Aktif bir eylem olarak tevekkül ve teslimiyet-I
- Ayrıntılar
- Kategori: Genel yazılar
- Gösterim: 1331
"Başıma gelenlere razı olup onları kabullenirsem, o zaman mücadele edemem ki. Olumsuz şeyler hep olmaya devam ederler" dediğinde uyanıyorum ancak.
Tevekkül etmekten korkuyor. Teslimiyet ürkütüyor. Başına gelenlere razı olup onları kabullenmek tehlikeli geliyor ona. Olan bitene razı olduğunda, kendini salıp ya hiçbir şeyi değiştiremezse. Ya her şey olduğu gibi devam ederse...
"Yaşadığın olayın üzüntüsünü yaşamaya razı olursan üzüntün hafifleyecek aslında" deyip durmuş, ama bir milimetre yol kat edememiştim.
Nuh diyor peygamber demiyor, "Üzüntü yaşamayı kabul etmenin neresi güzel!" diye itiraz ediyordu. Sahi, üzüntü hissetmenin neresi güzel!
Üzüntü yaşamaktan kaçınmasının gerçek nedenini anlamıştım nihayet. Üzüntü hissedişine razı olduğunda, bunun sonsuza dek süreceğini, hiç bitmeyeceğini sanıyordu. Başına gelen olay için "niye" demeyi bırakırsa, olayın çözümü için gerekenleri yapmayı bırakacağını da düşünüyordu.
"Bir sürücü toprak yolda giderken arabasının çamura saplandığını farz edelim. Şimdi bu insan bu olayı nasıl ele alır?" diye soruyorum.
"Tevekkül eder" diyerek şaka yapıyor, bana nazire yaparak. Ciddi bir ifade takınmış yüzüm tam bir diplomat suratını andırıyor olmalı. Hiç gülmüyorum.
Yok, hayır, şakasından alınmış değilim. Sadece 'anlatmak istediğimi anlatabilecek miyim'in gerginliği var üzerimde.
Kurmaya çalıştığım analoji pek dikkatini pek çekmedi gibi.
"Şimdi bu sürücü için, yaşadığı bu olayla ilgili üç farklı tutum söz konusu olabilir. Birinci ihtimal.."
"İsyan eder" diye atlıyor.
"Evet, isyan eder, Allah kahretsin, bu yola niye girdim, salak aklım işte," diyerek kendini heder eder"
"Bence daha çok öfkelenir"
"Öfkelenir ve.."
Suskunluğuna yeniden dönüyor.
"Öfkelenir, belki bu yüzden iyice gaza basar, çamura daha çok saplanır. Arabadan çıkar. Kapıyı sertçe çarpar. Yanında birileri varsa onlara sataşır. Hatta iyi bir eş kavgası nedenidir çamura saplanmak. 'Niye bu yoldan gelmek için ısrar ettin' diye çıkışır. Belki arabayı çamurdan çıkarmak için çabalar. Ama yeni sorunlara sebep olarak. Genelde de öfkesi ve kızgınlığı enerjisini tüketir, sorun çözme yeteneklerini dondurur, felç eder."
"İkinci ihtimal de tevekkül mü?" diye soruyor.
"Hayır, tevekkülü üçüncü ihtimal olarak en sona saklıyorum, merakını celbetmek için." diyerek, ikinci ihtimale geçiyorum:
"Sürücü, başına gelen şeye tevekkül edeceğim zannıyla arabanın çamurdan kurtulması için hiçbir şey yapmayabilir. Arabanın içinde bekleyip durur. Bir nevi boş vermişlik hali yaşar. Yapabileceği şeyleri yapmaktan kaçınır. Bu da tevekkül değil tembelliktir, desek yanlış bir şey söylemiş olmayız sanırım."
Üçüncüye sıra gelse diyor sanki bakışları.
"Üçüncü seçenek de öncelikle arabanın çamura saplanmışlığına isyan etmemek, bu hali kabullenip ona razı olmak. Yani olmuş olan olayı, durumu, hali kabullenmek. Sonra da yapılabilecek şeyleri yapmaya çalışmak. Sakince araba..."
"Önce bir Lahavle çekerek" diyerek araya giriyor.
"Peki, öyle olsun" deyip devam ediyorum: "Adam olmuş olana razı olur, sakinliğini ve metin halini koruyarak arabayı çamurdan çıkarmanın yollarını düşünmeye başlar. Sonra da uygun olacağını düşündüğü uygulamaya koyulur." Biraz soluklanıp devam ediyorum.
"Gördüğün gibi, olmuş olana razı olmak sorunların çözümünün önüne geçmiyor. Aksine insanı metin bir halde tutup enerjisini ve motivasyonunu koruyarak, kişinin fiilî çözüm arayışını kolaylaştırıyor..."
"Tamam" diyerek sözümü kesiyor. "Seni çok iyi anladığımı sanıyorum. Peki, tevekkül etmeyi nasıl başarabileceğim ben?"
"Şimdilik sorunun cevabını tam olarak bilmiyorum" demem onu hiç mutlu etmiyor. "Ama çok iyi bildiğim bir şey varsa, o da; dışarıdan çok kolay gibi görünse de, tevekkül etmenin dünyanın en zor işlerinden biri olduğu."
Mustafa Ulusoy