Psikologlarımız
- Ayrıntılar
- Kategori: Kişisel gelişim
- Gösterim: 1848
Hristiyanlık’ta “günahların papazlara itirâfı” (konfesyon) çok önemlidir. Önceleri bu itirâflar kiliside herkesin önünde yapılıyorken bunun sosyal pek çok huzursuzluğa, nifâka hattâ katle varan şedid olaylara sebeb olduğunu gören Papalık, IX. Yüzyıldan itibaren “günahların itirâfı”nın papazın itirâfçıyı göremeyeceği şekilde biribirlerinden bir kafesle ayrılmış iki kapılı, iki bölümlü dar bir hücre içinde, yalnızca konfesör papaza yapılmasına karar vermiştir. El’ân da böyledir. Bu itirâfları dinleyen, günahları Kilise’nin kendisine verdiği yetkiye dayanarak affeden(!) ya da affını (belirli duaların belirli sayıda okunması, belirli sayıda gün kadar oruç tutulması, vb… gibi) bazı kefaret şartlarına bağlayan papaz; papaz yetkileriyle donatılmadan önce gerekli uzun bir eğitimden geçmiş ve bu iş için Kilise makamları tarafından yetkili kılınmış bir kimsedir.
XVII. yüzyıldan îtibâren Katoliklerde bir “vicdan yönlendirici papazlar” sistemi geçerli olmaya başlamıştır. Söz konusu papazlar özellikle varlıklı ailelere sızıp, tıpkı bir “Derin Devlet” gibi, onları gerek dinî, gerekse dünyevî işlerinde kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirerek, ortalıkta gözükmeyen büyük bir politik güç elde etmişlerdir. Bu konuda, Kardinal Richelieu’nün konfesörü, XVII. Yüzyıl Fransa’sının iç ve dış politikasında fevkalâde etkili olmuş olan ve “Eminence Grise” lâkabıyla anılan papaz François Joseph’i zikretmek yerinde olur. Moliere de Tartuffe isimli eserinde vicdan yönlendirici bu papazların sebeb oldukları aile içi dramları pek güzel yansıtmıştır.
En az 8-10 yıllık bir tıb tahsilinden sonra nöroloji ve psikiyatri uzmanı olan hekimler de uyguladıkları ilâç tedâvîsinin yanı sıra, ister istemez, hastalarının iç alemlerindeki sıkıntılarını ve hattâ işlemiş oldukları günâhları da dinlemek ve bâzen bu hastaları yönlendirmek zorunda kalmaktadırlar. Ancak bunu yaparken tıpkı papazların konfesyon sırlarının açıklanmasına Kilise’nin koymuş olduğu kesin yasağa uymaları gibi, hekimler de tıbbın meslekî ahlâkının (tıbbî deontoloji’nin) kendilerine koymuş olduğu yasağa uymaktadırlar.
Tekkeler kapanıncaya kadar mânevî sıkıntıları olanlar uzun seneler boyunca nefsini tezkiye etmiş, binbir türlü çileye soyunmuş, nefsin hilelerini iyi tanıyan tekke şeyhlerine müracaat etmişler, bu tecrübeli zevâtın kendilerini doğruya yönlendirmesinden yararlanmışlardır.
Günümüzde ise dört yıllık bir eğitimden sonra “Psikoloji Diploması” alan 22-24 yaşlarındaki gençlerin bâzen tek başlarına, bâzen de şirketleşip “Psikoloji kabinesi” açarak, yasal ve bilimsel yetki ve yetkinlikleri olmadığı halde, insanları psikolojik açıdan tedâviye(!) soyunduklarını görmekteyiz. Kezâ hemen her özel okulda, ya da fabrika ve müessesede birer psikolog bulundurmak bir ayrıcalık sembolü olarak telâkki edilmeye başlanmış bulunmaktadır. Bundan cesâret alan gazetelerin bir psikolog köşesine, televizyon kanallarının da bir psikoloji programına sahib olması gitgide kaçınılmaz bir zorunluluk olmuştur.
Gazetelerde, isimleri değilse bile sıkıntılarının itirâfları teşhir edilen kimselere verilmekte olan bâzı tavsiyelerin tekdüzeliği ve yavanlığı psikolog geçinenlerin insan psikolojisi hakkındaki cehâletlerini pek güzel yansıtmaktadır. Telefon, mektup, faks ya da elektronik posta aracılığıyla sıkıntılarını dile getiren herkesi aynı kalıptan çıkmış döküm gibi gören, herkes için biteviye reçetelerin yeterli ve geçerli olduğunu yansıtan bu tutumun müsâmaha ile karşılanması esef vericidir.
Bir kimsenin yetiştiği ortam, davranışlarına yön veren mânevî değerler, şahsiyetinin yapısı, idealleri ve bunlara bağlılık derecesini bilmeden onun psikolojisini düzelteceğim diye psikolog geçinenlerin daha büyük bir tahrîbat yapmakta oldukları maalesef gözlerden kaçmakta. Nice psikolog icbâr etmekle onları şizofreniye veyâ paranoyaya ya da en azından nevroza yönlendirdiklerinin farkında bile değildir! Bu arada psikolojik komplekslerini izâle etmek amacıyla “hastaları”na ahlâk dışı bir hedonizm(1) telkin edenler de, yetkileri olmadığı halde antidepresan ve benzeri ilaçlar tavsiye edenler(2) de az değil. Sonuç olarak, psikolojisi düzelsin diye psikologlara müracaat eden evli kimselerin evliliklerinin yıkıldığı; gençlerin de çevrelerine bütüsbütün uyumsuz kılındıkları nâdirattan değildir.
Þimdiye kadar kendileriyle karşılaşıp da bu konuları tartışmak fırsatını bulduğum psikologlardan hiçbir ama hiçbiri nefs ile rûhu tefrik etmeyi bilemedi. Buna rağmen hepsinin de bütün beşerî problemlere derman olduğunu iddia ettikleri hazır reçeteleri ve teorileri vardı. Hepsi “hastaları”nın rûhların geliştirmeyi(!) ve hattâ kurtarmayı(!) amaçlamaktaydı. Hepsi de kişisel “terapi” yanında “grup terapisi” uygulamaktaydı. Grup terapisi “hastalar”ı bir araya toplayıp herkesin kendi sıkıntısını, kompleksini, hatalarını, günâhlarını Kilise’nin IX. Yüzyılda Papalık tarafından yasaklanıncaya kadar olduğu gibi açık açık itirâf ettikleri ve bunların topluca münâkaşa edildiği bir yöntemdir(!).
Bu psikologların bir bölümü de “çocuk psikolojisi”nde uzman olduklarını iddia etmektedirler. Biraz eşelendiği takdirde bunların uzmanlıklarının başka ülkelerde, her nedense genellikle de Amerika Birleşik Devletleri’nde, zaman zaman moda olan teorileri reçeteye dönüştürerek Türk çocuklarını bunların uygulanmasında geniş bir tecrübe tahtası hâline sokmaktan ibâret olduğu görülmektedir. Bunlar çocuğun psikolojisinin kendi ailesindeki: 1) muhabbet, 2) şefkat, 3) edeb, 4) karşılıklı saygı, ve 5) çocuğa telkin edilen idealler aracılılığıyla şekillendiğini maalesef bilmemektedirler.
35 yıla kadar önce, rahmetli ilk eşimle onun psikoloji mezunu bir hanım arkadaşını ziyârete gittiğimizde evin duvarlarının 5 yaşındaki çocuğu tarafından çizilmiş grafitilerle kaplı olduğu, çocuğun da evin içinde Kızılderili çığlıklarıyla her şeyi birbirine katıp kırarak fink attığını, buna karşılık ebeveyninin kendisine en ufak bir yaptırım uygulamadıklarını ve hattâ îkazda bile bulunmadıklarını hayretle görmüş ve bu hayretimizi de açıkça ifade etmiştik. Psikolog hanım, hayretimize daha büyük bir hayretle tepki vermiş; bu kabil bir çocuk terbiyesinin ABD’de uygulanmakta olan ve çocukları “komplekssiz” bir şahsiyetle donatarak yetiştirmeye yönelik “en uygar(!) yöntem” olduğunu müdafaa etmişti. Bu, onlara yaptığımız son ziyâret olmuştu. Gelişmesini uzaktan izlediğimiz söz konusu çocuğun ise daha sonra cemiyet ve iş hayatındaki uyumsuzluğundan, ve cemiyette mâruz kaldığı sürekli tepkilerden dolayı geliştirdiği komplekslerin tevlîd ettiği nevroz ve paranoid sendrom dolayısıyla nasıl psikiyatrların devamlı müdâvimi hâline geldiğinin ise dramatik ayrıntılarına girmek istemiyorum.
Bugün, maalesef pek çok kimse farkında değil ama, beşerin her sıkıntısına ve her derdine çâre bulacağını iddia eden ve hekimlik yetkisi olmadığı hâlde tedâviye soyunan bu psikologlar ordusu ile uygulamaları hakkında -bunlar millî huzurumuz bozan korkunç bir felâket hâline gelmeden- mutlakâ bir takım yasal tedbirlerin alınması zarûrîdir.
Dipnotlar:
1- Hedonizm: Beşerin temel amacının zevk ve tatmine ulaşması olduğu savunan materyalist doktrin.
2- Psikolog diploması olanların reçete yazma yetkisi yok; ama bu, onların ilaç tavsiye etmelerine ve bu kabil ilâçları kullanmaları konusunda hastalarını(!) psikolojik olarak zorlamalarına engel olamıyor.
prof.dr.A.Yüksel Özemre