Türkçe üzerine vicdan muhasebesi
- Ayrıntılar
- Kategori: Kişisel gelişim
- Gösterim: 1995

İşte şu anda aklıma gelenler: Müstecap, muhit, maatteessüf, maalmemnûniye, bizzarûre, mevzûn, rikkat, tahassüs, mütehassis, mutahassıs, sâir, zevat, istirham, itinâ, alâka, emsâl, insicam, tevellüd, münevver, mütefekkir, müşahhas, mütedeyyin, müteyakkız, zât-ı âlî, ale’r-re’si ve’l-ayn...
Babam, annem ve yakın akrabalarım başta olmak üzere içinde yetiştiğim çevrenin okuduğu ve bana okutup önemli kısımlarını ezberlettiği seçkin kitaplardaki Türkçe kelime ve kavram hazinesinin 300 bin civarında olduğunu düşününce hayretler içinde kalıyorum.
İfade etmek istediğim şudur: Mâlûm medyanın çocuklarımıza İngilizce öğretme (İnşâllah öyledir!) gayretlerini görüyorsunuz! Beynin ve kabiliyetlerin inkişaf çağı olan ve öğrenilen şeylerin taşa yazılan yazılar gibi zihne kazındığı bir yaşta, “çağdaşlık” adına o mâsûm dimağlara İngilizce kelime ve kavram yerleştirmeye çalışanlar, aynı hassasiyeti Türkçe’miz için maalesef göstermiyorlar. Arada bir verdikleri Türkçe Sözlük’lerde Necip Fâzıl merhûmun “kurbağa dili” dediği birkaç bin uydurma kelime dışında ne var? Düşünün bir kere: Türkçe, İngiliz gazetelerinin verdiği kitaplar desteğiyle İngiliz televizyonlarında İngiliz çocuklarına öğretiliyor! İngiliz çocukları bir yandan Türkçe öğrenirken, diğer yandan Müslüman Türk kültürüne âşinâ oluyorlar! Kısa süre sonra bir İngiliz çocuğu Selimiye, Süleymâniye, Þehzâdebaşı câmilerinin adlarını ezberliyor; Topkapı Sarayı’nı, Yavuz’u, Kanunî’yi, Abdülhamid Han’ı tanıyor; Fuzûlî, Bâkî, Nedim, Dede Efendi, Itrî, Yahya Kemal, Mehmed Âkif isimlerini telâffuz ediyor... Vatanını ve milletini seven her Türk vatandaşı bu gelişmeden ne kadar memnuniyet duyar, değil mi? Evet... Bu memnuniyeti şimdi bir İngiliz veya Amerikalı yaşıyor. Çünkü Türk çocukları, ellerinde Osmo ya da Muzzy serisi, televizyonları başında eğlence havasında sunulan İngilizce ve daha önemlisi İngiliz kültürü öğreniyorlar! Buna sevinilmez de ne yapılır? Lütfen dikkat buyurun: İngilizce dünyanın en zengin dili addediliyor. Sözlüğünde ilmî ve teknik kelimelerle beraber 700 bine yakın kelime var. Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlük’ündeyse 28 bin kelime var, bunun da sadece 17 bini Türkçe... Yâni 17 bin Türkçe kelime, 700 bin İngilizce kelimeyle savaşıyor. Türkçe’yi bu duruma kim getirdi? Elbette “öztürkçe” kılıfıyla güzelim Türkçe’mizi kısırlaştıran “uydurmacılar” ve onları “Ne yapalım? Artık dilimize yerleşmiş!” diyerek kullanan bizler... Merhum Turgut Özal’ın o meşhur ifâdesiyle, “elimizi vicdanımıza koyarak” cevap verelim: Kaçımız, “Bu kelimenin eki veya kökü ya da mânâsı uydurma! Güzel dilimi böyle nesebi gayr-ı sahîh kelimelerle bozmam!” diyerek uydurma kelimeleri şuûrlu şekilde reddedip kullanmıyoruz? Yahut kaçımız, “Bu kelime Türkçe değil! Bin yıldan beri kullandığımız ve artık Türkçe’leşen ‘temsilci’ veya ‘mümessil’ kelimeleri yerine ‘distrübütör’ kelimesini kullanmam!” diyebiliyoruz? Bakın Fransa ne yaptı? Fransız Millet Meclisi 1997 sonbaharında Fransız dilindeki İngilizce kelime istilâsını durdurmak için bir kanun çıkardı: “İşyerlerine Fransızca’dan başka bir isim konamayacak!” Ama Yüksek Mahkeme, bunu Anayasa’ya aykırı buldu ve İngilizce’nin üstünlüğü resmen kabul edilmiş oldu. Aklıma hep şu soru takılıyor: Acaba biz de tarihten gelen zengin Türkçe kelime ve kavram hazinemiz yerine İngilizce’nin, Latince’nin, Fransızca’nın, Almanca’nın veya herhangi bir Batılı dilin üstünlüğünü mü kabul ettik? Eğer gizli resmî teâmül buysa, vay başımıza gelenler! Çünkü herşeye rağmen Fransa’yı koruyan ve kayıran çıkar ama Türk milleti ve Türkçe olarak biz, Allah korusun, hiç umulmadık sıkıntılar yaşarız. Daha da önemlisi, toputopu 250 İngilizce kelimeyle konuşan, dükkânlarına İngilizce adlar veren, kartvizitlerine İngilizce mâlûmat ekleyen idrâksiz, şahsiyetsiz, şuursuz bir nesil meydana gelir. Batı zâten böyle bir Türk toplumu istemiyor mu? Aşağıdaki cümleyi, millî ve manevî değerlerden sözedildiğinde mangalda kül bırakmayan bir gazetemizde, çok tanınmış bir işadamımızla yapılan mülâkattan aynen aldım. Buyurun: “Ekonomik bazda reel bir fizibilite çıkaracak olursak, global ekonomiye maksimum düzeyde adapte olmuş bir eksport-import danışmanı bizi krizden kurtarabilir.” Sözkonusu işadamıyla görüşmem imkânsız ama ona şunu söyleyeyim de içim rahatlasın: “Beyefendi! Allah seni en evvel şu dil ‘kriz’inden kurtarsın! Türkçe konuş, Türkçe! Sana önce bir Türkçe danışmanı lâzım!” Konunun daha müşahhas şekilde ortaya konması bakımından bâzı tesbitleri 7 madde halinde dikkat nazarlarınıza sunuyorum:
1) Âile büyükleri ve öğretmenler, çocuklarımızın sâf ve berrak dimağlarına bin yıllık Türkçe zevkimizin zarîf örneklerini ne yapıp edip yerleştirmeliler. (Meselâ benim âile büyüklerim şöyle yaparlardı: Güzel Türkçe’mizin manzum veya mensur örneklerini çeşitli teşviklerle bana ezberletirlerdi. Keşke daha fazla şeyler ezberletselerdi! Tahdis-i nimet ve meseleyi tesbit bakımından söylüyorum: Çocuk yaşta ezberlediklerimi hâlâ bile saatlerce ve takıntısız okuyabilirim!)
2) Yabancı dil öğrenecek diye bir çocuğu Türkçe birikiminden tecrit etmek, ileride fevkalâde vahim sonuçlar doğurabilir. (Bir profesör tanıdığımın IQ, yâni zekâ katsayısı bakımından ileri bir çocuğu var. Allah kem nazarlardan korusun! Zeki mi zeki, pırıl pırıl bir çocuk! Geçenlerde baktım, Türkçe kelimeleri İngilizce aksanla telâffuz ediyor. Zannedersiniz ki, bir Amerikalı çocuk, yeni Türkçe öğrenmiş! Hatta İngilizce öğrenmede ne kadar geliştiğini ispat edebilmek için cümlelerin içine İngilizce kelimeler serpiştiriyor. Açıklanması gereken Türkçe bir kelimenin İngilizce’sini söyleyerek güyâ konuyu tavzih etmiş oluyor. Herşey bir yana, asıl tehlike başka: Çok şuûrlu ve seviyeli biri olarak tanıdığım babası, çocuğunun bu davranışlarından gâyet memnun! “İşte benim çocuğum bu kadar entelektül!” der gibi bir havası var! Þaştım, kaldım! Hafazanallah!)
3) Yabancı dili, meselâ İngilizce’yi, Londra’daki bir kilisenin mimarîsini medh ü senâlarla anlatan bir metinden değil, bizim kültürümüzü tanıtan ve çok iyi bir tercümeyle hazırlanmış metinlerden öğrenin.
4) Bir İngilizce kelimenin sadece Türkçe’deki “uydurma” karşılığını değil, bin yıldanberi kullandığımız bütün karşılıklarını araştırın ki, bir taşla 3-5 kuş vurmuş olasınız. Böylelikle hem İngilizce’niz, hem de Türkçe’niz gelişmiş olur. Aksi halde günümüzde köşe yazarlarının ve basının kullandığı 150-200 kelime etrafında dolanıp durursunuz.
5) 18 yaşındaki bir Fransız genci, 200 yıl önce yazılmış bir Fransız klâsiğini bugün hiç sâdeleştirilmemiş olarak okuyup anlayabiliyor. Bir Türk genciyse 200 yıl değil, 20 yıl önce yazılmış bir makaleyi anlayamıyor. Bu önemli husus üzerinde çok ciddî kafa yormak gerekir. (Acaba bizim bu yazımızı 2020 yılında bir Türk genci anlayabilecek mi? Doğrusu endişe ediyorum!)
6) Yahya Kemal’in Aziz İstanbul, Tanpınar’ın Beş Þehir isimli meşhur eserleri Kültür Bakanlığı yayınları arasında çıktı ve %50 indirimle 1.350 bin liraya satılıyor. Ama gelin görün ki, bizim muhterem vatandaşımız Bağdat Caddesi’ndeki İngilizce kursuna ayda 300 dolar vermeyi sineye çekiyor, yukarıdaki kitaplardan bahsedince uzun uzadıya bütçesinin darlığını anlatıyor. Evinde doğru dürüst bir Türkçe klâsiği bulunmaz ama ciltlerce İngilizce gramer kitabından geçilmez. O kitaplar da İngilizce öğrenme hevesi bitince soluğu Beyazıt Meydanı’ndaki “Üç tanesi bir milyon lira!” sergisinde alır! Ya da Seka’ya gidip oluklu mukavvaya dönüşür!
7) KPDS’den (Kamu Personeli Dil Sınavı) 60 alıp “doktor”, 70 alıp “doçent” olmaya çabalayan binlerce yabancı dil mağduru var. Bunlar arasında KPDS’ye 13. defa girdikleri halde 28, 25, 20 alan yardımcı doçent hocalarımız var. Hepsinin ortak kanâati şu: “Eğer sistem bizi İngilizce’ye bağladığı kadar kendi branşımıza yöneltseydi, sahamızda en seviyeli uzmanlar olurduk!”
Abdülkadir Akgündüz
Vuslatdergisi