareden sonra, nıüslüman şahitlerin şehâdetiyle, kölenin ıtkına (= azâd edildiğine) hükmederek, tescilin altını mühürler. [46]

 

22- KÖLESİ YANINDA BULUNAN BİR KİMSENİN BU KÖLESİNİN, BAŞKASI TARAFINDAN AZÂD EDİLMESİ DA'VÂSININ KAYDI
 

Bir kimse, mahkeme huzuruna çıkarak yanında getirdiği şahsa karşı da'vâ açıp:. "Bu, filan oğlu fulamn elinin altında, tasarrufatmda bulunan kölesidir ve o filan, bunu hâlis malından ve mülkünden, bedelsiz olarak meccanen, Allah'ın rızası için ve O'nun rızasını umarak, sevabını, Cennetini talep edip, elîm azabından kaçınarak, azad eyledi. Ve, huzurda bulunan bu zat, bu sebebden dolayı hür oldu. Bu yüzden, bu günden sonra hürdür." derse; artık o köleden efendisinin elini çekmesi gerekir. [47]

 

Bir Kimsenin Kölesinin Başkası Tarafından Azâd Edilmesi Da'vâsının Tescili
 

Bu da'vâ da önceki da'vâ gibi tescil edilir.

Ve hâkim istihareden sonra: "Huzurda olan ve da'vâ edilene karşı, o kölenin hür, nefsine mâlik olduğuna ve zikredilen sebeblerle, filan oğlu filanın azâd edildiğine; kölelik da'vasınm butlanına; efendisinin ondan tamamen elini çekmesine hükmedildi." der. [48]

 

23- KÖLELİĞİN İSBATI DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLECEK ŞEYLER
 

Bir adam, diğerini huzura getirip, kendisi de geİir ve "onun, filan oğlu filan, genç bir hindli olduğunu ve kimliğini" söyler; sonra da "o huzura getirdiği şahsın, sahih sebeble, kendi kölesi ve mülkü olduğunu" söyleyip "onun, kölelik hükümlerine uymadığını,, itaattan çıktığını; itaat etmesini istediğini" söylerse; bu mes'ele kayda geçer. [49]

 

Köleliğin İsbatı Da'vâsının Tescili
 

Bu da'vâda-önceki gibi tescil edilir. Hâkim istihareden sonra, "huzura gelenlerin kimliklerinin tesbit edildiğini; müslüman şahitlerin şehâdetleriyle, kölenin kölelik hükümlerine uymadığının anlaşıldığını" yazdırır ve "bundan sonra, muhakkak şartlara uyup inkıyad ve itaat edeceğini, kendisine emrettim." ve bu karar tescil edildi." der.

Kölelik hükmünün yazılarak tescil edilmesi, -da'vâlının nefsinin hür olduğunu isbattan âciz kaldığı zaman- gereklidir. Fakat, bundan önce, köleliğine hükmedip sicile yazılmaz. Zehıyre'de de böyledir. [50]

 

Köleliğin İsbatı Da'vâsının Def'î İle İlgili Da'vâda Kayıt
 

Bu da'vanın defi hakkında bir takım yollar vardır:

1) İddia olunan zat, "nefsinin, aslen hür olduğunu iddia edebilir.

Bu da'vâ şöyle kaydedilir:

Da'valı da, da'vacı da huzura gelirler. Da'vâcı iddia ederek: "Bu, benim kölemdir; malımdır. îtaattan kaçınıyor. Ben, bunun itaat etme­sini talep ediyorum." der; diğeri de iddia ederek: "Ben, aslen hürüm. Babam, filan oğlu filandır; anam da filan kızı filânedir. Her ikisi de aslen hürdürler. Ben de onların yatağında, hür olarak doğdum. Ne ebe­veynimin ne de benim köle olmamız caiz değildir." deyip, durumun tahakkukunu ister ve kayıt tamam olur. [51]

 

Köleliğin Îsbatı Da'vâsını Def' Eden Da'vânın Tescili
 

Da'vânın def edilip, da'vâhnın hür olduğunu tesbit için, hâkim, da'valı ile da'vacıyı ve bulundukları yerden adaletleri tesbit edilmiş müslüman şahitleri, Buhara'da mahkeme huzuruna getirtip, tek tek hepsini dinler ve netice olarak:  "Buhara mahkemesinde,  hükmüm şudur: "Kendisine karşı hükmedilenin eli, kendisi için hükmedilenden çekilecek. Onun hür olduğu tahakkuk eylemiştir. Ben, ondan, iddiacıya itaat etme mecburiyetim kaldırdım.

Kendisine karşı yâni aleyhine hükmedilen zat, Şayet, akidle satın alıp parasını nakden vermiş ise o adamı, köle diye satan şahsa müracaat ederek, verdiği parayı geri alacaktır." der ve tescil tamam olur,

Âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Bir kimsenin, hür olduğunu isbat etmesi gerektiği her yerde, beyyi-nenin ikâme etmesi icâbeder.

Bundan sonra, def-i da'vâ yoluyla, kölenin hürriyeti tesbit edilir.

2) Da'vâcı tarafından, azad edildiğini söyleyen zatın durumu şöyle kaydedilir:

Da'vâlı ve da'vâcı huzura gelirler. Da'vâlı, da'vânın kalkmasını, hürriyetinin tanınmasını ister. Eğer, onu azad eden zat, onu tasarru­funun caiz olduğu bir zamanda azâd eylemişse, bu azâd ediş bütün yönleriyle sahih, caiz ve geçerlidir. Artık bu durumda, da'vâlı azad edilmesi sebebiyle, hürriyetine kavuşmuştur. Diğerinin, artık, ondan, kölelik hükümlerine uyup, kendisine itaat etmesini isteme hakkı ibtal edilmiş ve kayıt kapatılmıştır.

3) Başkası tarafından azad edilen da'vâhnın, azadının yazılış şekli de şöyledir:

Da'vâlı da, da'vacı da huzura gelirler. Da'vâlı da'vânın kalktığını; daha önce, kendisinin filan oğlu filana mahsus köle olduğunu; ancak, onun kendisini hâlis malından ve mülküyetinden bedelsiz, meccânen Allah'ın rızasını talep ederek; şiddetli ve elîm azabından korkarak, sağlığında, aklı başında olduğu hâlde, her türlü tasarrufu geçerli iken, kendisini azâd eylediğini ve bu yüzden azâd sebebiyle hürriyetine kavuştuğunu söyler. Ve böylece tescil edilir. [52]

 

Köleliği İsbat Da'vâsını Def Eden Da'vânın Tescili
 

Bu da'vâ da, -yukarıda- beyan ettiğimiz gibi tescil edilir. Ve hâkim, zikredilen sebeblerden dolayı fülana âid olan fülan oğlu fülanm hürriyetine hükmeylemiş ve o köle azad edildiği günden itibaren hür olarak tescili tamamlanmış ve yazılmış olur. Muhıyt'te de böyledir. [53]

 

24- ÜMM-Ü VELED VE MÜDEBBERLİĞİN İSBATI DA'VÂLARINDA KAYIT
 

Müdebberliği ve ümm-ü veledliği isbata ihtiyaç olur ve onu da efendiye karşı isbat mümkün olmayınca (zira, efendiye karşı, onun hak tesbiti yoktur) bunun isbatımn yolu: Efendisi, onu bir adama satarsa müdebber veya ümm-ü veled, şu misal üzere da'vâ olunurlar: Da'vâcı: "Gerçekten ben, filanın memlükü (= kölesi) idim. O, beni müdebber eyledi; -ölümünden sonra azâd olacaktım; bunu da Allah rızası için yapmıştı; dünya tamâi için değil... Sahih malından ve milkinden yapmıştı... O, vefat eyledi. Ben, onun müdebberi oldum." der veya iddiacı bir câriye olup; kendisinin ümm-ü veled olduğunu; efendisinin döşeğinde doğum yaptığını ve onun mülkü olduğunu; bu gün de, onun ümm-ü veledi bulunduğunu" söylerse; bu durumda, efendisi haksızlık yapmış olur. Vacip olan hak, efendinin, onlardan elini çekmesidir. Zahıriyye'de de böyledir. [54]

 

Tedbîr (= Müdebber Kılma) Da'vâsında Kayıt
 

Bir adam, kölesini mutlak müdebber ettikten sonra, bu efendi ölür ve geride vârisleri kalır ve bu vârisler, o kölenin müdebber edildiğim bilmediğinden, bu müdebberin, beyyineye ihtiyacı olur ye onu kayda geçirmek isterse; bu durumda da'valımn da, da'vâcının da iddiaları yazılır. Da'vâcı: "Bu adamın babasının kölesi idim. Sağlığında, her türlü tasarrufa sahib iken, kendi isteğiyle, mutlak tedbir cihetiyle ve bu caiz olduğu hâlde, beni müdebber kıldı; kendisi de öldü." deyince; onu mahkemeye getiren vâris, ondan elini çeker ve bu köle azâd edilmiş hükmünü alır. [55]

 

Tedbir Da'vâsının Tescili
 

Evveli olduğu gibi yazılır.

Şöyle ki: Hâkim: "Da'vâlı ve da'vâcı toplandılar. Benim indimde, falanın babasının, kölesini halis malından ve mülkünden, mutlak ve sahih tedbirle, hürriyet kaydı olmaksızın müdebber eylediği; babasının ölümü üzerine terekesinden, veresenin eline geçti. O da, terekenin üçte birinin haricinde kaldığından, müslüman şahitlerin şehâdeti sebebiyle, köle olarak kalmasına bir yol kalmayıp, hürriyetine ve azâd edildiğine hükmedilerek, hükmün geçerliliği kendisine ibram edildi." der. Zehsyre'de de böyledir. [56]

 

Gaibin Azadını İsbat Da'vâsının Tescili
 

Hâkim, bu hususta şöyle yazdırır:

Filan adam, Buhara mahkemesinde, benim huzuruma geldi. Filan adamı da yanında getirdi. O gelen adam, getirdiği adamı da'vâ eyledi. "O adam da şu kadar, şu nev'iden, şu sıfatta, dinarlarının sahih bir şekilde, lâzım olacak olarak bulunduğunu" söyledi ve ondan alınmasını istedi. Ben de, da'vâlıya sordum. O da inkâr eyledi. Bunun üzerine, da'vâcı iki şahit getirdi. O iki şahit, iddiacının söylediğini söylediler. Ve müddeî: "Şahitlerin, filan, filan olduğunu, o ikisinin filan oğlu filanı birlikte azâd eylediklerini, ikisinin de onun efendisi olduklarını ve benden, bu hususta, onların şehâdetlerini sormamı" istedi. Da'vadan sonra, cevap sonucu, kölenin ıtkına hüküm verildi. Hatta bundan sonra, efendi gelse de inkâr eylese; bu inkârına iltifat edilmez. Köle de, efendi­sine karşı, beyyine ibrazına muhtaç olmaz. Çünkü, şahitleri, onun lehine şehâdette bulunmuşlardır. Gerçekten, bu da'va sahihdir. Aslolan bir adam huzurda olana karşı, bir iddiada bulunursa; bu durumda da'va ancak isbatla vüsûl bulur. Amma ğâibe karşı yapılan da'vâda, huzurda olan şahıs, o gaip için, bir da'vâcı nasbeder ve üzerine şahitlik yapılana ikamesi gerekir. Aynen, gaip olan efendiye karşı, beyyinenin ikâmesi gibi... Mnhiyt'te de böyledir. [57]

 
25- KAZF HADDİNİN İSBATI DA'VÂSINDA KAYIT
 

Huzura gelen şahıs, kendisiyle birlikte gelen ve kendisini huzura getiren şahsı da'vâ ederek: "Beni beraber getiren zat, üzerine had cezası olan seksen sopayı vurulmayı vacip eyledi. Zira kazfeyledi. (Suçsuz, saliha, iffetli bir kadına, zina etti) diye iftirada bulundu.) der ve şayet o zat, sövmüş ohırsa; ta'zir gerekir. Ve şöyle yazılır: "Gerçekten yanında getirdiği adam, ta'ziri gerektiren bir şekilde sövmüş ve o "ey şöyle olan" demiş; sonra da ona, bu ta'zir reczen şer'i şerifteki ta'zir üzerine vacip olmuştur ve o zat bunu sormayı istemiştir.

Bir adam, diğerini, "şu yere konulan, şu kadar dirhemimi o yerdçn sen çaldın." diye da'va eder ve da'va olunan adam da o evde oturmakta olursa; gerçekten, da'va olunan bu zat, o da'vacıya: "Eğer sen,  o kadar dirhemi benim çaldığıma yemin edersen;  ben, senin dirhemlerini öderim." der; iddacı da yemin ederse; iddia olunan zat, o dirhemlerin yarısını öder ve yarısı hakkında bir yazı verir.

Sonra da iddia olunan şahıs, vermiş olduğu dirhemleri geri isterse; bu hususta nasıl hükmedilir?

Şeyhu'1-İmâm Necmii'd-din en-Nesefî, idda olunan şahsa şöyle cevap yazdı: "Eğer, o dirhemlerin yarısını da'vâyı sulh için verdiysen ve dirhemleri çaldığını ikrar eylediysen; geride kalanları da vermen gerekir. ' O dirhemleri, geri isteme hakkın yoktur.

Şayet, iddiacının yeminine karşı yansını vermiş, yansım vermemiş isen, yine verdiğini isteyemezsin."

Bu hususda, bazı âlimler de şöyle demişlerdir:

O dirhemleri, iki yönden geri isteyebilir. Çünkü, da'vâhya karşı da'vâcının nassan bir hakkı yoktur.

Bu, tmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.

Kitâb-i Sulh da şöyle zikredilmiştir:

Da'vâcı, da'vâlı ile yapılan yemine karşı sulh olurlarsa; yemin eylemiş olması hâlinde, da'vâlmın malı tazmin edilir. İddiacı yemin etmişse, sulhu batıldır. [58]

 

26- SİRKAT (= HIRSIZLIK) DA'VÂSINDA TUTULMASI GEREKEN KAYIT
 

Bir ekmekçi (fırıncı) bir adamı bir şahsı da'va ederek: "Onu, dükkanına ekmek satsın diye oturttuğunu ve onun, dükkan sahibince belirlenen ekmeklerin parasını alıp, kendisine vermediğini" söyler ve bu fırıncı, malından belirli bir miktarın çalındığım iddia ederek, o adama: "Sen, malımdan ekmek parasını-çalmışsın." der; da'vâlı da: "Ben, her gün beş ekmek parasını insanlardan aldım ve sattığım ekmeklerden noksan çıktı. Ben, senin malından hiç bir şey almadım." der; dükkan sahibi de bunun tamamını inkâr ederek mahkemeye dilekçe verirse; mahkeme meclisi, da'vâcıyı, da'vâsım isbata çağır. Ve, beyyine tale­binde bulunur.

Bu da'vâ, ekmek için, dükkancıya teveccüh etmez. Zira, o dirhem­lerinin alındığını ikrar ediyor. Da'vâ ise, ekmek satan hakkındadır. Çünkü o, ekmeklerin parasını az aldığını iddia ediyor. Onun, onları vermesi gerekiyor.

Şayet, ekmekçi iddia ederek: "Sen, bana: "Her gün beş ekmeğini aldım ve müşteriye tartı yönünden noksan verdim." dedin." derse; bu da'vâ doğru olmaz. Çünkü, satıcının ekmeği noksan verip, parasını tam alması hâlinde, da'vâ etme müşterinin hakkıdır; ekmekçinin hakkı değildir ve onu istemeye de hakkı yoktur. Zehıyre'de de böyledir. [59]

 

27- İNAN ORTAKLIĞI DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKLİ ŞEYLER
 

Bu da'vâmn şekli:  Huzura gelen (da'vâcı), huzura getirilen (da'vâlı) ile ticârette inan ortaklığı yapmışlardır. (Şöyle ki: Sermaye, herikisinindir ve belirlidir. Her biri, kendi re'yince tasrrufatta buluna­caklardır. Kazançları, kârları yan yarıya olacaktır. Zarar da, noksanlık da yan yarıya olacaktır. Veya, herkesin sermayesi (ana parası) nisbe-tinde olacaktır.) Ortaklıkta, herbiri sermayesini getirdiler ve birbirine kattılar. İki mal, bir mal hâline geldi. Malın tamamı, da'vâcının elinde toplandı. O, anda tasarrufta bulundu ve şu şu kadar kazanç (kar) elde etti. Bu durumda, vacip olan, her kesin, sermayesini çıkarıp, kârını ayırmak ve: "İşte, kârı şu kadardır." demektir. Şayet bu bir senet halinde yazılmışsa, aynen söylendiği gibi yazılır ve bu senette herkesin sermaye miktarı da beyan edilir. Ticâret şeklinin durumu da, baştan sona kadar yazılır. Ve sermâyeler (ana paralar) birbirine katılır. Tarihi de yazılır ve mal, şu kadar, kâr ile, da'vâcının elinde olursa, vacip olan, herkesin sermâyesi ile birlikte, kân da verilir ve kayıt tamam olur. [60]

 

İnan Ortaklığı Da'vâsının Reddi İle İlgili Da'vânın Kaydı
 

Da'vâcı, da'vâhya karşı da'vâmn kaldırılmasını iddia ederse; sermayeler birbirine katılmadan önce, da'vâ kaldırılır.

Da'vâmn ibtaliistenirse, mal taksim edilir. Her biri, kârı ile birlikte, hisselerini alırlar ve böylece kayda geçer. [61]

 

28- VAKFİYENİN ÎSBATI DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER
 

Da'vâcı ve da'vâlı huzura geldiler. Da'vâcı iddiasında, "hakim tarafından, mezkur vakfın isbatma izin verildiğini; da'vâlmın bunu tazammun eylediğini ve senedini bozup, nashettiğini;" sonuna kadar anlatır.

Sonra, bu söylenenlerin tamamı ve senedin muhteviyatı yazılır ve: "Filan oğlu filana âit, hududları belirli olan bu yer, iddiacının hâlis malından, mülkünden, şartlarına uygun olarak, senedinde yazıldığı gibi, tasadduk edilmiştir. Tarihi mevcut olan vakıf, mütevelliye teslim edilmiş ve vakfedicinin adı ve açık kimliği, vakfedilen yerin niteliği, hudutları belirtilmiş olmasına rağmen, da'vâlı o yeri haksız olarak elde eylemiştir. Vacip olan, vakfın alınarak, mütevelliye teslimi istenilmiştir. Bu da, da'vâcının senedidir -ve vakfa aittir." denir. Ve, bu söylenenler, tamamen yazılır. Vakfedilen yer nerede, hangi köy, hangi kasaba, hangi şehirde, kaç parça, yolunun durumu ne? Bütün haklarının vakfa âil olduğu ve onu filan oğlu filanın, hâlis malından, mülkünden, Allah'ın vereceği kadar rızkı gelir olarak, önce vakfedilen yerin imar ve ıslahına, artanını Buhârâ camilerinden filan mahallesindeki mescide harcan­masını, artanının da filan, filan, filan mescitlere sarfını, ondanda artan olursa, müslümanların fakirlerine sarfını", yazdırdıktan sonra, işte o vakıf, o andan itibaren da'valıdan alınarak, tamamı filan oğlu filan mü­tevelliye teslimi istenilince, da'vâhya ne diyeceği sorulur. O da: "Bu yerin, vakıf olduğuna, benim bilgim yoktur. Ve ben, bu durumda, o yeri daVâcıya teslim eylemem." derse, bunun üzerine, da'vâcı başkalarım şahit getirme zorunda kalır. [62]

 

Vakfiyenin İsbâtı Da'vâsının Tescili
 

Bu da'vâyı, hâkim sicil defterine şöyle yazdırır:

İddiacının da'vâsı* tamamen zikredildi ve şahitleri şehâdette bulundular. Yanımda bunların tamamı sebebiyle; hududu belirtilen o yerin vakıf olduğu apaçık şartlarıyla ve vâkıfın hâlis malından ve mül­künden olmak üzere sübüt buldu. Bundan sonra, mütevelli olarak, filâna teslimine; müddeînin isteği üzerine, âdil şahitlerin şehâdetleri gereğince, da'vâlınm haksız olduğu hüküm meclisinde, halkın huzu­runda zahir olduğundan; o yerin vakıf olduğuna, gereğinin iflasına hükmeyledim." der ve öylece tescil edilir.

Şayet, vakfeden şahıs, bu vakfın mütevelliye tesliminden sonra, vakıftan rücû ederse (— dönerse) bu da'vânm kaydı şöyle yapılır:

Önce, söylediğimiz gibi, hepsi yazılır. Sonra, hâkim tarafından, kendisine izin verilen da'vâcı filanın, o yerin vakıflığını isbatı; onu, vâkıfın hâlis malından, belirli hudutlarıyle, şartlara uygun olmak üzere, vakfeylediğini ve mezkûr vakfı, filan mütevelliye teslim eylediğini; sonra da vakfa lüzum kalmadığı gerekçesiyle, ondan geri döndüğünü ve mü­tevellinin elinden alınarak, vakfeden şahsın mülküne iadesini" yazar. Bundan sonra, "vâkıfın o yerden, mütevvellinin elini çekmesini istemesi Üzerine; mütevelliye soruldu; o da cevaben: "Bu hududlu yer benim mülkümdür ve elimdedir. Hiç kimseye vermem.'' dedi.'' diye kaydedilir.

Da'vânın sonucu olarak hâkini, zikredilen yerin vakfiyyetine ve onun lüzumuna, vakfedenin rucûunun ibtâline ve ondan elini çekmesine; vakfın selef âlimlerince lüzumuna; filan mütevelliye teslimine ve geli­rinin tasadduk edilmesine" hükmeder ve zikredilen tescil tamam olur. Muhıyt'te de böyledir. [63]

 

29- HUDUTLU BÎR MÜLKÜN tSBATT DA'VÂSINDA KAYDA GEÇMESİ GEREKEN ŞEYLER
 

Da'vâcı ve da'vâlı mahkeme huzuruna gelirler. Da'vâcı, da'vâlıya karşı, bütün arazisini sayar: "Şu köyde, şu nahiyede, şu şehirde, birinci hududu şu; ikinci hududu şu; üçüncü hududu şu ve şu da dördüncü hududu" diye, hudutlarını ve hudut komşularını tek tek sayarak söyleyip hakların kendisine âit olduğunu anlatır ve bu da'vâ, şehirdeki şu mahallede bulunan evlerinin tamamı hakkında olursa; işte bunların hepsi yazılır.

Da'valinin, bunlara haksız yere sahip çıktığını; ondan alınarak kendisine teslimini; onun, bu yerlerden elini çekmesini isterse, da'vâlıya sorulup cevabı istenir. O da: "îddia edilen yerler ve evler, benim mül­küm ve hakkımdır. Bu iddiacıya teslim etmem mümkün değildir." derse; da'vâcı, iddiasının doğruluğuna dâir şahitler getirerek, onların dinlen­mesini ister. Hâkim, bu isteği kabul eder. Şahitlerin, filân oğlu filân oldukları, kimlikleri, mahalleleri söylediğimiz gibi sonuna kadar yazılır. Da'vâcının iddiası ve da'vahmn inkârından sonra şahitler şehâdette bulunurlar. Şehâdetleri birbirinin aynısı olup, lafız ve ma'na birbirine uygun düşünce, ifâdeleri yüzlerine karşı okunur. Şahitler, şehâdetinde: "Söylenilen bu yerler ve bu hududlar içinde bulunanlar, da'vacınındır." der ve tamamen hudutlarını gösterirler. "Haklarının ve mülküyetinin, huzurda bulunan da'yâcının olduğunu" söyler ve da'vâcıya işaret ederler.

Da'vâlıya gelince, "onun haksız olduğunu; diğerine hakkım teslim etmesinin gerektiğini" beyan ederler. Ve böylece kayda geçer. [64]

 

Hudutlu Mülk Da'vâsının Tescili
 

Hâkim, bu da'vâyı şöyle tescil ettirir:

Da'vâcının da'vâsı, Buhâra'da hüküm meclisimde yazıldı. Şöyle ki: Filan da'vâcı, filan da'vâlı ile huzura geldiler. Da'vâları evvelinden âhi­rine kadar yazıldı. Da'vâcı, da'vâsında "yerleri, hududlan belirli olan arazinin, kendi mülkü olduğunu; haksız olarak, da'valmm elinde bulunduğunu; onun, o yerlerden elini çekmesinin gerektiğini" da'valıyı göstererek, "onun, iddia edilen yerleri teslim etmesini." istenvii üze­rine; durum da'vâlıya soruldu. O ise: "Müddeînin iddia eylediği yerler, benim malımdır. Ona iade eylemem." dedi.

Bunun üzerine da'vâcı şahitlerini getirdi ve benden onları dinle­memi talep eyledi. Onların kimlikleri daha önce yazılmıştı. Sonra, hakkın da'vâcının olduğu anlaşıldı ve o yerler ve o evlerin hukukunun tamamen da'vâcıya âit olduğuna; şahitlerin, tezkiyeli âdil müsİUman olduklarına; söz ve manânın birbirine uygun düştüğüne; din âlimlerinin fetvaları gereğince, şehâdetlerinin cevazına; bu hükmün, Buhâra'da hüküm meclisimde, bütün şartların mevcudiyetinden dolayı sıhh?t ve geçerliliğine; da'vâlı ve da'vâcının yüzlerine karşı okunmasına; bundan sonra da'vâlınm, mezkûr yerlere el uzatmamasına ve o yerleri daVacıya hemen teslim etmesine; şer'î şerifin emrine uymasına" karar verüip, önceki beyanımız veçhile tescil edildi. [65]

 

Hudutlu Mülk Da'vâsının Defi Da'vâsının Kaydı
 

Şayet, da'vâlı olan zat, "da'vâcının iddia eylediği yerleri, satın aldığını" iddia ederse; da'vaci ve da'vahmn huzura gelmeleri yazılır. Gelirler; da'vahmn söyledikleri tamamen yazılır. Belirtilen da'vâda, da'vahmn, o yerleri her yönüyle tasarrufuna sahib iken ve tasarrufu geçerli iken, aynı hudutlar içinde olan yerleri, da'vâlıya şu kadar dinara sahih bir satışla satmış; da'vâcı da onları aynı hudutlar içinde, sahih bir satın alışla satın almışsa; her yönüyle tasarrufa sahip ve tasarrufu geçerli olduğu hâlde, paçasını da verip,, o yerleri teslim almışsa; bununla beraber, da'vâcı, da*valinin da ikrarını ziyâde ederek "ikrarının geçerli olduğunu; her yönüyle caiz ve kasd ile söylediğini; vasfedilen alım-satımın kendi aralarında yapıldığını ve o hudutları belirtilen yerlerin paralarını vermekle, o yerlerin kendi hakkı olduğunu; işin hakikatinin bu olup, da'valinin hakkının bâtıl olduğunu" söyler.

Veya, "ondan vasfedilen ikrar sudur edince, hakkının kalmayıp bâtıl olduğunu" söylerse hakkı bâtıl olur. Bu durumda, o yerlere taar­ruzdan elini çeker. Da'vâ da tamamlanmış olur.

Şayet, da'vâcı, "icara verdiğini" söyler veya benzeri bir şeyle, "da'vânm kaldırılmasını" isterse; şöyle ki: Hududu vasıflanmış evi kiraya verir; adam da, "onu, satın aldığını" iddia ederek: "Şu fıata aldım." der; da'valı da onu kiralamaktan veya satın almaktan kaçınırsa; o yeri satın alması veya kiralaması, "o yerin, da'vâcmın mülkü olması­na" ikrar olur. Bu ikrardan sonra, da'vâ haksız ve bâtıl olur ve kayıt da böylece tamamlanmış bulunun[66]

 

Hudutlu Mülk Da'vâsinin Definin Tescili
 

Sicil defterinin başına, def eden şahsın da'vâsı, beyan ettiğimiz gibi tamamen yazılır.

Sonra, vasfedilen yerin da1 vâsinin kaldırıldığı yazılır. Da'vâcmın lehine, da'vâlımn aleyhine olarak, müslüman şahitlerin şehâdetleri, hasımların huzurunda, Buhâra'da, hüküm meclisinde, insanlar arasında sonuna kadar yazılır ve sicil tamam olur.

Şayet, da'vâcı gelip o yeri satması ve hudutlu yerin, bir başka şahıstan satın alınması sebebiyle da'vânın düşmesini isterse; bu da'vâcmın iddiası, da'vânın def-i olarak yazılır ve bu da'vâda, satın alması sebebiyle, mülküyeti ona hükmedilir. Da'vâ, düşer.

Bu da'vânın tescili, daha önce söylediğimiz gibi, tamamım -hükme kadar- yazmakla olur.

Sonra da, hâkim şöyle yazdırır: Bu da'vada da'vâcıyı, da'vâlıya karşı müslüman ve âdil şahitlerin şehâdetleriyle, da'vâcı ve da'vahnın huzurunda, yüzlerine karşı- okumak suretiyle, da'vâcmın lehine, da'vâlımn aleyhine olmak üzre hükmeyledim.

Hüküm, Buhâra'da, mahkeme meclisinde insanlar arasında verildi.

Ve, tescil tamam oldu.

Şayet, bu da'vâda, da'vâcı, bu şartlar muvacehesinde, hudutları belirli yerlerin defini diğer adamdan talep etmiş olsaydı, hâkim onun iddiasını ve da'valmm da da'vâsım olduğu gibi yazardı. Ve: "O hudutlu yerlerin mülküyetini, filan oğlu filân, filan oğlu filândan, da'vâ yapıl­madan önce satın almak suretiyle, kendisine mal eylemiştir. Ve, bu satın ah$ sebebiyle filan oğlu filan, filan oğlu filandan satın almak sebebiyle, mülküne mâlik olmuş ve bu surette da'va, önceki gibi da'vânın sonuna kadar tescil edilmiştir.'' derdi. [67]

 

30- BABADAN MÎRAS KALAN BİR EVİN İSBATI DA'VÂSININ KAYDI
 

Da'vâh ve da'vâcı huzura gelirler. Da'vâcı, da'vâlıyı "filan yer­deki şu şu hudutlu evin, komşularını ve haklarının kendisine âit olduğunu; babası filandan mîras kaldığını; ölene kadar onun elinin ve tasarrufunun altında olduğunu; onun ölümü sebebiyle, -sulben onun oğlu olduğundan- kendisinden de başka vâris bulunmadığından, yeri ve hudutları açıklanan o evin, babasından kendisine mîras kaldığını; bu günkü ismini ve kimliğini, evin yer ve hududunu; hâl-i hazırda bu ev elinde bulunan şahsın elinde haksız olarak kaldığını; ondan alınarak, kendisine teslim edilmesini, ve onun, ordan elini çekmesinin gerekli olduğunu talep eder ve bu durumun da'valıdan da sorulmasını ister.

Ona sorulduğu zaman, o da, bu durumu inkâr edince, da'vâcı şahitlerini getirir ve hâkimden onları dinlemesini ister. Bunun üzerine, şahitler şehâdette bulunurlar. Şehâdetleri birbirinin aynısı olduğundan, mânalarıda bir bulunduğundan, tanzim -edilen evrak onların huzurunda da'vâ sonunda okunur. Da'vâlımn inkârı ve da'vânın tazammun eylediği hâl bildirilir ve netice olarak şöyle denir: "Ben şehâdet ederim ki, mekânı ve hududlan zikredilen bu evin, (vasfedilen hudutları içinde) hakları, filan oğlu filan babamındır. Ve o, -vefat edene kadar- onun tasarrufu altında idi. Babam vefat eyledi. Bir oğul olarak, beni mirasçı bıraktı. Ben, onun oğluyum. Ve (da'vâlı olan şahsa işaret ederek) bu zat, ölenin vârisi değildir. Bu ev, mîras cihetiyle, oğlu olduğum için, bana düşer." deyip "da'vâlmın elinde, haksız olarak kaldığını" söyler. Da'vâ böylece sona erer. Ve kayda geçer.

En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir. [68]

 

Babadan Mîras Kalan Ev Da'vâsının Tescili
 

Hâkim, bu da'vâyı şöyle tescil ettirir:

Da'vânm şekli, baştan sona kadar aynen yazıldı.

Şahitlerin isimleriyle şehâdetleri ve açıklamaları aynen yazıldı. Ben de, onların şehâdetlerini kabul eyledim. Çünkü,onlar adâletleriyle tanı­nan veya adaletleri tezkiye ile meydana çıkan yahut adaletleri islâmiyet-leri olan ve şahitlikleri kusurlu görünmeyen zatlardı.* Hüküm yerine kadar, tamamı yazıldı. Sonra da, da'vâcının lehine, da'vâlmın aleyhine bu şahitlerin şehâdetleri sebebiyle hükmeyledim.

Ve hâkim şöyle yazdırır:

Hududu belirli olan bu evin, filan oğlu filana, babasının tasarrufu altında iken, onun vefatı sebebiyle, da'vâciya miras yoluyla hükmedi­lerek, bu hüküm da'vacı ve da'valımn huzurunda, yüzlerine karşı okundu ve geçerliliğine hükm ve ibram edilip tescil edildi." [69]

 

Babadan Kalan Ev Da'vâsının Defi Da'vâsında Kayededilecek Şeyler
 

Da'vâcı ve da'vâlı geldiler. Da'vacı, bu da'vânm defini istiyor. Şöyle ki: Önce da'vâ ederek şöyle diyor: "Filân yerdeki, şu şu hudutlu ev, mîras olarak filan şahsa intikal eyledi." Ve, bu da'vâyı tamamen anlatıp netice olarak şöyle diyor: "Sonunda, bu zat, o evi, bana sahih bir satışla sattı ve ben, bu şahıstan, şu kadar paraya, o evi sahih bir satın alışla, satınaldun. Aramızda, teslim-tesellüm de geçti. Mezkûr ev, bu gün benim oldu. Önceki da'vânm ibtâli ile, evin bana yerilmesi ve ken­disinden de sorulmasını istiyor. [70]

 

Babadan Kalan Ev Da'vâsının Def'i Da'vâsının Tescili
 

Bu söylenenlerin tamamı, hüküm meclisinde söyleniyor. Anlatılan da'vânm doğruluğu, şahitlerin şehâdetinden anlaş.ılınca,hâkim, dâ'vâlıya "o yeri, da'vâciya teslim etmesini" Buhara mahkemesinde ve kendi huzurunda, mahkemenin yapılıp hükmüm da'vacı ve da'vâlmın yüzle­rine karşı okunduğunu; aleyhine hükmedilenin, artık o yerden elini çekmesini; kendisine hükmedilene taarruz etmemesini emreylemek sure­tiyle, tescil tamamlanıyor. Zehryre'de de böyledir. [71]

 

31- BİR MENKÛLÜN, MUTLAK MÜLK OLDUĞU DA'VÂSINDA KAYIT
 

Da'vacı ve da'vâlı huzura geldiler. Da'valımn elinde; orta cüsseli, beyaz renkli, kuyruğu tam, yeleleri sol tarafına dökülmüş, iki ayağı sekili sol kulağı uzunlamasına, süfâl denilen şekilde kesik bir at'la da'va meclisine geldiler. Da'vacı "onun, kendine ait olduğunu; o atın, kendi malı olduğunu; da'valımn elinde haksız olarak durduğunu; bunları, onun da bildiğini; da'valımn ondan elini çekmesini ve o atın kendisine teslim edilmesini; bu mes'eleyi ona da sormasını" söyledi. Da'vâhya soruldu. O, şu cevabı verdi: "Bu at, benim malımdır. Da'vâcıya vermem." Bunun üzerine, da'vacı şahitlerini getirdi. Onlar da "o atın, onun olduğunu" söylediler. [72]

 

Menkûlün, Mutlak Mülk Olduğu Da'vâsının Tescili
 

Şahitlerin: "Bu, bunundur." diyene kadar olan bütün söylenenler tamamen yazıldı ve hâkim onlardan herbirine ayrı ayrı isbat ediniz dedi. Ve da'vâcıya: "Bu senin midir?" dîye sordu ve da'vâlıya: "Sen haksızsın." dedi.

Sonra da, hâkim, bu da'vâyı şöyle tescil eder:

Şahitleri dinledim. Hakikat bana ulaştı. Atı iddiacıya hükmey-tedim. Yük hayvanı, iddiacının mülkü ve hakkıdır. Çünkü, daVâlmın şahidi yoktur. Ma'ruf ve âdil şahitlerin şehâdetieri sebebiyle atın daVâcının malı. mülkü olduğu belli oldu ve bu yük hayvanı, daVâh ve daVâcının huzurunda, da'vâcıya verildi. Böylece sicil tamam oldu. [73]

 

Menkûl Bir Malın, Mutlak Mülk Olduğu Da'vâsının Defi Da'vâsında Kayıt
 

Bu da'vâ bir çok şekilde def edilebilir. Biz,bunlardan üçünü yazı­yoruz.

1) Satın almakla def... Bunun şekli şudur:

Da'vâcı ve da'vâlı, o semerli yük atı ile huzura gelirler. Da'vâa, <ia Valinin "atı, kendisine vermesini" da'vâ eder. Da'vâ, baştan sona kadar yazılır. Sonra da, daVâcının iddiası yazılır. Da'vâh, o semerli atı göstererek: Bu at bunundu. Fakat sattı. Satışı, her yönüyle sahilidir ve her hâl-ü kârda tasarrufuna sahiptir." derse; bu durumda.da'vâcı atı göstererek "onun, kendisine âit olduğunda" İsrar etse bile -satışının tahakkukundan dolayı- "da Vasinin ibtâline, mülküyetinin da'vâlıya teslimine" hükmedilir.

2) Kiraya verme yoluyla da'vânm defi.

Yine her iki tarafın söyledikleri yazılır. Da'vâcı, da'vâlımn da Vâsinin ibtâlini ister. O, o şeyin her türlü tasarrufuna yetkili olduğu hâlde ve tasarrufu geçerli bulunduğundan, onun kiraya vermesi de ikrar olduğundan dolayı, iddia eylediği semerli ata mâlik olamıyacağı, satın alma bahsinde söylediğimiz gibi- yazılır.

3) Bir başka def sebebi de bu hayvanın doğurmasıdır.

Bu def semerli yük hayvanının vasfıyla, da'vâsıyla yazılır. Da'vâcı "hayvanın kendinin olduğunu ve yanında doğurduğunu ve onun da'vâcının elinde (yanında) olduğunu; kendisinin hakkı olduğunu" isbat ederek "hakkm kendisine âit olduğunu; diğerinin hakkının bulunmadığını ve da'vânın terkini" talep eder ve bu da'vâ sona erer. [74]

 

Menkûl Bir Malın, Mutlak Mülk Olduğu Da'vâsının Def'i Da'vâsının Tescili
 

Sicil defterinin başına, yukarıdaki kaydın, hâkimin "hükmeyledim." dediği yere kadar olan kısmı, tamamen yazılır.

Sonra, def da'vasının sebebi yazılıp; da'vâcınm, da'vâlıdan ne sebeble istediği belirtilir. Da'vâcı, "da'vâlımn, iddia olunan şeyi, tâsar-rufatı geçerli ve kendisi sıhhatli iken da'vâ konusu olan semerli yük atım satın almıştır. Anlatılan bu satış sebebiyle, da'vâlınm, daVasım kay­betmesi ve da'vânın kaldırılması gerekir. Da'vâcıdan şahitler istenir. Müslüman ve âdil şahitler, şehâdette bulunurlar. -Önce olduğu gibi-hayvan vasfedilir. Bu, birinci şekildir.

îkinci şekilde ise, sözünün sonuna, iddiasının haklılığı yazılır. Satış bahsinde söylediğimiz gibi,..

Üçüncü durumda ise: Yine davasının sonunda, "dişi semer atının, yanında doğurması; tasarrufunun altında olduğunun mü'eyyidesi olduğundan, şahitlerin şehâdeti gereğince, iddia olunan o yük hay­vanının, iddia sahibine define; daVâlmın da'vasının kaldırılmasına; hükmün ibra ve infazı içiu geçerlilik şartlarının tamamının cem'ine, halk huzurunda Buhara mahkemesinde, da'valı ve da'vâcıya karşı kararın okunmasına; o yük hayvanının kendisine hükmedilene teslimine ve o taarruzun terkine, hükmeyledim." demek suretiyle, hâkim mahkemeyi kapatır. [75]

 

32- SAHİBİNDEN SATIN ALINAN BİR AKARIN MÜLK OLMASI BA'VÂSINDA KAYIT
 

Da'vâcı ve da'vâh gelirler. Da'vâcı, da'vâlıyı da'vâederek: <(Filan yerde, şu hudutlar içinde olan ve elan sahibinin elinde bulunan yeri, da'vâhdan şu şu kadar dirheme veya şu şu kadar dinara şartlarına uygun ve sahih olarak satın aldım.,O da, .satış şartlarına uygun olarak sattı ve bedeli olan şeyi de nakden ve tamamen -o yeri vermek üzere- aldı." der.

Eğer o yerin mevzisi ve hudutları, satış zamanı açıklanmış ve da'vâh île da'vâcı orda hazır bulunmuşlarsa, bu durum karşısında, da'vâlı o yeri teslim eylemiyorsa; bu da'vâcıya karşı zulümdür ve haddini tecavüzdür. Da'vâcı böylece taîebde bulunur ve hâkime da'vâhdan sormasını ister.

Şayet, satış senetli ise, da'vâcı, da'vâhya karşı, senette yazılı olanı da'vâ eder ve "da'vâlının onu teslimden kaçındığım" söyler. Altına tarihini yazmış ve evin durumu, hududu da yazılmış; ev sahibi, bu durumlar karşısında, evi teslimden kaçınıyorsa; veya aralarında teslim tesellüm cereyan eylemiş ve bunların tamamı, senette yazılı ise, (alım, satım; bedelin teslim edilişi, akdi yerine getirme ve evin hududu; satım zamanı, onu satanın o yere sahib olduğu; oranın kendi mülkü bulunduğu apaçık yazılı ise) ve mes'elenin sorulmasını ve cevabını isterse, ona cevap verilir. Ve o yerin ona teslimi vacip olur. [76]

 

33- BAŞKA BİR YERDEN GELİP, HAKKI OLAN, YÜK HAYVANININ BEDELİNİ ALMAK İÇİN MÜRACAAT EDEN ŞAHSIN TESCİL İSBÂTI DA'VÂSININ KAYDI
 

Bu da'vânm şekli: Bir adam, diğerinden belirli bir karşılıkla, bir yük hayvanı satın alıp,, karşılıklı olarak teslim-tesellüm yaparlar; bu ahm-satım  da Buhârâ'da  yapılır; müşteri  de, o  hayvanı   alıp, Semerkant'a götürür; orada da, o hayvana başka bir kimse, beyyine göstererek sahip çıkar ve Semerkant mahkemesinde, bu hayvan, hak sahibine hükmedilip, aleyhine hükmedilene de böylece yazıiır; o zat da, hemen Semerkant'tan Buhârâ'ya dönerek, o hayvanı kendisine satan şahsa müracaat edip, parasını ister; satıcı da, hak sahibini de, eldeki yazıyı da inkâr eder de, o şahsın, Buhara mahkemesinde, o yazıyı isbatı gerekirse; Buhârâ hakimi, her iki tarafın söylediklerini ve müşterinin elinde olan yazının suretini, Semerkant hakimine yazıp, tarihiyle bir­likte, Semerkant hâkimine gönderir.

Semerkant hâkimi, "o yazının kendisine âit olduğunu" ve hadiseyi baştan sona kadar yazar." Mahkemenin, huzurunda yapıldığını, filan oğlu filanın hayvana sahip çıktığım ve onu Semerkant mahkemesinde isbat eylediğini; kendisinin o günde hükümdar tarafından tayin edilmiş, hükmü Semerkant ve çevresinde geçerli bir hâkim olduğunu ve o adamın rücû hakkına sahip bulunduğunu; da'vâcınm söylenen bedele müstehik olduğunu ve parasının geri verilmesinin gerekli olduğunu" yazması üze­rine, Buhârâ hâkimi, durumu satıcıya sorar. O, yine: "Benim, bu yazı­dan haberimde yok. Benim üzerimde, hiç kimsenin hakkı yoktur." der. [77]

 

Başka Bir Yerden Gelip, Hakkı Olan, Yük Hayvanının Bedelini Almak İçin Müracaat Eden Şahsın Tescil İsbatı Da'vâsının Tescili
 

Sicil defterinin baş tarafına, bu da'vânın tamamı -da'vâlınm cevabına kadar- yazılır.

Sonra, da'vâcının "filan, filan şahitleri dinleyiniz. Ben onları şahit olarak getirdim." dediği de yazılır.

Ve sonunda şahitler dinlenir. Onlar: "Biz şehâdet ederiz ki: Bu yazı, Semerkant hâkiminin yazısıdır." O hâkimin adını, künyesini hükmü­nün tazammun eylediği ma'nayı ve hâkimin hayvanı söylenilen vasıf­larıyla hak sahibine verdiğini; bu tescilin hüküm mevkiinde oîan hâkim tarafından yazıldığını" söylerler ve: "Biz, onun Semerkant ve havali­sinin hâkimi olduğuna şahitlik ederiz." derler. Ve: Hükmü nafizdir." dive söyler.

Bu şahitler dinlendikten sonra, da'vâ mücelled divana yazılır.

Şahitlerin tezkiyeleri, adaletleri, şehâdetlerinin cevazı, şahitlerin filan ve filan oldukları beyan edildikten sonra, hâkini şöyle yazdırır: "Ben, üzerine şahitlik yapılan şahsın, müşteriden aldığı parayı vermemiş olduğunu, onu sözüyle anladım. Halbuki, ben sicilin sübutuna (yazının doğruluğuna) filan hâkimin hükmünün doğruluğuna, tazammun eylediği ma'naya, vasfedilen hükmün Semerkant ve havalisinde geçerliliğine ve onun hükmünün davalı ve davacıya tevcih edildiğine; verdiği parayı almaya gelen adamın haklı olduğuna; ahş-satış akdinin feshine; Buhârâ'da, hüküm meclisimde şu senenin, şu ayının, şu gü­nünde hükmeyledim." der. Ve da'vâ, böylece sonuçlanmış olur.

Şayet müşteri, o hayvanı başka birisine satmış olsaydı ve sonra da o müşteri, o hayvanla Semerkant'a gidip, onunla beraber, birinci müşteri ve ikinci satıcı olan adam da Semerkant'a gitmiş; o hayvana da ordd bir hak sahibi çıkıp, Semerkant mahkemesi, âdil beyyine ile, o hayvanı, iddia sahibine hükmeylemiş olsaydı, o müşteri, parası için, kendisine satan şahsa müracaat ederdi ve Semerkant hâkimi, Önceki müşterinin eline mahkeme kararının bir suretini vererek, "hayvanı ken­disine satan şahıstan, parasını almak için, ona müracaat etmesini'* emrederdi. Önceki müşteri de, o yazıyla birlikte Buhârâ hikimine başvurur ve ondan, "o hayvanı satandan, parasını almasını" ister, hâkim de aynı adamı huzuruna çağırır; o da, o yazıyı inkâr ederse; yazının isbatı gerekir ve hâkim hadiseyi olduğu gibi yazar. Ve "Satanı, alanı, parasını teslim-tesellümü; sonra da Semerkant'tan filan oğlu filanın geldiğini; da'vâhnın da onun getirdiği yazıyı inkâr eylediğini ve sattığı o hayvanın, kendisinin malı olduğunu söylediğini" yazar.

Semerkant mahkemesinde cereyan eden durumda hiç bir arıza olmadığından, Semerkant hâkimi, Buhârâ hakimine, "da'vâcımn haklı olduğunu, parasının alınması gerektiğini" açıkça beyanda bulunur. O adam, Buhârâ'ya gelerek, şahitlerinin dinlenmesi talebinde bulunur.

Bu da'vâ da önceki da'vâ gibi yazılarak tescil edilir. Yalnız, bu tescilde, "Semerkant hâkiminin,  ikinci  müşteriyi, da'vâcıya müracaat ektirdiği hükmü" de zikredilir. [78]

 

Bu Da'vânın Tescili İçin Başka Bir Örnek
 

Semerkant mahkemesinde, üzerine hükmedilen şahıs, Buhârâ'ya geldiği zaman; Buhârâ hâkimi, sicilin arka tarafına şöyle yazar:

Buhârâ ve havalisinin hâkimi olan benim yanımda sabit oldu ki: Havadisi hükmiye ve nevazili şer'iye gereğince ismi ve kimliği yazılı, üzerine hükmolunan zat, bu tescilde, satıcı filan oğlu filandan, semer vurulan yük atını satın almıştır ve bu mahkumun aleyh, o hayvana, şu şu kadar para vermiştir. Aynı tescilde, -aralarında cereyan eden akdin bozulmasından sonra- satıcıya müracaatla parasını geri alması yazılmıştır. Kendisine üç defa Allah adma yemin verdikten sonra, satıcı olan filan oğlu filana müracaatla, verdiği parasını geri almasına dâir yazmın arka tarafına meclisimin huzurunda yazı yazılmasına emir verdim." [79]

 

Bu Da'vânın Tescili İçin Diğer Bir Örnek
 

Bu da'vâ, ikinci müşterinin, birinciye müracaat ettiğini yazmaksızın, birinci müşterinin satıcıya müracaatını yazmak suretiyle de tescil edilebilir. Muhıyt'te de böyledir. [80]

 

34- KISASI İSBÂT DA'VÂSININ KAYDI
 

Da'vâcı, yanında getirdiği da'vâlı hakkında iddiada bulunarak: "Bu, filan oğlu filanın babasını kasden öldürdü; haksız yere bıçakladı; yaraladı ve o bıçak yarasından, hemen o satte öldü; bunun üzerine, şer'an kısas vacip oldu." dediğinde; "o satte öldü.", diye yazıîmayıp, "ölene kadar, yataktan kalkamadı." dense; bu da kâfi gelir.

Keza, "o vuruştan öldü." diye yazıîmayıp "öldü." denilse; bu da kâfi gelir.

Sonra: "Ölen şahıs, geride kendi sulbünden bir oğul bıraktı; işte o burdadir. Başka vârisi de yoktur." denilirse; bu durumda kısasın ifasını talep etmek şer'an onun hakkıdır.

Onun da temkinli davranması gerekir. Ondan mes'ele sorulur ve o da cevap verir.

Keza, kılıçla veya süngüyle vurunca kısas gerekir.

İşfa (= biz dedikleri âlet) veya iğne ile vurmak da böyledir.

Ok ile vurmak da böyledir.

Hulâsa olarak, kısasın vacip olması, demirden olan bir şeyle öldürmekten dolayıdır.

O demirin silah olması'ile olmaması müsavidir.

Kesici olmasıyla olmaması da müsavidir. Demir direk veya terazi demiri (okkası, kilosu) ve benzeri gibi...

Bu, el-Asl kitabının rivayetidir.

Tabâvî, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

— Kesici olmadığından, -bir kimse, demir direkle veya terazi aletle­riyle vurularak öldürülürse, kısas vacip olmaz.

İmâmeyn'in kavline göre ise, hükm-ü galip, ondan öldüğü ise, kısas gerekir. Eğer, bu hüküm galib olmaz ise, kısas gerekmez.

Bu, İmâmeyn'in rivayetidir. Asi kitabındadır.

Sopa ile öldürmenin cevabında, tafsilat gerekir: Ölümün o sebepten olduğuna zann-i galip varsa, kısas gerekir; yoksa, gerekmez.

Eğer öldürülen şahıs, geride baba, ana, oğul veya kan, baba bir kardeş bırakırsa, -bize göre- kısas cereyan eder. Ona vâris olanların tamamının,   kısasın   ifasını   isteme   hakkı   vardır.   Oğul   hakkında, söylediğimiz gibi yazılır.

Öldürülen adam, bir kaç vâris bırakırsa, onlardan her birisi için kısası isbat hakkı vardır.

Ona vâris olanların tamamı kısası, ifa hakkı isteyebilir.

Şayet, hepsi de baliğ iseler, yazılır. Bazısı küçük, bazısıda büyük iseler, ma'rufun hilâfına, ifâ hakkı istemek büyüklerindir.

Şayet hâkim, o büyükler için ifaya velayet görürse, onların büyük­lerinin ismini yazdırır.

Sonra da bütün vârislerin ismini yazdırıp, kayda geçirir. Ve orda "öldürülen zat, vâris olarak şunu şunu bırakmıştır." denilerek, büyük-küçük hepsi yazılır. Sonra da "şu büyük için kısası ifa hakkı tanınmıştır." der ve kayd tamam olur. [81]

 

35- DİYETİN İSBATI DA'VÂSININ KAYDI
 

Kayd defterine da'vâcı ve da'vâlı yazılırlar. Da'vâcı, birlikte gelen adam için: "Babasını hatâ ile öldürdü. Çünkü o, okunu ava attı. O ok da babasına isabet eyledi. Onu yaraladı ve o, hemen o saatte öldü." der veya "...öldü." demez; fakat, o adam, o yaradan ölür veya "...Öldü" demeyip "...yataktan kalkamadan öldü." derse; bu kâfidir.

Sonra diyetin gerekliliği yazılır. Katilin âkilesi, on bin dirhem gü­müş veya bin dinar halis taze mekke miskallerinden bin dinar yahut yüz deve, olmak üzere bu diyetin edası, katilin âkilesi üzerine vacip olur. [82]

 

36- KAZF'İN İSBATI DA'VÂSINDA KAYIT
 

Bir da'vâcı, bir şahsı da'vâ ederek: "Gerçekten bu şahıs, üzerine haddi vacip kılan kazfi yaptı. Kazf haddi, seksen sopa (= kırbaç) tır." derse veya: "Ta'ziri gerektiren sövmekle sövdü." derse; ona: "Nasıl sövdüğünü  açıkla ki,  ta'ziri gerektirsin."  denilir.  O:   "Ona şöyle söyledi." deyince; söven şahsa, şer'an ta'zîr gerekir. [83]

 

37- BİR ŞAHSIN VEFATI VE MÜNÂSAHA İLE VERASETİN İSABTI DA'VÂSININ KAYDI
 

Bir adam ölür; geride vârisleri kalır; taksimden Önce de, bu vâris­lerden birisi Ölür; onun da vârisleri kalır ve onun terekesi taksim edilmeden önce de, üçüncü vâris ölür; onunda vârisleri kalırsa; bu da'vâ şöyle yazılır:

Da'vâcı ve da'vâlı gelirler. Gelen da'vâcı, da'vâlıyı iddia eder: Kalan yerin sıfatını, yerini tamamiyle hudutlarını ve haklarını, onun filan oğlu filânın babasının tasarrufu altında olduğunu; ölene kadar elinde kaldığını; vâris bıraktığını; karisinin filâne olduğunu ve filanın kızı olduğunu; kendi sulbünden bir oğlunun bulunduğunu ve onunda huzurda olduğunu ve kendi sulbünden iki de kızının olduğunu, onlardan birisinin isminin şu olduğunu, diğerine de filâne denildiğini; bunlardan başka da vârisinin olmadığını ve malından tereke bıraktığını; onun da hududlu yerini, o zikredilen vârislere.mîras olarak bıraktığını, Allah'ın taksimine göre taksim etmelerinin gerektiğini; kadın için sekizde bir; geride kalanın "erkeğin nasibi, iki kızın nasibi kadardır." fetvâsınca taksim edileceğini; asıl meselenin sekizden kurulacağını ve sehmin otuz iki olup, bunlardan dört sehmin karısının; ondörd hissesinin oğlunun olduğunu; her bir kızı için de yedişer sehim verileceğini; sonra ölenin karısının öldüğünü; onun da filâne olduğunu; o yerden zikredilen hisse­sini almadan öldüğünü; onun da geride vârisleri kaldığını; bir oğlu, iki kızı olduğunu; onların da huzurda bulunduklarını; onlardan başka da mirasçısı olmadığını ve onların hisselerinin o yerin otuz iki hisseden dört hissesi olduğunu; ölümü sebebiyle, o hissesinin Allah'ın taksimine göre oğlu için iki sehim; kızlar için de birer sehim olduğunu; sonra da o iki kızdan birisinin hissesini almadan önce öldüğünü; onun da filâne olduğunu; zikredilen iki terekeden, onun otuz iki sehimden sekiz sehim olduğunu, o hududlu yerden; yedi hisse birinci taksimden, bir hissede ikinci taksimden olduğunu; kendisi ölünce de vâris olarak bir kızı kaldığını, onunda adının fülân kızı filâne olduğunu ve bir ana-baba bir kardeşi olduğunu, onun .da huzurda bulunduğunu, birde ana-baba bir kız kardeşinin olduğunu, onunda filâne olduğunu; başka da vârisi olmadığını; zikredilen İki hissenin tamamından mirasının, isimleri belir­tilen vârislerine -Allah'ın taksimi üzerine- kızı için yarı, kalanı ana-baba bir kardeşi ile bacısı için aralarında ikili-birli taksim edileceğini; bunun usûbet sebebiyle olduğunu; hissenin aslı iki sehimden altı sehim olup, üç hissesi kızı için, iki hissesi ana-baba bir kardeşi; bir hissesi de ana-baba bir kız kardeşi için olduğunu; bu müteveffanın iki terekeden nasibi sekiz hisse olup, sekizin altıya taksimi müştekim olmadığından, biz üçüncü taksimin yarısını darb eyledik. Böylece önceki otuz iki sehim.doksan altı oldu. îşte o zaman, üçüncü öiene, otuz iki hisseden sekiz hisse olunca; hissesi yirmi dört oldu. Vârislerine doğru isabet eyledi. Kızı, oniki hisse­sini; kardeşi, sekiz hissesini; kız kardeşi de dört hissesini aldılar. Böylece, terekeden da'vâcmm payı, elli altı hisse oldu. O yerin doksan altıda kırk iki sehmi, birinci terekeden; altı sehmi, ikinci terekeden; sekiz sehmi de üçüncü terekeden olmak üzere, o yerin tamamı, bu günde da'vâcı olana doksan altı hisseden elli altı hissesi verilir. O mahdud yerde, diğerinin hakkı olmadığından, onun hissesinden el çektirilir ve da'vâcıya teslim edilir. Ve böylece kayıd tamam olur. [84]

 

Münâsaha Da'vâsının Kaydı Îçîn Başka Bir Örnek
 

Bir adam öldü. Bir karısı ile üç oğlunu, bir de kızını terkeyledi. Bu kadın, o çocukların hepsinin anasıdır ve bu kadın, mirasın taksiminden önce öldü ve çocuklarını terk eyledi. Mîrasdan hissesi, evlâdına âit oldu.

Bu mîras taksim edilmeden önce, o üç oğlundan birisi daha öldü. O da'vâris olarak, iki erkek öz kardeşleriyle, bir kız öz kardeşini terk eyledi ve mîrasdan nasibi onlara kaldı.

Muhammed bin İbrahim bin İsmail bin İshak isimli bir şahıs gelip da'vâcı oldu. Yanında bir de Nasıyr bin İbrahim bin İsmail bin İshak isimli da'vâlı getirdi.

Bu da'vâcı, şöyle iddia ediyor:

İkisinin de babası olan İbrahim bin İsmail bin İshak vefat eyledi. Ve vâris olarak Saadet binti Amr bin Abdullah isimli karısını ve üç de oğul bıraktı; birisi da'vâcı, birisi da'vâlı, diğeride İsa isimli birisi... Bir de Âişe isimli kız terkeyledi. Bunlardan başka da vârisi yok.

Da'vâlmın yanında şu kadar sâmit (altın-gümüş) mal var. Bu zik­redilen vârislerin hakkıdır. Ferâiz usûlüne göre taksim edilecektir. Sekizde birisi karısının, kalanı diğer çocuklarının arasında, erkeğe iki, kıza bir hisse olmak üzre pay edilecektir. Bu mes'elenin ash sekizdendir.

Mîras taksim edilmeden önce, çocukların anası olan Saadet de öldü.

Önce Ölen kocasından, hissesine düşen altın ve gümüşü, o çocuklarına kaldı. (Erkek iki, kız bir hisse olarak) Bu iki tereke de taksim edilmeden önce, İsa isimli oğlan (ki o da'vâcının kardeşidir) Öldü. Geride vâris olarak iki öz kardeşi ile bir öz kız kardeşini terk eyledi. O mîras olan altın ve gümüşten hissesini bunlara terk eyledi. Terk edilen sehimlerin tamamı ikiyüz seksen oldu.

En Önce ölenden karısına otuzbeş sehim düştü. Herbîr oğulana da . yetmişer sehim düştü. Kızına da otuzbeş sehim düştü.

Bundan sonra, o çocukların anaları olan Saadet Önceki ölenin mîrası dağıtılmadan öldü. O hissesi olan otuzbeş hisse, (ikiyüz seksen sehimden) çocuklarına kaldı. Her oğluna onar hisse, kızına da beş hisse...

Sonra da, her iki tereke de taksim edilmeden önce, İsa öldü. Her iki terekeden nasibi olan (ikiyüz seksen sehimden) seksen sehim olan mîras hissesi, vârisleri olan, iki kardeşi ile bir kız kardeşine kaldı ve herbir erkek kardeşine otuz iki hisse ve kız kardeşine de on altı hisse isabet. eyledi. Böylece taksim yapılınca, da'vâciya o altın ve gümüş terekeden ilk ölenden (280 sehimden) 70 sehim; ikinci ölenin terekesinden (ikiyüz seksen sehimden otuz beş sehmin) on sehmi isabet eyledi. Ve üçüncü olarak ölenin terekesinden de (ikiyüz seksen sehmin seksen sehminden) 32 sehim isabet eyledi.'Bu da'vâcıya, cem'an o terekelerin tamamından (280 sehimden) yüz on iki sehim isabet eyledi ve o da'vâli onun bu kadar hissesinde men edildi. Zikredilen altın ve gümüş terekeden (ikiyüz seksen sehimden) davacıya yüz on iki sehim hissesinin verilmesi istendi ve böylece mes'ele halledilmiş oldu... [85]

 

38- BABADAN MÎRAS KALAN EV DAVASİNİN KAYDI
 

Bu da'vâ, önceden geçti. Yalnız, vâris bir olursa kayıt nasıl olur? Sayıları çok olursa nasıl olur?

Bu da'vâ şöyle kaydedilir:

Da'vâcı ve da'vâlı geldiler. Da'vâcı, şöyle iddia ediyor: "Filan mahallede, şu hudutlu evin tamamı, hukuku, binası, arsası, altı ve üstü bütün hakkı bana aittir." der ve "o yerin, babası olan filân oğlu filana âit olup, ölene kadar onun tasarrufu altında olduğunu; sonra da ölüp, mîras olarak bıraktığını; mîras olarak da da'vâcı ile oğlundan filan ve filan, kızından filâne ve filâne bulunduğunu; başkada vârisinin olmadığını ve o yerin ferâiz usûlüne göre taksim edilmesinin gerektiğini; şu kadar, hisse, da'vâcımn; şu kadar hisse, ev elinde bulunan da'vâlının olması gerektiğini ve onun, da'vâcıyı, hissesinden men eylediğini; şu kadar hisse şunun şu kadarı diğerinin olması gerektiğini" söyler.

Şayet da'vâcı, "o evin tamamının, kendisine âit olduğur-ı; ölen zâtın diğer evlerinin, akarının mallarının, arazisinin, . nakdinin bulunduğunu taksim neticesinde, diğer vârislerin de rızalariyle .» evin, kendi hissesine düştüğünü" iddia ederse; bu durum, o da'vâcı hakkında, öylece yazılır ve "ölenin terekesi, o hudutlu yerle birlikte şu kadar akarı, şu kadar arazisi, şu kadar nakdi olduğu ve taksimin, aralarında kendi rızaları ile yapıldığı; o evin, o da'vâcıya hisse olarak düştüğü; o yerin tamamının ona âit olduğu ve diğer vârislerin de kendi hisselerini tamamen aldıkları; bu sebebden dolayı, da'vâlının elindeki yerin, haksız olarak elinde bulunduğu ve o yerin da'vâcıya âit olup ona teslimi ve diğerinin tamamen o yerden men edilmesi" kayda geçirilir. [86]

 

Babadan Mîras Kalan Ev Da'vâsının Tescili
 

Da'vâ baştan sona kadar yazılır. Da'vâcıya, ismi ve künyesi sorulur ve tescil edilir.

Sonra, hâkim: "Bu hüküm ve infaz tarafımdan yapıldı." der ve "da'vâcının iddiası üzerine, şu hüküm verildi." diyerek: "Filan zatın ölüp terekeden, hudutları belirli bu yeri, da'vâcıya babası oiarak terkeylediği ve o yeri ölene kadar tasarrufunun altında tuttuğunu; ölünce de terekesinin mirasçılar arasında taksim edilerek, bu yerin da'vâcıya düştüğünü" sonuna kadar yazdırır.

Ve hâkim, şöyle  der:  "O  yeri,  da'vâlı haksız olarak işgal eylediğinden, mezkûr yeri, da'vâcıya teslim etmesini emreyledim. Bu da'vâ., tamamen hükümmeclisindegörüldü."

Şayet, iddiacı evin tamamını iddia ediyorsa', kayıt böyle olur. Değil de, o evde bulunan hissesini da'vâ ediyorsa, o zaman, "o evdeki hisse­sinin, kendisine teslim edilmesini" hâkim, -da'vâlıya- emreder. [87]

 

39- VASİYETLERİN ÎSBATÎ DA'VÂSINDA TUTULMASI GEREKEN KAYIT
 

Bir da'vâcı, da'vâlıya karşı iddiada bulunarak, "onun, kardeşi olduğunu; filan oğlu filan olduğunu; bir kardeşinin ölerek tereke ile bir­likte babası filanı, anası filan kızı fülâneyi, oğullarından filan ve filanı; kızlarından fülâne ve fülâneyi terkeylediğinİ; başka da vârisinin kalmadığını" söyler ve devamla, "kardeşinin sıhhatli, akıllı ve emrinin bütün terekesine geçerli olduğu zaman, vasiyette bulunduğunu" söylerse; bu da'vâcı, da'vâsmı isbât etmek zorundadır.

Bu da'vâcı şahitlerini getirir. Onlar şehâdette bulunarak: "Filan . oğlu filan, bu da'vâcmm kardeşidir." derler ve "onun adını, sanını . tanıdıklarını" söylerler; sonra da "onun ölerek, vâris olarak babası filanı, anası filâneyi, oğulları filan ve filanı; kızlarından filâne ve filâ-neyi, karısı filan kızı filâneyi terkeylediğinİ; başka vârisinin olup olmadığını bilmediklerini ve ölen zatın aklının ve bedeninin sahih-sağlam; emrinin (= yaptığı işin) geçerli olduğunu; da'vâcı bulunan bu kardeşine vasiyetle bulunduktan sonra öldüğünü" söylerler ve bunların şehâdette bulundukları zamanda vârislerin tamamı mahkeme huzurunda olurlar ve onun vasiyetini kabul ederler; hâkim de şahitlerin adaletlerini ve onların şehâdetine hepsinin de razı olduğunu bilirse; o zaman, hâkim, da'vâlıya şöyle sorar: "Bu da'vâcı, vasiyet eyleyen kardeşinin vasfedîlen dirhemlerini, da'vâ ediyor. Sen, buna ne dersin?" O da ikrar ederek: "Şu kadar ve ağırlığı şu miktarda olan dirhemler..." deyince; hâkim "hükmün infazını; huzurunda, da'vâhnın, da'vâcının, şahitlerin neler söylediklerinin tamamının yazıldığını; vasfedilen dirhemlerin edasına emir verdiğini ve Ölen adamın kardeşini, bütün işlerinde vasî kıldığını; muhakemenin Buhârâ mahkemesinde yapıldığını; böyle yapanların çok olduğundan, önce da'vâhnm ifadesinden başlanacağını; bu da'vâlann diğer da'vâlann hilafına olduğunu" yazdırır.

Yanımda bulunan bütün Alemgiriyye nüshalarında böyle yazılıdır.

Muhıyt'te de şöyle zikredildiğini gördüm: "Bu da'vâmn tescili de diğer da'vâlar gibidir. Zahir olan da, doğrusu da budur. [88]

 

Vasiyetin İsbati Da'vâsı İçin, Başka Bir Kayıt Örneği
 

Da'vâcı, şöyle iddia ediyor: Filan zat, vasiyet ederek, kendisini vasî kılmış ve çocuklarının işlerini ona havale eylemiştir. Filân -e filân küçük çocukların işlerine, o bakacaktır. Ve vefatından sonra, bütün malının üçte birini, hayır yollarına, iyi işlere sarf edecektir. Bu vasiyet ve vasîlik şahindir; makbuldür.

Bu vasiyet, vasiyet edenin son sözü olursa hüküm böyledir. Vasiyet eden şahsm, sözünün üzerinde durarak ölmesi gerekir. Vasiyetten dönmüş olmamalıdır.

Bu durumda, o vasî ölen zatın küçüklerinin işlerine bakar ve tere­kenin üçte birisini, vasiyet edilen şahıs, hayır yollarına sarfeder.

Vasiyet edenin malı var ise, bu böyledir. Vasinin, onun vasiyetini yerine getirmesi gerekir.

Mes'elesini böyle sorana, verilecek cevap budur. [89]

 

40- YETİMİN BULÛĞA ERDİĞİNİN ÎSBATS
 

Da'vâcı; küçük bir çocuğun babasının, -ölümünden sonra- o çocuğun işlerine vasî kılmış olduğu ve onun terekesini koruyacak olan ve tek vâris bulunan bu çocuğa vasî tayin edilen da'vâlıya karşı iddiada bulunarak "o çocuğun, ihtilâm sebebiyle erkeklerin bulûğa eriştiği güne geldiğini veya yaşı onsekiz-ondokuz olduğunu" söylerse; bu vasînin, onun malının tamamını ona teslim eylemesi vacip olur. [90]

 

41- YOKSULLUĞA DÜŞÜP İFLÂS EDEN BİR ŞAHSIN, BUNU İSBAT ETMESİ DA'VÂSININ KAYDI
 

Da'vâcı,  da'vâhya karşı iddiada bulunarak:  "Şu şu kadar, dirhemi vermesini." söyler; da'vâlı da, bu da'vânın kalkmasını talep eder; sebep olarak da "fakir olduğunu; verecek bir şeyinin olmadığım" söyler. Şahitler de: "Biz, bunun malının olduğunu ve fukaralığından dolayı, borcunu verebileceğini bilmiyoruz." derlerse; böylece kaydedilir.

Bu, Hassâf'in ve Fakıyh Ebû'l-Kâsım'ın ihtiyarıdır.

Uygun olanı: Şahitlerin: "Elan, bu gün müflistir; bir şeyi yoktur. Gece giydiği elbisesinden başka bir şeyinin (malının) olduğunu bil­miyoruz. Gizli ve aşikâr, biz böyle haber alıyoruz." demeleridir. [91]

 

İflas Da'vâsının Tescili
 

 Bu da'vâ, şu şekilde tescil edilerek sabitlesin

Hâkim: "Benim yanımda, da'vâlımn iflas eyleyip, bir şeyinin kalmadığı; fakir düşüp, sırtına giyecek elbisesinden başka bir şeyinin olmadığı sabit olup; ondan alacak isteme sakıt olmuştur." der ve öylece yazılıp tescil edilir. [92]

 

42- RAMAZAN HİLÂLİNİ İSBAT DA'VÂSINDA TUTULMASI GEREKEN KAYIT
 

Bir adam, diğerine karşı ismiyle birlikte "ramazan ayına kadar, tehir edilen (= mühlet verilen) bir alacağı olduğunu" iddia ettiğinde; da'vâcı da, da'vâlı da yazılarak "şu kadar dinar, şu sebepten dolayı, bu senenin ramazan ayına kadar mühletle, hak, vacip ve lâzım olduğu hâlde borç alınmıştır." denir. Ramazan ayının girmesiyle, o dinarların öden­mesi gerekir. Bu gün ramazan ayının başlangıcıdır." denilince; da'vâlı, malı ikrar eder de, Ramazan ayının girdiğini inkâr ederse; o günün ramazanın birinci günü olduğunu isbat eylemeye çalışır.

Şahitler muhayyerdirler: İsterlerse: "Bu gün ramazandır." diye şahitlik yaparlar ve bir açıklama yapmazlar; isterlerse, açıklama yaparlar ve: "Biz şehâdet eyleriz ki; hakikaten dün gece şa'banın yirmi dokuzuncu gecesiydi ve biz hilâli akşam namazı vaktinde gördük. Bu gün, bu senenin ramazan ayının birinci günüdür." derler.

Şayet, hiç bir kimsenin da'vâsı olmaksızın şahitler şehâdette bulu­nurlarsa; bu şehâdetleri de dinlenir ve kabul edilir. Zehıyre'de de böyledir. [93]

 

43- HÜKÜM MECLİSİNDE, DIŞARI ÇIKMAYAN ÖRTÜLÜ BİR KADINI DA'VÂ EDEN BİR KİMSENİN TALEBİNİ, BU KADININ REDDİ DALYASININ İSBATI HUSUSUNDA TUTULMASI GEREKEN KAYIT
 

Bu da'vâ kayıt defterine şöyle yazılır:

Filanın kızı filânenin vekili huzura geldi ve "o kadının da'vâlanna bakma hususunda, ondan vekâlet aldığını" isbat eyledi. Da'vâcı da fülan oğlu fülandır. Bu da'vâcı şöyle iddia eyliyor: "Kadın evinden hiç çıkmıyor ve insanların arasına katılmıyor; perdelidir."

Bu durumda hâkim: "DaVâcının o kadının mahkemeye gelmesini talep etmesi" batıldır ve bu da'vadan vaz geçmesi gerektir." der ve öylece kaydedilir. [94]

 

44- KİTÂBÜ'L-KÂDÎ İLE'L-KÂDÎ (= KİTÂB-I HÜKMÎ) YOLUYLA, GAİBE KARŞI ALACAK DA'VÂSINDA KAYDA GEÇİRİLMESİ GEREKEN ŞEYLER
 

Kitâbii'l-Kâdî ile*İ-ksdî:  Kendisi gaip olup,  vekili  de hazır bulunmayan bir şahıs aleyhine, bir kimse tarafından, bir belde mahke­mesinde açılan da'vâyı ve bu da'vâda ikâme edilen beyyineyi, o belde hâkiminin dinleyip, bu beyyineyi tezkiye ettikten sonra; bunu mübeyyin (= açıklayıcı) olmak üzere, o şahsın bulunduğu beldenin hâkimine gönderdiği ve buna göre hükmetmesi talep edilen mektuptur.

Bu mektuba (yazıya) Kiiâh-i hükmî de denir. Bu mektubu yazan hâkime: Hâki m-i kâtip; kendisine bu mektubun yazıldığı hâkime de: Hâkim-i mektubun ileyh denir.

Bu da'vâ, şöyle kaydedilir:

Bir adamın, diğerinde malı (alacağı) bulunur; mala karşı olan şahitler de gaip olan borçlunun beldesinde olur ve da'vâcı da kendi bel­desinin hâkimine başvurarak, "şahitlerin şehâdetlerini dinleyip, bun­ların da'vâlının bulunduğu yerin hâkimine yazılmasını" isterse; hâkim, bu isteği kabul eder.

Bu, insanların ihtiyacına binâen uygun görülmüştür.

Bu yazı, şu şekilde yazılır:

O beldenin hâkimi mahkeme eder ve diğer beldenin hâkimine: "Filan adam, hasmını huzura getiremedi; onun naibi de olmadı. Da'vâcı, filan isimli gaip kişinin nesebini söyledi. Onun üzerinde, "sahih sebeblerle şu şu kadar dinar alacağının olduğunu" iddia eyledi. "Alacağının ödenmesi gereken bîr hak olduğunu" söyleyip, "tahsili için mahkemenize yazılması" talebinde bulundu." diye (borçlunun bulunduğu beldenin hâkimine) yazar.

îki beldenin arasındaki mesafenin uzaklığı her iki tarafın bir arada mahkeme olmamalarını icâbettiren bir ma'zeret olduğundan; da'vâlmm bulunduğu yerin hâkimi, yazıyı yazan beldenin hâkiminin yazısına muvafakat eder.

Böyle yazışmalara, bütün hâkimler icabet ederler.

Da'vâcı şahitlerini getirir; onlar da isimlerini, kimliklerini, mahalle ve evlerini -açıkladığımız gibi- söylerler.

Sonra da da'vâcmm iddiasını baştan sonra kadar söylerler ve işaret yerine işaretlerini yaparlar. Hâkim,onların adaletlerini tanısın veya tanı­masın hâllerinden onları anlar. Ve onların adaletleri meydana çıkar. Bunun üzerine hükmünün yazılmasını emreder. Bu kitâb-ı hükmî'nin bir Örneği şöyledir:

Hâkim, önce besmeleyi; sonra da kendi .ismini yazar. Kimliğini, künyesini yazmaz. Kendisine yazdığı hâkimin ismini de yazar. Sonra, bu yazının başına hamdele (= elhamdülillahi rabbi'l-âlemîn) ve salvele (-ve's-salâtü ve's-selâmü alâ resûlihî Muhammedin ve âlihi ecmaıyn) lafızlarını yazar.

—  Sonra, yazıya şöyle devam eder: "Şu beldenin hüküm mecli­sinde, ben, bu gün/bu yerin ve çevresinin, hükümdarı tarafından tayin edilmiş hâkimiyim. Hükmüm halk arasında Allahu Teâlâ tarafından nafizdir (= geçerlidir). O'nun sonsuz ni'metlerine şükürler olsun. Hamd O'na mahsustur. O'nun ni'metleri sayılmakla bitmez."

— Bu yazıya şöyle devam edilir:

Şu senenin, şu ayının, şu gününde, şu şehirde, hüküm meclisim hazır bulundu. Filan oğlu filan, da'vâcı olarak, hasmı olan da'vâlısı veya onun naibi olmaksızın, bizzat kendisi iddiada bulundu. Bu da'vâcı, ihazırda bulunmayan da'vâlının isminin "filân oğlu filan olduğunu" söyledi. Ve, da'vâsı baştan sonra kadar yazıldı. O, benden, ismi ve yeri yazılı gaibe karşı, da'vâsının dinlenmesini ve hükmümün, -hâkimlere-(size) yazılmasını talep etti.

Da'vâcı, şahitleri olan filan ve filanı da getirdi. Onlar da şehâdette bulundular. Ben de, şehâdetleri tamam olunca, bu şehâdetlerini yüzle­rine karşı okudum. Ve bu şahitlerin tezkiyeleri için, bulundukları yerlere yazı yazdım. Hepsinin de, tezkiyeleri ve adaletleri, isim ve nesepleri, şehâdetlerinin kabulü zahir olmakla, -ilmin ve kabulün gereğince- şehâ­detlerini kabul eyledim.

Bundan sonra, huzurdaki da'vâcı benden "bu yazının tamamını, müslümanlarm hakimi olan hükmü geçerli bulunan, sana, mühürlü olarak, -bilgi bakımından- göndermemi istedi. Hakkın tecellisi için, Allah'ın tevfıki ile bu yazı gönderildi."

Bu yazının suretinin muhafazası gereklidir.

Yazının sonuna "inşâallah" yazılır. Çünkü, İmâm Ebû Hânîfe (R.A.)'ye göre bu lafız, bütün yazılarda yazılır.

Hâkim, bu yazıyı, bir şahide karşı okur ve onu, yazıda neler yazıldığına şahit tutar.

Sonra, hâkim "Bu yazıyı, filan beldenin hâkimine gönderiyorum." der.

Hâkim, bu yazının ihtiyaç kadar kopyasını çıkarıp, bir kısmını o hâkime gönderir; bir kısmını ise, yanında bırakır.

Hâkim, bu yazının sağ tarafına "filan yerin, imzası ve hükmü ol ahâlisi arasında geçerli olan, filan oğlu filan hâkimine" diye yazar.

Sol tarafına da "Filan şehrin hakimi halkı arasında hükmü geçerli ve imzası nafiz olan, filan oğlu filan tarafından yazılmıştır." diye yazar ve bu yazıyı gönderir. [95]

 

Kitâb-ı Hükmî'nin Cevabında Bulunması Gereken Hususlarla İlgili Bir Örnek
 

Kendisine yazı gönderilen hâkim, o yazının başlangıç ve duasından sonra, -önceki gibi- yazar ve şöyle devam eder:

"... Hâkim filan oğlu filan'dan bana, bir kitâb-ı hükmî geldi. Yazı, bidayetinden nihayetine kadar yazılmıştır ve bu yazı, filan şehrin hâkimi filan oğlu filandandır. Onun mühürü ile mühürlenmiştir. Ben, yazının da, mühürün de onun olduğuna şahitlik ederim. O hâkimdir.

Ve bana, filan oğlu filanın, üzerine şahitlik yapılıp, ismi kimliği yazılı bulunan ve o şehirde olmayıp, bu şehirde bulunan şahısla ilgili şöylece talepde bulunuyor.

Ben de, filan filan şahitleri huzura alıp, şehâdetlerini dinledim. Ve bu da'vâda, gerçekten Buhârâ hâkimi filan oğlu filan'ın mühürü ve şahitlerin şehâdeti neticesinde:  "Filânın, filânda, bu kadar alacağı olduğunu" duydum. Benim yanımda da, şahitlerin adaleti, muhitlerinin tezkiyelerinden dolayı sübût bulduğundan yazıyı, o kabul ederek, aka­binde, o yazının muhtevasınca, borçludan borcunu te'min ve mahke­menin hükmünü tesbit ederek; yazının nakline icabet edip, yazılmasını emr eyledim." der. Ve bu yazının nakli (gönderilmesi) gerekiyor ise, nakleder. Bu yazının tertibi de yukarıda söylediğimiz gibidir. [96]

 

45- KİTÂB-I HÜKMÎ İLE, HUDUTLU BİR MÜLKÜN TESBİT DA'VÂSINDA KAYIT
 

Hâkim şöyle yazar:

Filan da'vâcı, mahkememde hazır bulundu. Kendisiyle birlikte, da'vâlı filân da geldi. Bu da'vâcı, da'vâh hakkında, şu iddiada bulundu: Filân yerde bulunan, filan hudutlu yer, benim mülküm ve hakkımdır.

Şimdi ise, haksız olarak da'vahnm yanındadır. Bana teslim etmesi gerekir." deyip, o yeri ta'lep etti. Onun iddiası da'vâlıya sorulunca, o, şu cevabı verdi: "Bu da'vâcımn iddia eylediği yer, benim mülküm ve hakkımdır. O, benim elimde bir haktır."

Hâkim, yazıya şöyle devam eder:

Ben, iddiacıdan da'vâsına karşı hüccet ikame etmesini istedim. O da, bana, bu kitab-ı hükmîyi arz etti. O nüshada, evvelinden ahirine kadar, kitab-ı hükmî yazılmıştır.

Sonra, yazıyı bana arz ederek: "Bu yazıyı, filan beldenin hâkimi sana yazmıştır." dedi ve yazıyı bana verdi. O hâkim: "Bu hudutlarıyla, bu evin mülküyeti ve hukuku filana sabit olmuştur." diye yazmış işaret mevkii mühürlenmiştir.

Ben de, bu günde, şu şehirde hâkimim. Şehâdet ederim ki, o yazının muhteviyatı ve mühür onundur ve o beyyine talep ediyor ve benden şahitleri dinlememi istiyor. Ben de onu kabul ediyorum."

Bunun üzerine şahitler şehâdette bulunurlar ve yazıya işaret ederek: "Filan beldenin hâkimi, bu yazıyı size yazdı. O, bu gün filan beldenin hâkimidir. Hududları belirli olan bu yerin, bu da'vâcıya âit olduğunu, bu yazıda beyan eyledi. Ve yazıyı mühürledi.

Yazının muhteviyatı şöyledir:

Şahitleri dinledim. Bulundukları mahalden onların hallerini öğrenmeye yöneldim. İkisinin de kimliğini ve tezkiyelerini; şehâdetle-rinin kabul edilir olduğunu ve onların filân oğlu filan olduğunu" yazmış. Ben de, bu yazının filan beldenin hâkimi tarafından, bana yazıldığını kabul eyledim. Ve o mahdut yerin, da'vâcıya âit olduğu sabit olmuştur. Filan da'vâlmm elinde haksız olarak bulunmaktadır. Bu şahitler de aynı şekilde şehâdette bulunmuşlardır. Bana, bu da'vanın sahih olduğu sabit oldu. Ben de bu da'vâhya bildirdim ve o yeri sahibine vermesini emreyledim. Sonra da, da'vâcı da'vâlıya karşı olan hükmü istedi. Onu da kabul edip hudutları belli olan o yerin, da'vâlıdan alınıp, mülkiyet olarak da'vâcıya hükmeyledim." der. Ve da'vâ böylece sona erer. [97]

 

46- SERMAYE VE MÜDÂRABE DA'VÂSINDA KİTÂB-I HÜKMÎ İLE BEYYİNE İKÂMESİNİN KAYDI
 

Buhârâ hâkiminin karşısına, mahkeme açmak için bir da'vacı geldi. Bu da'vâcının yanında, bir da'vâlı veya onun naibi yoktur. Bu da'vâcı filan oğlu filandır.

Bu da'vâcı, bir gaibe karşı iddiada bulunuyor ve onun adını söyleyerek: "Şu yerdedir." diyor ve "Ona, doksan kırmızı Buhârâ yapısı, taze, ağırlığı Semerkant terazisinde tartılmış, dinar verip, sahih ve içinde mûcib-i fesad bir şey olmaksızın, bir müdârebe ortaklığı yaptığını; bu dinarlarla muhtelif şeyleri -Allah'ın takdir edeceği kadar rıziklanmak üzere- hazerde ve seterde alıp-satması; kârının üçte ikisinin sermâye sahibinin, üçte birinin de müdâribin olacağını; o şahsın isminin ve künyesinin şu olduğunu" söylüyor.

Ve, sermâyenin (= re'sü'1-mâhn) tamamını, onun sahih bir teslim alışla aldığını ve bu sermayede bir noksanlık (zarar) bulunmadığını; bunu -sözleşme meclisinde kendisine verdiğini; onun da bu meblağı teslim aldığını ve diğer şartların tamamını" ikrar ediyor. Ve da'vâlı, bunların tamamını doğruluyor. Da'vacı devamla "Müdânba, aynen yukardaki vasıflan taşıyan yirmi dirhemi daha verdiğini; onu da -sahih teslimle- müdâribin teslim aldığını." söyleyerek: "Şimdi ise, müdâribin gaip olduğunu ve filan şehirde bulunduğunu;kendisinin her iki da'vasına da şahitlerinin bulunduğunu" söyler. Muhıyt ve Zehıyre'de de böyledir. [98]

 

47- VÂRİSE KARŞI MÜDÂRABE MALI DA'VÂSININ KAYDI
 

Bu da'vanın şekli: Bir da'vâcı, iki da'vâlı üe birlikte huzura gelirler. Da'vâcı filan; da'vâhlar ise filan ve filandır. Bunların hepsi de filan şahsın oğullarıdır. Gelen da'vâcı, "da'vâlılann muris olan baba­larına, bin dirhem müdârabe malı vermiş; o da, onu işleterek kâr eylemiş; o malı taksim eylemeden de ölmüş; sermayeyi vermediği gibi, belirli olmayan kârı da vermemiş; bunların hepsi terekede borç olarak kalmış..." iddia ediyorsa; bu durumda da'vâ sermayede ve kârdadır. Bu da'vanın halledilmesi için, kârın ne kadar olduğunu açıklamak gerekir.

Eğer, da'vâ yalnız sermayede olursa; o takdirde, kârı beyan etme­mekte bir beis yoktur. [99]

 

48- HAYVAN ALIM SATIMINDA İNAN ORTAKLIĞINI KİTÂB-I HÜKMÎ İLE İSBAT HUSUSUNDA KAYIT
 

Hazır da'vâcı, bir gaibe karşı, onun "filanın oğlu filanın oğlu filan" diye adını belirterek ve onun "Bakdeş Beçe" diye tanındığını söyleyerek iddiada bulunup: "Onunla, hiyanetten kaçınarak" emaneti yerine getirerek ve Allah'dan korkarak celebcilik yapmak üzere inan ortaklığı yapacaklarım; her birinin sermayesinin yüzer taze Buhârâ dinarı   olduğunu   ve   bunların   ağırlıklarının   Semerkant   terazi   taşı ağırlığında bulunduğunu; sermayenin tamamının darbedilmiş ikiyüz Buhârâ dinarı olduğunu..." sonuna kadar yazarlar ve bu malın tamamı, hazırda olmayan zatın yanındadır ve bunlardan her birisi, hazerde ve seferde ticâret yapacaklar ve celebcilik edeceklerdir. Onlardan her biri, ticâretle uğraşacak peşin veya veresiye satacaklar; aldıklarını, sattıkA larıni doğru -cereyan eden âdet üzere- dürüstçe alıp satacaklar; bun­lardan her biri sefere de çıkıp, ortaklık malı ile îslâm memleketlerinde dolaşacaklar; kefere memleketlerinde de alım satım yapacaklar ve Allah'ın takdir eylediği rızkı aralarında yan yarıya taksim edeceklerdir. Kârada ve zararada ortaktırlar." diye belirttiler.

Bunlardan herbirisi, sermayenin aslım ortaklık meclisine getirdiler ve birbirine kattılar. Bu karışmadan sonra, o ismi belirli fakat huzurda olmayan şahıs, elindeki malı, sahih bir ikrar ile ikrar eyledi. Hazırda bulunan da onu ortaklık meclisinde doğruladı ve da'vâcı "Bu isimli gaip şahsın elinde yüz Buhârâ dinarı vardır; tazedir, ağırlığı Semerkant terazi taşlarının ağırlığındadır.  Karz-ı sahih ile ödünç almıştır.  Ve bunu hazırda olan da'vacının öz malından, karz-i sahih ile ödünç alıp, sahih bir teslim alışla da teslim almıştır. Ve onu, söylenen şekilde sermâye yapmıştır. Bu durumu da, sağlığında, sahih bir şekilde ikrar etmiştir. Onun tasarrufatı her yönüyle geçerlidir. Yaptığı işi bilerek ve kasden yapmıştır. Söylenilen ortaklık, hâlen cereyan etmektedir. Şimdi ise vefat eylemiştir.   Borç   olarak   aldığı   ortaklık   malım   vermesi   gerekir. Söylenildiği gibi yanında iki yüz dinar vardır. Şu anda gaiptir. Buhârâ ve havalisinde   mukim   olduğu   söyleniliyor.   Da'vâya   bakılması   rica olunur." dedi. [100]

 

49- BİR DA'VÂNIN KİTÂB-I HÜKMÎ İLE İSBATT
 

Buhârâ mahkemesinde, hâkimin huzuruna birisi gelir. Bu filan adamdır. Bu şahıs şu iddiada bulunur: "Amr ibni Abdullah ibni Ebû Bekir Tirmizî, bu gün, öz iki kardeşinin vekilidir. Onların birinin künyesi Ebû Bekir, diğerinin ise Ahmed'dir. Anaları Güheristî, Ahmed oğlu Amr'ın kızıdır. Ahmed mahfatıracidır ve Tebrizlidir. BiPumum da'vâlara, mahkemelere, beyyine ikamesine ve şahitleri dinlemeye, her yönüyle onların hakkını aramaya bütün insanlar karşısında teslim olmaya, vermeye yetkilidir ve elinde kitâb-i hükmî vardır. Bu mektupta şunlar yazılıdır:

Bismülahi'l-hakkı'l-mübiyn.

Bu mektup, müslüman hâkimlerinden, kime ulaşırsa, bilsin ki: Bu mektup Tirmiz hâkimi Ahmed bin Mansur'dan muvafak-nâmedir. Ve bu Muhammed bin Tâhir bin Ebû Bekir'in ikrarım nakildir. Söyleni­lenler doğrudur. Mühürümle mühürlenmiştir. Bu da'vâcı iddia ederek: "Da'vâlılanri vekili olduğunu; onlar tarafından vekâletinin sabit bulunduğunu"; söylüyor. Gerçekten Şeyh Muhammed bin Abdullah bin Ebû bekir Tirmizî, o ki mekkâmin velisi olarak tanınır.Da'vâcı, da'vâlı-ya karşı, o zikredilen zatlar tarafından vekildir. Ve bu vekâleti onlarca sabittir. Da'vâlı olan Şeyh Muhammed bin Abdullah bin Ebû Bekir Tirmizi'ye karşı Mekke vezinli iki yüz kırk dinar, sahih sebeble alacağı olduğunu; onun da sıhhatli hâlinde, isteyerek bu malın tamamını üç defada ikrar eylemiş bulunduğunu; birinde "yüz elli dinar" diğerinde "yetmiş dinar" üçüncüde ise "üzerinde sahih sebeble ödemesi vacip ve hak olan yirmi dinar" borcu olduğunu söylemiş bulunduğunu; bunların tamamının Tirmiz mahkemesinde yazılı bulunduğunu; sonra, Şeyh Muhammed bin Abdullah bin Man sur'un zikredilen maldan bir şey almadan vefat ettiğini ve karısının üç oğlu ile kalmış olduğunu; başka da vârisi bulunmadığını; mal olarak da da'vâ edilen bu ikiyüz kırk dinarının bulunduğunu" yazar.

Bu malın, onun ölümüyle; Allah'ın emri gereğince- taksim edilir; onun sekizde biri karısınmdır. Geri kalan üç oğhınundur; aralarında müsâvî şekilde taksim edilir. Mes'ele sekizden; taksim yirmi dörttendir. Kadm için üç hisse; her bir oğul için de yedişer hisse vardır.

Bu söylenilen mal, da'vâlının ikrarı üzerine, Tirmiz mahkemesinde ve onun hâkimi indinde, sabit olup; tescil edildi. İsimleri yazılı, müvek­killerin vekili, Tirmiz hâkiminden bu tescilin suretini istedi. Bu durumda olan hâkimlerin cümlesinin yaptığı gibi, o yazının bir sureti vekile, verildi.' Bunun üzerine da'vâhdan, iddia edilen meblağ istendi. O da cevaben: "Bu borçtan, benim haberim yoktur. Bu yazıdan da bilgim yoktur. Da'vacının bu yüzden benim üzerimde bir şeyi yoktur." dedi.

Bunun üzerine, da'vâcı şahitlerini mahkeme huzuruna getirdi. Onların her birisi, bu sözlere şahitlik yaptılar ve: "Biz bu yazının yazıldığına şahitlik ederiz." dediler. O yazıya işaret edildi ve yazının Tirmiz hâkimi tarafından yazılmış olduğu anlaşıldı. Hâkim, yine işaret ederek, "Tirmiz hâkiminin, Tirmiz ve havâlisinde aynı günlerde, hüküm işlerinde vazifeli" olduğunu belirtti. Mühürüne işaret eyledi; bu mühür de Ahmed oğlu Mansur'un (Tirmiz hâkiminin) mühürüydü.

Da'vâlı, ikrar ederek şöyle dedi: "Benim, Muhammed bin Abdullah bin Ebû Bekir'e, bu yazıda yazılı olan iki yüz kırk Mekke dinarı sahih sebeble borcum vardır." Bu ikrar sahihtir. Hâkim, yazıya işaret edince de da'vâlı onu doğruladı.

Bundan sonra, Muhammed bin Abdullah bin Ebû Bekir ismi ve künyesi yazılı olan Tirmiz mahkemesinin yazısına hâkim işaret eyledi. Bunun üzerine, da'vâlı şahıs, ölmeden önce aynı vasıflarıyla teslim aldığım ikrar etti.

Yine hâkim, işaret edip, vârislerin kimler olduğunu sordu.

Bunun üzerine, "vârislerden birisinin karısı olduğunu ve onun adının, nesebinin bu yazıda yazılı bulunduğunu; ölenin sulbünden üç de oğlunun olduğunu; onlardan birisinin da'vâcı olan oğul; diğerlerinin de müvekkiller olduğunu; da'vâcı olan oğulun, bunların vekili bulunduğunu; isimlerinin ve künyelerinin de yazılı olduğunu; başka vârisinin olduğunu da bilmediklerini; o yazı gösterjlince de murisin ölümü sebebiyle, isimleri ve kimlikleri yazılı kimselerin, vâris olduk­larını; o meblağın da, şu anda da'vâlıda bulunduğunu" ifâde ettiler <

Bundan sonra şahitlerin şehâdetini; olduğu gibi, Buhara hâkimi tescil eder. [101]

 

Kitâb-ı Hükmî've Başka Bir Örnek
 

Buhârâ'da hâkim Şeyhu'1-İmam Afîfüddin Abdu'1-ğânî bin îbrâhim bin Nasır el-Haccâc el-Gazvinî'nin'huzuruna Gazvinî Nasır oğlu İbrahim'in kızının vekili de Şeyhu'l-Haccac Mahmud bin Ahmed es-Saffar el-Gazvinî'dir. Bu vekilin, da'vâ ve mahkemelerde beyyine ikame etmesi hususununda vekâleti bütün yönlerde sabittir.

Şeyhu'1-İmâm Âbdu'1-gânî asaleten iddiada bulundu. Şeyhu'1-tmâm Mahmud ise, müvekkilesi için iddiada bulundu.

Her ikisi de iddialarında şöyle dediler: "İbrahim ibni Nasır el-Haccac el-Gazvinî vefat eyledi. Kendi sulbünden, Ferhande isimii kızını ve ana baba1 bir kardeşi olan Şeyhu'1-İmâm Abdü'l-Ganî'yi ve da'vâcı Mahmud'un müvekkilesi olan, ana-baba bir bacısını vâris olarak terkeyledi. Başka da vârisi yoktur. Da'vâlılann yanında, dibağlanmış, her biri dört taze, darbedilmiş Mekke vezinli, kırmızı Nisaburî altın dinar değerinde, on aded deri bulunduğu ve bunların, ferâiz usûlüne göre taksim edilmesi" istenmesi üzeine, kızına yansı; geri kalan yarının ise, kardeş ve bacısına düşeceğinden, bu farizanın aslı iki; sehimleri altı olup, üç sehmi kızma; iki sehmi, erkek kardeşine; bir sehmi de, kız kardeşine isabet eyledi.

Da'vâcılar âdil beyyineleri ile Gazvin şehrinde hâkim Ömer ibni Abdu'l-Hamid bin Abdul-Aziz; izni, inabesi, hükmü Rey şehrinde geçerli olan hâkim Muhammed bin Hüseyin bin Ahmed el-Üstürabâdî, Kazyin ve havalisi hâkimine vürûd ederek, "Ömer ibni ibrahim ibni Nasır el-Haccac el-Gaznevî'nin ölümü üzerine, sulbünden olan kızı ile, öz bir kardeş, bir de kız kardeş bıraktığı, bunlardan başka da vârisinin olmadığı iki iddiacı tarafından ulaştırılarak, terekesinin taksimi istenil­mesi üzerine; onların her birine Rey hâkiminin meclisinde Sabit olmuş beyyinelerini ikâme etmeleri emredilir. Neticeten, altı hissenin, üç his­sesi, ölen zatın kızma; iki hissesi kardeşine, bir hissesi de kız kardeşine hükmedilir.

En doğrusunu, ancak AUahü Teâlâ bilir. [102]

 

50- BİR HÜKMÜN, HÂKİMİN KÂTİBİ TARAFINDAN TESCİL EDİLMESİ
 

Başlangıç ve duadan sonra, şöyle yazılır: Şu günde, bir adam, da'vâcı olarak geldi. Adı, kimliği yeri yazıldı. Yanında olan da'vâlının da adı, kimliği yeri yazıldı. İfadeleri alınıp, baştan sonuna kadar tescil edildi.

Sonra da da'vâcı gelip "da'vâ konusu olan filan şeyin beldede olduğunu ve oranın mahkemesine yazılmasını" istemesi üzerine, iste­nilen yazı oranın hâkimine yazılarak, bu da'vânın orda görülmesi üzere" kayıt tamamlandı.[103]

 

Hükmün, Hâkimin Kâtibi Tarafından Tescil Edilmesine Diğer Bir Örnek
 

Yazıya, "yüce Allah hâkim filânın devamını uzun eylesin." diye duâ ile başladıktan sonra, şöyle devam edilir: "Bu yazım, filan hakkında, şehriniz de mukim filan zatın, kendisine karşı hükmedilen bu zata istihkakını vermediğinden; bu zatın, taraf-ı âlinize yazılmasını istemesi üzerine yazılmıştır. Gereğinin yapılması rica olunur." [104]

 

Hükmün, Hâkimin Kâtibi Tarafından Tesciline Başka Bir Örnek
 

Başlangıç ve duadan sonra şöyle yazılır: "Âdil şahitlerin şehâde-tiyle, hüküm meclisimde yapılan mahkemede verdiğim hüküm, aleyhine hükmedilen tarafından yerine getirilmeyip, bu şahsın zatı âlinizin bulunduğu yere gitmesi üzerine, da'vâcının isteğine binâen bu yazı yazılmıştır. Gereğinin ifası rica olunur." Zehiyre'de de böyledir.

En doğrusunu bilen yüce Allah'dır. [105]

 

51- ŞUFA DA'VÂSININ KAYDI
 

Da'vacı ve da'vâlı gelirler. Da'vâcı huzurda bulunan da'vâlıya karşı şöyle der: "Bu zat, filan şehrin, filan mahallesinin, şu sokağında bulunan ve bir hududu benim evime bitişik; ikinci, üçüncü ve dördüncü hudutları da şöyle şöyle olan yeri, ağırlığı yedi vezin olan, şu kadar dirheme satın aldı. Şufa hakkımı vermedi. Ben aynı evin parasını hazır­ladım. Satılan evi talep ediyorum."

Bu da'vâlı, Öyle olduğunu isbat ederse; o yeri satın alanın parası verilerek, o yerin şefi'a teslim edilmesine hükmedilir.

Bundan sonra durum, şu iki halden hâli olmaz.

1) Da'vâlı bu hudutlar içinde olan o yeri, o değere satın aldığım ikrar edip; iddiacının şefi olduğunu ise inkâr eder. Bu durumda, hâkimin iddiacının şahitlerini dinlemesi gerekir. Ve hâkim bunu kabul eder ve şahitlerini dinlemesi gerekir. Ve hâkim bunu kabul eder ve şahitleri dinler. Onların şehâdeti okunur.

Şahitler: "Biz şehâdet ederiz ki, gerçekten şu şu hudutlu yer, da'vâcının dediği gibidir. Satılan ev, da'vâcının komşusudur. Bu ev, da'vâlı, satın almadan önce ve da'vâcının kendi mülküdür. Bu güne kadar kendi eli altındadır." derler.

Bundan sonra bakılır: Eğer da'vâlı da'vâcımn talebini ikrar ederse; da'vâcı için başka beyyineye (şâhid dinletmeye) ihtiyaç kalmaz.

Eğer, da'vâlı, bu iddiayı inkâr ederse; o zaman, iki şahit, şehâdette bulunurlar ve "da'valınm haklı olduğunu, iddiasının doğru bulunduğunu" teferruatıyla haber verirlerse, da'vâcının müşteriden o yeri alması, kendisi için bir hak olur.

2) Şayet, da'vâlı olan zat, o yeri satın aldığını inkâr eder ve geri kalanını ikrar ederse; bu defa da, onun o yeri satın aldığını isbat eteıesi gerekir.

Bu durumda kayid defterine şöyle yazılır: Hâkim da'vâlıya sorar: "Filan zat, senin şu hudutlu yeri satın aldığını iddia ediyor ve orayı teslim aldığını söylüyor. Ne dersin?''

Bunun üzerine da'vâlı, "satın aldığım ve teslim aldığını" inkâr ederse; o zaman da'vâcı filan filan şahitlerini getirir. Onlar da şehâdeîte bulunarak: "Biz şehâdet eyleriz ki, da'vâlı filan oğlu filan, söylenilen bu hudutlu yeri, filan oğlu filandan şu kadar bedelle satın alıp o yeri teslim de aldı. Şu anda elindedir. Bu da'vâcı, şuf a sebebiyle daha haklıdır. Satılan ev, onun evinin yanıdır. Ve şehâdet ederiz ki da'vâcı evin satıldığını haber alır almaz, hiç ihmal etmeden ve vakit geçirmeden, şufa hakkını da'vâhdan istemiştir." derler. Bu durumda da, o yer da'vâciya hükmedilir.

Eğer da'vâcı da'vâ ederek; "satılan yerdeki ortaklığı sebebiyle şufa hakkı" isterse; kayıd defterine şöyle yazılır:

Da'vâîı ve da'vâcı huzura geldiler. Da'vâlı taksim olunmayan bir yerin yarısını satın almıştır. O yerin yarısı kendisinin olan ortak, o yere şufa hakkı olarak daha haklıdır ve hak da'vacınmdır. [106]

 

Şuf'a Da'vâsının Tescili
 

Şüf'a da'vâsı şöyle tescil edilir:

Hâkim: Filana karşı, da'vâcının dediği gibi, şahitlerin şehâdeti gereğince, da'vâlının satın almış olduğu yeri, parası mukabili da'vâcıya şuf'a hakkı münâsebetiyle, hükmeyledim. Zira o ev, da'vâcının evine bitişiktir. Da'vâcıya, "müşterinin parasını teslim etmesi," da'vâhya da "evi, da'vâcıya teslim etmesini" emreyledim." Bu da'vâmn, tamamı, da'vâlı, da'vâcı ve diğer bir kısım insanların huzurunda hüküm mecli­simde böylece sonuçlandı." şeklinde hükmü yazdırır. [107]

 

52- MÜZÂRAA DA'VÂSININ KAYDI
 

Ziraatçı ile tarla sahibi arasında vuku' bulacak da'vâda husûmetin (= da'vâlaşmanın) ziraatten önce ve sonra meydana geldiğini bilmek gerekir.

Husumet, tohum ziraatçı tarafından olduğu zaman olur. Fakat, tohum tarla sahibinden olursa, bu duruma husûmet teveccüh etmez. Çünkü, tarla sahibi için, bu hususta ziraatçıya karşı, zarardan imtina (= kaçınmak) hakkı vardır.

Şayet tohum ziraatçı tarafından olur ve o da ziraatın isbatını isterse; da'vâcı ve da'vâlı gelirler. Da'vâcı, da'vâhya karşı iddiada bulunarak: "Bu zat, filan kasabanın, şu köyünde bulunan şu şu hudutlu bütün ara­zîyi, üç senelik veya bir senelik ziraat yapmak üzere aldı. Aralarında "şu tarihten, şu tarihe kadar; tohumu öküzü, yardımcısı ziraatçıya ait olmak üzere, sulaması da yaz ve kış onun üzerine olup, gelirini aralarında yarı yarıya paylaşmak" şartıyla, aldı. Bütün sahih şartlara hâiz olmasına rağmen, o yerleri, sahibi, ziraatçıya teslim etmekten kaçındı." der ve "teslim etmesinin gerekli olduğunu, bu hususta ondan bir cevap istediğini" söyler. Ve mes'elesini sorar ve ona cevab verilir.

Şayet, ziraatçı için bir senet yazılmışsa; da'vâcı da'vâhyı senette yazılı oian hususlardan dolayı da'vâ eder. Bu nüshada "bismillahir-rahmanirrahim" dedikten sonra, senette yazılı olanın tamamını yazar ve hakkını ister.

Şayet, münazaa ziraattan sonra meydana gelir; geliri de yerde durmakta olursa; önceki gibi- "bütün şartları tamamdır.'^âenilen yere kadar yazar. Sonra da: "Gerçekten o, oraya buğday ekti.^Öküzü ve emeği bu güne kadar kâim ve sabittir." der, "başaklarının durumunu veya onun biçilmiş olduğunu da" belirtir.Ve "bunların cümlesine yapı­lan şart gereğince, yarı yarıya ortak olduklarını" belirtir.

Bu durumda iken, da'vâhyı orda çalışmaktan ve onu koruma; tan men ediyor ve üzerine vacip olmayan şeyi yapıyorsa; onun eli, or -lan çektirilir ve taarruzu ziraat yetişene kadar, terk ettirilir.

Hasaddan sonra hissesini alır ve mes'elesini sorar.

Şayet, ekin gerçekten yetişmiş ve hasad edilmişse; artık münazaa hariçte yapılır. Da'vâcı, -söylediğimiz gibi- yazar. Ancak, burda "kâi­medir sabitedir." diye yazmaz. Fakat, "onu ektiğini; tohumunun buğday olduğunu; öküzünü de kullandığını; netice olarak ziraatın mey­dana geldiğini; söylenilen şartların tamam olduğunu ve o mahsule yan-yarıya ortak bulundukları hâlde, da'vâlının, onu kendi hissesinden men ettiğini; ondan bu durumun sorulmasını ve onu cevabını vermesi istediğini" belirtir. Ve bu durum, da'vâhya sorulur. [108]

 

Müzâraa Davasının Tescili
 

 Şayet,   münazaa,   ziraatçı   tarafından   oluyorsa;   hâkim   şöyle yazdırıp, da'vâyı tescil eder:

Filân şahıs -önceki gibi- hüküm yerine geldi ve mahkemede konuştu. Onun âdil şahitlerini, sonuna kadar dinledim. Onların şehâ-detleri sebebiyle bence şu husus sabit oldu: Da'vâcı, sahih olarak ekilen o hudutlu yerlerin tamamını, zirâatciden almış. Da'vâlı ise, da'vâcıyı hakkından men eylemiş ve onun hakkı olanı vermemiş. îşte bu durumda, ben de bu şartlar altında bulunan ziraatı, zikredilen şartların mevcûdiyeti sebebiyle ikisinin arasında hükmederek, da'vâcmın mes'elesini ikisine tevcihle ibram (= sağlam hüküm) eyleyip; da'vâlınm o araziyi, da'vâciya teslimine karar vererek, tescil yaptırdım."

Şayet, münazaa hasaddan sonra vâki olursa; hüküm meclisinde (- mahkemede)   şöyle  yazılır:  "Ben,   filan  oğlu filan  da'vâlıya, da'vâcmın mes'elesini söyledim ve bence, filan ve filan âdil şahitlerin şehâdetleri gereğince sabit olan kanaate göre "da'vâlıya, iddiacının nasibini (hissesini) vermesini" (ki o, mahsûlün yansıdır) emreyledim. Çünkü, bu mahsûlde müzâraa şartları tamamen mevcuttur. Böylece, tescil tamam oldu."

Şayet, arazi sahibi "ekimden önce, tohumun arazi sahibinden olacağının"   ziraatci  tarafından  isbat  edilmesini  da'vâ  ederse;   bu durumda da'vâcı, da'vâli hakkında da'vâ açar ve da'vâlı o yerde çalışmadan ekmeden ve tohumdan önce imtina edip müzâraa akdini reddederse; bu hakka sahiptir; reddedebilir.

Şayet, müzâraa akdini ekimden ve mahsul çıktıktan sonra yaparsa; da'vâ çıkan mahsul hakkında vâki olur ve da'vâlı hakkında yazılır.

O takdirde da'vâlı, da'vâcmın iddiasını reddeder ve onun tohum hissesini teslimden imtina eder. [109]

 

53- İCÂREYİ ÎSBAT DA'VÂSININ KAYDI
 

Bir adam, arazisini, bir adama belirli bir müddetle ve belirli bir ücret karşılığında icara verir ve icara tutan şahıs, o yere buğday, arpa ve başka şeyler ekecek olur; arazi sahibi, o yerleri icârcıya verip ve teslim ettikten sonra ve müste'cirin icâre müddeti bitmeden ve ihtiyacı tamam­lanmadan önce,  icâre akdinin isbatım isterse; icâre akdi bir senet yazılmış olması hâlinde; müstecirde, akd zamanı, kendine hüccet olsun diye, bir senet yazar. İşte o senet, mahkemede hüccet olur. Da'vâcı ve da'vâlı olarak mahkemeye gelirler. Da'vâcı senette her ne yazılı ise, başından sonuna kadar onu iddia eder; ondan fariğ olduktan sonra da; bu da'vâcı "icara verilen araziyi (hudutları malum) belirli bir müddetle ve söylenilen bir ücretle icara vermiş ve o yerleri -senette yazılı olduğu gibi- teslim etmiş olduğunu ve tarihinin de belirtilmiş bulunduğunu; sonra o yerleri icara veren şahsın, icâre müddeti geçmeden, aralarında fesh muamelesi de yapılmadan, haksız olarak, o yerlere müdahale ettiğini" iddia (ve isbat) ederse; vacip olan, ona, ondan elini çektirip, icârcıya o yerleri -o yerlerden icâre müddetinin içinde faydalanması için-teslim etmektir. Da'vâcı mes'elesinin sorulmasını ve cevânının verilme­sini ister. Ve sorulup ona cevap verilir. [110]

 

İcâreyi İsbat Da'vâsının Tescili
 

Tescil defterinin baş tarafına, hâkimin "...benim indimde da'vâ tesbit edildi." lafzına kadar olan kısım -kayıt defterindeki gibi- yazılır.

Sonra hâkim:

Filan zatın icara verdiği hudutları belirli arazi, zikredilen müddete kadar, belirli bir ücretle icara verilerek, senedi yazılmıştır. Ve da'vâcı ile da'vâlı gelerek, icâre müddeti geçmeden önce, icara veren şahsın, -aralarında bir fesh muamelesi olmadan- Haksız olarak, da'vâ yapması­na karşılık, icarlamanın şartlarının tamam ve sahih olduğu yanımda sabit olarak, icârcınm lehine hükmeyledim." der ve böylece yazılarak, hüküm tescil edilir.

Şayet, icâre akdinin senedi yoksa, iddiacı, da'vâlıya karşı iddiasını şöyle yazdırır:

Da'vâlı, şu kasabanın, şu köyünde olan bütün arazimi, şu şu hudutlarıyla, bir veya iki yahut üç seneliğine, şu tarihden itibaren, şu şu kadar ücretle, ziraatçılık yapmak üzere, sahih icarla yazlığının ve kışlığının gelirinin kendisine âit olması üzere, icârlamıştır." diye kayda geçer.

Buhârâ mahkemesinde, teslim tesellüm vakti gelince, aralarında fesh muamelesi olmaksızın, icara veren şahıs, o yeri, icârcıya vermezse; müste'cirin bunu isbat etmesi gerekir. Bu ihtiyaca binaen, bu durumu deftere kaydettirir.

İcâre günleri içinde, müste'cir icâreyi bozup, icarcıdan da geride kalan icâre bedelini istediği zaman, icara veren bunu inkâr eder ve müste'cirin isbatı gerekirse, bu durum nasıl kayda geçirilecektir?

Şayet, müste'cîr için icâre senedi varsa; da'vâcı, da'vâlıya karşı senedin muhteviyatını iddia eder. Çünkü, orda hepsi yazılıdır. Artık da'vâcı, da'vâlıya karşı, senedin muhteviyatını dava edip, ücretin tamamen ve acilen ödenmesini; arazinin de acilen teslimini ister. Senet gereğince hareket edilir.

Şayet, arazi sahibi, kendisi fesh cihetine gitmişse, o müddetin icâre bedelini, müs'tecire ödemesi gerekir. Ve, kalan o icar bedelini müste'cire verir; icâre de feshedilmiş olur. Bu tescil de böylece yapılır. [111]

 

İcâreyi İsbat Da'vâsının Tesciline Başka Bir Örnek
 

Defterin başına, hâkimin: "...benim yanımda böyle sabit oldu..." sözüne kadar yazılır ve hâkim şöyle devam eder: "Benim indimde, filân adamın, hudutları belirli, bedeli malum, şarlan söylenmiş olan araziyi icârladığı, bu senette zikredildiğinden, ücretin peşinen verilip, akdedilen yerleri teslim alması gerekirken, bu müste'cir icâre müddeti içinde akdi bozduğundan, icardan kalan borcunu icara verene ödemesine hükme-dilmiştir.

Şayet icâre, icara verenin ölümü ile sona ererse; da'vâlı hayatta olsaydı, icara verene nasıl yazarsa, -aynen onun gibi- ölenin vârisleri için yazar ve "İcâre, filanın ölümü sebebiyle feshedilmiştir. Ölene kadar olan icar şu kadardır. Öldükten sonra geride kalan da şu kadardır. Ve ölen zatın terekesinden, bu hususta şu kadar borç vardır." der. Bu kararda da, -önceki kararda olduğu gibi- tescil tamamlanmış olur. [112]

 

İcâreyi İsbat İçin Diğer Bir Örnek
 

tcâra veren ölür ve da'vâcı, onun oğlu olursa; burda "icara verenin öldüğü ve icânn, bu sebebden bozulduğunu; peşinen alman icarın artan kısmının, hemen müste'cire verilmesi grektiği" belirtilir.

Icâra veren sağ olur da, müste'cir ölür ve icara veren, icarın feshedildiğini inkâr eder; müste'cirin vârisleri feshi isbat ihtiyacında olursa; -önceki söylediğimiz gibi- kaydedilir. Ve onlar: "Biz bu icâreyi, filan müste'cirin ölümü sebebiyle bozduk. O zat öldü. Vârisi olarak, onun namına'da'vâcı olan şu şahıs kaldı. Gerçekden icâre vaktinden, müste'cirin ölümüne kadar şu kadar zaman geçti. Onun ölümünde ise, şu kadar müddet kaldı ve onun ölmesiyle icâre bozuldu. Artan icar, müste'cirden vârisine intikal eyledi. O da da'vâcı olan zattır." derler.

Bunu, icara veren de bilirse, artık o fazla malın iadesi, onun üzerine vacip olur. Tescil de böylece tanzim edilir.[113]

 

 

54- HÎBEDEN RÜCÜ' (= BAĞIŞTAN DÖNME) DA'VÂSININ KAYDI
 

Kayıt defterine, "da'vâlı ve da'vâcmın geldiği; da'vâcının huzur­daki da'vâlıyı iddia eyleyerek; bu da'vâcının, da'vâlıya sahih bir hîbe ile, bir bağışta bulunduğu; da'vâlınm da onu kabul eylediği ve akid ( = sözleşme) meclisinde, sahih bir şekilde teslim aldığı; bağış yapılan şeyin, elan bağışlanan zatın yanında olduğu; hiç bir şekilde artmadığı ve değişikliğe   uğramadığı;   da'vâlmın   da   ona   karşılık   bir   ivazda bulunmadığı ve bağış yapan da'vâcının ise bu bağışından döndüğü ve da'vâlıdan, o şeyi kendisine tekrar teslim etmesini istediği ve mes'elenin sorulması' kayd edilir. [114]

 

Hîbeden Rücû' Da'vâsının Tescili
 

Hâkim, sübût mevziine şöyle yazdırır:

Şahitlerin şehâdetleriyle, da'vâcı filan, da'vâlı fülandan, kendisinin sahih bir şekilde hîbe yaptığı; diğerinin de, onu âkid meclisinde sahih bir şekilde teslim aldığı ve bağış yapan da'vâcının, şimdi bağışından döndüğü sabit olmakla, bu dönüşün sıhhatine; hibenin feshine; bağış yapılan şeyin, bağış yapana geri verilmesine hükmeyledim." Tescil böylece tamamlanmış olur. [115]

 

Hibeden Rücû'u Men Da'vâsının Kaydı
 

Da'vâcı, da'vâlmın da'vâsını def ettiğini iddia ettiğinde, önce da'vâcı, da'vâhyı iddia ederek: "Ben, sana şunu bağışladım. Şimdi ise rücû ediyorum (= dönüyorum)." der; defi da'vâ yapan da: "Bağış yapılan şey, arttı. Muttasıl olarak ondan dönüş mümtenidir." der ve kayıd tamam olur. [116]

 

55- REHNİ İSBAT DA'VÂSININ KAYDI
 

Da'vâcı ve da'vâlı huzura gelirler. Da'vâcı, "da'vâhya sıfatını açıkladığı şu kadar dinar değerinde olan elbiseyi, sahih bir şekilde rehin bıraktığını" iddia eder.

Rehin alan da, "ayni.vasıfta, o kadar dinar kıymetindeki elbiseyi, sahih şekilde rehin olarak teslim aldığını ve hâli hazırda bu gün elinde mevcut olduğunu" söyler ve da'vâcı, da'valinin malını hazırlarsa; bu durumda, da'vâlı malını alarak, rehini geri teslim etmesi, üzerine vacip olur. Ve mes'ele, böylece tamamdır. [117]

 

56- SANATKARA BİR ŞEY YAPTIRMA DA'VÂSININ KAYDI
 

Bira adam, diğerine bir demir veya bakır vererek; "kendisine, bir kap yapmasını" veya "benzeri bir şey yapmasını" ister; şartlan da uygun olursa; o san'atkârın, onu yapıp da, vermekten kaçınma hakkı yoktur.

Yaptıranın da yapılan o şeyi kabul etmemek hakkı yoktur.

Şayet, sanatkâr muhalefet ederse yaptıran muhayyerdir: İsterse, demirini ödetip, demiri kadar demir alır ve yapılan kap, yapanın olur; ona ücret vermez; isterse, yapılan kabı alıp, sanatkara ecr-i misil verir.

Bu ücret de müsemmayı (= konuşulan ücreti) geçmeyecektir.

Şayet, şartı uygun olduğu hâlde, teslimden kaçınırsa; da'vâcı, da'vâlı hakkında: "Bir batman bakır verdiğini; kendisi için şu şu vasıf­larda kap yapmasını söylediğini; ücretinin de şu kadar olduğunu; şartlar uygun olduğu hâlde, kaplarını teslimden kaçındığını; kaplarının tesli­minin gerektiğini" yazdırır. Ve da'vâlıya sorulup, onun cevap vermesini ister.

Eğer, sanatkâr şarta muhalefet eder; yaptıran da demirinin mislini ödetmek isterse; da'vâcı da'vâlıya karşı iddiada bulunup: "Şu şekilde kap yapması için, şu vasıflı, bir batman bakır verdim." der ve "ücretini de verdiğini; fakat, sanatkarın isteğinin hilafına kap yaptığını ve ona râzi olmadığından,   bakırının  mislini  ve  verdiği  ücreti  geri  vermesinin gerektiğini" ister. Da'vâcının dediği gibi sorulur. Muhıyt'te de böyledir. [118]

 

57- AKAR DA'VÂSINDA KİTÂB-I HÜKMÎ
 

Akar hakkında bir da'vâ vâki olduğu zaman, da'vâcı hâkimden, bunun yazılmasını ister. Bu yazı, iki vecih üzeridir.

1) Akar iddiacının olduğu yerde, da'vâlı ise, başka bir beldede bulunur.

Bu durumda hâkim, yazar ve bu yazı, o beldenin hâkimine erişince, o hâkim muhayyerdir: İsterse da'vâ olunanı veya vekilini oraya (yazı yazan hâkimin olduğu yere) -hükmü o versin diye yollar; isterse, senet veya şahitleri kendisi dinler ve tescil ederek hükmî yazısını hâkime gönderir. Fakat akar kendi beldesinde bulunmadığı için, onu teslim eyleyemez.

Teslimden aczi ise, hükümden aczini gerektirmez.

Bunun için, hâkim şöyle der: "Akar, da'vâcıya hükmedilmiştir. Fakat ona teslim edilememiştir."

Sonra, o hükmü, da'vâcı bu hâkime getirir ve o hâkimin hükmünü iibat eder. Kendisine, o yazılan hâkim, bu hükmü kabul eylemez.

Çünkü, hükmün infazına ihtiyaç vardır. Hükmün infazı (= yerine geti­rilmesi) de gıyaben caiz değildir.

Keza, o evi, ona teslim eylemez. Çünkü, gıyabî hükümle, teslim de caiz değildir. Fakat, mektup yazan hâkim için uygun oian (da'yâcı için hükmedince), da'vâcı ile birlikte evi o da'vâcıya teslim edecek eminini yollamaktır. Şayet, emin bundan kaçınırsa, o zaman, yukarda söylenildiği şekilde, o beldenin hâkimine yazar ve her şeyi anlatır ve bu yazının sonunda "yüce Allah, sana da, bize de rahmet eylesin." diyerek, o hududlu akarın, iddia sahibine teslim edilmesini ister. O yazı, kendi­sine yazılan hâkime ulaşınca, o bu akarı da'vâlının elinden alarak, da'vâcıya teslim eder.

2) Akar, iddia edenin beldesinde olmazsa; burada iki durum vardır: Birincisi: Bu akar, da'vâlının bulunduğu yerde olabilir. Bu durumda, hâkim, o beldenin hâkimine "hükmedilen o yerin, da'vâcıya teslim edilmesini" yazar.

Şayet, da'vah teslimden kaçınırsa; hâkim bi-nefsihi kendisi teslim eder. Çünkü akar onun hükmünün altındadır.

İkincisi: Şayet bu akar, iddia olunanın beldesinde değilse; önceki gibi hâkim da'vâlının bulunduğu yerin hâkimine yazar.Kendisine yazı­lan hâkim ise muhayyerdir. İsterse, da'vâlıyı veya vekilini, da'vâcı ile birlikte, akarın bulunduğu yerin hâkimine yollayıp, o akarın, da'vâcıya teslimini ister; dilerse, kendisi da'vâcı için hükmeder ve tescil eder. Fakat, bu durumda akan teslim edemez. Çünkü, akar onun hükmü altında değildir. [119]

 

58- KAÇAN BİR KÖLE HAKKINDA, KİTÂB-I HÜKMÎ
 

Buhârâ'lı bir adamın bir kölesi Semerkant'da kaçıp, bir Semer-kantlı adam, onu yakalar ve o kölenin efendisine haber verilir; o adamın da Semerkant'da şahitleri olmayıp, Buhârâ'da olursa; o zat, Buhârâ hâkiminden, "şahitlerini dinleyerek, Semerkant hâkimine bir yazı yaz­masını" ister. Bunu, Buhârâ hakimi -aynen yukarda geçen borç yazısı gibi-kabul eder.

Yazı Semerkant hâkimine varınca, bu hâkim, köle ile birlikte, bu köleyi yanında bulunduran şahsı huzuruna çağırıp Semerkant hâkimine yazılan o yazıyı gösterir ve içinde olanı, onlara duyurur. Onların şehâ-detleri, adaletleri sabit olursa, bil-icma kabul edilir. Hâkim yazıyı açar.

Şayet, yazıda yazılı olan, şekil-şemal zikredilen köleye uymuyor, muhalif düşüyorsa; yazıyı yazan hâkimin dinlediği şahitlerin, şehâdetleri köleye benzemiyor ise, yazıyı geri döndürür.

Eğer yazı muvafakat ediyoTsa köleyi iddiacıya verir, ve hâkim, da'vâcıdan, o kölenin nefsine âit bir kefil alır. Onu yolda kimse çalmasın diye, bu kölenin boynuna, kalaydan bir mühür takar. Ve Buhara hâki­mine olduğu gibi yazar. Onun, bu yazısına ve mühürüne iki kişi şahitlik yaparlar. Yazı Buhârâ hâkimine varır. Şahitler şehâdette bulunurlar ve: "Bu yazı, Semerkant hâkiminin yazısıdır. Mühür de onun mühürüdür." derler.

Bunun üzerine hâkim iddiacıya "önceki şahitlerin, kölenin huzu­runda şahitlik yaparak "bu köle da'vâcmın mülküdür." diye şahitlik yapmalarını emreder. Onlar da böylece şahitlik yaparlarsa, o zaman Buhârâ hâkimi ne yapar?

Bu hususta İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan çeşitli rivayetler vardır.

Bazı rivayetlerde: "Buhârâ hâkimi, hasım huzurda olmadığı için, iddiacıya hükmeylemez. Fakat, Semerkant hâkimine cereyan eden hâdi­seyi yazar ve yazıyı mühürleyip tekrar Semerkant'a gönderir. Köleyi de Semerkant hâkiminin, da'vâlının huzurunda hükmetmesi için -beraber yollar.

Yazı ve köle Semerkant hâkimine ulaşınca, şahitler şehâdette bulu­nurlar. O zaman, Semerkant hâkimi, köleyi da'vâlının huzurunda, da'vâcıya hükmeder ve da'vâcının kefilini ibra eder.

Bir rivayete göre ise, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), hâkimin yazısını tecviz eylemiştir. Ve onun sureti, yukarıda söylediğimiz gibidir.

Eğer da'vâcı güvenilir biri değilse, kendisine mektup yazılan hâkim, köleyi ona vermez. Fakat, da'vâcıya "dinine ve aklına güvenilir bir kişi getirmesini" emredip, ihtiyata binâen onunla birlikte gönderir. [120]

 

59- VAKIFLAR HAKKINDA KİTÂB-I HÜKMÎ
 

Hâkim şöyle yazar:

Filân şehrin ve havalisinin, -o beldenin ahâlisi arasında hükmü geçen- hâkimi filan tarafından, fülan cemâatin mescid ehlinden, filan köyde, filan mahallede, Buhârâ'da filanlar tarafından kendi istekleri ile mescide âit vakıfların işlerini tesviye (= düzene koymak) için, -ölen filân oğlu filanın mütevellisi olarak- tasarrufatta bulunmak üzere, hidâyetini, kifayetini, emanetim, salahını bildikleri ve kendi ihtiyarlarıyla seçtikleri bu şahsı, ben de nasbettim. Bu müteveellî, o mescidin korunmasında, sıyânetinde her türlü masarrıfı, vakıf şartlarına uygun olarak yerine getirecektir. Vakfeden şahıs Allah rızası için, emâneti yerine getirmek, hileden, zulümden ve hiyânetden gizli ve aşikâr olarak kaçınmak sure­tiyle, Allah korkusuyla bu işi yapmalarını" onlara emrederek, bu yazıyı hüccet olsun diye ilim ve adalet ehli bir cemaatin huzurunda, sonuna kadar elimle yazıp resmeyledim." der. [121]

 

Vakıf İçin Kayyım Olanlar Hakkında Kitâb-ı Hükmî
 

Filan adam, gercekden vakıflarını ve onların gelirlerini, bakımsız mescitlere sarfetmek ve onların zayi olup yıkılmamasını temin etmek için, harcanmayı vasiyyet eyledi. Bunun için de afif, emânete riayetkar, yapılacak işlere ehliyetli, diyanetine bağlı bir kişiyi ihtiyar eyledi: Ben, onu mektubun arka tarafına şerh olarak yazdım. Bu şahıs, yüce Allah'ın yardımıyla, o işlere bakmaya seçilmiştir. [122]

 

Kayyımlık İle İlgili Kitab-ı Hükmî'nin Cevabı
 

"Gerçekten, filan hâkim tarafından gönderilen yazı, bana vasıl oldu (= ulaştı). Onu okudum ve mazmununu düşündüm. Köylerimizde bulunan mescidlerin işlerine bakmak üzere, salahını, sıyanetini, iffetini, diyanetini, işlere elverişli oluşunu bildiğim, fulan köyde oturan filan oğlu filanı, bu işlerin yürütülmesinde vazifelendirdim. Teşekkür ederim. Sevap yüce Allah'tandır. [123]

 

60- VASİLİĞİ KABUL ETMEK
 

Bir şahsın, vasîlik görevini yüklendiğini, hâkim şöyle tescil eder:

Filan şahıs bana geldi. Kendisi ölüp bir küçük oğul bırakan ve bu çocuğa bir vasî tayin etmeyen bir adamın halini anlattı. Bu küçüğün işlerine bakacak bir vasîye, elbette ihtiyaç vardır. Onun, bir amcası var; iyi bir adam; emâneti, diyaneti, kifayeti, işlerdeki başarısı müsellem...

Ben, o çocuğun amcasının hâlini araştırdım. Filân, filân (bir cemaat) bana: "O adamın tanınmış salih, diyanet, emânet ehli bir kişi olduğunu" haber verdiler.

Ben de bu sebeblerden dolayı, o çocuğu ve onun malını muhafaza ve diğer işlerini yapmaya onu vasî tayin ettim. Ve, onu korumasını; yeme­sini, içmesini ve diğer masraflarını, çocuğun malından -fazla veya noksan olmaksızın- yerine getirmesini, kendisine vasiyet eyledim." Bu hususta Allah'dan korkmasını, gizlide ve aşikârda, emânete riâyetini zulümden, hiyanetlikten kaçınmasını" ona söyledim ve "rey sahibi kişiler görmeden, onun hiç bir şeyini satmamasını" söyledim.

"Hüccet olsun diye de, güvenilir kişilerin huzurunda bunu yazdım ve tarihini belirttim." [124]

 

61- KÜÇÜK ÇOCUĞUN, ALACAĞI TEREKENİN TAKSİMİ İÇİN KAYYIM TAYİNİ İLE İLGİLİ KİTÂB-I HÜKMÎ
 

Bu hususta, hâkim şöyle bir yazı yazar:

"... mektubumdur. Yüce Allah, âlim ve fakiyh hâkim filanın bekâsını uzun eylesin."

"Filan köyde ölen ve vâris olarak bir küçük oğlan ile birde büyük kız bırakan, filan adamın mes'elesi bana getirildi. O zat, çok mal ter-keylemiştir ve o kız bütün mala sahip olmuş ve onu telef etmektedir. Elbette, o küçüğün hissesini ayırmak ve o büyük kızın elinden almak icabediyor., Ben, o malların tamamım yazdım. Hudutlu arazisini, taşınır mallarını ve hayvanlarını bildirdim. Böylece araştırma yapılıp bu tereke o küçükle, büyük kız rasında taksim edilsin. Ve her birinin hissesi belir­lensin. Bu adi ve insaf üzre yapılan taksim neticesi, salah sahibi, iffetli sıyânet, diyanet, kifayet ve hidâyet sahibi bir kayyum gerekir." Bu yazı kendisine gönderilen hâkim de: "Yazının sureti bana gönderilmiştir. O   -kayyum ile birlikte, ben de o küçük hakkında kayyumun durumunu teftiş ederek, taksimi imzaladım.  Ve küçüğün hissesini ona teslim eyledim." diyerek bu kararı tescil eder. Zehıyre'de de böyledir. [125]

 

62- KÖYLERE HAKEM TAYİN ETMEK
 

Köylere hakem tayin eden hâkim şöyle yazar:

Filanın, -benim yanımda- salahı (= iyi bir adam olduğu) açığa çıktı. Sıyâneti, diyaneti, bütün işlerdeki kifayeti, bilgisi, helâl-haram ayırışı tahakkuk eyledi. Ben de onu sulh yönüyle, hasımlar arasında olan da'vâlarmı hall-u fasİ için filan havaliye hakem tâyin eyledim. Bu hakem, bundan sonra, hadiseleri iyi düşünür; şerefli olanları, şerefi için himaye etmez. Zayıflara da za'fmdan dolayı zulmeylemez. Hasımlar arasında anlaşma te'min edilemez ve mazeret zuhur ederse; onları mahkemeye gönderir. Ona şöyle emreyledim: "Nikâhı olmayanların, nikâh­larını tarafların rızâları ile kıy. Şayet, velileri yoksa; mehirleri mehr-i misil olsun. Vakıfların ve yetimlerin mallarını korumasını da emrey­ledim. Ve ona, Alîahu Teâlâ'ya her hâl-ü kârda itaat etmesini; gizli-âşikâr bütünişlerde Allah'dan korkmasını; O'nun emirleriyle emir; nehiyleriyle nehiy yapmasını; her kim bu mektubu okur veya bu mektup ona okunursa, ona hürmet eylemesini ve hiç bir kimsenin havâ-i nefsine dalmamasını; muvaffakiyetin Allah'tan olması temennisiyle, gereğinin yerine getirilmesini emrettim." diye yazar. [126]

 

63- NİKÂHIN, KİTÂB-I HÜKMÎ İLE DİĞER BİR HÂKİME BİLDİRİLMESİ
 

Hâkim, -duadan sonra- şöyle yazar:

Filan kızı filânenin, filân adama nikâhlanması istenildi. Ben, o kızı hürre, bâliğa, âkile; nikâhtan ve iddetten uzak buldum, isteyende de denklik vardır. Bu kızın, -bunları evlendirecek- hazırda veya hazırda olmayan bir velisi de yoktur.

Şahitlerin huzurunda nikâhları yapılır.

Şayet kız küçük olur ve onun huzurda veya huzurda olmayan bir velisi de olmazsa; mektup, yukardakinin aynısı gibi yazılır ve: "Belirli bir mehirle evlenmeleri uygun görüldü. Bu da mehr-i mislidir. Müsem-madan peşin olarak alındı. O da, onu kocasına teslim eyledi. Geri kalanını da yazıp tevsik eyledim ve ona şahit oldum." denilir. [127]

 

64- HÂKİMİN, NAHİYELERDEKİ HAKEMLERE GÖNDERDİĞİ YAZI
 

Hâkim, bu hususta yazar:

Filan oğlu filan oğlu filanın, filan oğlu filan oğlu filanla olan da'vâsı bana getirildi. Da'vâlmın "insaf edip, hakkını vermediği" bildiriliyor. Onun için, sana yazıyorum. Onları huzuruna al. Da'vâlarmı dinle. Da'vâlımn cevabına bak. Sonra, aralarını bulmaya çalış.Taraf­ların rızalarını alıp, da'vâlarmı fasleyle. Olmazsa, onları mahkememize gönder. Biiznillah, biz onların da'vâlarmı hallederiz." [128]

 

65- HÂKİM TARAFINDAN, VAKIF BİR YER İÇİN, HAKEME YAZILAN YAZI
 

Bir adam, diğer birinin elinde olan bir yeri iddia edip, da'vâsınm doğruluğunu da hâkime isbat ediyor. Sonra da, bulunduğu yerin haki­minden iddia edilen yerin hakimine, bir yazı yazmasını, -bu yerin onun tasarrufundan çıkıp, vakfedilmesi için- istiyor.

O zaman, hâkim şöyle bir yazı yazar: -Başlangıç yazıldıktan sonra, hâkim şöyle der: Filân oğlu filan oğlu filan, filana karşı etrafı duvarla çevrili, içinde evi bulunan bağına ve keza köyedeki yine şu şu hudutları olan bir yerine, da'vâlımn haksız olarak sahip olduğunu, beyyinesiyle (şâhitleriyle) isbat etmek suretiyle, benden, da'vâhdan o yerin alınmasını ve o yerlerin gelirinden bir şeyin eksilmemesi için yazı yazmamı istedi. O yerin vakfedildiğini izhar eyledi. Ben de durumu zat-ı âlinize yazıyorum. Da'vâlı uyarsa, ne a'la; değilse, -Allah'ın yardımıyle- bana bildiriniz. [129]

 

66- BİR GAİBİN BORÇLANMASINA İZİN İSTEMEK İÇİN YAZILAN YAZI
 

Hâkim yazarak şöyle buyurur: ismi belirli fılane binti filan bana çıktı ve kocasının filan oğlu filan olduğunu; onun da Buhârâ ve havali­sinde kaybolduğunu ve onu nafakasız, elbisesiz perişan bir hâlde bıraktığını; hâli hazırda da nikâhlarının mevcut olduğunu; yanında da filan filan, iki adet komşusu olduğunu; bunların isimlerinin künyelerinin belirli olduğunu; evvelinden âhirine kadar yazar ve kendisinden nafakası ve giyimi için, onu borçlandırmasını istedi, ben de, onu kabul ederek, ona her ay bu tarihten itibaren, şu kadar dirhem yemesi ve şu kadar dirhem de giymesi için, her altı ayda bir, bir kat elbise olmak üzere, borçlandırdım; o gaip gelene kadar." der ve bu durumda o borçlanmış olur. "Kadın buna razı olarak, hüccet olsun diye yazılmasını istedi; ben de güvenilir kişiler huzurunda, buna şahit oldum." der. [130]

 

67- KADINLARIN NAFAKA TALEBİ HAKKINDAKİ YAZI
 

Bir kadın, "kocasının kendisine bakmadığım" bildirip, hâkimden "nafakasının alınmasını" istemesi hâlinde, hâkim, şöyle yazar:

Filan adam, filanın kızı filane ile huzuruma geldiler. Kadın, "kocasının kendisine bakmadığını ve nafaka takdir etmemi" istedL Ben de, onu kabul eyledim ve onun kocası olan filana, bu tarihten itibaren, her ay şu şu kadar dirhem tutarında yiyecek ve her altı ayda bir şu kadar dirhem tutarında, bir kat elbise olmak üzere, takdir eyledim. Kadın da buna razı oldu. Ve bunların yazılmasını emreyledim."

Bu yazı, şöyle de yazılabilir:

"Filan hâkim, filan oğlu filana, karısına karşı her ay şu şu k#4ar dirhem verecektir." denilip, da'vâ baştan sonuna'kadar yazılır. Ve o takdir olunan şey, yazıldığı gibi Ödenir. [131]

 

68- ŞAHİTLERİN DURUMU İLE İLGİLİ OLARAK, MÜZEKKÎ'YE YAZILAN GİZLİ YAZI
 

Hâkim, beyaz bir kağıda besmeleyi yazdıktan sonra; şöyle devam eder: "Şu günde, huzurumda filan oğlu filan, filan oğlu filana karşı, şu da'vâdan dolayı şahitlik yapacaktır."

Sonra da'vâyı anlatır ve şöyle yazar: "Gizlice onların isimlerini tesbit eyle; hallerini tanı ve bana bildir. Onların adaletleri, senin yanında sabit olsun ki inşâallah ben ona göre hareket edeyim."

Sonra da şahitlerin isimlerini, kimliklerini, mahallelerini" yazıp musallası şu, mescidi de şu" der. [132]

 

Tezkiyecinin, Cevabı Yazısı
 

Tezkiyeci şöyle der:

Onlar üç mertebe üzeredirler. Birincisinin şehâdeti caizdir veya adidir." der.

Şemsü'I-Eimme Serahsî şöyle buyurmuştur: Yalnız "adidir" demesi yetişmez. "Âdildir, şehâdeti makbuldür." diyecektir ki, adaletinden dolayı şehâdeti caiz olsun. Çünkü adalet, haddi tecâvüzden kaçınmakdir. Bu hâl dininde mahzur olanda da olabilir. Bu man'ada, onun da şehâdeti caiz olur. Halbuki tevbe etmiş olsa bile,iffetli bir kadı­na zina etti demiş olmak (= kazf) suçundan ceza alanın, şehâdeti makbul değildir.

İkinci   mertebesi:   Mesturdur.   Mestur   ise,   fâşık   kimsedir. Şehâdetinin makbul olmayışı* fışkından değildir. Fakat gafletinden veya benzeri şeylerdendir.

Ba'zı hâkimler, her iki sığayı bir "adi" makamında kabul eylemişlerdir.

Bunu, Şeyhu'I-Hâkim Semerkandîzikreylemiştir.

Mestur -âlimlerimizin örfünde- "diyanetçe hâli bilinmeyen şahıs" demektir. Zahîriyye'de de böyledir. [133]

 

69- HÜKMÎ İZİNLE, KÜÇÜK ÇOCUK İÇİN AKAR DA'VÂSININ KAYDI
 

Da'vâcı ve da'vâlı gelirler. Da'vâcı, da'vâliya karşı iddiada bulu­narak:   "Da'vâlınm   elinde  bulunan,   hududu  şu  şu  olan  ev,   filan küçüğündür. O ev, onun babasının mülkü idi. Ona filan derlerdi. Onu küçük için satın almıştı. Şimdi ise, babanın velayeti sebebiyle, küçüğün şahsî malından, bu da'vâlı onu kendi nefsi için belirli bir kıymetle satın aldı ve o kıymet, evin kıymeti kadardır. Bu gün, o ev mezkur sebeb-İerden dolayı küçüğün hakkıdır. Haksız olarak, da'vâlınm elindedir. Vacip olan, evi alıp küçüğü teslim etmekdir." der; da'vâh ise onu "daVâcının hâkim tarafından bu da'vâya izin verilmiş birisi olmadığı için" reddeder. Hâkim tarafından, bu da'vâ için izin verildiğini isbat etmesi gerekir. O da'vâcı, evi teslim almaya da me'zun değildir.

İmâm Züfer (R.A.)'e göre de evi teslim alamaz. Zira da'vâya izin ve vekâletle, evi teslim almaya hakkı olmaz.

Fetva da buna göredir. Teslim almaya da izin verilmesi gerekir. Veya, "vasî olduğunu" söylemesi gerekir. Çünkü vasîlikte teslim alma yetkisi de vardır. Muhıyt'te de böyledir. [134]

 

70- BİR KADININ, ÖLEN KOCASININ VÂRİSİNE KARŞI AÇTIĞI MİRAS DA'VÂSININ KAYDI VE BU VÂRİSLERİN KADINA KARŞI SULH DA'VÂLARI
 

Bir adam ölüp, bir oğul ve bir karısı ile bir de küçük oğîunu bırakır ve bu kadın, hâkimin huzuruna gelerek, oğlunuda beraber getirip, hâkimden mirasını ister; yanındaki oğlu da-"kadının mirasının tamamına karşı, sulh yaptıklarını" iddia ederek: "Şuna şuna karşılık olarak, bütün da'vâları için anlaşma yaptık." deyip, "anlaşmayı, kendi nefsi tarafından asaleten, küçük kardeşi tarafından da hükmî izinle yaptığını" bildirir; "bu anlaşmanın da küçük için hayırlı olduğuna" söyler ve "gerçekten bu kadının, sulh bedelini aldığını; kocasının tere­kesinden bir hakkının kalmadığını" anlatarak: "Bu da'vâ batıldır." derse; bunu, da'vâlı, da'vâcının terekeyi açıklamamış olmasından dolayı reddeder.

Terekede borç bulunması caizdir.

Bu takdirde sulh caiz olmaz. Ancak, borcu, sulhdan istisna eder­lerse o zaman caiz olur.

Şayet, terekede borç yoksa; mîrasdan isabet edecek miktarı aynı cinsten mal vererek sulh olmak caizdir. Fazla olursa, riba yerinde olacağından caiz olmaz.

Eğer, sulh bedeli, mîras cinsinden olmazsa; yine caiz olur. Ancak, sulh bedelini aynı mecliste, almak şart kılındı, da'vâlının "sulh mecli­sinde, bedeli teslim aldığını" söylemesi gerekmez.

Fakıyh Ebû Ca'fer, şöyle buyurdu.

Bu sulh terekede borç olmaz ise, caizdir. Bedel olarak, terekenin cinsinden olmayan bir şeyi vermek de caizdir. Bedel fazla da olsa caizdir.

Keza, terekede nakidden başka şey olmasa, sulh bedelini ondan vermek caizdir. Sulhun ibtaline imkân yoktur. Mufeıyt'te de böyledir. [135]

 

71- BİLİNMEYEN EMÂNET DA'VÂSI HAKKINDA KAYIT
 

Da'vâcı ile da'vâlı gelirler ve da'vâcı, da'vâlıya karşı iddiada bulunarak: "Gerçekten ben, bu da'vâlının babası filâna ağzı bağlı bir kese verdim. Kesenin üzerinde, "Tevekkeltü alallah -Hacı İbrahim'in emâneti- içinde, her birinin ağırlığı beş dirhem ve her birinin kıymeti şu şu kadar olan beş adet inci var." yazılıydı. Bu da'vâlının babası, bunu benden, sahih bir alışla teslim aldı ve onu bana vermeden öldü. Kimseye de açıklamadı, tamamının kıymeti terekesinde borçtur." der ve bu hususta, şahitler de şehâdette bulunurlarsa; bunu, da'vâlı bir illet sebe­biyle reddederek: "Bu da'vâcı, da'vâsında; şahitler de, şehâdetlerinde o eşyanın kıymetini açıklamadılar. Ancak, verildiği günkü kıymetini söylediler," diyebilir.

Halbuki, böylesi yerde, techil gününde eşyanın kıymetini söyleme­leri gerekirdi ki, o günün kıymetine riâyet edilsin.

En doğrusunu yüce Allah bilir.

İmâm Muhammed (R.A.) Kefaletli'1-Asıl'da şöyle buyurdu:

Bir adam, bir köleyi emânet bıraktığında, emanet alan, onu -köle yanında öldüğü hâlde- inkar eder ve sonra da emânet bırakan, emânetini isbat eder ve onun inkâr günündeki kıymetini söylerse; emânet sahibine, inkâr gününün kıymeti ödettirilir.

Şayet: "O günkü kıymetini bilmiyorum, fakat, emânet gününün kıymetini biliyorum." derlerse, yine böyle hâkim, o günkü kıymetini Ödetir. Çünki bu, emânet bırakan için, tazminat sebebidir. Emânetin, inkâr günü olan kıymeti bilinseydi; inkâr fasledilirdi.

O günün kıymeti bilinmeyip, emânet edilen günün kıymeti bilinince, o takdirde alındığı günün kıymetini tazminat gerekir. Emâneti aldığına hüküm vardır. Bu tazminat, "emâneti alan, daha önce emâneti aldığını inkâr ederek: "Benim yanımda, senin emânetin yoktur." demiş olsaydı, o zaman, onun dediği gibi olurdu. Teslim almış olmayınca, tazminat da gerekmezdi.

Onu teslim aldığı hâlde, inkâr etmeseydi, yine tazminat gerekmezdi.

Şahitler, emanetin inkâr günündeki kıymetine şahitlik yapsalar ve tazminat imkanı da olsaydı; inkârı sebebiyle tazminatı gerekirdi ve inkâr gününün kıymetini tazmin ederdi.

Şayet, şahitler, inkâr gününün değil de, emânetin teslim gününün kıymetine şehâdette bulunsalardı, önden alması sebebiyle, o günkü kıymetin tazmin edilmesi gerekirdi.

Şayet, şahitler: "Biz ne inkâr günü, ne de teslim günü kıymetini bilmiyoruz." derlerse işte o zaman, gasıb gibi inkâr günü olan kıymetini ikrar ederse; onu tazmin eder.

Şayet, mağsup (= gasbedilen şey) elinde zayi olur ve gasb günün­deki kıymeti bilinmezse, işte o zaman, o günkü ikrar edilen kıymet tazmin ettirilir.

Bu kıyasa binâen, uygun olan, techil günü, şahitler şehâdette bulu­namazlar; ancak teslim gününün kıymetine şahitlik yaparlarsa; o tak­dirde, teslim gününün kıymetine hükmedilir.

Eğer: "Biz, asla kıymetini bilemiyoruz." derlerse, yine, emânetin teslim gününün kıymeti, ikrarına göre tazmin ettirilir. Sahih olanı da budur.

Sicile: "Hüküm meclisimde hükmeyledim." sözü diğer bir beldede hüküm verilmişse- yazılmaz.

Sicil, bir illet sebebiyle terk edilir.

Bir şehrin hâkimi, zâhirü'r-rivâyede hükmün infazını şart koşarsa, âlimler:' * İşte o, tescile yazılmaz.'' buyurmuşlardır.

Şöyleki: "Hâkim, "şehirde hüküm meclisime da'vâcı geldi. Da'vâsmı hikâye eyledi. Da'vâ, o şehirde caiz görüldü. Hüküm verme ise, başka şehre havale edildi." derse; elbette kaza şehrinde, ihtimâl'in kat'ından dolayı hüküm verilmez.

Fakat, ben bunu ta'n ederim; bu fâsiddir. Çünkü, Nevâdirin rivayetinde: "Bir şehirde infaz şartı yoksa, o zaman hâkim diğer şehirde hükmedilmesine hüküm verir." denilmiştir. İşte o zaman, diğer şehrin hâkiminin hükmü, infaz edilir ve tescil de bi'1-icmâ sahih olur.

Bir hâkim tarafından diğer hâkime gönderilen sicilde "Sonuna kadar yazılan bu sicil ve içindeki hükmüm, benim emrimle yazdırıldı ve filanın söyledikleri tarafınıza yollandı.'' diye yazılır.

Onu alırlar ve: "Hikâye edilen bu söz yalan ve yanlıştır. Çünkü, bu tescilde tesmiye, da'vâcınin da'vâsmı ve da'vâlının inkârını hikâye; şahitlerin şehâdeti... tamamı hâkimin hükmüyle değildir. Ancak, hâkim yazının bir kısmiyle hükmeylemiştir. Uygun olanı, "içindekinin tamamı, benim hükmümdür." demesi veya "söylenenler benim hükmümdür." diye yazması yahut "içindeki söylenenler, benim hükmündür; geçerlidir; hüccetlidir." demesidir. O hakim: "Bu tescil Benim yanımda rağbet gönnemiştir." der. [136]

 

72- ORTAKLIK MALININ SERMÂYESİNİN, MEKKE DİNARLARI OLDUĞU DA'VÂSININ KAYDA GEÇİRİLMESİ
 

Da'vâlı ve da'vâcı gelirler. Da'vâcı, iddia ederek: "Da'vâcı ve da'vâh olarak biz, inan ortaklığı kurduk. Sermâyenin tamamı -herbirimizden şu-şu kadardır ve her birimiz her türlü eşya ve kumaş alıp satıyoruz. Sermayemizi birbirine katıp, onu da'vâlının eline verdik. Bu ortak, o sermâyemin tamamı ile bez satın aldı. Sonra onu, şu kadar Mekke dinarına sattı. Bu dinarların ağırlığı, Mekke ağırlığıdır ve vâcib olan onun hissesininde Mekke dinarı olmasıdır. Şimdi elinde mevcut olan da odur. Mes'elesi sorulsun" der. Da'vâlı ise, onu -bir illet sebebiyle-: "Da'vâ Mekke dinarları olarak yapılıyor. Halbuki, bezin bedelinde yapılmalı idi. Bez bedelini, Mekke dinarına nakleyledi. Nak­liyat hakkında yapılan da'vâ ve beyyine, gıybeti hâlinde olduğundan, kabul edilmez (= dinlenmez)." diyerek reddederse; bize göre, bu söz doğru değildir ve da'vâlının bu iddiası bu gerekçe ile caiz olmaz. Çünkü, nakilde ihdar, ancak ona işaret için şarttır. Dinarlarda ve benzerlerinde işaret mümkün değildir. Çünkü, onların bazısı bazısına benzer. Onları birbirinden ayırmak imkânı olmaz. Sonra bu akid ortaklıkta İmâm Ebû Hantfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un meşhur olan kavillerine göre sahih değildir. Çünkü, zamanımızda, bedel fülûs menzilindedir. Halbuki fülûs (= bakır parlar) İmâmeyn'in meşhur olan kavlinde ser­maye değildirler. Bundan sonra duruma bakılır: Eğer parayı veren, ortağına parayı verirken: "Bununla bir defa al ve sat." der; ortağı da o para ile bezleri alır ve Mekkî dinarları ile satar; sonra da onunla tekrar bir şey satın alıp onu da tekrar tekrar satarsa; bütün alış verişleri sahih ve geçerli olur. Müşteri, her alım-satımında parasına ve karma ortaktır. Tasarrufâtı da böyle geçerlidir.

Şayet, parayı verenin ortaklığı geçerli olmazsa, ortaklık zâten sahih olmaz. Vekâlet hükmüyle geçerli olur.

Şayet, parayı veren zat, ortağına: "Bu para ile al sat." derde "defalarca" demezse; adam da onunla bezleri alırsa; vekâlet sona erer. Ortağa, hissesi kadarını vermesi vacip olur. Sermayeden ve karından hissesi takdir edilir. Ondan sonra, ahmp-satılan şey, diğerinin nefsine âit olur.

Eğer, parayı Mekke dinarına çevirirse, kendisine para verene karşı gâsıp olur ve onun parası kadar tazminatta bulunur: [137]

 

73- MALIN ÜÇTE BİRİNİ VASİYET DA'VÂSININ KAYDI
 

Da'vâlı ile da'vâcı birlikte gelirler. Da'vâcı iddia ederek: "Da'vâlının, da'vâcıya sağlığında ve sıhhatli hâlinde, aklı başında ve vasiyeti sahih hâlde iken, malının üçte birini vasiyet eyledi.

Da'vâcıda, bunu kabul eyledi. Adam öldü. Malının tamamı, da'vâlının yanında kaldı; şu şu kadar... Onun, da'vâcıya, malın üçte birini teslim etmesi -vasiyet hükmünün yerine gelmesi için- gerekir." der. Bunu da da'vâlı, bir sebebden dolayı reddederek: "Hasta vasiyet ederken, her ne kadar aklı sabit, sıhhati var ise de tasarruf ve infaz hakkına sahip değildi. Onun için, vasiyeti sahih değildir." der.

Hıcr kitabında şöyle yazılmıştır: Sefih ve malını saçıp savuran müsrif bir kimse bir vasiyette bulunsa;, kıyâs, onun vasiyetinin caiz olmamasıdır. İstihsanda ise, vasiyeti şayet salah ehline ise, israfa kaçmamışsa ve aralarında bir fuhşiyat yoksa caizdir.

Keza, da'vâlı vasiyetini kasden yapmarmş ona zoraki vasiyet etti-rihnişse; bu vasiyet de geçerli sayılmaz.

Vasiyet edenin hür olup olmadığı hususu zikredilmesi; bu bir vehimdir. Çünkü, "hür olan malının üçte birini vasiyet eder." sözünden bu anlaşılır. Zaten, hür olmayanın malı olmaz. [138]

 

74- KEFALET DA'VÂSINDA KAYIT
 

Da'vâcı, da'vâli hakkında iddia ederek: Filanın nefsine karşı, benim için "şu güne kadar benim üzerinde olan, bin dirhem alacağımı vermezse -ben öderim-" diye kefil oldu. Ben de kefaletine râzi oldum. Günü-geldi; adam borcunu ödemedi. Alacağım kefile âit oldu." der ve isteğini isterse; da'vâlı, onu şu illetten dolayı (yani, kefaleti söylenirken alacağın bin dirhem olduğu söylenmemişse) reddedebilir. Çünkü, bu miktarın açıklanması -kitabette ve borçta, ve benzerlerinde olduğu gibi^ elbette gerekir. Çünkü, kefaletin sahih olduğu, ancak böylece anlaşılır.

Şayet, kefalet da'vâsı, dinlenilen bir da'vâ ise bu böyledir.

Şayet, da'vâlı mecliste yok ve yine de kefaleti kabul etmişse, o tak­dirde kefaleti caizdir.

Hazırda olmayan biri için bir kefil istenip, mecliste olanlardan hiç bir kimse de onu kabul etmez ve durum hazırda olmayan birisine erişince, o, kefaleti kabul ederse; onun kefaleti, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammcd (R.A.)'e göre kabul edilmez.

Bu tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un da önceki kavlidir.

Bazı âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Kefalette, icazet da'vâsı şart değildir. Kefalet da'vâsı icazeti de içine alır. Satış da'vâsımn, satın alışı içine aldığı gibi...

"icazet da'vâsrcaizdir." diyenlere gelince; o, kefalet meclisinde

şarttır. Şayet; "o mecliste kefalete razı oldum." demiş de, "kefalet meclisinde" dememişse; bu kâfi gelmez. Umulur ki, kendisi için kefil olunan şahıs, ona razı olmamış olabilir.

Hatta kefil, o meclisten kalkıp gitse; kefil olunan da sonradan izin verse; bü-icma bu muteber olmaz.

Bir defa kefaletini da'va eylese de, icazetini da'vâ eyelemese; sonra da tazminat meclisinde hem kefaletini, hem de icazetini iddia eylese; bu sahihdir. [139]

 

75- MEHRİN TAZMİN EDİLMESİ DA'VÂSINDA KAYIT
 

Bir kadın, bir adama karşı, "onun nikahlısı olduğunu, mehrinin bin dirhem ve nikâhının sahih olduğunu" iddia ederek: "Bu adamın, bana mehrimin tamamını sahih bir tazminle tazmin etmesi gerekir." der ve tazminata, o zımân meclisinde izin verip sonra da: "Kocama, ağır şekilde mahrem oldum ve mehrim kocam olan filan zatın üzerinde kaldı. Hâl-i hazırda bana ödemesi gerekir. Mehrimin tamamı olan bin dirhemi istiyorum." deyip, mes'elesinin sorulmasını talepte bulunur; onu da da'vâlı hürmetini açıklayamayıp bir sebepten dolayı reddeder ve hürme­tinin sebebi -müttefekun aleyh ve muhtelefün fih olmak üzere iki nevi olur; kadın hürmetin mühtefe ün füı olduğunu zan eder ve hâkimin yanında oiur; halbuki hâkim, onun zannettiğinin hilafını zannederek hürmet-i gahzayı, kadının cihetine manâlandırırsa; gerçekten, duhûlden önce, mehrin tamamı kocasına veya onun kefiline ait olur. Hürmet-i galîza kocası cihetinden ise, -duhulden önce olursa- mehirin kocanın kefilinden sakıt olması icâbeder. O tebeyyün etmemiş olur ve ma'nâ kadın tarafından mı? yoksa kocası tarafından mı? Duhulden ( = cimadan) sonra mı? bilinmezse; da'vâ, bunlar acıklanmaksizın belli olmaz. [140]

 

76- AYRILIK VUKUUNDAN DOLAYI ASKIDA KALAN MEHRE KEFALET DA'VÂSININ KAYDI
 

Bir kadın, bir adama karşı, "kocamın yerine, filan adamı, mehir olarak, kırmızı ve taze dinarlar -vermesi için- ve -aramızdaki ayrılık sebebiyle-vekil tayin ettim. Tazminat bedeline de, tazminat meclisinde izin verdim. Gerçekten, kocamla aramızda 'kocamın benim işimi (bir ay kaybolursa) boşamamı bana bırakmıştı. Ben de, nefsimi talâk-ı bâin ile boşadım. Çünkü, o benden bir ay kayboldu. O hüküm gereğince nefsimi boşadım. Onun üzerinde olan, mehir altın dinarlarım için de vekil tayin eyledim." der ve bunların hepsini de beyyineleyip, doğruluğuna dair de fetva alırsa; âlimlerimiz: "O dinarlar, kefile hükmedilir. Ayrılık sebe­biyle koca ona öder. Ancak, kadının talâk emrini kendisine verdiğinin isbatı kalır. Bu hususta da, kefil ile mahkeme olurlar." demişlerdir.

Fakat, bu mes'ele bana göre biraz müşkildir. Çünkü, da'vâcı gaibe karşı, iddiada bulunuyor. Mal ise, iddia olunanın yanındadır. Bu durumda, gaibe karşı sebep zuhur etmiyor. Belki de yalnız şart bulu­nuyor. Böyle bir durumda, hâzır, gaibe karşı nasbedilmiyor. Bütün âlimler, bu görüş üzerindedirler. Uygun olanı -kocaya karşı- malı hük­metmek; fakat ayrılığı hükmetmemektir. [141]

 

77- BAŞKASININ ELİNDE BULUNAN ARAZİNİN BİR KISMININ MÜLKİYETİNİ İDDİA ETMENİN KAYDI
 

Bir adam,  "diğerinin elinde olan bir arazinin, kendi mülkü olduğunu" iddia eyliyor ve "o yerin, da'vâlının elinde, haksız yere kaldığını" beyyineleriyle isbat ediyor.  Her ne kadar, da'vâh inkâr ediyorsa da; hâkim o yerin mülkiyetini da'vâcıya hükmediyor. Sonra da "o iddialı yerin, bir başkasına âit olduğu" tebeyyün ediyor. Bu mes'ele, iki durumadır: Eğer bu durum, müddeînin izharı ikrarı ile olursa; o hü­küm bâtıl olur. Çünkü, iddiacı, ikrarı ile şahitlerini yalanlamış oluyor.

Da'vâcmın -hükümden sonra- ba'zi şahitleri yalanlaması, o hükmün bozulmasını gerektiriyor.

Bu mes'eleye Asi ve Cami* kitaplarında işaret edilmiştir.

Fakat, da'vâlı beyyine getirmeyi murad eder ve "aynı yer, kendi­sinin elinde iken, dâ'vâ zamanı başkasının elinde olduğunu" söylerse; bu beyyinesi kabul edilmez. Çünkü, onun beyyinesi -müddeînîn beyyine-sinden sonra- iddia olunanı nefy ediyor ve onun beyyinesi, sübût bulup kabul edilmiyor. Bu yüzden de, o daVânın butlanı, zahir olmuyor. Muhıyt'te de böyledir. [142]

 

78- BİR KİMSENİN, BİR YERDE HİSSESİNİN BULUNDUĞUNU İDDİA ETMESİNİN KAYDI
 

Bir şahıs* bir yerde kendisinin de hissesinin olduğunu iddia ediyor. Bu iddiacı da, şahitler de "müdeâ aleyhin tamamının da'vâcının olduğunu" söylüyor. Bu hususta, müftüerin muhtelif cevabı vardır:

Bazıları, bunun fesadına cevap veriyorlar. Çünkü, hiç kimse onun mülkünden bahsetmemiştir ve o yerin tamamının elinde olana âit olduğu tesbit edilmemiştir. Bu yerin bir kısmının da müşâ sahibine âit olduğu anlatılmamıştır.

Bazı müftilerde, sıhhatına fetva vermişlerdir ve: "O yerin bir kısmının, şayia âit olduğunu söylemek şart değildir." demişlerdir.

önceki duruma göre, yarısının gasben alınmış olduğu şeyi ve mu­teberdir. Rüknü'I-İslâm Ebû'I-Fadl şöyle demiştir:

îki şahıstan her biri, bir evi icarlar veya onu satın alır *e beraberce, orada meşgul olup çalışırlarsa onlardan her birinin yarı şefi hakkı tesbit olunur.

İmâm Mohammed (R.A.) Cami kitabının ba'zı yerlerinde, "Şuf a hakkının, gasb tasavvur edildiğini'' yazmıştır.[143]

 

79- BİR KiMSENİN, BABASINDAN BİR YERİ SATIN ALDIĞI İDDİASININ KAYDI
 

Da'vâcı ve da'vâlı huzura gelirler. Da'vâcı, "Belirli hudutları olan bir evin, bulunduğu yerle beraber, babası filanın mülkü olduğunu ve o yeri sağlığında, tasarrufati geçerli iken, ondan satın aldığını; ayını gü­nünü" bildirir ve babasının ikarına karşı, şahitlerinin olduğunu'* söyleyerek onların dinlenilmesini hâkimden ister.

Bunun üzerine, şahitler şehadette bulunarak: "Bu yer, zikredilen sebeplerden dolayı, da'vâcınmdır. O yeri elinde bulunduran da'vâlmm, orada hakkı yoktur." derler.

Ba'zı müftiler de şöyle demişlerdir:

Burda da'vâlı için iki durum vardır:

Birincisi: Şahitler, zikredilen da'vânın ikrar târihini "şu ayın, şu günü" diyerek söylediler. Umulur ki bu ikrar, satış günüde olabilir. Ondan önce de olabilir. Satıştan önce yapılmışsa, işte bu batıldır ( = geçersizdir). Zira, satıştan önceki ikrar şehâdeti, bâtıldır. Çünkü, şahitler, şehâdetlerinde zikredilen sebeblerle, "bu gün, bu yer, iddia sahibinindir." dediler. Bu ise, satışın ikrarı olmaz. Çünkü, mülk sebe­biyle ikrar sahih olmaz.

Bu, satışa da şehâdet değildir. Ancak, satışın ikrarına şehâdettir. Fakat, bu zuam fasiddir. Fakat birincisi, iki durumdadır:

a) Da'vâcının satış da'vâsının tarihini ikrarı, satıştan sonra olmak.

b) Halkın teamülünün, satıştan sonra ikrar etmek olmasıdır.

Bu şehâdetler üzerine ikrarın isabetli olması ve mülkün iddia sahi­binin olması şahindir. [144]

 

80- CARİYELİK DA'VÂSINDA, CARİYENİN DA'VÂYI REDDİNİ KAYIT
 

Da'vâcı, da'vâlı olan câriye ile bizzat huzura gelirler. Da'vâcı iddia ederek: "Bu câriye, benim mülkümdür ve câriyemdir." Câriye ise, bunu inkâr etmekdedir. O takdirde da'vâcı, şahitlerini getirir. Eğer şahitler: "Bir gün, bir adam geldi. Bu huzurdaki cariyeyi, bu da'vâcı için, belirli bir fiata satmalarak, cariyeyi bu adama teslim eyledi." der­lerse; işte bu durumda, da'vâlı iki illetle da'vâyı reddeder.

Birincisi: Şahitler, şehâdetlerinde "satıcıdan satın alıp, iddiacıya teslim ettiklerini" söylediler. Cariyenin, "o cariyenin, satıcının mülkü olduğunu" isbatı da'vâcıya intikali sabit olması için gereklidir. Bu şehâdetle de, bu surette satıcı meçhul olduğu için satıcının mülkü olmaz. Meçhul için, mülk isbatı tahakkuk etmez.

Satıcı için mülk sabit olmayınca, bu şehâdetle müddeiye intikal nasıl sabit olur?

Şayet, satıcı bilinirse, şehâdet makbul olur ve o câriye, da'vâcıya hükmedilir.

İkinci illet: Şahitler, şehadette bulunduklarında: "Bir adam, cariyeyi bu da'vâcıya sattı." deyip; "müşteri bunu satın aldı." diye şehadette bulunmazlarsa; satın almaksızın mülk sabit olmaz. Fakat, ikinci illet sahih değildir. Zira, satış, satın alışı tazammun eder (= içine alır). Satın alış da, satışı tazammun eder.

Gürülmüyor mu ki: Bir adam, diğerine karşı: "Bu cariyeyi, şu kadar fıata sana sattım." deyip, parasını istese; satış da'vası her ne kadar "satın aldın." demese bile sahih olur.

Keza, da'vâcı: "Bu adam, bu cariyeyi bana sattı." diye iddia eylese; bu da'vâsı, o: "Ben, bunu ondan satın aldım." demese bile sahih olur.

İmâm Muhammed (R.A.), çok yerde böyle zikreyîemiştir. [145]

 

Da'vâlının, Cariyenin Da'vâsını Red Da'vâsinin Kaydı
 

Bir da'vâcı, bir cariyeyi getirip, da'vâ ederek: "Bu cariyeyi, ben filan adamdan satın aldım. Onun, bana itaati vaciptir." der; câriye de da'vâyı inkâr eder ve da'vâcı şahitlerini getirerek dinletir; bu şahitler: "Filandan satın aldı." derlerse; müftiler bu mes'elenin cevablarında ihtilaf eylediler. Bazıları; "itaatin vücûbuna değil de, cariyenin mül-küyetine hükmetmeye" fetva verdiler. Çünkü, itaat, onu teslim sebe­biyle olur. Satılan şeyde de, parasını verildikten sonra, ona sahib olur. Halbuki, da'vâcı da'vâsmda "parasını verdiğini" söylemedi.

Bazı müftiler de, "da'vânın asla sahih olmayacağına" fetva ver­diler.

Sahih olan da budur. Çünkü, şahitler -nassan ve delâleten-"satıcımn mülkü" demediler. Bundan dolayı, müşterinin mülküyetine hükmedilmez. Bu, şehâdât kitabının meselesidir. [146]

 

81- DA'VALİNİN, ITK DA'VÂSINI REDDİ DA'VÂSININ KAYDI
 

Bir adam, ölür; başka bir adam gelerek "ölen zat, babam filanın azâdhsıdır. Babam onu sağlığında azâd eyledi. Onun mirası benimdir. Çünkü, ben onu azâd edenin oğluyum. Benden başka da vârisi yoktur." diye iddia ederse; bazı âlimlerimiz "bu da'vânm fesadına" fetva ver­diler. Ba'zıları da "sıhhatına" fetva verdiler.

Sahih olanı, bu da'vâ fâsiddir. Çünkü, da'vâcı iddiasında "Babam, buna sahib idi." demedi. Mâlik olmadan, azâd etmek batıldır.

Bu da'vânın sahih olduğuna delil:

İmâm Muhammed (R.A.), el-Asıl'ın itin Da'vâ babında şöyle zik­retmiştir:

Bir adam, beyyine ibrazıyle: "Filan, filanı azâd eyledi." der; o filan da, onu inkar veya ikrar eder; yahut diğeri, beyyinesiyle: "Bu köle, onun kölesidir." derse; hâkim, onun köleliğine hükmeder. Çünkü, azâd şahitleri "bâtıl azada" şahitlik eylediler. Zira onlar, şehâdetlerinde: "Filan, ona sahib idi." demediler. Mâlik olmayınca da, ıtk caiz olmaz. Bu şehâdet, yok hükmündedir.

Keza, bir köle hakkında: "Filan onu azâd eyledi." diye şahitlik yaparlar ve o köle de onun elinde olursa; "onun kölesidir." diye şahitlik yaparlar ve o köle de onun elinde olursa; "onun kölesidir." diye şahitlik yapılan için, hükmedilir. Çünkü, azâd eylemede sıhhat, elde bulundur­maya değil, mülke aittir. Halbuki, onlar "onun için mülküne hükmey-lemediler.

Şayet, şahitlik yapanlar: "Bu köle, filanındır. Onu azâd eyledi. O, onun sabidir." derler ve başkaları da şahitlik yaparak: "O, onun köle­sidir." derlerse; bu durumda, azâd beyyinesine göre hükmedilir. Çünkü, onun mülkü olduğunu isbat eylediler. Azâd edenin, kendi mülkü olduğunu isbat etmesi gibi...

Şayet, bir adam, beyyinesi ile, "bir kölesi olduğunu ve onu azâd eylediğini" söylerse; o kölenin azâd olduğuna hükmedilir. Çünkü; beyyine onun mülkü olduğunu beyan etmiştir. Bu mes'ele, diğerinin mülkü olduğunu isbat eden şahsın azâd da'vâsı, onun azâd olmasının isbatıdır. [147]

 

82- DEFİ DA'VÂDA, DA'VÂLIYI REDDİN KAYDI
 

Bunun sureti: Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir şeyi, "şu senenin, şu ayının, şu gününde satın aldım." diye iddia eder; da'vâh da, onu red (= inkâr) eder; da'vâcı ise, iddiasını beyyineler ve da'vâlıya karşı, iddia edene teveccüh edilir; iddia olunan zat da, "onun da'vâsınm defini" iddia ederek: "Bu mülk, filanın kardeşinindir." der; o filanın kardeşi de, bunu tasdik ederek: "Ben, bu şeyi filanın kardeşinden satın aldım. Bu sebebten, senin da'vân batıldır." derse; işte o takdirde, müf-tilerin ittifakla cevabları: "Bu def şahindir." şeklindedir.

Sonra da, da'vâlı fetva isterse; hâkim, mükellef midir? İttifakla cevap: "Hâkim mükellef değildir. Çünkü o, bir defa beyan eylemiştir." şeklindedir. [148]

 

83- MİRAS DA'VÂSINI, DA'VÂLININ REDDİ HAKKINDA KAYIT
 

Huzuru Mahkeme huzuruna, filan, filan ve filane gelirler ve bun­ların tamamıda filanın çocukları olurlar; onlar, huzurda olanın birinin elinde bulunan, hudutlu bir yeri iddia ederler; anaları olan filaneden, o yerin kendisine miras olarak kaldığına dâir da'vâlı da bir mektup olursa; o yer, iddiacıların analarının hakkıdır. Ölene kadar onun elinde idi; öldü ve evlâdına mîras olarak kaldı. Da'vâlı, bu da'vâyı şu iki sebeple red­deder:

Birincisi: O mektubta, "iki da'vâcmın anası" diye yakılmıştır; uygun olanı, "bu da'vâcıların anası" diye yazılı olmasıdır.

tkincisi: "Öldü; çocuklarına mîras bıraktı." diye yazılmamıştır. Çocuklarına neyi mîras bıraktı? Uygun olanı, "bu hudutlu yeri, mîras olarak bıraktı." diye yazılmış olmalıydı. Veya "onu mîras bıraktı." yazılmalıydı ve o zikredilen tereke açık veya kinayeli olmalıydı- Burada, açık veya kinâyi bir beyanât yoktur.

Şeyhu'1-lmâm Necmüd-din en-Nesefî şöyle buyurmuştur:

Bana, şöyle bir da'vâ arz edildi;

Bir adam, diğerine karşı bir yer iddiasında bulunuyor; "o yerin, kendi malı ve hakkı olduğunu' söylüyor ve "o yeri, o şahsın, Ölene kadar, haksız olarak elinde bulundurduğunu; şimdi ise, o adamın Ölüp, bu yerin mîras olarak, vârisinin elinde kaldığını" anlatıyor. Ve "o yerden, haksız olan o adamın elini çekip, o yerin kendisine teslim edil­mesini" istiyor.

Da'vâlı da, onun da'vâsını def için: "Murisimiz filandır. Bu yeri, da'vâcmın murisinden satın almıştır. Her iki taraftan da teslim tesellüm cereyan etmiş ve haklı olarak, murisimizin ölene kadar elinde kalıp, onun ölümüyle de -haklı olarak- bana mîras olarak terk edilmiştir." diyor.

Da'vâcı da, bunu def için: "İddia olunanın murisi, aralarındaki alım-satımı ikrar ederek, parasını bana verdi. Araziyi, ona verdim." diyor. Bu durumda, bu defi da'va sahih olur mu?

Necmü'd-Dîn en-Nesefî, cevaben şöyle buyurmuştur:

Kâdî'l-Kudât İmâdüd-din Ali bin Abdu'l-Vehhab ve Şeyhu'1-İmam Alâuddin Ömer bin Osman bu da'vâmn sıhhatli olduğu cevabını ver­diler.

Ben ise, sahih olmadığını söyledim. Zira, önce, "diğerinin elinde haksız olarak kaldığını" söyledi; sonra ise "alım-satımı" ikrar eyledi, tşte bu sebepten onun yanında hak olarak durduğunu gösteriyor.

Şöyle de denilmiştir:

Bu def-i da'vâmn sahih olması icabdeder. "Ahm-satım yapıldı." sözü rehin hükmündedir. Çünkü, da'vâcı bu defi de, da'vâlımn ikrar eylediğinin bir kısmını bidayette inkâr eyledi. Bu "hudüdlu yerin haksız olarak onun elinde olması ve satışın rehin hükmünde bulunması; sa: 'lan yerin iddiacının mülki olması; ancak da'vâlı için, onu habseüne hakkının olması" gibi hususlardır.

Da'vâcı, "o hudutlu yerin, kendi nefsine âit olduğunu" iddia ediyor ve da'vâhnın elinde haklı olarak kaldığını ikrar eyliyor. İşte bu sözümü­zün ma'nası, önceden ba'zısını ikrar; ba'zısını inkâr etmiş oluyor. Fakat bütün âlimlerin sözü: "Şayet, satışta bir şart yoksa, satış sahihdir. Artık onun da'vâsı dinlenmez. Eğer satış şartlı ise, satış fâsiddir. Akdin feshim iddia ederse; da'vâyı def sahihtir; değilse sahih değildir." şeklindedir. Muhiyt'te de böyledir. [149]

 

Necmüddin Nesefî'ye Arzedilen Da'vânın Kaydı
 

Burda, adamın da'vâsını def vardır. Onun hakkı bağın gelirini talep eden şahsa karşı sabit olmuştur.

İddiacı, da'vâyı red ile, "bir bedel mukabili sulh olduklarını" söylemiş, bedelin mikdarım ise söylememiştir. Teslim aldığını da söyle­memiştir. Bu, bir def olur mu?

İmâm şöyle buyurmuştur:

Def olmaz. Şayet teslim aldığını söylemiş olsaydı, -her ne kadar, bedelini belirtmiş olmasa bile- def olurdu. Çünkü, bedelin mikdarını açıklamayı terk etmek, teslim almaya zarar vermez. Buna ihtiyaç da yoktur.

Bu mes'ele, iki durumdadır:

Şayet, bağ için sulh vuku bulmuş; -başka değil- bedel belirli olsun veya olmasın ve şahitler "teslim'alındığına" şehâdette bulumuşlarsa, sulh sahih olur. Defi da'vâ da sahih olur.

Eğer sulh, bağ ve onun gelirinden dolayı yapılmış; da'vâlı da onu zayi etmişse; -cinsinin hilafı olarak- sulh, gelir hakkında sahih olmaz, bedel, ister belirli olsun, ister olmasın fark etmez. Bu da, gelir hakkında da'vâyı def olmaz. [150]

 

84- VÂRİS TARAFINDAN, "MÎRAS OLAN YER DA'VÂSINI DEF' DA'VÂSI’NIN KAYDI
 

Bir adam, ölenin terekesinden, vârise karşı bir yeri da'vâ eder; vâris de, da'vâciya, da'vâsını def için:  "Senin, bu da'vân batıldır. Çünkü sen, bana bir defa, babandan mîras olarak buldum." dedin veya: "Sen, bana bir defa: Ben, çok mal aldım." dedin. Ben de, sana: "Hangi malı  aldın?"  dedim.  Sen:  Filan  yeri."  dedin.  Bu,  senin tarafından bir ikrardır. O yer benimdir. Senin da'vân batıldır.'* derse; bu kadar söz ihtiyaca kâfi gelir mi? Ve bu, defi da'vâ olur mu?

Burda Necmüddin en Nesefî'nin cevabı: "bu, defi da'vâ olur. Çünkü, onun mülkünü ikrar vardır. "Mîras olarak buldum." demiştir.

"Teslim aldım." sözü onun mülkü olduğunu ikrar değildir. Onun için de, bu, da'vâyı def olmaz. Bu cevab zahirdir. [151]

 

Mîras Yer Hakkındaki Def-i Da'vâya Başka Bir Örnek
 

Bir adam, diğerine karşı şu yerde ve şu şu hudutlu bir bağı iddia ediyor. Bu bağ da, bu iddiacının anasının elinde bulunuyor. İddiacının anası ise, ikrar ederek: "Bu, iddiacınındır." diyor. Sonra da, da'vâ olunan şahıs, o bağı satıyor. Aslında, bu bağı, iddia edene teslim etmesi gerekiyordu.

Semerkant âlimlerinden bir topluluk, bu satışın sahih olduğuna fetva vermişlerdir.

İmâm Nesefî ise, fesadına fetva vermiş ve şöyle buyurmuştur: Bu satışın arıza yönleri açıktır; fakat, açıklama yapmamıştır. Bu arızalardan birisi: Gerçekten iddiacı, o yerin kendi malı olduğunu iddia eylememiştir. Şayet kendine âit olduğunu iddia eylemiş olsaydı ve: "Bu bağ benim mülkümdür; anamdan satın aldım." deseydi; da'vâsı sahih olurdu. [152]

 

85- DA'VÂLININ, AZÂD DA'VASI BERABER VERASET DA'VÂSINI REDDİ'NİN KAYDI
 

Bir adam, diğerine karşı bir köle iddiasında bulunarak: "O, benim amcamın oğlu Manın kölesidir. Köle, onun malı iken efendisi fcldü. Benden başka da vârisi yoktur. Bu köle, o yönden bana mîras ol&rak kalmıştır. Ve o, bana itaattan kaçmıyor." der; iddia olunan zat da, bu da'vâyı def ederek "Bunun murisi, hastalığında beni azâd eyledi. Ben-de onun malının ücde birinden çıkarıldım. Şu anda ben hürüm. Onun, bana karşı bir çıkar yolu yoktur." diyerek beyyine de ibraz ediyor.

tddiacı, ikinci defa: "Ben, bu köleyi amcamın oğlundan onun sıhhatli zamanında satın aldım." diyor.

Bu hususda Necmüddin en-Nesefî'nin cevabı:

Onun, bu ikinci da'vâsı, sahih değildir. Çünkü, da'vâlarında tenakuz vardır. Önce veraset, sonra da satın alışını iddia eylemiştir.

Bu cevap doğrudur. İlleti açıktır.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi-i Kebîr'in sonunda şöyle buyurmuştur:

Bir adamın babası ölür ve birinin yanında olan evi iddia ederek, "sağlığında, babasından o yeri satın aldığını" söyleyip belge de ibraz ederse veya beyyinesi olmazsa; bu durumda da'vâlıya yemin verilir.

Sonra da da'vâcı beyyinesiyle, "o yerin babasının malı olduğunu ve mîras olarak bıraktığını; kendinden başka da vârisin bulunmadığını" söyler ve bunu şahitler beyan ederlerse; hâkim, o yeri da'vâcıya hük­meder. Çünkü, da'vâlar arasında bir tenakuz yoktur. Önce satın aldığını; sonra mîras kaldığını iddia eylemiştir ki bu mümkündür. O şahıs, "iddiam gibi, ben babamdan, önceden satın almıştım; fakat onu isbattan âciz kaldım. Ev babamın elinde mülk olarak kaldı. Onun ölümü ile de bana mîras kaldı.' * demiş olur. Bu açıktır.   s

Eğer "önce, babasından mîras kaldığını" sonra da "satın aldığını" iddia etmiş olsaydı; satın alma da'vâsı dinlenmezdi (= kabul edilmezdi). Çünkü, önce mîras ile satın alma arasında tenakuz vardır. Bu, mümkün değildir, "önce babamdan mîras kaldı. Onu isbat edemedim. Sonrada satın aldım." demesi olmaz. Ve tavzih olundu ki: "Baba tarafından mîras olan şeyin satın alınışı, babanın sağlığında da olsa, ölümünden sonrada olsa, burda kusur olduğundan alım-satım feshedilir. Tenakuza da mahal kalmaz.

Fakat, kendisine mîras kaian baba tarafından olur; müşteri de onun tarafından olmazsa, tenakuz tahakkuk eder.[153]

 

86- MÎRAS DA'VÂSININ KAYDI
 

Bir adam ölür; diğer birisi de ölenin amcası oğlu olması münâse­betiyle mîras iddiasında bulunur ve nesebine âit şahitleri de dinletip, "dedesine kadar olan zatların isimlerini" söyletir; sonra da da'vâlı bu nesebi ve mirası inkar eder ve iddiacının hilafına nesebi isbat ederse; bu beyyine ile iddiacının da'vâsı kalkar mı?

Necmü'd-dîn en-Nesefi'nin cevabı:

Şayet, önceki şahsın beyyinesi sebebiyle hâkim, hüküm vermışse; bu dava kaldırılmaz. Eğer hüküm vâki olmamışsa, muarazaa sebebiyle hükmeylemek caiz olmaz.

Meselâ: Bir adam, kurban bayramı gününde, Kûfe'de karısını boşâyıp, "aynı senenin kurban bayramı gününde Mekke'de de kölesini azâd eylediğini" iddia ederse; "bu durumda uygun olanı iddia edenin beyyinesi reddedilmez. Da'vâlmın beyyinesi reddedilir." denilmiştir.

Çünkü, bu kabul edilmiş olursa; dedenin ismi sabit olmuş olur. Buna vecih yokdur. Bunun benzeri: Bir adam, diğerinde "şu kadar, şu günde bin dirhem alacağının olduğunu" iddia eder; da'vâlı da, o günde Ödenmesi gerektirğini'' beyyineler; yalnız "da'vâcının dediği yerden başka bir yerde ödeneceğini" söylerse; da'vâhnm beyyinesi reddedilir. Çünkü borcu tahakkuk etmiştir. [154]

 

Da'vâlının, Dedesinin İsmini Söylememesi Hâli
 

Da'vâcı, da'vâlıyı yanma alıp getirir ve da'vâcı da bu doğruluğunu kabul ederse; da'vâlı huzurda olunca, da'vâcının işareti kâfi gelir. Onun adını ve babasının adını söylemeye ihtiyaç kalmaz. -Evlâ olan- dedesininde ismini söylemez.

Fakat, da'vâlı huzurda olmaz ise elbette dedenin ismini söylemek gerekir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kav­lidir.

Keza, hududlan ve hududların sahihlerini söylemek ve her iki tarafı . (da'vâcı ve da'vâlıyı) ta'rif eylemek, tanıtmak da böyledir ve dedelerinin adını söylemek gerekir.

Kâdî'l-tmâm Rüknü'l-tslâm Ali bin Huseyn es-Sagdî, önceleri "dedenin adının söylenmesini" şart koşmamıştı. ömrünün sonuna doğru, bunu şart koştu.

Sahih olan da budur.

Fetva da buna göredir. [155]

 

87- ŞÜFA DA'VÂSININ İRAYDI
 

Burda üç nevi talebin beyanı vardır: Birincisi: Bir illet sebebiyle da'vayı red.

Bu da'va da, şehâdette bir şey söylenmemiştir. Şefî, fevri olarak şahit dinletme talebinde bulunur. Şahitler hudutları, hudut sahiplerini, satın alanı ve satanı açıklarlar. Vacip olan, satıcının, satınalana ve hudutların bilinmesidir.

Müşteriden, "o yeri teslim ahp-almadığı" sorulur.

Satıcıdan da o yerin elinde ohıp-olmadığı sorulur.

Şayet, o yer satıcının elinde değilse; Şeyhu'l-İslâm, Şerhi'nde şöyle buyurmuştur: "îstihsanen, bu talep sahih olur. Kryâsen ise, talep sahih olmaz.

Şeyh Ebû'I-Hasan el-Kudûrî, şerhinde; N âti fi, Ecnâs'ında, İsa m, Muhtasar'ında: "Söylenilmeyen da'vâ, bu şeylerde yakını terk eylerde uzağı kasdeylerse, kıyâsen de istihsanen de sahih olmaz buyurmuşlardır.

Şayet tamamı bir şehirde ise, şuf'ası batıl olmaz.

Şeyhu'l-İslâm, şerhi'nde ve İs a m, Muhtasar'ında böyle buyurmuşlardır. Çünkü, şehir, -etrafı ile birlikte- mekân-ı vahid gibidir.

Hassâf, Edebü'1-Kâdi isimli kitabında, şöyle buyurmuştur: Eğer şefi, şuf a talebinde bulunmaz ve bir yakınıria icazet verirse; şüf a bâtıl olur.

Saduru'ş-Şehîd de, Vâkıal isimli kitabında böyle buyurmuştur. Şayet, o yerler iki şehirde veya bir kaç şehirde olursa yine böyledir. Eğer, o şeylerden birisi şeftin yanında olur ve onu bir şehire bıra­karak, kendisi başka bir şehire giderse; şüfasi bâtıl olur.

Şefi, yalnız basma bir şehirde olur; müşteri, satıcı ve ev de başka bir şehirde bulunur ve şefî yakını bırakıp uzağa giderse; âlimler, bu hususta ihtilaf etmişlerdir.

Ba'zılari: "Şüf'ası bâtıl olur." demişler, ba'zılan da: "Bâtıl olmaz." buyurmuşlardır.

Natıfî, Ecnâsı'nda böyle buyurmuş'tur.

Buna binâen, iki yol olursa ve yakın yolu bırakıp da uzak yola giderse; şuf ası bâtıl olur.

İsam, böyle söylemiştir.

Nâtıfî'nin kıyasına göre ise, şüf ası bâıl olmaz.

Bundan sonra, yakın olan şehre gelirse; isteğinin sahih olması için, şart vardır: Satan da, alan da o şehirde olacaktır. Ma'ruf ve meşhur olan şart budur. Kâdî'l-Jmâm Ebû Zeyd el-Kebîr yer ile satıcı ve alıcının arasım ayırdı ve şöyle buyururdu: "Satıcı ve alıcının bir yerde olması şarttır. Yerin, aynı yerde olması şart değildir. Belkide hangi şehirde olursa olsun, şefi' tehirsiz talepde bulunabilir ve talebi sahih olur. Buna, İmâm Muhammed (R.A.), "bağy ehlinin şuf ası" babında işaret eylemiştir.

Buna binâen, ev şafîin şehrinde olursa; Kâdî'I-lmâm'a göre, o yerin yanında talep şart değildir.

Şayet, satıcı ve alıcı aynı şehirde bulunuyorlarsa, bil-ittifak o yerin yanında talepte (= istekte) bulunacakdır. Muhıyt'te de böyledir.

Buhâra'da, mahkemeye Humeyrîli Haydar isimli bir adam gelir ve kendiyle beraber, Humeyri'H Osman namında bir adam daha getirir ve Haydar, Osman'a karşı da'va ederek: "bu adam, bana tam cüsseli, şu senenin şu ayında, şu kadar dirheme bir dişi eşek sattı. Ben de ondan satın aldım. Aramızda teslim ve tesellüm de cereyan eyledi. Sonra ben, o dişi merkebi, filanın oğlu Ahmed'e, belirli bir fiatla sattım. O da, benden o belirli fiatla satın aldı. Aramızda da, teslim-tesellüm cereyan eyledi. Sonra, Ahmed de, o dişi merkebi Muhammed'in oğlu Aliye sattı. Ondan sonra da Zeyd, o dişi merkebe hak sahibi çıktı ve Muhammed oğlu Ali, Nesefin Küre kasabası hâkiminin huzurunda, (ki bu şahıs Şeyhu'1-tmâm cl-Kâdî mumüd-din bin filan'dır ve o gün, Nesefin ve havalisinin hâkimidir; Kâdı-el-tmâm Alâud-din Ömer bin Osman tarafından tâyin edilmiştir ve o da Semerkant'm ekseri yerlerinin hâki­midir. Âdil beyyine ile Mâverâun-Nehir'de kalır.) cereyan eden mah­keme sonucu, dişi merkep Ali bin Muhammed'e hükmedilmişti. Sonraki mahkeme Kâdî'1-İmâm Sedldü'd-Dîn Tahir, (Buhârâ hâkiminin, Buhâra'da, Buhara ve çevresinin hüküm işlerine bakan Sadruddin Ahmed bin Muhammed'in naibidir) Aliye, "o merkebi kendisine satana, müracaat edip; verdiği parasını almasını" hükmeylemiştir.

Ona, Ahmed bin Muhammed, merkebin bedelini ödemiş; o da Sedîdüd-din'e başvurup, onun hükmüyle ödediği; parasını," merkebi kendisine satandan almıştır. En son müşteri, o merkebi kendisine satandan, parasını isteyince; o, onun da'vâsini inkâr eylemiş ve: "Bu da'vâcının, bende bir alacağı yoktur." demiştir. İddiacı da da'vâsı hakkında şahitler dinleterek, da'vâsının doğruluğuna fetva almıştır.

"Bu da'vâda, bir kaç yönden halel vardır." denilmiştir.

Birincisi: İddiacı: "Kâdî Alâü'd-Dîn vekâlete me'zun {= izinli) dir." demedi. Çünkü, o şart idi. Zira, vekâleti sahih olmayan kimse, hüküm veremez. Ve, Müîni'd-din hâkim olamaz.

İkincisi: "Müîni'd-din'in, hâkim tâyin ediliş tarihini" söylemedi. Acaba, o günde, o zat hakim mi idi? Ve, "onun, Semerkant kadısı olduğu" söylenmedi. Ali'nin sarâheten, MâverâÜ'n-Nehir'de hâkim olması gerekirdi.

Da'vâlının yanında yapılan iddiada, beyyine hâkim tarafından, tasrih edilmedi. O cihetten hüküm sahih olmaz.

Bunun için, Kadı Muînü'd-din, "beyyinenin müşteri tarafından ikrarını" "bu merkep hak sabinindir." diye söylemedi. Onun için de, müracâata hakkı yoktu.

Şayet, hak sahibinin hakkr tebeyyün etseydi, rücû hakkı olurdu. Hüküm ihtilaflı oldu.

Sonra, Kadı İmâm Sedüddin (Buhârâ hakimin naibi) hükmeyledi. îşte onun için, kendine merkep hükmedilen şahsın, parasını almak için müracaatında, "bu satış, kadı Sedidüddin'in hükmü ile sabittir." demedi. Bu, feshi gerektirir. Ve, bu da hükme halel getirir. Ancak, parasını almaya hak sahibi olması için, satışın hakimin hükmüyle yapılması gerekirdi. Onun için, hakim, "bu hükmün geçersizliğine" hükmediyor.

Sonra da müşteri satıcıya müracaat ediyor ve verdiği bedeli alıyor. Veya, hükmeylemedi ve KâdH-lmâm Sadruddin, "iddiacının red hakkının döndüğünü" söylemiş. Biz de onu söyledik. Bedeli iddia olu­nanın bedelini söylemedik. O, da'vâsında "Bu dirhemler, burda geçerlidirler." demedi.

Şayet, o dirhemler, o beldede yoksa veya var da revaçda değilse; uygun olanı, kıymetini iddia eylemek. Ve: "Bana, bu gün, üzerinde olan dirhemlerin kıymeti üzerinden ver." demekdir.

Bedel da'vâsı ise sahih değildir. O zaman, iddiacı, da'vâsina karşı şahitlerini getirir ve da'vâsmm sıhhati için fetva ister.

Şöyle denilmiştir.

Bu da'vâ için bir takım yönlerden halel (= arıza) vardır:

Birincisi: Gerçekden iddiacı: "Kadı Alâuddin me'zun değildir." demedi; bu şart idi. Çünkü, me'zun değil ise, hükmü sahih olamazdı. Muînü'd-din de kadı değildi.

İkincisi: Muînü'd-dîn'in tayin tarihini söylemedi ki o tarihe bakılsın; o tarihte kadı mıdır, değil midir? "Nesefîn, Semerkant vilâye­tine âk olduğunu da" söylemedi. Ancak, Mâverâü'n-Nehre bağlı" dedi. Halbuki, Mâverâü'n-Nehrin pek çok köyü, kasabası vardır. Nesefın adı zikredilmedi.

"Kadı Mtıînü'd-dîn âdil beyyine ile hükmeyledi." dedi de, beyyi­nenin neler olduğunu söylemedi. Bu beyyine, da'vâlının huzurunda olmalı idi; da'vâh yoktu. O olmayınca da, o beyyine ile hükmetmek sahih olmaz.

Sonra, "hüküm, Kadı el-lmâm, Buhârâ hakiminin naibi Sedidü'd-dîn'in hükmüyle cereyan etti." dedi; hak sahibinin satıcıdan parasını alması için, "satışın hâkim tarafından sabit olduğunu" söyle­medi. İşte bunlar arızadırlar. Çünkü, pasına rücû, satış hükmünün hakim tarafından tesbitinden sonra olur ki feshine hükmeylesin.

Sonra müşteri, hâkimin hükmüyle satıcıya müracaat eder. Hâkim ise, ya hükmeder veya hükmetmez.

Burada da "Kadı el-îmâm Sadru'd-din'in o zaman hüküm vermeye izinli olup olmadığını" da söylemedi. Söylemesi gerekirdi. Çünkü, iddiacı bedel da'vâsında bulunuyor.

Kadı el-İmâm Lâmisî şöyle buyurmuştur:

Semerkant'a tâyin edilen bir kadı, kendisinden önceki hâkimin tes­cili ile amel eylemez. O günün hâkimi, o günün sicillerini tutar. Semer­kant hâkimi, Buhara hâkimi değildir. Bir hâkim, hâkimi olmadığı bir yerin "hâkimiyim." derse; bu hâlis yalan olur. Yalancı ise, nasıl hâkim olur?

Ba'zı âlimler de şöyle buyurmuşlarda-: "Semerkant'm hâkimi, serî hükümlerde, Mâverâü'n-Nehrin neresinde hükmederse etsin caiz olur. Ona, * 'Mavârâü'n-Nehrin hâkimi'' denebilir. [156]

 

Komşulardan Birinin, Hissesini Satması Hususunda Necmeddin Nesefî'ye Arzedilen Mes'ele
 

Necmeddin en-Nesefî şöyle buyurdu: Semerkant'da âlimlerimiz şöyle söylerlerdi:

Bu fesadı gerektirir. Çünkü, hududu ayırmak, vehmi gerektirir. Müşâ böyle değildir. Bana göre ise, fesadı gerektirmez.

Sahih olanı da budur.

Ebû Ca'fer et-Tahâvî şöyle buyurmuştur:

Şartlarından birisi, satın aldığı yerin hududunu belirtmektir. Bir yerin yarısı satın alınmışsa, onun hudududa, o yerin yansıdır.

îmâm şöyle demiştir: "Ben, Seyyidü'1-İmâm Muhammed bin Ebî Şüca'nm şöyle buyurduğunu duydum:

ı Beri, bu hususta, babamdan bir bilgi muhafaza edemedim. Arkadaşlarımdan da bir rivayet duymadım. Ben, ona Tahâvî'nin kavlini söyledim. Onu kabul eyledi ve güzel buldu.

Bu, hudud hakkındadır, ifraza delâlet etmez, Görmüyormusun; sehim (hisse) söyleniyor da, bu ifraza delâlet etmiyor. Ancak hududu söylenmiş oluyor. [157]

 

88- UZUN SÜRELİ İCÂRE DA'VÂSININ KAYDI
 

"tcârenîn başlangıcı, şu ayın çarşamba günüdür." diye yazılmış; sonra da "Zikredilen günde, teslim-tesellüm yapılmıştır." diye kayde­dilmişse; "İşte-bu tarih yanlıştır. Çünkü, teslim-tesellüm sözleşmesi ile, icâre sözleşmesi bir vakitte yapılmıştır. Halbuki bu olmaz. Zira, tekabuz (= karşılıklı teslim alma) sözleşmesi, icâre sözleşmesinden sonra olur." denilmiştir. Bana göre, sahih olan; önce icâre sözleşmesini yapmak; sonra da teslim tesellüm sözleşmesine mübâşerek etmektir. [158]

 

89- FESHEDİLMİŞ İCÂRE BEDELİ DA'VÂSININ KAYDI
 

Da'vâcı, da'vfilıyı mahkeme huzurunda da'vâ ederek: "Bu da'vâlmm babası filan, bana şu şu hudutlu yeri uzun süreli olarak, resmen icâre verdi. Sonra da kendisi Öldü ve ölümü sebebiylede icâre feshedilmiş oldu. Onun terekesinde, icâreden bakiyye kalan alacağım kaldı." derse; da'vâh, bunu şu illetten dolayı reddeder: Da'valinin "icâre malı alınırken ve icar verilirken, da'vâlının bulunduğunu" söylemeyişidir. Bu durumda, babanın ölümü sebebiyle, terekesinde alacak bir şey kalmış olmaz. Çünkü da'vâcı, da'vâsında "icârenin başlangıç ve sonuç tarihlerini'* söylememiştir. Bunları söyleyecek ki, bakılsın ve ne kalmış ne kalmamış bilinsin; bir alacak kalmış mı, kal­mamış mı? anlaşılsın.

Bazı âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır: Uygun olanı, "icâre malının almdığnı" açıklamaktır. "Teslim-tesellüm oldu." demek kâfi gelmez. Şayet müste'cir, icarı hazırlamış da icara verene vermemişse ve müste'cir, icarladığı yeri teslim almış, sonra da icarını icara verene teslim eylemişse; onun "karşılıklı aldık verdik" sözü doğru olur.

Bazı âlimlerimiz ise, bu sözü tezyif eylemişler ve: "Muteber olan serî kaidelere bakmaktır. Teslim tesellüm mefhumundan, icara verenin icarı aldığı; icarlayamn da icarladığı yeri teslim aldığı anlaşılır." buyurmuşlardır.

Keza, şöyle buyurulmuştur:

Uygun olanı, icâreyi senede yazmak; şartları belirtmek; mezruat olsun başka' şey olsun, açık bir sözleşme yaparak, ne maksatla icarlandığını; icarın gayesini; başlangıç ve sonuç tarihlerini; icarın cins ve miktarını çok açık bir ifâde ile yazılıp, her iki tarafın da onu tasdik eylemesidir.

karede şer'an aslolan, müste'cirin bizatihî icarladığı yerden fayda­lanmasıdır. Şayet, müste'cir bizzat fayda temin etmeyecekse, akde ihtiyaç yoktur. Akdin fesadı için, bir tarafın fayda temin etmemesi veya bir tarafın zarar görmesi asıldır.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

îki taraftan birinin faydası yok da, diğerinin varsa; faydası olmayanın zararı da yoksa, akid sahih olur,

Meselâ: Bir adam, yiyecek satın alır ve satıcı, müşterinin onu yeme­sini şart koşarsa; bu şartda, iki taraf içinde ne fayda ne de zarar vardır.

Şayet, tarlayı ekme için icarlama sözleşmesinde birşey söylemese Camiu's-Sağîr'de, icârenin fâsid olduğu yazılmıştır.

Bir başka yerde de: "îstihsanen caiz olur.' denilmiştir. Zehıyre'de de böyledir. [159]

 

90- İCÂRE DA'VÂSININ VE İCARA VERENİN, MÜSTE'CİRİ DA'VÂ ETMESİNİN KAYDI
 

Da'vâcı, da'vâlıya karşı iddiada bulunarak: "Yanımda bulunan bu zat, şu şu hudutları bulunan şu yeri, yirmi dönüm olarak, bana icara verdi ve teslim etti. Sonra da, kendi eliyle, haksız olarak o yere müdâhele eyledi. O yerden elini çekmesi ve taarruzu terk ederek bana teslim etmesi gerekir." derse; bu durumda da'vâlı, onu bir illetten dolayı reddeder. O illet de şudur: Da'vâcı, "...sahibi olduğu yeri..." dememiştir. Bunun, icârede muhakkak söylenmesi gerekir. Çünkü, icâre sahibi olunmayan malda caiz değildir. Sahih olmaz. Sonradan, o şahıs, o yere sahip olsa bile, bu böyledir.

Keza, "işte bu araziyi icâre verdi ve o, onun elindeydi." demesi de, gereklidir. Çünkü, çok defa, arazi satılır. Teslim alınmadan önce, satılmış bulunan bir araziyi icarlamak sahih olmaz.

Akar böyle değildir.

Bazı âlimlerimiz: "Arazi, akid zamanı, ziraata elverişli ise, sahih icarla icarlamak caizdir. Akd zamanı ziraata elverişli olmaz da, müste'cirin çalışması ile ıslah olur ve ziraata elverişli hâle gelirse bu akdin sahih olmasına kâfi gelir. [160]

 

91- FESHEDİLMİŞ İCÂRE BEDELİNDEN KALAN KISMIN DA'VÂ EDİLMESİ
 

Da'vâlı ve da'vâcı huzura gelirler. Da'vâcı olan zat, fılane isimli büyük bacısının vekili olur ve zikredilen da'vâyı onun adına açar. Bir de filane isminde küçük kız kardeşi bulunur. Hepsi de filan oğlu filanın çocukları olurlar ve bu da'vâcı, kendi tarafından asaleten; büyük kız kardeşi tarafından vekâleten, küçük kız kardeşi için de hükmî izinle, iddiada bulunur ve: "bu da'vâlı, hudutları" şu şu olan arazileri babamızdan uzun süreli olarak ve şu kadar dinara icarladı. İcâre bozulmadan da babamız vefat eyledi. Babamız icâre bedelinden bir şey almamıştı. Onun ölümüyle de icâre bozuldu. Şu kadar dinar, isimleri söylenen vârislere mîras bıraktı. Bir dinarı müstesna... O bir dinarı, babamız sağlığında ibra eylemişti. O bir dinar hariç kalan dinarları ödemesi gerekmektedir.'' der ve bu da'vâcı, kendi hissesini asalet yoluyla; büyük bacısının hissesini vekâlet yoluyla; küçük bacısının his­sesini de hükmî izin yoluyla almak isterse; da'vâlı, onu bir illet sebebiyle reddedebilir. Bu illet de, "zikredilen icâre malından bir dinarın müstesna olduğunu" söylemesi ve "onun bir kısmı, icara veren babamız tarafından, sağlığında ibra edilmişti.'' demesidir.

Bu duruma binâen, iddiası fâsid olmuştur. Çünkü babasının sağlığındaki ibrası sahihtir.

İkinci illet: Da'vâhya karşı, icâre bedelini, da'vâcınmkendi hissesini asaleten; büyük bacısının hissesini, vekâlet yoluyla almayı istemesidir. Halbuki, da'vâya vekil olan; kabze (= teslim almaya) vekil sayılmaz.

Bu, İmâm Züfer (R.A.)'e göre böyledir.

Fetva da bunun üzerinedir.

Vekâleten talebde bulunması sahih değildir.

îbrâ da'vâsı, sahih olmazsa; birinci illet sahih olmaz. Böylece, bu iş onların üzerine lâzım olur. Bu da bakiyye da'vâsına halel vermez ve böylece icâre bakiyyesini almaları gerekir. [161]

 

92- İCARA VERENİN ÖLÜMÜ SEBEBİYLE FESHOLAN İCÂRE BEDELİ DA'VÂSININ MÜSTE'CİRİN VÂRİSLERİ TARAFINDAN DEF'İ DA'VÂSININ KAYDI
 

Bir da'vâcımn ve şartlarına uygun da'vâsma karşı da'vâlı: "Senin baban, hâli hayatında benden icâre bedeline karşılık olarak, şu kadar buğday aldı. Sen de, şimdi, o buğdayı iddia eyliyorsun." derse; o zaman, da'vâcı, şu illetle onu hemen reddeder: Icâre malı yerine buğday veril­mesi hâlinde, bu buğday icâre bedeli olarak kabul edilir. O icâre, icara verenin sağlığında verilen icâredir.

îcâre fesh edildikten sonra, nasıl olurda, o buğdayı, müste'cirin icâreye bedel olarak verdiği ve, hayatında, o buğdayın icâre malı olduğu tasavvur edilebilir?

diğer bir illet: "Buğdayın icâreye beel olarak verildiğini" söylemedi; ancak: "Baban, buğday aldı." dedi; fakat: "Baban, buğdayı icâreye bedel olarak aldı." demesi gerekirdi; bunu demedi. Bu durumda o buğday, icâreye bedel sayılmaz. Bu yöndenden de, buğday sahibinin, o buğdayı, icâreye karşılık verdiği bilinmez. [162]

 

İcarede Senet Arzetmek
 

Yazıda, icara veren şahıs,  "şu şu hudutlu arazisini, ziraata elverişli olduğu hâlde, müste'cîre, orayı ekmek üzere verdi." denilmişse; "bu yazı geçersizdir; bâtıldır." denilmiştir. Çünkü, akid hakkındaki yazı, bizzat zirâat akdini gerektirmiyor ve bu akid için gerekli değildir. Taraflardan birinin menfaatına olan bir şart olursa, bu akdin fesadını gerektirir.

Bu yazı bâtıl olmaz. Çünkü bu makamda ziraat vardır." diyenler de olmuştur.

Keza, "ziraat için..." demek de, böyledir. Ve "ziraat için" demeye ihtiyaç yoktur. Bu, şart da değildir. Bu, garazı beyândır; fesadı gerek­tirmez. Nasıl olur da "müste'cir zirâatı beyân etmedi; akid fesada gider." denilir? CâmiûVSagîr'de: "Ziraat söylenmemişse bu hâl akdi ifsad eder." denilmiştir. Bu zikredilince nasıl olurda akdi ifsad eder? [163]

 

93- KÖLEYİ TA'RİF DA'VÂSININ KAYDI
 

Şeyhu'i-lslâm Aliyü's-Şağdî (R.Â.)'dan soruldu: Bir kimse Rıızbe bin Abdullah el-Hindî adlı köleyi, filana karşr da'vâ etti. O da: "Bu daVâ doğru değildir. Çünkü bu nisbet ve bu nesep buna vakî olmuyor." diye cevap verdi. Vacip olan, onu "filanın kölesi veya filanın efendisi" diya yazmaktı. "Filana borçludur ve onu da, isteyerek ikrar eyledi." diya yazılmış; elbette kölenin hür olduğu ve efendisinin onu azâd eylemiş olduğu da yazılı olmalıydı. O zaman, onun ikrarı, malın ona ait olduğunu ikrar olurdu. "Kölenin ticaretten men edilmiş olduğunun" efendisi tarafından ikrar edilmesi, o malın efendiye âit olduğunu ikrar olurdu. Veya, "Kölenin izinli ve borçlu olduğunu, ve onun da efendisine âit olduğunu" ikrar gerekirdi, İkrarın hükmü, ihtilafı hâle sebep oldu. Elbette onu söylemek gerekir. Bu mes'ele nasıl kaydedilecek?

İmâm şöyle buyurdu: Azâd olan zat efendisini tanır. Eğer efendisi onu azâd etmişse elbette azad edilmiştir. Şöyle denilmesi gerekir: Gerçekten o filanın kölesidir. Eğer üçüncü efendisi*, onu azad eder ve: "Filan azadhdır." der ve onu azâd eden şahıs, üç efendinin üçüncüsü ise, bu köle ona nisbet edilmese bile; "filan üçüncü efendisi" denir. Bunun azâd etmesi hâlinde, o köleyi kendi nefsine nisbet eder. Çünkü, o ced yerine kaim olur. Ve kölesini ona nisbet eder. [164]

 

94- SEMERKANT HÂKİMİNİN NAİBİNİN HÜKMÜ TESCİL VE REDDETMESİNİN ŞEKİLLERİ
 

Semerkant hâkiminin naibinin, hükmü, bir takım vecihlerle red­dedilebilir:

1) Semerkant hâkiminin naibi tarafından hükmedilmiş; fakat orada "asıl hakimin naibe izin verdiği" zikredilmemiştir.

2) Semerkant hâkimi, Melik Sencer tarafından tayin edilmiş ve "o Hakan Muhammed'dir." denilmiştir. Hakan Muhammed ise, Melik Sencer'den öncedir. Bu da salih değildir. Çünkü Semerkant hâkimi, Hakan Muhammed'den Önce hakim idi. Hakan Muhammed, Melik Sencer'in naibi idi. Semerkant hâkimi, Melik Sencer'den önce, hâkim idi. Melik Sencer'in velayeti, Semerkant ehline aşikardır.

3) Şahitler şehâdetinde, "da'vâ da vâki olmadı." dediler; "bu da'vâcının mülkü, haksız olarak da'vâlmın elindedir." demediler. "Ne için, da'vâli üzerine vacip" dediler. "İddia olunan yer, iddiacıya teslim edilsin." dediler ve "Da'vâlı elini ordan çeksin." dediler? Âlimler, bu mes'elede ihtilâfa düştüler. Bazıları: "Söylenmesi muhakkak lazımdır. Taki, hiç bir kimsenin ta'nına fırsat verilmesin." dediler.

4) Sonunda, "bu hükmü filan hâkimin imzasına kadar, mekûf hükmeyledim."  denilmiştir.   Bu,  hükmü  hüküm  olmaktan  çıkarır. Çünkü, mevkufun aleyh olanın vücûdu sabit olmaz. Bu büyük bir halel (arıza)dır. Bu durumda hüküm hüküm olmaz. Fakat, kâtip böyle yazarsa, hükümde halel olmaz ve bu durumda yazıda arıza olmuş olur.[165]

 

95- KÖL'E İCARLAMA DA'VÂSININ KAYDI
 

Bir adam, diğer birinin yanında bulunan bir köle hakkında: "Ben, bu köleyi, bu adama, günlüğü bir dirhem olmak üzere icara verdim. Ve şu kadar gün geçti. Kölemi ve ücretini vermesi gerekir." diyor. Da'vdlı da, bunu bir illetle reddeyliyor ve "Her günlüğü bir dirheme dedi. Fakat, icâre müddetinin sonunu söylemedi." diyor.

Bu durumda, her gün gelip akid yapması gerekirdi. Da'vâ bu gün vâki oldu. îcâre akdi yapılmıştı.

Müste'cirin o köleyi tutup, ondan istifade etmesi gerekirken, iddiacının köleyi ve ücretini istemesi nasıl sahih olur?

Şayet, icâre müddetini söylemiş olsaydı, da'vâsı haklı olurdu. Bu durumda, müste'cirin ondan icar mukabili faydalanması hakkıdır.

işte bunun için, kölenin veya başka bir şeyin teslimi, ecir teslim olana kadar- gerekmez. Bu da'vâ doğru değildir.[166]

 

96- SULH VE İBRA YAZISI
 

Filan oğlu filan, "filan oğlu filan ile, belirli bir mal hakkında, anlaşarak* bin dirheme sulh olduklarını ve onun sulh bedelini teslim olduğunu;   sonunda   da   da'vâcı   da'vâlıya   bütün   da'vâlarını   ibra eylediğini" iddia ediyor. Ve bu da'vâ böylece kaydediliyor.

"Bu sulh sahih değildir. Çünkü da'vâlar tamamen düşmüştür." denilmiştir. [167]

 

97- VÂRİSLERDEN MÜDÂREBE MALI İSTEME DA'VÂSININ KAYDI
 

Da'vâh ile birlikte da'vâcı da gelir. Filan, filan ve filan, hepsi de filanın evladı. Da'vâcı, onlara karşı iddiada bulunuyor ve: "Bundan murisine, bin dirhem mudâraba malı verdim. O, onu çalıştırdı. Kâr eyledi ve malı taksim eylemeden önce de öldü." diyor. Bu durumda sermayenin aslını vermek kabul edilir. Kâr'a gelince, o belirsizdir. O, terekede alacak olarak kalır. Şöyle de denilmiştir:

Şayet, da'vâ, sermaye ve kâr hakkında olursa; elbette kârın ne olduğunu açıklaması ve isbatı gerekir. Onu terk etmek, da'vâya halel getirir.

Şayet, yalnız sermayeyi (= ana parayı) iddia ediyorsa, onun kârını beyanı terk etmesinde bir beis yoktur. [168]

 

98- TÜKETİLMİŞ BELİRLİ BİR MALIN KIYMETİNİ DA'VÂ ETMENİN KAYDI
 

Da'vâcı   ve   da'vâlı   gelirler   ve   da'vâcı,   da'vâlıya   karşı Semerkant'da zayi eylediği bir malın kıymeti olan bin dirhemi iddia ederse; da'vâlı, onu bir kaç yönden reddedebilir:

1) Zayi olunan malın ne olduğunu söylememiştir. Onun açıklanması gerekirdi. Çünkü eşya kıymetine göre tazmin edilir.

2) Zayi olan şeyin mislini tazminat gerekir. Zayi olunanın ne olduğu bilinmeyince, nasıl tazminat yapılır ve bu tazminat nasıl doğru olur

İmâm Ebû Httnîfe (R.A.)'ye göre, eşya zayi olmakla eşya sahibinin hakkı tamamen kesilmez. Onun için sulh caizdir. Şayet gasbolunan bir şey zayi olursa; kıymetinden fazla ile sulh yapılır. Ancak aynından hakkı kesilir; onun kıymetine intikal eder; o da hâkimin hükmüyle veya her iki tarafın kendi rızaları ile gerçekleşir.

Zayi olunan şeyin açıklanması gerekir. Çünkü, ona göre bir kıymet takdir edilmesi icâbeder.

Zayi olan şeyin kıymeti, Buhârâ'da başka olur; Semerkant'da başka olur. Beldeler değişince, kıymetler de değişir. Muteber olan, zayi olan şeyin zayi olduğu yerdeki kıymetidir. Onu açıklamak gerekir. [169]

 

99- BUĞDAY DA'VÂSININ KAYDI
 

Da'vâlı ve da'vâcı gelirler ve da'vâcı: "Bu, benim kardeşim filandır. Aynı vasıfta buğday vermek kaydıyla, bin batman buğdayı, benden teslim aldı." diye iddia eder; kardeşi de bunu ikrar ederek "aynı vasıfta buğdayı teslim almış olduğunu" söyleyerek, da'vâcıya: "Senin, bende bin batman -Buhara ehlinin vezniyle- kırmızı temiz buğdayın vardır." der ve onun ikrarını tasdik eder ve borçlu olan zat, o buğdaydan bir şey ödeyip Ödemediği bilinmeden ölürse, zikredilen bu buğday, adamın kardeşinin vârislerine intikal eder. Adamın terekesinde de, aynı vasıfda buğday mevcutsa; da'vâlının onu vermesi gerekir.

Şahitler, "da'vâlınm ikrarına" şehâdette bulunmuşlardır. Bu durumda da'vâlı üç yönden da'vâyı reddedebilir:

1) Da'vâcı, önce "vermek üzere teslim aldığını" söylemiştir. Husu­siyle, mutlak kabz, reddi mucip olduğundan, gasba çevrilmiştir. Mutlak almak da böyledir.

Sonra, "da'vâlının ikrarı da böyledir." der. Çünkü, o farsca böyle böyle söylemişti. Halbuki, da'vâhnı ikrarı, da'vâcımn söylediği gibi değildi. Zira, o "senin, benim yanımda var." demişti. Bu ikrar, "onun emânet olduğunu" ifâde eder.

Şahitler de da'vâlının ikrarı üzerine şehâdette bulunmuşlardır. Da'vâlmın üzerinde bulunan ve şahitlerin şehâdeti emânet olduğunu gösteriyor. Biz, bu şehâdeti, zikredilen da'vâya uygun bulmadık.

2) İddiacı, "buğdayın, batman ve ağırlık olarak tazmin edilmesini" istiyor. Tazminat, batman veya vezin olarak, misliyle olur. Halbuki, buğday ölçülen cinstendir. Da'vâcımn tartı ve batman iddiası, bu surette sahih değildir.

3) Buğdayın mislinin edası vaciptir, ölen, zatın terekesinden, vâris­lerin, onun borcunu illâ da terekeden ödemesi, vacip olmaz. Vârhîer muhayyerdir:

Dilerse, terekeden öder; dilerse, şahsi malından öder. Yahv.z, vârisin elindeki mala karşı istek (= teveccüh) yoksa, ondan ödemek şart değildir. Bu üçüncü halel, sahih değildir. Çünkü, terekede vücubun aslı, vârisin, nefsi malından borcunu ödeyerek, ondan kurtulmasıdır. Her ne zaman, terekede vücub asi olursa; asla nazaran, terekeden da'vâyı yerme getirmek doğru olur. [170]

 

100- HAKSIZLIKLA ALINAN VE TÜKETİLEN DİRHEMLER DA'VÂSININ KAYDI
 

Da'vâcı, da'vâlıya karşı iddia ederek: "Da'vâlı zat, zâyiatsız ve haksız olarak sıfatını, cinsini adedini açıklayarak, benzeri bulunan dirhemlerimi aldı. Bu dirhemlerin mislini vemesi, üzerine vaciptir." derse; bu dirhemlerin benzeri ve kıymeti aldığı zamanda bulunması hâlinde bunları öder.

Şayet, o günde benzerleri ve kıymeti yok idiyse; bazı âlimlerimiz: "Bu da'vâda halel (= arıza) vardır. Ve bu arıza: "Dirhemleri, zayi etti ve haksız olarak aldı." diyor da, "sahibinin emri olmaksızın zayi etti." demiyor. Zira zayi olmakda, iki ihtimal vardır: Birisi, kendi isteğiyle zayi etmek; diğeri ise, sahibinin izniyle zayi etmektir. Bu ihtimalden dolayı, bu da'vâ sahih olmaz ve tazminatta gerekmez. Dirhemlerin sahibi, onları gâsıbın almasına razı olduğu zaman, gâsıp, onları muha­faza için almış olur. Bu durumda da tazminat gerekmez. Şeyhu'1-İslâm hâher-zâde, Sarf Kitabının sonunda böyle beyan eylemiştir.

Âlimlerin ekserisi de: "Zikredilen bu halel, hakikatta halel değildir." buyurmuşlardır. Bunun vechi: Gasb ve haksız alma, tazmi­natın sebebine uygundur.

Keza, kendisinin zayi etmesi tazminatı gerektirir. Ancak mal sahbii veya kendisinden gasbedilen şahıs, o malın ziyanına izin vermişlerse, o takdirde onlar, tazminattan berî olurlar. Bu durumda tazminattan beri olmuş kimseyi, da'vâcınm da'vâ etme hakkı olmaz.

Ancak, "haksız olarak aldığını" iddia ederse ve eğer dirhemler aynen duruyor iseler ve iddia olunanın onu haksız aldığı tesbit edilmişse uygun olan, da'vâhmn o şeyi teslim etmesidir.

Şayet aynını teslimden âciz olursa benzerini teslim eder: ^Benzerini teslim etmekten de âciz olunca, kıymetini teslim eder.

İmamlardan bazıları, şöyle buyurmuşlardır:

İddiacı, önce iddia olunandan, dirhemlerini huzura getirmesini, beyyine ile teslim etmesini ister; diğer menkûlatta olduğu gibi... Taki, şahitler o huzura getirilen dirhemlere işaret etsinler ve o dirhemler şahitlik ettikleri dirhemlerin aynısı mıdır, yoksa değil midir? anlaşılsın. Çünkü, dirhemler bir birlerine benzerler. Diğer menkûlata benzemezler. O, ancak alametleriyle bilinir ve öylece birbirinden seçilip ayrılır. Onun için, huzura getirilmesi şart koşulmuştur. [171]

 

101- BEDEL DA'VÂSININ KAYDI
 

Bir adam, başkasına karşı iddiada bulunarak ' (ona, üç arşm Aden" atlası sattığını; enini ve boyunu açıkladığını; bedenin belirli olduğunu ve ondan açıladığı atlas bedeü aynı akid meclisinde, atlasdan bir parça satın aldığını ve onun bedelini beyan ettiğini; Irakî diye ma'ruf, iki baş örtüsü, bir izar, bir de şu kadar bedele teslim eylediğini; ondan ise bedelini teslim almadığını; mezkur bedelin verilmesinin vacip olduğunu; alım satım şartlarının tamam, bulûğ ve âkil olduğunu; bedelini ondan isteyince, onun inkâr eylediğini ve üzerinde bedelin olduğunu da inkâr eylediğini" söyler ve bu iddiacı, da'vâsinin doğruluğunu isbat eder; böylece yaz­ılarak fetvası istenirse; ba'zı müftîler, "bu da'vâda arıza olduğunu; "satılan malın satana âit olduğunun" söylenmediğini, kendisinin mi, yoksa başkasının mı olduğunun açıklanmadığını; başkasının malının da onun emri olmadan satılmasının caiz olduğunu; bu cihetten bedel iste­mesinin vacip olmayacağını" söylemişlerdir. Çünkü, da'vâlmın Buhârâ'h mı veya Horasanlı mı olduğu da söylenmemiş ve satılan şey belirsiz kalmıştır.

Ancak, bazıları "halel olmadığını" söylemişlerdir. Çünkü, o da'vâsında, "ona, teslim eylediğini" söyledi'. Bu, ona sahib olduğuna delildir.

2) Da'vâcı, da'vâsmda, "ona teslim eylediğini, iddia edilenin hakikat olduğunu; yapılan sözleşme sebebiyle, onun satın alan şahısta borç olduğunu; parasında bir cehalet olmadığını" isbat eylemiştir.

Bu da'vâda başka bir arıza daha vardır: Bir kıt'a atlas satmıştır. Onun sıfatı, iki baş Örtüşüdür. Ondan satın almıştır. Satan şahıs da, müşteriye teslim etmiştir; fakat, onları "sattı, satın aldı ve teslim eyledi." dememiştir. Veya cümleten satın almış; sonra ona, cümleten satmış ve ona tamamen teslim eylemiştir. Bu tamamını teslim almaktır. Umulur ki, o atlastan, iki baş örtüsü satmış; o iki baş Örtüsünün hari­cinde kalanı satın almış veya onun dışında kalanı teslim eylemiş olabilir. Bu ihtimaller olmaz, değildir. Elbette bir şeyi söylemek ihtimali izâle eder; o da hünne veya cümle kelimeleridir. Bunun haricindeki sözler ihtimali izâle etmezler. İhtimal kalkmayınca da, satılan ve teslim alınan meçhul kalır. Da'vâ da doğru olmaz. Zira teslim bilinmeyince, da'vânın parasının miktarı da doğru bilinmez. [172]

 

102- VEKİLİN, EMÂNETİ MÜVEKKİLİNE VERMİŞ OLMASI DA'VÂSININ KAYDI
 

Bir adam, diğerine karşı, babası tarafından, vekâleti cihetiyle iddiada bulunup, "babasının, o adama, şu sıfatta, şu kadar, şu renkte, şu boyda; şu ende, şu kadar, emânet yoluyla, ipek bıraktığını" söyler ve "babasının, onu almaya imkan bulamadığım; bunun da'vâsi için de, kendisini onu almaya vekil yaptığını; vekâletinin hâkim huzurunda sabit olduğunu" beyyinesiyle isbat eder ve bunun üzerine, da'vâlı, "asla «fenadığını" söyleyerek, inkâr eder; da'vâcı da, da'vâhnın "onu ikrar eylediğine dâir" şahit dinletir; oda "aldığını; fakat, babasına geri verdiğini" söyler, bütün bunları kâtip yazar ve müfitlerden cevap ister­lerse; o zaman müftîler "bu da'vâmn arızalı'olduğuna" cevap verirler. Arıza: Yazıda, iddiacı sözüyle, "da'vâlının geri verdim." sözünü yalan-lamamıştır. Eğer reddi doğranıyorsa; bundan sonra da'vâ hakkı kal­mamıştır.  Bu da'vâmn doğru olması için,  onun yalan söylediğini açıklamalı idi. Bana göre, bu arıza (= halel) değildir. Çünkü, da'vâcı getirmesini istemiştir. Bu sözün altında, onun "geri verdim." sözünü yalanlama vardır. [173]

 

103- BÎR KİMSENİN ELİNDE BULUNAN BİR YERİ "BABASINDAN SATIN ALDIĞINI* İDDİA EDEN KADININ DA'VÂSINI KAYIT
 

Bir kadın, bir adama karşı bir yeri iddia ederek: "Yerini söylediğim, hududunu beyan eylediğim şu yer, babam filanın mülkü ve hakkıdır. Onu, şu ayın şu gününde, bana tasarrufu geçerli hâlde iken sattı. Ben, on<W, satış meclisinde, şu kadar paraya o yeri satın aldım. Bu gün, o yerin tamamı benim hakkım ve benim mailindir. Bu sebebden dolayı, ondan dini çekip bana teslim etmesi vaciptir.'* der; da'vâcı da cevaben: "O yer, benim mülküm ve benim hakkımdır. Bu sebebden dolayı, iddiacı kadına vermem." der; da'vâcı kadın, bunun üzerine şahitler dinletir ve şahit: "Ben şahitlik ederim ki, filan oğlu filan bu kadının babasıdır. İkrarının caiz olduğu zaman şöyle dedi: Ben, hududu belirli bu yeri filâne kızı filâneye sattım. O da, bu yeri benden şu kadar bedele şu tarihde, sahih bir alım satımla, satın aldı. Bu gün, bu yer bu sebebden, filânenindir. Bu da'vâlı oraya haksız olarak elini koymuştur." der ve müftîlerden fetva isterlerse; bazı müftîler, "bu da'vâda arıza olduğunu" zannetmişlerdir. Bu arıza "şu tarihte sattığını ikrar eyledi." demeleridir. Bu, ikrar tarihden önce satılmış olabilir.

Bu zan şu cihetten fâsiddir: İkrar, satıştan önceye hamledilmiş olursa, bâtıl olur; sonraya hamledilince ise sahih olur.

Aslolan, akıllı kimsenin, tasarrufunun sahih olması; bâtıl olma­masıdır.

Zanna götürücü şehâdet sözlerinde de arıza vardır. Çünkü şahitler: "Biz şahitlik ederiz ki, satışı ikrar eyledi." dediler ve onun ikrarına şahitlik eylediler. Sonra da: "Bu sebebden dolayı, bugün, bu yer da'vâcı kadınındır." dediler. Satışı ikrar, sebebe yeterli değildir. Onların şehâ-detleri ise, satışa aid değildir. Bunun için de, şehâdetleri bâtıldır.

Buna iki yönden cevap verilir:

1) Bu onların şehâdetine halel vermez ve fesadını da gerektirmez. Çünkü, şahitler da'vâcıya ahm ve satımın ikrarı üzerine şahitlik yaptık­ları zaman, gerçekten alım ve satımı yapıldığı sabit olur. Buna binaen, o şehâdet mülküm da'vâcimn olduğuna sebeptir.

2) Gerçekten şahitler, onun ikrarına şahitlik yaptılar. Bizim için, "daha önce, satışı üzerine şahitlik yapmadıkları" malum değildir. Umulur ki, bidayette satışına da şahitlik yapmışlardır.

Şayet, önce ikrarına, sonra da satışına şahitlik yaparlarsa; bu da "mülküm, da'vâcıya âit olmasına" sebebtir.ve böylece, şehâdetlerinde halel yoktur. [174]

 

104- NEBATÎ YAĞ BEDELİ DA'VÂSININ KAYDI
 

Bir adam, diğer bir adama karşı iddiada bulunarak: "Şu kadar taze Nisâbûrî dinarı, şer'an sahih bir sebeble vacip olan alacağım vardır." der; da'vâlı da bunu ikrar ederek: "Bu kadar dinar, şer'an sahih sebeble, benim üzerimdedir. Ben, bu şahıstan safî susam yağı satın aldım." deyip, "onun vasıflarım, satın alışın sıhhatini ve ondan vacip ve sahih olarak teslim aldığını" söylerse; bu durumda, da'vâlmm, zikre­dilen dinarları da'vâcıya teslim etmesi vacip olur.

Da'vâlı bunu inkâr eder; fakat şahitler, da'vâlı aleyhine, "onun bunu ikrar ettiği hususunda" şehâdette bulunup, vasfı belli olan, mezkûr yağın meblağını söyleyerek bu şahitlerin her biri, farsca: "Ben şahitlik ederim ki: Bu da'vâlı, (ona işaret ederek) rağbet ve arzu ile, ikrarının caiz ve sıhhatli halinde gelerek "Ben, bu da'vâcıdan (ona da işaret ederek) yedi yüz menn susam yağı temiz, safi sahih bir satın alışla satın aldım ve onu da sahih bir teslim alışla teslim aldım." dedi." derler ve bu da'vânın sıhhatine dair fetva isterlerse; "bu da'vâ iki cihetten fâsiddir ve şehâdetler da'vâya uygun değildir." denilmiştir.

Bu cihetlerden birisi: Müddeî (= da'vâcı), muddea aleyhin ( = da'vâlının) ikrarını iddia eyledi ve mezkûr malı söyledi.

Bir malın ikrarı da'vâsı, bütün âlimlerce, şu iki yönden sahih değildir.

A) îkrar da'vâsı, hak da'vâsı değildir. Çünkü, iddiacının hakîcı mal da'vâsıdır; ikrar da'câsı değildir. İkrarı iddia ederse; hakkı olmayanı iddia etmiş olur.

B) Da'vâda yalanı meydana çıkmıştır. Çünkü, nefsi ikrar malın vü-cûbu için sebep değildir. Onun vücûbuna mubayaa ve alacak veya buna benzer şey sebeptir.

Şayet, iddiacı için hak sabit olmuş olsaydı, elbette sebebini açıklardı. Ondan kaçındı da ikrara meyleyledi. Da'vâda yalancı olduğu, böylece bilinmiş oldu.

B) Yağı satışını, vücûbun sebebi olarak beyan eyledi. Halbuki, yağın bedelini açıklayacaktı ve da'vâlıdan onu iddia edecekti ki satış sahih olsun. Onun olmadığını takdir edince, satış -tamamı hakkında da, bir kısmı hakkında da- yapılmış sayılmaz. Bu durumda da daVâlıya, bedel vacip olmaz. Zira da'vâ doğru değildir ki bedel, satışa sebep olsun. Bu babda gaye satıştır. Da'vâcı, "sahih bir şekilde teslim aldı." dedi; fakat, bu satışın sıhhatına ve bedelin vücûbuna iki cihetten kâfi gelmez:

Birincisi: O, satış zamanı mevcut olmadığı gibi, alınmış da değildir. Fakat kâtip yazmıştır.

İkincisi: îhtimal ki, o satış vakti mevcut değildir; satıcı onu son­radan husule getirmiş ve müşteriye teslim eylemiştir. Müşteri de onu tesHm almıştır. "O, satış meclisinin akabinde teslim alınmış" diye yazılmamıştır. Satış vakti yok olduğunu takdir edince, teslimin faydası yoktur. Çünkü, o takdirde sözleşme geçersizdir. Bu da satış olmaz.

Meselâ: Bir adam, evini veya bir yerini icâre verirken orada icara verenin eşyası varsa veya o yer veya ziraatla meşgul ise, -bizim dediğimiz gibi-orayı icara vermesi fâsiddir.

Âlimlerden bir çoğu, bu da'vâdaki bu tür kıyâsı kabul eylemedi ve her bir vecihe, iki veçihle bozuk diye cevap verdiler:

Birincisi: Bir mal hakkındaki ikrar da'vâsı, ancak, "mal da'vâsı, ikrar hükmünde" olduğu zaman sahih olmaz. Şöyle ki: İddiacı: "Sende, şu kadar alacağım var. Çünkü sen, onu benim için ikrar eyledin." veya "Bu şey benimdir. Çünkü sen, onu benim için ikrar eyledin." derse; işte burda, mal da'vâsı ikrar hükmünde hâsıl olur. Belki de mutlaka mal da'vâsı hasıl olur. Ancak, o mal da'vâsı ile birlikte, malı ikrar ederse; bu söz haleli gerektirmez.

"Bu da'vâ yalan." demek de memnudur, bu sebebten da'vâ bırakılmaz.

İkinci vecih: Yağın meblağını açıklamış olmaması. Bu satış vaktinde yapılmıştır.

Biz derizki: Bu, şehâdete muhtaçtır. Şöyle ki: Şahitler şehâdette bulunarak: "Yağın meblağı şudur." derler. Burda da satışı ikrarına şahitlik yaparlar ve satış sahih olur. İnsanın ikrarı, tasarrufu sebebiyle husula gelir ve sahih olur; hükmü sabit olur. Fesad ihtimali, şahit olmadığı zaman mevcuttur.

Şahitler, da'vâlının ikrarına şehâdette bulununca ve da'vâlı: "Ben, bu adamdan yedi yüz men yağ satın aldım ve onu safı, nazîf ve sahih bir hâlde teslim aldım." diye ikrar ederek geldi." dedikleri zaman, diyecek başka bir şey kalmaz. Bu durumda, da'vâcınm da'vâsı haktır ve alacağı alacakdır. [175]

 

105- MALIN ÜÇTE BİRİNİ VASÎYET ETME
 

Kendisi için vasiyet yapılan zat, vârislerden birine karşı iddiada bulunarak: "Ölen şahıs, bana hâl-i hayatında, âkil ve baliğ olduğu hâlde, malının üçte birisini vasiyet eyledi." deyip, hüküm meclisine, karşı fıruzec olan altından bir yüzük getirir ve vârise: "İşte bu yüzük, ölen zatın terekesindendir. O, senin yanındadır. Onu bana, malın üçte birinden olarak, -vasiyet hükmüyle- vermdn gerekir." der; vâris de, vasiyeti inkâr edince; da'vâcı, da'vâsınm doğruluğunu isbat eder ve da'vânın sıhhati için fetva isterlerse; bu da'vâmn fesadına fetva verilir. Bazıları, fesadının illetinde ihtilaf eylediler ve; "Çünkü, da'vâcı, da'vâlı hakkında "isteyerek vasiyet eyledi demedi. Onun, ikrahla vasiyet etmiş olma ihtimali vardır. îkrâhla yapılan vasiyet de bâtıldır."dediler; bazı­ları da "Müşâen, üçte bir olarak istedi. Bu, tasavvur edilmez." dediler.

Sahih olan öncekidir. Çünkü şâiin parçasında teslim, tamamında da, teslimde mutasavverdir. [176]

 

106- BİR KADINA KARŞI NİKÂH DAVÂSİNİN KAYDI
 

Filan şahıs, filane kadına karşı iddiada bulunarak, "onun nikahlısı ve helâli olduğunu" söyler ve sebep olarak da, "onu, âdil şahitler huzurunda, belirli bir mehirle, nefsine tezviç eylediğini" gösterir ve onun "itaattan çıktığını, nikah hükümlerince, kendisine itaat etme­sinin gerektiğini; bunun vacip olduğunu" beyan eder; kadın da cevaben: -"Nikâh hükümlerince inkıyadın vacip olmadığını" söyler ve -nikâh da'vâsim def için- "kendisini üç talâkla boşadığını ve bu yüzden ona harak olduğunu" iddia ve isbat eder, bir başka adam da gelerek, def-i def sebebiyle iddia ederek: "Kadının def da'vâsı batıldır; sakıttır. Çünkü, bu kadın def* da'vâsmdan Önce ikrarda bulundu: Kocası üç talâk boşadıktan sonra, iddetini bitirdi. Başka bir kocaya gitti. O da, bu kadına cima eyledi. Sonra da, onu üç talak boşadı. Ondanda iddetini tamamladı. Bu da'vâ iki iddetten sonradır." derse; bu kadının sonra, aynı adamla âdil şahitler huzurunda belirli mehirle yemden nikâhlandığı bu günde de bu adamın nikâhının altında olduğu tasavvur edilir. Semerkant büyükleri, bunun sıhhatine cevap verdiler.

Buhara âlimleri, bu kaydın sahih olmadığında ittifak ettiler ve bunu açıklayarak şöyle buyurdular: Gerçekten koca, kadının bu şeyleri ikrarını iddia ediyor. Da'vâlıya karşı, bir şeyin da'vâlı tarafından ikrarını da'vâ etmek sahih değildir. Bu Edebü'l-K&dî Şerhi'nde zikre­dilmiştir.

Halbuki bana göre fesad yönlerini söylemek sahih değildir. Çünkü kocası, onun nikâhını iddia eylemiyor; mutlaka nikâhı iddia eyiiyor.

Gerçekten ikrar da'vâsı, def-i da'vânın ibtâlini beyan içindir. Bu sahihdir. Cami* Kitabının sonunda buna işaret vardır. Zehiyre'de de böyledir. [177]

 

107- BİR DEVENİN SAHİBİNİ TESBİT DA'VÂSININ MERV ŞEHRİNDE YAPILAN TESCİLİNİ REDD .
 

Hâkim şöyle yazar: Merv ve çevresinde sultan tarafından tâyin edilmiş şer'î hükümler sahibi filan hâkime:

"Filan adam, şu tarihte hüküm meclisine geldi. Hasmı filan oğlu filan da hazır bulundu. Ve da'vâcı, hasmına karşı, şöyle iddia eyledi." derse; âlimler şöyle buyurmuşlardır:

Bu yazıda, buraya kadar iki yönden halel vardır: Birincisi: Yazıda "Merv ve çevresinin hâkim olduğu" söylenen hâkimin, başka yere git­mesi muhtemeldir, zahirî rivayete göre, o takdirde hükmü sahih olmaz.

Âlimlerin ekserisi, bu görüşe meyleylediler.

Bu, Hassâf in Edebü'l-Kâdî kitabında zikredilmiştir.

Bana göre ise, bu bir halel (= arıza) değildir. Çünkü, mısır ( = şehir) demek, şart değildir. Hâkim, şehrin haricinde de hükmeylese, hükmü geçerlidir.

İkincisi: "Da'vâlıya karşı iddiada bulundu." denilmesi de açıklama yapılmamıştır. Açıklamak gerekirdi. Uygun olanı, "bu da'vâcı, bu da'vâlıya karşı iddiada bulundu." denilmesidir. Çünkü, da'vânın, da'vâcı olmayan tarafından yapılması veya da'vâlının bir başkası olması da muhtemeldir.

Sonra, yazıda "devenin sıfatı şu, yaşı şu, kıymeti şu" diye yazılması ve "onun, kendi malı ve hakkı olduğunu açıklaması" gerekir. Âlimler şöyle buyurmuşlardır:

Bu sözlerin bazıları arızalı, bazıları ise söylenmesine ihtiyaç bulunmayan sözlerdir. Sıfatını, yaşını, kıymetini söylemese de yalnız deveye işaret eylese; bu kâfi gelir.

Uygun olanı: "Gerçekten bu deve, müddeinin mülkü ve hakkıdır." demekdir.

Sonra "iddia olunanın yanında haksız olarak duruyor." diyor. "Şu iddia olunanın yanında..." demesi gerekir.

Sonra, "ondan elini çekmesi vaciptir." diyor; "ş da'vâlı, şu deveden elini çekmeli..." demesi gerekir.

Sonra uygun olanı "iade" yerine, "da'vâcıya teslimi" sözünü söylemekdir.

Sonra "bunlar söylenince, da'vâlı inkâr ederse da'vâcı bir cemaat getirir." denilmiştir; uygun olanı, "şu da'vâcı..." demekdir.

Sonra şahitler şehâdette bulunarak, "gerçekden iddia olunan deve, daVâcınm mülkü ve hakkıdır. Da'vâlının elinde haksız olarak bulu­nuyor." diyorlar; elbette şahitlerin şehâdetlerinde "şu deve, şu da'vâcınındır. O, şu da'vâlının elinde haksız duruyor." demeleridir. Gerçekten, sözlerinin akabinde işaretle "şu" demeleri gerekir. Her bir sözün arkasında işaret bulunmalıdır. Deve sözü söylenince deveye işaret edilmelidir. Böylece şüphe kalkar ve da'vâ sahih olur.

Hakim de: "Ben, da'vâcınm sözlerinin subutuna; devenin bu iddiacıya âit olduğuna; da'vâlının elinde haksız olarak bulunduğuna, hükmeyledim." der ve hüküm zamanı, o da -şahitler gibi- işaret yapar. Şayet, da'vâ edilen şey bir kıymet ise, hâkim, ona karşı hükmünü, o huzurda olmadan da hak sahibine hükmeder ve hâki yazının sonuna: !"Bu söylenen, filandan sâdır oldu." der.

"Ben, şu şahitlerin şehâdeti veya deliller sebebiyle yahut benzeri bir bey sebebiyle hükmettim." diye yazmasına ihtiyaç yoktur. Elbette bilinir {ki, da'vâ, da'vâcı ile da'vâlı önünde yapılmıştır.

Buhârâ hâkimi, îlamın sonuna: "Bu, ilâm âdil iki şahidin şehâdeti sebebiyle, benden sudur eyledi." diye yazardı. "Da'vâlıların huzurunda..." diye yazmazdı. Umulur ki, da'vâlı huzurda olmayabilir ve da'vâ sahih olmaz.

Şayet, yazr ve "ilâm şeraitine uygundur." derse; bu kâfi gelmez. Çünkü, o hâkim şartlarına vakıf değildir. Elbette, ödediğimiz gibi- beyan edip, açıklaması gerekir.

Hâkimin: "Şahitler da'vâya uygun şehâdette bulundular." demesi kâfi gelmez. Çünkü, şehâdetin da'vâya uygun olduğu bilinmez. [178]

 

108- MALIN ÜÇTE BİRİNE VASl OLMA DURUMUNU İSBAT DA'VÂSININ TESCİLİ
 

Üstad Muhammed el-Buharî es-Semerkandî'nin kızı, malının üçte birini; bu üçte birin üçte biri ile buğday satın alıp, kazaya kalmış namaz­ları için fakirlere dağıtılmasını, üçte birisi ile de bir koyun satın alınıp kurban bayramı günlerinin ilk gününde kurban olarak kesilmesini; kalan üçte birle de ekmek satın alınıp, insanların âdeti üzere, aşura günü dağıtılmasını vasiyet eder; vasiyet eden kadın; vasiyet olunan da onun kız kardeşi olur ve vasiyet eden, bu vasiyetinin yerine getirilmesini ister; kendisine vasiyet olunan bacısı da kocasına karşı iddiada bulunur ve bundan dolayı vasiyetini yazarlar; sonunda da, da'vâlı olan kocasının elinde, eni şu kadar, boyu şu kadar; değeri de bir buçuk dinar, olan bir eyer çulu kalırsa; vasiyetin tam yerini bulması için da'vâ meclisine, onu da getirmesi gerekir. Bu, onu getirmeye gücü yeterse böyledir.

Şayet gücü yetmezse veya zayi olmuş ise; yarım dinan kocasının ödemesi vacip olur. Bu yarım dinar onun kıymetinin üçte biridir. Böylece onun hakkında da vasiyet yerine gelmiş olur.

Bu, haleli muciptir. Söylenen, onun kıymetidir; başka değil... Hal­buki, onun kıymetini zayi olduğu günkü kıymetinden söylememiştir.

Şüphe yok ki, o çul (keçe) görünüşte kocasının yanında emânet idi; "haksız olarak aldı." demedi. Umulur ki, vasînin teslim aldığı günkü kıymeti, zayi olduğu günkü kıymetinden daha fazla olur da, o zaman yarım dirhem istemek sahih olmaz.

Şayet, zayi olduğu zamanki kıymeti bilinmiyor ise, o zaman bir buçuk dinar olarak kabul edilir. Uygun olanı, o çulu getirip, kendisine vasiyet edilene -onun üçte birini alması için- teslim etmektir.

Bu durum, kocamn, karısının vasiyetini ikarar eylediği hâldedir.

Şayet, vasiyeti inkâr ederse, o çul elinde mülk olasrak kalır. Taki, kendisine vasiyet edilen beyyine ile onu isbat etsin. En sahih olanı da, o çulun, vasiyetin tam yerine gelmesi için, huzura getirilmesidir. Değilse, dediğimiz gibi yapılır. îsbat edildikten sonra, onun inkârı boşattır. [179]

 

109- VAKFİYEYİ İSBAT DA'VÂSININ TESCİLİ
 

Yazıda şöyle yazılmış olabilir.

Bir adam, iddia ederek şöyle dedi:

filan, filanı nefsî haklarını başkasından isteyip alması için tevkil tâyin ederek: "Gerçekten filana âit olan bu yeri; kardeşi filan ve kız kardeşi fîlâneye şu şartla vakfeyledi. ve onu, mütevelliye teslim eyledi. Bu vakıf, meşhur kadîm vakıflardandır; artık sen, insanlar üzerinde olan alacakları teslim almaya vekilsin." dedi. Söylenilen bu şasrtlarla, bu yerin vakıf olduğu sabit olmuştur. Ve bu vakıf, evkâf-ı meşhüredendir. Vakfın şartları tahakkuk eylemiştir. Filanın, vekâleti sebebiyle, filanda olan şu kadar alacağını al m alsı da tahakkuk eylemiştir.

Bu durumda da'vâlı şöyle der:

— Evet, filan, seni; söylediğin şartlarla, İddia eylediğin vech üzerine vekil eylemiştir. Halbuki benim üzerimde filâna, iddia eylediğin kadar borcum yoktur. Benim, bu yerin vakfedildiğine dair bilgim de yoktur. Onun şöhretini de bilmiyorum. Bu cihetle, senin iddia eylediğin şey, benim üzerimde borç değildir.

Bunun üzerine, da'vacı bir kaç kişi getirir; onlar şehâdette bulu­nurlar ve: "Gerçekten filan, zikredilen bu yeri, şu şu şartlarla vakfey-lemiştir." derlerse; bunun üzerine hâkim, "vakfın şartlarının tahakkuk eylediğine, vakfiyenin sübûtuna; o malın davalıya karşı lüzumuna ve da'vâciya Ödenmesine*' hükmederek; tescil edilmesine emreder. Bu, -mu'tad olduğu gibi- ilâmın sonuna yazılır.

Sonra da tescilin sıhhatına fetva istenilir.

Bazı âlimlerimiz, bu da'vânm sıhhatine cevap vermişlerdir. Muhakkikin ise, fesadına cevap vermişlerdir ve aralarında, fesad ille­tinin olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir.

Bazı âlimler de: "Şahitler vakfın aslı üzerine şartlarına uygun olarak, şehâdette bulunduklarından; bu vakfın, şöhreti sebebiyle caiz olduğunu'' söylediler.

Şartlarına göre şehâdetleri kabul edilmediği zaman, şahitlerin şehâdetleri vakfın aslına göre de kabul edilmez. Çünkü, şehâdet bir kısmında bâtıl olunca; tamamında bâtıl sayılır.

Şahitlik yaptıkları zaman, helal olmayan bir şeyle gelirlerse işte o zaman fisklan, şehâdetlerinin kabul edilmesine mânidir.

Cehaletleri de özü değildir. Zira cehl ile hükm, İslâm diyarında özür değildir. Ancak, onlar duygu ile şehâdette bulunmuşlardır. Çünkü vakfın üzerinden çok seneler geçmiştir. Onlar, vâkıfın hâl-i hayatında da bulunmamışlar ve ondan da duymamışlardır.

Üzerinden seneler geçmiş eski bir vakıf üzerine şahitlik yapıldığı zaman, vâkıfın yaşadığı zamanda bulunmayınca, şehâdet duyma yoluyla yapılır.

Bu da bana göre bir şey değildir. Çünkü, şahitler eski ve üzerinden seneler geçmiş bir vakfa şehâdette bulunurlarsa; bu şehâdet sabit olmaz. Şöhret ve tesâmû (= işitme) bu şehâdetin caiz olmasını gerektirmez.

Başka bir yol da, hâkimin "onların duyduklarına şahitlik yaptığını" bilmesidir.

Şahitler: "Biz şehâdette bulunuruz ki, bizim indimizde, bunun vakıf olduğu şöhret bulmuştur." derler. Bu makbuldür.

Şayet: "Biz, insanlardan duyduk..." derlerse; bunun hilafınadır yâni bu şehâdetleri kabul edilmez. Zahirü'l-cevap budur. Meselâ: "Biz şehâdet ederiz; bu şeyin mülküyeti fülanmdır. Çünkü, biz buna onurr elinde gördük. Kendi mülkü olarak tasarrufda bulunuyordu." diyebi­lirler.

Bu rivayet İsâm'm Muhtasan'nda mevcuttur.

Bir rivayette de: "İnsanlardan duymayı açıklarlarsa, şehâdetleri kabul edilir.'' denilmiştir.

Bu rivayet de Kitâbü'l-Akdıyye'dedir.

Bazı âlimler de: "Tescil fasid olur." buyurmuşlardır. "Çünkü onlar, mütevelliyi açıklamadılar ve onun ismini ve nesebini söylemediler. Meçhul olarak söylediler. Meçhul ile teslim tahakkuk etmez. Teslim de, vakfın sıhhat şartlanndandır.

Bu illete itimat edilmez. Ancak, itimad önceki illetedir.

Bana göre vakıf olan bu yer üzerine, vekilden da'vâ, -şayet da'vâ zikredilenden hâli olur ve başka bir cihetten dolayı da'vâ olursa; bu da'vâ sahih olmaz.

Görülmüyor mu ki; bir kimse, kölesini azad etmeyi, başka birisinin karısını boşamasına bağlar; köle de beyyine getirerek "o adamın, karısını boşadığını" isbat ederse; hâkim, o kölenin da'vâsını dinlemez. Şahitlerini de kabul etmez. Mana bizim dediğimiz gibidir.

Bu mes'ele, Câmiü'l-Esğar'da, Talâk bahsindedir.

Bazı müteahhirîn âlimleri, "bu da'vânın, beyyine ile kabulüne ve dinlenmesine" fetva vermişlerdir.

Esahh olan ise önceki kavildir. [180]

 

110- DA'VÂCININ, -SATMASI İÇÎN- DA'VÂLIYA GÖNDERDİĞİ BİR ŞEYİN BEDELİ DA'VÂSİNİN KAYDI
 

Filan oğlu filan; filanı da'vâlı olarak birlikte mahkemeye getirdi. Da'vâcı, da'vâlıya karsı şu iddiada bulundu:

Da'vâcı, da'vâlıya, filanın eliyle, şu kadar top -her bir topun eni şu kadar, boyu şu kadar olmak üzere- ve Basra halkına satması için Buhara bezi göndermiş. Bez gönderdiği, emin (= güvenilir) kişi de, o bezi da'vâlıya ulaştırmış. Da'vâlı da, onların tamamını emin adamdan teslim almış ve onu Basra halkına satmış; parasını da almış. Bu durumda, da'vâhnm, o bezin parasını, eğer o para aynen elinde duruyor ise da'vâcıya vermesi gerekiyor. Şayet, zayi etmişse, ödemesi icabediyor.

Da'vâlıdan, bu durum soruluyor; o da, onu inkâr ediyor.

Bunun üzerine da'vâcı şahitleri dinletip, da'vâsının sıhhatine fetva istiyor.

"Bu da'vâ doğru değildir. Bunda iki yönden arıza (=  halel) vardır." denilmiştir:

1) Da'vâcı, da'vâhya karşı, bu da'vâ hakkında "bezlerin parasının teslim edilmesini" iddia ediyor ve da'vâsında: "O bezleri, şu kadara sattı:" diyerek "parasının teslim edilmesini" istiyor; fakat, "o bezleri satıp,   müşteriye   teslim   eylediğini" söylemiyor. Muhtemellir ki, -teslimden önce- o bezler, satıcının yanında zayi olmuş olabilir. Bu tak­dirde de, bez sahibi için para verilmesi gerekli olmaz; satış bârd olur. Parası, müşterinin olur. Ancak, bezin parasının bez sahibinin olması için, bezin müşteriye teslim edilmesi gerekir. Teslim edildiği söyle-meyince de, da'vâda paranın teslimini talep etmesi sahih olmaz.

2) "Da'vâlınm da'vâya parayı teslim etmesi gerekir." deniliyor. Bu nevi istekler, şu iki cihetten doğru değildir:

A) Satışın sıhhati ve müşteriye teslim edilmesi gerektiği takdu* edi­lirse; vücûp lafzı söylenmiş olur. Para ise, satışa vekil tayin edildiği için da'vâlınm  yanında  emânettir.  Emânet  hakkında  da,  teslim  vacip olmadığından, mutalebe (- teslim talebi) doğru değildir.

B) Eğer, bedel eminin elinde duruyorsa; menkul şeylerden oMuğu için, hüküm meclisinde hazır olmasını -da'vâcı için da'vâ temekkün eylesin diye- talep eder. Teslim sebebiyle de, talep da'vâsı doğru olmaz.

Bazı âlimlerimiz: "Bu ikinci vecihte arıza olduğu sahih değildir.' buyurmuşlardır.

Şayet satış ve satılanı teslim edip parasını almak sahih olursa; bedel, vekilin elinde emânet olur. "Emin'in teslim etmesi vacip olmaz." sözüne, biz "hakikat cihetinden vacip olmaz; fakat, mecazî olarak vacip olur. O da tahliyyedir. Bu teslim da'vâsı, sahih olarak tahliyye da'vâsma hamledilir." deriz.

"Eğer bedel vekilin elinde duruyor ise, müteayyendir; işaret için hazır olması gerekir.' sözüne de; biz: "Burda ihdar bir fayda sağlamaz.

Şahitlerin, dirhemlere "bu bedeldir." diye işaret etmekri mümkün değildir." deriz. [181]

 

111- EŞEĞİN MÜLKİYET DA'VÂSININ KAYDI
 

Bir adam, diğerine karşı bir eşeğin mülküyetini" iddia ediyor ve onu hüküm meclisine getirerek: "Bu eşek, da1 valinin elindedir. Ben, bunu filandan satın aldım. Da'vâlımn elinde haksız olarak duruyor. Onun, bu eşeği bana teslim etmesi gerekir." diyor ve bu da'vânın sıhhati hakkında fetva istiyorlar.

Şöyle denilmiştir:

Bu da'vâ, iki yönden fâsiddir:

1) "Filandan satın aldığını" söylüyor da; "parasını verdiğini" söylemiyor. Bu kitabda yazdığımız gibi, müşteri, satın alınan şeyi, bir başkasının elinde bulur ve parasını da satıcıya vermemiş olursa; onu istirdada (= geri almaya) hakkı yoktur. Onu elinde bulunan şahsın elinden çıkaramaz. Müntekâ'da da böyledir.

2) Satın almak sebebiyle mülk da'vâsında, da'vâcınm "filan bana sattı; o, onun malı idi." demesi gerekir. Veya, "teslim aldığını" söyler. Yahut: O benim mülkümdür; filandan satın aldım." demesi gerekir. Burada, bunlardan hiç birisi yoktur.

Hulâsa, iki tarafın da "satın alma yoluyla mülk edinmeyi" söyle­mesi, da'vânm sıhhati için yeterlidir. [182]

 

112- KOCASI TARAFINDAN YEMİNLE BOŞANAN BİR KADININ, MEHRİNDEN KALAN ALACAĞINI, BABASININ TALEP ETMESİ DA'VÂSININ KAYDI
 

Filan oğlu filanın, damadı üzerinde, şu sebebden, şu kadar dinar alacağı var. Borçlu, onun şu kadarını ödedi; üzerinde şu kadar borç kaldı. Alacak sahibinin elinde, damadın bunu ikrar yazısı da var.

ikrar sahibi, bir fırsat bularak, bu ikrar yazısını parçaladı. Sonra da, bir gün, alacaklısı onu yakalayıp maldan geride kalanı talep eyledi. O da inkâr etti. Bu durumda alacaklı, talâkına yemin verdi. O da, üç talâkla yemin ederek "Ona, borcum yoktur." dedi. Alacaklı ona hid­detlenip, hapsetti.

Bunun üzerine, borcunu ikrar eyledi ve "borcunun bakiyesini ikrarı olan'* bir de yazı verdi.

Bu durum, karısına haber verildi ve kayın pederine bildirildi. Onlar da durumu hâkime çıkardılar. Kayın pederi; kızının vekili olarak, yemini yüzünden vuku bulan talâk sebebiyle, geride kalan mehrini ister; adam da bunları inkâr eder. Da'vâcı şahitler getirerek, kocanın ikr&nni isbat eder ve yemini sebebiyle üç talâkın vukuunu tesbit eder. Da'vânm sıhhati için, fetva isterler ve şahitlerin şehâdetinin da'vâya muvafakatinin fet­vasını da isterler.

Bu hususta şöyle denilmiştir:

Bu şehâdet da'vâya muvafık değildir. Çünkü, da'vâda, yeminden sonra "malın bakiyyesi" söyleniyor ve böylece yazı veriliyor. Şahitlerin şehâdetlerinde ise, önce ikrar yazısı veriliyor; sonra "yemin eylediği" söyleniyor. Şahitler: "Üzerinde olan mal için yazı verdi." demiyorlar. Umulurki; yazı, sulh için verilmiş olabilir. Bu takdirde, o, asla ikrar olmaz.

Şayet, ikrar yazısı vermiş olsa; o zaman da, -o borcu değil- başka bir malı ikrar etmiş olabilir. Bu da yemininden dönmesini icabettirmsz. Bu şehâdet, da'vâya bu cihetten muhalif olur. Çünkü, bu ikrarda, ikrah da vardır. İkrahla yapılan ikrarla da, mal icabeylemez. Yemin de bozulmuş olmaz. Bu makamda, arıza açıktır. [183]

 

113- DEĞİRMEN İCARLAMA DA'VÂSININ KAYDI
 

Değirmenin hududu zikredilirken, "bir tarafı nehir; ikinci tarafı, vadiden nehrin döküldüğü yer." denirse; da'vâlı, "değirmenin hudu­dundaki arızadan dolayı" bu da'vâyı reddeder. Da'vâ değirmen ve hududu hakkındadır. Da'vâ değirmen ve kanal hakkında olmuş olsaydı; kanalın hududunun zikri uygun olurdu. En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [184]

 

114- ÜCRETİ BELİRLİ İCÂRE DA'VÂSININ KAYDI
 

Da'vâlı, şu illetten dolayı da'vâyı reddeder; Ücret mutlak olarak söylenmiştir. Umulur ki, o ölçülendendir ve ifa mekânını beyândır. Ücret, ölçülen veya tartılan şeyden olduğu zaman, onu söylemek şarttır; burdaise, söylenmemiştir. [185]

 

İcâreyi Belirli Bir Zamana İzafe Etmek
 

Zaman gelmeden önce senet yapılır ve o senede sahih olarak "karşılıklı teslim-tesellüm, yapıldı." diye yazılırsa; "bu sahih olmaz. Çünkü, zamanı gelmeden sözleşme yapılmaz. Önceden yapılan tekâbuz da (= karşılıklı teslim-tesellüm de) sahih olmaz." denilmiştir. [186]

 

115- BİR CARİYEYE HAK SAHİBİ OLMA DA'VÂSININ KAYDI
 

Müşteri, hâkimin huzurunda "istihkakının tesbitini'-' istediği zaman, satıcıya müracaatla cariyenin adını söyler. Onun adının da "Benefşe" olduğunu belirtir.

Satıcı da: "Ben sana, Benefşe isminde bir câriye satmadım. İsmi Dilber olan bir cariyeyi sattım." derse; "bu durumda hâkim, müşterinin da'vâstna iltifat etmez. Onun, satıcıya müracaat etmesine de imkân yoktur. Çünkü, satıcı "müşterinin adını söylediği cariyeyi sattığını"1 inkâr eylemiştir." denilmiştir.

"Bu durumda, hâkim, müşterinin da5vâsini kabul eder ve müşteri, satıcıya müracaatla: "Senden satın aidığım cariyenin bedelini istiyorum." diyebilir." de denilmiştir.

Çünkü, o cariyenin iki isminin olması caizdir. Bi%ismi Benefşe, diğeri Dilber olabilir.

Şayet müşteri: "Senden satın aldığım cariyenin bedelini istiyorum. Bana karşı bir hak sahibi çıktı." der ve bu hususta beyyine de ibraz ederse; da'vası dinlenir ve ona cariyenin bedeli hükmedilir. [187]

 

116- İSTİHKAKİ İSBAT VE BEDELİNİ ALMAK İÇİN
 

Hâkim tarafından hüküm verildikten sonra; bir kimse, diğerine karşı, beyyine ibraz ederek» "bir eşeğe satın almak suretiyle hak sahibi olduğunu" iddia ederse; da'vâlı, onus şu illet sebebiyle reddeder: Da'vâcı, da'vâsında, "mülkü olduğunu" söylememiştir.

Keza, da'vâcmın da'vâsmda, "bu beyyine, da'vânın nefsi üzeri­nedir." dememesi sebebiyle de, da'vâlı, o iddiayı reddedebilir. [188]

 

117- BİR ŞEYİN BELİRLENMİŞ OLAN BEDELİNİ TALEP DA'VÂSÎNIN KAYDI VE BU DA'VÂMIN REDDİ
 

Bu söylenen da'vânın sonunda, da'vâ olunan şahsın "bedelini da'vâcıya teslim edildiğini" söylemesi icâbeder. Da'vâlı ise, şu illet sebebiyle da'vâyı reddeder: Bu illet, "da'vâsmda, satılanı teslim eylediğini söylememesidir. Da'vânın sıhhati için, onu mutlaka söyleye­cektir. Ancak, söylerse bedelini isteyebilir. Çünkü, satılan şey teslim edilmeden önce, zayi olursa; satış bozulur. Müşterinin, o şeyin parasını vermesi gerekmez.

İkinci illet; da'vânın sonunda, "da'valinin parayı vermesinin vacip olduğunun" söylemesidir. Satışın sahih olduğu takdir edilirse; o para, da'vâlmın yanında, emânet gibidir. Vacip olan, onu teslim değil; tah­liyedir.

Bunların tamamı, bana göre son derece fâsiddir (= bozuktur):

Birincisi: Filan, dirhemler karşılığı satış yapmış ve şer'an hükme-dilmiştir. Elbette müşteri parasını teslim edecektir.

İkincisi: Bedel, müşterinin zimmetinde vacip olmuştur. Zimmet'de vacip olan şey, emânet olmaz. Bu söz nasıl doğru olur?

Müşterinin bütün malı zayi olsa bile, bedel sakıt olmaz. [189]

 

118- DA'VÂCININ, ALIŞ-VERİŞLE İLGİLİ SENEDİNİN REDDEDİLMESİ
 

Da'vâ senedinde, "taze ve kırmızı Nisâbûrî dinarları karşılığında da'vâlının satın almış olduğu belirli miktarda yağın bedelini vermediği ve da'vâcıdan bu yağı teslim almış olduğu" kaydedilmiş ve şahitler de böylece şehâdette bulunmuşlardır. Da'vâda da, şehâdette de yağı teslim aldığı söylenmiştir.

Bu da'vâ bir illetle reddedilir. Bu da, da'vâcının iddiasında, şahit­lerin de, şehâdetlerinde "yağın miktarını" söylememiş olmaları ve satış günü, o yağın, satanın mülkü olup olmadığını belirtmemeleridir.

Eğer mülkü değilse satış caiz olmaz. Satış caiz olmayınca da, müşterinin bedel ödemesi icap etmez.

Bu, hakikatta bir halel (= arıza) değildir. Çünkü, bu da'vâ, aslında alacak da'vâsıdır. Zira da'vâh yağı teslim almıştır.

Onlar yağın mikdarını söylemeseler bile dava sahih olur. Da'vâlının yağı teslim aldığını söylemeseler bile da'vâ sahih olur. Çünkü da'vâ borç da'vâsıdır. [190]

 

Da'vâcının Senedinin Reddine Başka Bir Örnek
 

Bir adam, diğerine karşı iddiada bulunarak: "Sen, benden, şu şu kadar buğdayı, elli dinara safın aldın.'* der ve iki de şahit getirir; onlardan birisi "yirmibeş dinara sattığına'* şahitlik yapar; diğeri de "yirmi yedi dinara sattığına" şahitlik ederse; "ihtilaf ettikleri için şahit­likleri kabul edilmez." denilmiştir.

Da'vâ sahih olmuş olsa, yirmi dinara kabul edilir. Çünkü, onlar yirmi dinar lafzında ittifak eylemişlerdir." denilmiştir.

Önceki kavil şahindir. Çünkü, her biri başka akde şahitlik etmişlerdir.

Yirmi beş dinar akdi, yirmi dinar akdinden başkadır.

Buna benzer ihtilaflar vaki oluyor ve taraflar karşılıklı yeminleşiyorlar.

Bir adam, diğerine karşı iddada bulunarak: "Şu şu kadar ölçek buğday alacağının olduğunu" söyler ve da'vâsında: "Bu da'vâh benden müste'cir olarak, şu meblağ buğdaya arazimi haksız olarak aldı. Şayet o yer aynen onun elinde duruyor ise, bana iade eylesin. Eğer zayi oldu ise, benzerini ödesin."  derse;  da'vâh,  onun  bu da'vâsmı:   "Şu meblağ buğdayı mezraamdan  aldı." veya  "Mezralarımın mezraasını aldı." demediği illetiyle reddeder. Teslim talebi için, öyle söylemesi gerekir. Çünkü arazinin başkasına âit olması ihtimâli de vardır ve bu yer da'vâcının olmayabilir.

Zirâatcinin ismini ve künyesini söylemesi de şart mıdır?

Âlimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir.

Fetâvâyi Nesefî'de şöyle zikredilmiştir.:

Da'vâda, dört bin dinar söylense, yazıda ise "şahit dört dinar sözünü söyledi." yazılmışsa, Şeyhu'I-lmâm es-Sağdî: "Da'vâ ile şehâdet arasındaki muhalefet açıktır. "Bin" lafzı unutulmuş denilirse: "Unu-tulmuşsa, yazı fesada gitmiştir.'' buyurmuştur.

Şehâdet kabul edilerek, dört dinar hükmedilir." de denilmiştir. [191]

 

119- CİNSİ, NEVİ VE SIFATI MUHTELİF OLAN EŞYA DA'VÂSININ KAYDI
 

Tamamının kıymetini birden söyleyip, her birini ayrı ayrı beyan eylemez ise; Şeyhu'l-İslâm şöyle demişlerdir:

Âlimler, bu hususta ihtilaf etmişlerdir:

Bir kısmı: "îcmâlen kâfi gelir.' dediler; bir kısmı da: "Tafsilat gerekir." buyurdular.

Bu mes'elenin husulünde iki cihet vardır: Eşya, ya duruyor veya zayi olmuş olabilir.

Eğer duruyor ise, elbette da'vâ zamanı huzura getirmek gerekir. O takdirde, kıymetini açıklamaya ihtiyaç yoktur.

Şayet, zayi olmuşsa, uygun olanı her birinin kıymetini ayrı ayrı beyan etmekdir. Çünkü, zayi olduğu için, ba'zısını ikrar, ba'zısını inkâr olabilir. Hakime, onların ne kadar değerde olduğunu bildirmek gerekir. Bu açıklanmaz ise, hükme uyulmaz. Çünkü, da'vâda arıza vardır. Borç iddia eden, onun miktarını da açıklar. [192]

 

120- ERKEK DEVE İLE İLGİLİ DA'VÂNIN REDDİ
 

Cemel (— erkek deve) da'vâsmda, vasfında cehalet olunca, da'vâ fâsiddir. Bunun için dişi ve erkek deve da'vâsı vuku bulunca, senedde "iki dişi deve veya iki erkek deve" yazılmışsa; da'vâlı da'vâyı reddeder.

Bu cevap, alacak da'vâsmda doğrudur. Ayn da'vâsmda ise, doğru değildir. Çünkü, ayn da'vâsmda, işarete ihtiyaç vardır. îşâret edilince de, vasfını beyana ihtiyaç kalmaz. [193]

 

121- BAĞ ÇUBUĞU İLE İLGİLİ DAVADA, DA'VÂCINÎN SENEDİNİN REDDİ
 

Filan, filana karşı iddiada bulunarak "Şu şu kadar bağımın çubuğunu kesti. Kıymeti şu kadardır. Bağdan, şu kadar yük yaş üzüm gasbeyledi." derse; da'vâlı, bunu arızası sebebiyle reddeder. Çünkü, yaş üzümün nev'i açıklanmadığı gibi odun da açıklanmamıştır.

Şöyle denilmiştir: Bu cevap, yaş üzüm hakkında doğrudur. Çünkü onun benzeri vardır. Odun hakkında ise doğru değildir. Çünkü o, kıyemî bir şeydir ve onun kıymetini söylemek kâfi gelir.

"önceki kavil, sahihtir." denilmiştir. Çünkü kıymetler de muhte-lifdir. Zira ceviz ve kızıl tut kıymette muhtelifdir. Keza yaşı ile kurusu muhtelifdir.

Odunun da-nevini ve kıymetini açıklamak, -doğruluğu bilinsin ve ona göre kıymet konsun diye- gerekir. [194]

 

122- KOCASINA KARŞI MAL DA'VÂSINDA BULUNAN BİR KADININ BU DA'VÂSINI REDD
 

Kocası, kadının malından, şu şu kadar haksız olarak almıştır. Ona reddi (= geri vermesi) gerekmektedir. O da, sahih bir ikrarla kasden almış olduğunu ve ikrah da bulunmadığını ikrar ediyor. İkrar zamanı: "O haksız olarak teslim aldı." denilmemiştir.

Şeyhu'1-İmâm es-Sağdl, şöyle buyurmuştur: Da'vâda "haksız olarak" denilmeyince, haklı olarak almış olma ihtimali vardır. Bu da tazminatı gerektirmez. Asl'da da böyledir.

Câmiü's-Sağîr'de şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, başkasına: "Benden bu elbiseyi gasbeyledin." der; diğeri de "onu senden emanet olarak aldım." derse; ikrar edenin sözü geçerli olur. Burda ikrar eden şahıs, "emânet aldığım" nassen söylemiştir. Burda evlâ olan odur. [195]

 

123- ŞEYHU'L-İSLÂM ALİ ES-SAĞDÎ'YE ARZEDÎLEN BİT' DA'VÂ
 

Bir adam, diğerine karşı bir takım mal iddia eyliyor. Bunlardan birisi  gömlektir.  Şahitler  onun  cinsim,  sıfatını,  nev'ini,  kıymetini söylüyorlar. Bu malların bir kısmı da dondur. Şahitler, onların da cin­sini, sıfatını nev'ini ve kıymetini söylüyorlar.

İmânı Aliyyü's-Sağdî, bu da'vâ hakkında şöyle demiştir: "Sahih değildir. Çünkü, onların erkek giyimi mi, kadın giyimi mi, büyük mü, küçük mü olduğu söylenmemiştir. Bu mes'ele iki yönlüdür: Eğer o eşya duruyorsa, ona işaret edilsin diye da'vâ meclisine getirilir. O zaman, beyana ihtiyaç kalmaz. Şayet zayi olmuşsa, elbette o eşyayı ve kıymetini söylemek gerekir. [196]

 

124- KIRILMIŞ BAKIR DA'VÂSINDA SENEDİN REDDİ
 

Gâsıp, Merv'de olur; da'vâ ise Buhârâ'da yapılırsa; gasbolunan şey ya emsal sahibidir veya emsal sahibi değildir. Bunların her biri de iki çeşittir. Ya kolaylıkla taşınır veya bir çeşidi ise taşınmaz) ve gasbedîlen mal emsal sahibi değilse, (hayvanat, hizmetçi ve benzeri gibi...) kendi­sinden malı gasbedilen zat, başka bir belde de gasbedilen malına gasbe-denin yanında olarak raslarsa; eğer onun kıymeti, orda; gasbedildiği yerdeki kıymeti kadar veya daha fazla ise; malı gasbedilen şahıs aynı malını alır; gâsıbtan onun kıymetini isteyemez. Çünkü, tam hakkına ulaşmış oldu. Bir zarara uğramadı.

Eğer o beldede piyasa düşük ve o şeyin kıymeti, gasbedildiği yerden daha az ise, o zaman malı gasbedilen zat muhayyerdir: Dilerse, gasbo­lunan malını alır. Bu durumda başka bir şey gerekmez. Dilerse, gasbe­dilen yerdeki bedelini alır. Dilerse gâsıp, gasbolunan malı gasbeylediğı yere geri götürene kadar bekler ve onu, orada teslim alır. Bu, şunun içindir: Aynını aldığı zaman, aynı mülküne kavuşmuş olur. Zarar gâsıp tarafından ödenir. Çünkü, beldeler değişince, kıymetler de değişmiştir. Buna da gâsıp sebep olmuştur. Bunun için, onu gasbeylediği yere kadar götürür.

Gasp edilen şey, emsal sahibi ve taşınması kolay bir şey olur (bir kür buğday veya arpa; kırılmış bakır ve benzeri gibi...) ve o, gâsıbın elinde aynen durmakta bulunur; kendisinden gasbedilen şahıs da, ona başka bir beldede kavuşursa; -şayet piyasa orda da aynen gasbolduğu yer gibi veya daha fazla ise- kendisinden gasbedilen şahıs, malını aynen alır. Bu durumda başka bir şey gerekmez.

Eğer, fîat orada, gasbedildiği yerden daha düşük ise, o zaman, malı gasbedilen şahıs muhayyerdir. İsterse, gasbolunan şeyi alır; isterse, gas­bedildiği yerdeki kıymetini alır. Dilerse, aynı yere dönene kadar bekler ve orda teslim alır.

Gasbedilen şey, gâsıbın yanında zayi olmuş ve Hatlarda her iki yerde aynı ise, o zaman, gâsıp mislini redden beri olur. Malı gasbedilen şahıs da onun mislinin reddini talep eder. İkisine de zarar olmaz.

Şayet, o beldede piyasa daha yüksekse, malı gasbedilen şahıs muhayyerdir: jster, mislini; isterse, kıymetini talep eder. Dilerse, kendi yerine dönene kadar bekler.

Şayet, gasb mahalinde kıymet yüksekse, gâsıp muhayyerdir. Dilerse, onun mislini verir; dilerse, gasb mahallindeki kıymetini verir. Çünkü, mal sahibi -orada değil- ancak, gasbedilen yerde, onun iadesine hak sahibidir; orda hak sahibi değildir.

Burada anlatılan durumlarla da'yâlının cevabı meydana çıkmış oldu. Bakırın kıymeti, Buhârâ'da Merv'deki kıymetinin aynı olur ve bakırı gasbedilen şahıs, onun mislini da'vâ ederse; da'vâsı sahihdir; değilse sahih değildir.

Eğer bakırın kıymeti Merv'de, Buhârâ'dan daha fazla ise, bakırı gasbedilen şahıs muhayyerdir: Dilerse mislini; dilerse Merv'deki kıyme­tini talep eder.

Şayet, Merv'deki kıymetini iddia ederse; da'vâsı sahih olur.

Şayet, Buhârâ'duki kıymeti daha yüksek ise, hâkim gasıba: "Hangi kıymeti istersen onu Öde." der. [197]

 

125- HUZURDAKİ DA'VÂCİNİN DEDESİNİN İSMİNİN
 

« Filan da'vâcı,  filan da'vâh ile huzura gelirler. Ve, da'vâcı,  ' da'vâlmın dedesinin ismini söylemez ise" bu da'vânm sıhhatine hük-~ medilir. zira, işaret kâfi gelir; isim zikrine ihtiyaç kalmaz.

Evlâ olan da, dedenin ismini söylemeye ihtiyaç olmamasıdır.

Fakat, da'vâh huzurda yoksa, elbette dedenin ismini söylemek gerekir.

Bu, İmâm Ebû Hamfe (R.A.) ve İmâm Mııhammed (R.A.)'in kav­lidir.

Sahih olanı da budur.'[198]

 

126- BİR KADININ, KOCASININ VÂRİSLERİNE KARŞI, MEHÎR BAKİYESİ İDDİASINDA BULUNMASI DA'VÂSININ
 

Bir kadın, kocasının vârislerine karşı, mehir bakiyyesini iddia eder ve "kocasının, onu ikrar eylediğini; ödeyemeden de öldüğünü" söyler ve "terekenin vârislerin elinde olduğunu; alacağmm verilmesini istediğini" bildirirse; Neemü'd-din en-NeseO: "İllet sebebiyle, bu da'vâ bozuktur." Zira, kadın vârislerin elindeki eşyayı açıklamamıştır. Onları tarif etmesi gerekirdi. Hudutlu olanların hududunu açıklaması ve benzeri şeyleri yapması gerekirdi." buyurmuştur.

Bu fasılda âlimlerin ihtilafları vardır: Bazıları, a'yanm açıklanmasını şart koşmuşlardır.

Hâkim Ahmed es-Semerkand?, Şurfitu'nda: "Eğer açıklarsa; daha ihtiyatlı olur." buyurmuştur.

Fakıyh Ebû'f-Leys ise: "Terekenin eşyalarını beyan şart değildir. Alacağını istemesi kâfidir.'' buyurmuştur.

Hassâf, Edebü'1-Kâdî isimli kitabının ilim üzerine yemin babında, Fakıyh Ebû'1-Leys gibi söylemiştir.

Fetva için muhtar olanı da; "alacağını isbat için, terekenin eşyalarım beyan etmenin şart olmadığı"dır.

Fakat hâkim terekenin onlara ulaştığı sabit olduğu zaman vârise "ölenin borcunu Ödemesini" emreder. İnkârları hâlinde, iddiacının isbatı ancak, onların terekeden ellerinde nelerin olduğunu açıklayıp ilam etmesiyle mümkün olur.

Bu, Şemsü'l-tslâm el-Evzecendî'nin fetvalarında zikredilmiştir. [199]

 

127- İÇİNDE MAL İKRARI BULUNAN İLAMIN REDDEDİLMESİ
 

İçinde mal ikrarı yazılmış bulunan îlamı, İmâm en-Nesefi, şu illetten dolayı  -reddeylemiştir:  Orda,    "isteyerek    ikrar    ettiği" yazılmamıştır. Elbette onun söylenmesi gerekir.

Bunun bir ihtiyat olduğu, yapılması lâzım bir iş olmadığı söylenmiştir. Çünkü halk arasında ikrah zahir değildir; o, ancak nâdi-rattandır. Nâdirata da (itibar edilmez;) ancak, şer'î hükümlerde iltifat edilir. [200]

 

128- İKİ KİŞİNİN ORTAK BULUNDUĞU BİR CARİYENİN MEHRİ DA'VÂSININ KAYDI
 

İsmi söylenen filâne, iki kişinin ortak cariyeleridir. "Bu cariyenin, şu adam üzerinde şu kadar mehri vardır." diye iddia edilmekte; o adam da bunu ikrar etmiş bulunmaktadır. İki kişi de bu ikrar üzerine şahitler getirerek  "ismi belirli olan bu câriye için söylenilen mehri "dava eylemişlerdir.

Da'vâlı, bunu bir illet sebebiyle hemen reddeder. Bu illet, onu nikahlayan kimsenin söylenmemiş olmasıdır. Bundan dolayı o cariyenin, bir cihetten onların olma ihtimali vardır; bir cihetten ise, o ikisinden başkasının (veraset veya bağış, satın alma, sadaka, vasiyet, benzeri bir yolla) olma ihtimâli vardır. Nikâhın başkası tarafından yapılmış olma ihtimâli de vardır.

Şayet satıcısı tarafından veya bağışlayıcısı yahut tasadduk edicisi tarafından yapılmışsa; mehir -bu iddia eden iki kişinin olmaz da- onun olur.

Bu iki kişinin da'vâlari da sahih olmaz.

Şayet bu izdivaç o iki kişinin murisleri tarafından yapılmışsa; o mehir tereke olur. Sonra da varislerin olur. Onların mîras hakkını açıklamak gerekir. Çünkü o ikisi, da'vâlıya karşı "şukadar mehirin, kendilerine âit olduğunu" iddia eylemişlerdi.

Mehirin, câriye kime aitse, onun olacağı; o ikisinin olanılyacağı ortadadır. Zira, şahitler, onun ikrarına göre şehâdette bulunmuşlardır. O cariyenin, "iddia edenlere ait olduğuna" şahitlik yapmamışlardır.

"Cariyenin onların memlukesi olmadığı'' sabit olunca da onların mehir isteme hakları olmaz. [201]

 

129- SABÎ'NİN (= KÜÇÜĞÜN) DA'VÂSİNİ REDDETMEK
 

Bir illet sebebiyle, sabî da'vâsinin reddedilmesi sahih olmaz. Bu, mahcur sabî hakkmda doğrudur.

Fakat, sabî izinli olursa, da'vâ sahihtir. O ister da'vâ eden olsun, isterse da'vâ olunan olsun, farketmez: Cevabı, önceki gibi sahihtir. [202]

 

130- İÇİNDE DA'VÂ BULUNAN İLÂM VE BU İLAMIN REDDEDİLMESİ
 

Bir adam, diğerine karşı "bu adam, hata ile bir yumruk vurdu. O da yüzüne isabet eyledi. Vurmasının şiddetinden sağ taraf dişlerinden birisi kırıldı ve dâvâlıya beşyüz dirhem vermesi vacip oldu. Bunun cevabını istiyor. [203]

 

Da'vâ İhtiva Eden Bu İlamın Reddedilmesi
 

Bu îlam, şu illet sebebiyle reddedilir: Hata ile vurulmuş olunca, diyet âkilesi üzerine vacip olur; yalnız vurana âit olmaz.

Eğer, kimin vurduğunda ihtilaf ederlerse; âkile cümlesine dâhil midir?

Burada ihtilaf iki yerdedir:

1) Bidayette diyet vurana aittir; âkileye ona bedel olarak hamlo-lunur veya önce âkileye vacip olur.

2) Vuran, âkile cümlesinden midir? Da'vâ bu yönlerden doğru değildir ve hiç birinin diyet ödemeleri icabetmez.[204]

 

131- TAZMİNAT DA'VÂSININ REDDİ
 

Tazminat da'vâsini, da'vâlı, şöyle bir arıza yüzünden da'vâyı reddedebilir: Da'vâcı, da'vâsında: "Bu adam için, tazminat vardır." demiş de; "bana" dememişse; da'vâlı, bu da'vâyı reddedebilir. Çünkü, mutâlebenin sahih olması için, onu söylemesi gerekirdi.

Bana göre, bu bir illet değildir. [205]

 

132- DEF'-İ DEF' DA'VÂSININ REDDİ HAKKINDA KAYIT
 

Bir adam ölür; bir oğlu ile bir çok çeşit mal terk eder ve kadın, ölenin oğluna karşı iddiada bulunarak: "Bu adamın babası, beni, şu kadar mehirle nikahlamıştı. Ondan bir şey Ödemeden öldü ve bu oğluna şu şu kadar mal terkeyledi. Bu maldan, mehrimi fazlasıyla versin." der; oğlan da, "o kadının, babasının üzerinde mehrinin olduğunu" inkâr ederse; kadın buna karşı beyyine ikâme eder. Oğlan da da'vâyı def ederek: "Sen, babam öldüketn sonra da'vândan vazgeçtin." der ve bunu belgeler; kadın da, oğlanın bu define, def da'vâsi açar ve "da'vânda batılsın. Zira sen, baban Ölünce benden şuna şuna karşılık olarak sulh talebinde bulundun." derse; "bu durumda, şüphesiz oğlanın babasının üzerinde olan mehri inkârı hususundaki def da'vâsı sahihdir. Çünkü, onun: "Babamın üzerinde onun mehri yoktur." demesi mümkündür, îbra etmiş olabilir." denilmiştir.

Defü'î-def'e gelince, o zaman bakilır: Şayet, kadm iddia ederek: "Benden, da'vâsına karşılık sulh talebinde bulundu." derse; bu def salih (= doğru) olmaz. Çünkü, bir şeyin da'vâsmdan sulh; da'vâcının bir şeyi ikrar etmesi.

Keza, da'vâdan sulhda ikrar olmaz. Böyle olunca, oğulun sulh talebi, mehir da'vâsında, bu kadının mehrini ikrar etmek olmaz.

Eğer kadın, iddiasında: "Mehrimden dolayı sulh teklif etti." demiş oîsaydı; o zaman, mes'elede İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.) arasında ihtilaf olurdu. Çünkü burda, da'vâcmm sulh talebi, bir şeyden dolayı olur. O zaman da kadının, babasına karşı yapmış olduğu mehir iddiasını tesbit olur.

Oğulun, kadın tarafından "mehrinin ibra edildiği" sabit olup; ara­larındaki tarih de bilinmeyince, sanki o ibra ile, sulh talebi vuku bulmuş gibi olur. O zaman, oğul mehirden sulh talebinde bulununca, ibrayı reddetmiş olur.

Alacak sahibi, alacağım ölüye ibra edip varis de onu reddedince, onun reddi ile ibra reddedilmiş olur mu?

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, reddedilmiş olur.

tmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise reddedilmiş olmaz ve def sahih olur. [206]

 

133- HÜRRİYETİ İSBAT DA'VÂSININ, HÂRİZM'DEN TESCİLİ VE REDDİ
 

Burda şehâdet sözü söylenmemiştir. Ancak şâhidler da'vânın muvafakatma şahitlik yapmışlardır.

Bazı âlimlerimiz "bu bir haleldir (= arızadır) zannetmişlerdir.

Şehâdet lafzını terketmek, da'vâda arızadır; tescilde arıza değildir. Senette şöyle zikredilmiştir: "Filan için, filana karşı, şu kadar Ödeme yaptım." Ancak "huzurlarında yaptım." dememiştir. Bazı âlimler de, bunu bir halel saymışlardır. Bu, bir halel değildir. Onun "ödeme yaptım." demesi, sıhhatine delildir.

Yanılarak şahitler vekilin ismi yerine müvekkilin ismini; müvekkilin ismi yerine de vekilin ismini söylerlerse; bazı âlimler, bunu da bir arıza saymışlar; ba'zıları da: Bu, arıza olmaz. Çünkü, vekil de, müvekkil de da'vâcıdırlar. İkisinin de gayesi birdir. îşaret olunca da isme ihtiyaç kalmaz." demişlerdir. [207]

 

134- TESCİLİ, YAZININ SONUNA ARZETMEK
 

"Hâkimin: "Benim yanımda sabit oldu." demesinin yatımda "hükmettim." sözü  yazılmadıkça,  tescil illetlidir."  demek isabetli olmaz. Zira, o bir   sehivdir. 'Yanımda sabit  oldu.''  sözü; hükmeyledim." sözünün yerine geçer.[208]

 

135- VAKFİYE DA'VÂSINDA TESCİLİ ARZ
 

Bir adam, da'vâh ile birlikte mahkeme huzuruna gelir; bu da'vâcı da hâkim tarafından izin verilmiş birisi olur; hâkim, onu "huduttan belirli   bir   vakfiyyeyi,   fîlaneye   ve   çocuklarına   ve   çocuklarının çocuklarına tesbite" nasbeder; o da öyle yapar ve onları inkırazları halinde, mescide vakıfta bulunur ve böyle bir da'vâcı, iddia ederek: "Bu da'vâlı, o hudutları belirli vakıf araziyi filâneye, sonra evlâdına haksız tesbit eyledi. Onu hükmî izinle teslim almam için ondan elini çekip, bana teslim etmesi gerekir." derse; bu tescilde fesâd vâkidir. Çünkü, da'vâcı da'vâsında, o yerin geliri filâneye ve evlâdına ve evlâdının evlâdına sarf edilecek veya caminin ıslahına harcanacak" dememiştir." denilmiştir.

Elbette bunun açıklanması gerekir. Çünkü takdir, kadm kaldığı müddetçe veya onun evladından birisi kaldığı müddetçe, onun geliri, caminin ıslahına sarfedilemez. "Onların inkırazından sonra sarfedihr." derse; bu durumda, da'vâcı hasım değildir. Çünkü, hâkim, onu "o vak-fiyyeyi onlara versin diye nasbeylemiştir. Yoksa, cami için değildir.

Bu tescil sahihtir. Bu, bir halel değildir. Çünkü vakıf birdir. Ancak mesafıfı muhteliftir. Bir kısmı önce, bir kısmı sonradır. Hâkimin izni, o yerin onlara tesbiti İçindir.

"Onlardan tek bir kişi de kalsa, o yerin geliri, onun olur; değilse, camiye sarfedilir." denilmiştir. [209]

 

136- ASLEN HÜR OLMA DA'VÂSININ TESCİLİNİ ARZ
 

Bir kimse, da'vâsında "aslen hür olduğunu" iddia eder; şahitler de: "Gerçekten o, aslen hürdür ve hürrün döşeği üzerinde doğmuştur." derler ve bu müddeînin anası azâd edilmiş olur. Şahitler, "onun, aslen hür olduğuna" şehâdette bulunmuşlardır; fakat: "Azad edilmiş bir anadan doğdu" dememişler; veya öyle söylemişler de "aslen hürdür." dememişîerse; bu hususta, pek çok âlim, "bu da'vânın sıhhatine" fetva vermişlerdir. İmâm Muhammed (R.A.)'de, Velâ Ki I abı'n da şöyle buyurmuştur:

Şahitler, şehâdette bulunurlar ve: "Bu aslen hürdür." derlerse; bu kadarı yetişir.

Âlimlerden bir kısmı da; bu, tescilin bozuk olduğunu sanmışlar ve: "Da'vâda ve şehâdette tam bir açıklık yoktur. Bu çocuğun hür olduğuna nasıl hükmedilir?" demişlerdir.

En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir.

Dönüş de O'nadır. [210]

 

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/361-362.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/363-365.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/366-367.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/367- 370.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/370- 372.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/372-373.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/373-374.

[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/374.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/374-375.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/375.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/375-376.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/376-377.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/377.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/377-378.

[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/378-380.

[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/380-381.

[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/381.

[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/381-384.

[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/382-383.

[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/383.

[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/383.

[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/384.

[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/384-385.

[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/385.

[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/386.

[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/386-387.

[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/387.

[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/388.

[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/388.

[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/389-390.

[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/391.

[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/391-392.

[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/393-394.

[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/394.

[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/394-395.

[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/395.

[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/395.

[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/396.

[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/397.

[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/397-398.

[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/398.

[42] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/398-400.

[43] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/400-401.

[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/401.

[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/401.

[46] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/402.

[47] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/402.

[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/402.

[49] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/403.

[50] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/403.

[51] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/403-404.

[52] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/404-405.

[53] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/405.

[54] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/405.

[55] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/406.

[56] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/406.

[57] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/406-407.

[58] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/407-408.

[59] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/408-409.

[60] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/409.

[61] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/409.

[62] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/410.

[63] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/411.

[64] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/412.

[65] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/413.

[66] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/413-414.

[67] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/414-415.

[68] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/415-416.

[69] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/416.

[70] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/416-417.

[71] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/417.

[72] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/417.

[73] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/418.

[74] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/418-419.

[75] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/419.

[76] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/420.

[77] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/420-421

[78] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/421-422.

[79] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/423.

[80] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/423.

[81] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/423-425.

[82] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/425.

[83] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/425.

[84] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/425-427.

[85] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/427-428.

[86] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/428-429.

[87] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/429-430.

[88] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/430-431.

[89] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/431.

[90] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/431.

[91] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/432.

[92] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/432.

[93] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/432-433.

[94] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/433.

[95] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/434-436.

[96] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/436-437.

[97] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/437-438.

[98] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/438-439.

[99] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/439.

[100] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/439-440.

[101] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/440-442.

[102] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/442-443.

[103] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/443.

[104] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/444.

[105] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/444.

[106] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/444-445.

[107] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/446.

[108] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/446-447.

[109] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/447-448.

[110] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/448-449.

[111] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/449-450.

[112] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/450.

[113] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/450-451.

[114] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/451.

[115] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/451.

[116] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/452.

[117] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/452.

[118] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/452-453.

[119] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/453-454.

[120] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/454-455.

[121] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/456.

[122] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/456.

[123] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/457.

[124] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/457.

[125] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/458.

[126] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/458-459.

[127] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/459.

[128] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/459-460.

[129] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/460.

[130] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/460-461.

[131] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/461.

[132] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/461.

[133] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/462.

[134] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/462-463.

[135] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/463-464.

[136] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/464-466.

[137] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/466-467.

[138] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/467-468.

[139] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/468-469.

[140] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/469.

[141] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/470.

[142] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/470-471.

[143] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/471.

[144] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/472.

[145] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/473.

[146] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/474.

[147] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/474-475.

[148] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/475-476.

[149] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/476-477.

[150] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/477-478.

[151] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/478.

[152] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/478-479.

[153] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/479-480.

[154] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/480.481.

[155] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/481.

[156] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/481-485.

[157] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/486.

[158] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/486.

[159] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/487-488.

[160] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/488.

[161] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/489.

[162] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/490.

[163] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/490.

[164] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/491.

[165] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/491-492.

[166] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/492.

[167] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/493.

[168] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/493.

[169] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/493-494.

[170] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/494-495.

[171] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/495-496.

[172] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/496-497.

[173] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/498.

[174] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/498-499.

[175] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/500-502.

[176] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/502.

[177] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/502-503.

[178] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/503-505.

[179] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/505-506.

[180] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/506-508.

[181] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/508-510.

[182] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/510.

[183] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/510-511.

[184] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/511-512.

[185] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/512.

[186] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/512.

[187] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/512-513.

[188] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/513.

[189] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/513-514.

[190] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/514.

[191] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/515.

[192] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/516.

[193] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/516.

[194] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/517.

[195] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/517.

[196] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/518.

[197] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/518-519.

[198] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/520.

[199] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/520-521.

[200] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/521.

[201] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/521-522.

[202] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/522.

[203] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/522.

[204] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/523.

[205] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/523.

[206] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/523-524.

[207] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/524-525.

[208] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/525.

[209] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/525-526.

[210] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 13/526.

Günün Sözü

"“Zikrin en üstünü ‘Lâ ilâhe illallah’, duânın en makbûlü ‘Elhamdülillah’ dır.” (Hadîs-i Şerif—İbn Mâce)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.