Ayrılığın Dili
- Ayrıntılar
- Kategori: Has kalem
- Gösterim: 2064
Ölüm sendendir bana nedir taşlamak beni
Bana güldür çiçektir attığın her taş senin
Þair Osman Sarı’nın “Taş Gazeli”nden alıntıladığım yukarıdaki mısralar ölüm kavramını ne kadar da munis hale getiriyor değil mi? Oysa ölüm munis midir? Azrail kime gülerek gelmiştir? Ya da ölüm meleğinin güler yüzle bize yaklaşması elimizde değil midir? Ölüm ve kabir karanlığını nura çevirecek imkanları yakalama fırsatı yaşam içerisinde bize verilmemiş midir? İnsanları en fazla, yakınlarının ölümü sevdiklerinin, dostlarının, ahbabının ölümleri etkilermiş.
Yakınlarımdan birini kaybederken bunu çok derinden hissettim ve o hislenişi ömrümce unutmayacağım. Hayat hiçbir zaman o an ki kadar darmadağınık, savruk olamazdı. Ama her nedense Sezai Karakoç’un dediği gibi “Sapan her zaman ölümsüz iz bırakmıyor” toprakta. “Unutur ve yanılırsak” hükmü gereğince sevdiklerimizin bizi bırakıp gidenlerimizin acısına hürmeten Yaradandan “unutma” sebebiyle merhamet ve af dilemeliyiz. Bir de arkalarında hüzün bırakan ölümler vardır. O ölümü tadanların sizin yakınınız olup olmaması hiç de önem arz etmez çoğu zaman işte. Hüzünleniriz her yakının ölümü üzerine ve hatırlanması gereken o kutlu söz yadımıza gelir.
“Kalp titrer göz yaşarır”
Oğlu İbrahim için kabirde gözyaşı döken örnek insan kendisine “bize ölülerimiz için ağlamayı yasakladığın halde sen neden ağlıyorsun?” onlara cevaben dendiğinde söylediği bu cümleyi unutmak mümkün mü?
Nasıl ki evren bizatihi kendisi için değil de insan için varsa evrendeki sayısız varlık ve varlığın içindeki en mükemmel varlık olan insan da insan için vardır. Nedir insanın insan için var olması? Þunu demek istiyoruz. Tabiatın her hadisesi ve her eseri konuşan gizli bir dil gibi bizlere bir şeyler anlatıyor. Hem öyle bir anlatıyorlar ki zamanın her anını kuşatarak.
Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Ahmet Haşim’in dediği ne kadar doğru. Ancak bizler ne kadar da az okuyoruz kainat kitabını ve ne kadar az dinliyoruz lisan-ı hafiyi (gizli dili.) O dil ki neler anlatmıyor... O dil ki neler söylemiyor; bazen rüzgarlarla “hu” diyerek, bazen dalgaların sahile vuran sesleriyle, bazen çılgın denizin kayalara çarpan hiddetiyle, bazen rahmet yağmurlarının iplik iplik inceliğinde, bazen deryaların derinliklerindeki ahenkle, bazen gökyüzünün sakinlerinin ahvaliyle... Ve o dil bazen konuşan varlık olan insanın konuşmayan lisanı oluyor.
Zannediyor muyuz ki insanın dünyaya gelişi, dünyadan ayrılışı bir gizli dil değildir. Doğum bir lisan ve ölüm ise en büyük lisan değil mi? Bir mahzun bakış nasıl bir dildir bilinmez mi? Bir veda busesi ve kuru gül yaprağı modern çağın sanal iletişim araçlarının yanında ne kadar farklı görünüyor hala. İşte insanın yine kendisi için bir dil olan eylemleri tavırları içinde bir sembol aramak gerekirse ölüme takılıp kalmak gerekiyor bazen. Bunu söylerken ölüm düşüncesiyle normal hayatı karartmak gereğinden elbette söz etmiyoruz ancak şairin yaptığı vurguyu hatırlamak gerekir diyoruz.