Bir Öğretmenin Günlüğünden.

kar-copyBilinçsiz ve çılgınca tüketim sonucu suyunu ısıttığımız dünyada, yağmura ve kara hasret kaldığımız şu günlerde eski bir anımı sizinle paylaşmak istedim.
Kar. Bembeyaz bir örtü gibi yeryüzünü kaplayan, gelinlik giydiren doğaya. Beyaza boyayan, tertemiz pırıl pırıl kar... Kimbilir ne kadar güzel yağar, seyretmesi ne mükemmel olur derken...
Hayatımın ilk kar yağışını 17 yaşımda Ordu’nun şirin köyü Düğünlük’te izledim. Köy öğretmeniyim. Ta Adana’dan gelmişim. Bu yaşıma kadar gördüğüm ikinci il Ordu. Karı da ilk defa göreceğim.

normal_kardan_adamHiç görmedim diyorum ya. Çocuktum. Bir kış günü, evdeyiz. Kar yağıyor diyerek dışarı çıktık. Beyaz birşeyler yağdı gökten, toz bulutu gibi. Yere düşünce puslu bir görüntü oluştu , o kadar. Kar denirse buna...
Ha... Bir de yıllar önce yağmış olmalı ki Adana’nın türkülerine geçmiş bu kar:
“Adana’ya kar yağmış
Kar altında gül kalmış” diye.

Kar ile tanışmam köy öğretmenliğimin ilk yılında oldu.
O güne kadar karı sadece sınıftaki mevsim şeridinde ve yılbaşı kartlarında görmüştüm.
Okuldan geldim, pencereden bakıyorum. O da ne? Kar yağıyor! Sevinçle, heyecanla, hayranlıkla bakıyorum. Sabırsızlıkla tutmasını bekliyorum. O yılbaşı kartlarında gördüğüm büyüleyici manzaraların oluşmasını; mevsim şeridindeki kar oyunlarının oynanmasını bekliyorum, bekliyorum...
Köylüler şaşkın halimle biraz da dalga geçer gibi , “bakarsan , tutmaz kar”diyorlar.
Gece oluyor.

Sabah gözlerime inanamıyorum. Aman ım! Her yer bembeyaz, diz boyu kar. Ne müthiş bir manzara. Hiç böylesini görmemiştim. Bir yerde yaşamak için mutlaka oraya kar yağmalı diye düşünüyorum. Deniz için de aynı şeyi söylerim. Bir memleketin denizi ve karı varsa oradaki insanların keyfi beyde yoktur derim. (Kutupları bilemem.)
Burada da deniz var, kar var. Değmeyin keyfime. Dışarı çıkıyorum. Buradaki insanlar için sıradan birşey ama benim için çok önemli, çok özel adımlar: Karda yürüyorum... Sanki uzayda yürüyorum... Müthiş bir şey bu. Buz kalıbı gibi değil. Pamuk gibi değil. Bambaşka bir duygu. İnanılmaz. Uzanıyorum sırt üstü , boylu boyunca. Vücudumun kalıbı çıkıyor karın üstünde. Kartopu oynuyoruz, kardanadam yapıyoruz. Kızak yok ama el ele tutuşup kayıyoruz saatlerce... Kar sevincini ilk kez yaşıyorum .Öyle mutluyum ki...

Eve giriyorum, ocağın (kuzine) başında ellerimi ısıtmaya çalışıyorum. Üzerimdekiler sırılsıklam. Ellerim ısındıkça sızlıyor, ısındıkça sızlıyor. Dayanılır gibi değil.
...Ankara’dayım, yıllardır. Kar, buz, soğuk istemediğin kadar. Kızım küçük daha. Okula yeni başlamış. “Yoğun kar yağışı nedeniyle okullar tatil.” Kardanadam yapmak istiyoruz. Bahçeye çıkıp birlikte yapıyoruz. Fena olmuyor. Kafasına bere, boynuna atkı; gözleri zeytinden, burnu ise (havucumuz bitmiş) küçük bir odun parçasından. Kızım çok seviniyor. Ama içime sinmiyor. Havuçtan olmalı burnu. Benim gördüğüm bütün kardanadam resimlerinde burun havuçtan. Soğuktan kızarmış gibi...

Karda yürümek de güzel. Sıkıca giyiniyoruz kızımla, doğru manava. Zaten birkaç parça birşeyler alacaktım.
Havuç istiyorum. Manav iyi bir satıcı. Çok kibar. Her sebzeyi verirken en iyisini seçiyor. Havuç için soruyor: “Çorbalık mı kızartmalık mı olsun?” diye. (Ben aradaki farkı bilemem tabii.) Biraz eziliyorum, büzülüyorum ama yalan da söyleyemiyorum: “Kardanadam yapmıştık da...” diyorum. “Burnuna...” “Kem-küm...”
Anladı, hiç gülmedi. Gayet ciddi: “Yarım kilo versem olur mu?” dedi. En güzellerini seçip verdi.
Hatırladıkça gülümserim bu anıma.
Yıllar sonra yine böyle bir kardanadam yapmıştık evimizin balkonuna. Komşunun muzip küçük kızı burnunu ve gözlerini yemişti de...
Onu da unutamam hiç.


Fazilet ÜNSAL

Telif Hakkı © 2025 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.