Depresyon:Sanki İnsan Olmanın Gereği

depresyonxu6Depresyon çağımızın hastalığıdır Bu sözü sık sık duymuş olmalısınız Aslında “kişinin hedeflerini gerçekleştiremediği, sahip olduğu güzellikleri koruyamadığı veya bu tür kayıp ihtimâllerini fark ettiğinde düştüğü ümitsizlik hâli” olarak tarif edilen depresyon sadece bu çağın değil, tarih boyunca tüm insanlığın derdi, hatta “kaderidir” bile denilebilir

Zira insan yaratılış itibariyle “acizdir, fakirdir, fanidir, ölümlüdür ve hayvanın zıddına bunların farkındadır da” Her şeyi isteyen ama hiçbir şeye gerçek anlamda sahip olamayan, her şeyden korkan, etkilenen, incinen ama hiçbirine gücü yetmeyen, en güzel zamanlarında bile fâni, geçici olduğunu, her şeyin bir gün biteceğini bilen bir insanın depresyona girmesi değil, girmemesi ilginçtir bence

Bu da çoğunlukla gaflet sayesinde mümkün olur Korktuğu şeyleri düşünmemeye çalışır, zahiren sahip olabildikleri ile kendini teselli eder, ölümü ve ayrılığı hatırına getirmemeye çalışır Ama bazı “tevil edilemez” olaylar gaflet perdesini yırttığında o güne dek ertelenmiş korkular, ümitsizlikler bir sel gibi benliği sarar ve depresyon gelir

Depresyon neredeyse insan olmanın doğal bir sonucu gibi görünmektedir Nitekim yapılan araştırmalar depresif bulguların (uyku bozukluğu, yaygın sebepsiz fiziksel şikayetler, sık ağlama, gelecekten ümitsiz olma, kendine güven eksikliği, hâlsizlik, hayatından zevk alamama vb) insanların %60 ında değişik düzeylerde bulunduğunu göstermektedir Bir psikiyatrist olarak, yeni tanıştığım insanların pek çoğunun şaka yollu da olsa “aslında benim de size görünmem lâzım” demeleri, bu gerçeğin belli-belirsiz itirafı gibi gelir bana

Peki bu denli yaygın ve umumî bir belâ olan depresyonla başa çıkmak mümkün değil midir acaba? Yok mudur bu acizlik, fakirlik, fânilik dertlerinin ilâcı? Vardır tabii, arayan bulur da, ararsa eğer Zaten insanların en ziyade yanıldıkları, ilk anda çok rahatsız edici olan bu acizlik, fakirlik ve fâniliği çözümsüz zannedip düşünmemeye çalışmaları, yok farz etmeleridir aslında Zira bir dert açığa çıksa hâlli mümkündür ama gözünü kapayıp kendini hayallerle avutan birisinin gerçek bir çözüm bulması tabii ki imkânsızdır “Erkekçesine ölümün yüzüne gül, dinle bak ne ister?” ikazını dinleyen, “evet, ben acizim, fakirim, fâniyim, bunlar beni çok incitiyor Peki ama bu dertlerin çaresi nerede olabilir?” diyebilen insan ancak çözüme yakınlaşabilir Bu da muhakkak ki az-çok çile çekmek demektir Ama “zahmetsiz rahmet” yoktur ki

Başka türlü soralım: Depresyona girmiş ve “her şey boş, istediklerim olmuyor, ters giden olaylar beni yıkıyor, zaten sonunda öleceğiz, bu hayat çok anlamsız” diyen bir “hasta” mı, yoksa “boş ver bunları, kafana hiçbir şey takmayacaksın, ayağını sıcak tut başını serin, takma bir şey kafana, düşünme derin” diyen tesellici mi daha tutarlıdır acaba? Devekuşu mantığı kullanan bu kişilerin “kafaları duvara çarptığında” aynı depresyon kuyusuna yuvarlanmaları kaçınılmaz değil midir?

Aslında hepimiz “duvarları aynadan” küçücük bir odada değil miyiz? Tüm duvarlar ayna olduğundan iç içe geçmiş görüntüler bize geniş bir yerdeymişiz hissi verir ama, ufacık bir musibetin ikazı ile kafamızı çok uzak sandığımız o duvara çarptığımızda, aslında daracık bir zindanda olduğumuzu fark etmez miyiz? Hayaller uçup, uykular kaçmaz mı? En tatlı haller bile bize acı vermez mi? Kurduğumuz yalancı dünya cennetinin cilâsı her ölümle, her kayıpla, her hüzünle çatlamaz mı? Eskide bir gazetenin magazin ekinde okuduğum bir haberi hiç unutmam Bir grup sanatçı “felekten bir gün çalalım” diye toplanıp pikniğe gitmişler Akşama kadar süren eğlenceyi uzun uzun anlatan yazı şu cümle ile bitiyordu: “Gün bittiğinde herkes çok üzgündü, çünkü çok güzel bir gün geride kalmıştı” Ne garip değil mi? En güzel şeyler bile sadece yaşanırken lezzet verip, bitiminde yerine elem bırakıyor Zira “zeval-i lezzet (lezzetin kaybı) elemdir”

Yine hatırlarım, gençliğimde sevdiğim takımın maçlarını radyodan heyecan ve zevkle dinlerken en nefret ettiğim şey, spikerin ikide bir “maçın son 15 dksı”, “son 10 dkya girdik” vb demesiydi O denli zevk aldığım şeyin az sonra sona ereceğini duymak acı veriyordu bana Güzellikler daha yaşanırken bile, biteceklerini bilmek, o an alınan zevki bozuyordu Zira “zeval-i lezzetin tasavvuru (lezzetin kaybını düşünmek) dahi elemdir”

Belki “tamam kabul, uzatma, biliyorsan bir çare öner” diyen olabilir ama problemleri yarım yamalak dile getirip işin ciddiyetini tam kavramadan çabuk çözümler aramanın tehlikeli bir aldatmaca olduğunu unutmamalıyız O yüzden biraz daha devam edelim bence Ve bir genci düşünelim Dünyalar kadar sevdiği biri var ve onunla mutlu bir gelecek hayal ediyor Oysa fark ediyor ki “sonsuza dek beraber olacağız sevgilim” lafı tam bir yalan Ne sonsuzu, gelecek yıla çıkacakları bile şüpheli O denli sevdiği kişiden er veya geç bir gün ebediyen kopacak O zamana kadar da muhtemelen hayallerine, ideallerine tam uymayan problemli, yarım yamalak bir beraberlikle yetinecek Ve bunları görmezden gelip tüm kalbini ona bağlayıp kendini teselli etmeye çalışıyor Nereye kadar?

Bir de anne hayal edelim Uğruna canını bile verebileceği evladı her an bir hastalıkla, bir musibetle karşılaşabilir Tüm gün yanında bekçilik yapsa bile bir minicik mikrop o ciğerparesini yatağa düşürebilir, sakat bırakabilir veya ebediyen elinden alabilir Ne yapabilir bu anne? Þefkat ateşini neyle söndürebilir? Kaybetme korkusunu nasıl unutabilir? Hangi aldatmaca ile kendini teselli edebilir? Konuşsun, cevap versin proflar, filozoflar!

Ama yok! Onların diyeceği; “bunlar hayatın acı gerçekleridir, kabulleneceksin Başka şeylerle meşgul ol, hobiler edin Başarabildiklerine, sahip olabildiklerine bak, mutlu olmaya çalış, kendini gerçekleştir vs vs” Biz de Bediüzzaman’ın ağzıyla soruyoruz: İdama mahkûm birisi, zindanın süslenmesinden zevk alabilir mi? Ebedi bir aşk isteyen bir kalbi fâni sevgiler tatmin eder mi? Dünya kadar bir cennetle ancak tatmin olan bir ruh, suyu-elektriği bile kesilebilen uyduruk villalarla kandırılabilir mi?

Ama iman gözlüğü ile bakan bir insan için, âyetteki ifade ile “lâ havfün aleyhim ve la hüm yahzenun” geçerlidir Onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar Çünkü gerçek iman sahibi, sevdiğini Allah için sever Sevgilisi Allah’ın rahmet ve cemalinin bir yansımasıdır Ve ebedi hayatta hiç ayrılmadan sonsuz ve huzurlu bir beraberlik yaşayacakları ümidini taşır Sevdikleri elinden alındığında “ayrılık geçicidir” diye teselli bulur Þefkat ettiklerini “hayrul-hafizin” ve “erhamür-rahimin” olan Allah’ın rahmet ve korumasına emanet eder Kur’an’ın dersi ile musibetleri, felaketleri, hastalıkları İlâhî birer ikaz, birer keffaret-üz zünub (günah temizleyicisi) bilir Dünya malını, makamını kazandığında da, kaybettiğinde de “veren de O, vermeyen de” der, esas bakî mal ve mertebe olan uhrevî makamları ve ebedî sevapları hedefler “Madem bu dünya geçici bir imtihan meydanıdır, imtihanda rahat olmaz” deyip geçici sıkıntıları, zahmetleri hoş karşılar “Bu dünya bir karalama defteridir” der, düzeltemediği pislik ve karışıklıklarla zihnini bulaştırmaz, kendi amel defterini temiz tutmakla meşgûl olur “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” der, pencerelerden seyreder, içlerine girmez Günah, gaflet ve isyana düşmüşse bile “Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez” der, daima açık olan tövbe kapısından girip yeni bir beyaz sayfa açar Bu dünyada da hakiki huzur ve saadeti bulur
Sadece çağımızın değil çağların hastalığı olan depresyondan kurtulmanın yolu çağlar ötesi mesaja kulak vermektir

Dr.Yusuf Karaçay 

Telif Hakkı © 2025 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.