Siz kendinizi nerede görüyorsunuz?
- Ayrıntılar
- Kategori: Kişisel gelişim
- Gösterim: 1431
İnsan ilk doğduğunda ne kadar zayıf bir varlık değil mi ? Savunmasız, muhtaç, aç, ayakta duramayan, altını kirleten, ihtiyaçlarını gideremeyen, kendi başına beslenemeyen vs. vs. Saysam da bitiremem bu zayıflığı aslında. Küçük, minik bir şey işte. Gözün gördüğünü ne yalanlayabilir ki ? Adeta bir anne sıcaklığını yaşaması gereken minik birer yetişkindirler bebekler. Hiçbiri konuşamasa da size karakter atarlar. Bağırırlar, gülerler, ağlarlar, sesler çıkarırlar ama amaç hep iletişime geçmektir. Kimisi sessiz ve derinden giderken, kimisi ise itfaiye arabası gibi sesler çıkarır. Oysa belki de söyleyecekleri çok önemli şeyler vardır yavrucakların.
Acıktığını, sevgi ve ilgi beklediğini veya bir rahatsızlığını anlatmaya çalışıyordur aslında tüm saflığıyla. Günahsızdır ve bir o kadar da masumdur bebekler.Adeta her yerini ısırıp mıncıklamak, karnını okşayıp gazını çıkarmak için yarışır anne ve babalar. Onun ilk yürümesi olay olur adeta. Ailede sevinç gösterileriyle karşılanır, adeta tören havasına girilir. Hele ilk anne, baba demesi var ya, dile benden ne dilersen moduna sokar anne ve babayı. Anne ve baba belki iyi kazanmasalar da onu sağlıklı bir şekilde büyütmek için varlarını yoklarını dökerler. Tüm zamanlarını, tüm enerjilerini, tüm kazandıklarını, tüm sağlıklarını çekinmeden feda ederler evlatlarına.
Hastalandıklarında onun başında sabaha kadar uyanık kalırlar, nefes alışlarını izlerler. Adeta ateşini düşürmek için sabaha kadar ılık suyla pansuman yaparlar. Tüm düşüncelerini, tüm planlarını ona göre yapmaya çalışırlar. Ev alırken, araba alırken artık onun da adeta görüşleri alınarak bir karar verilir. Aman çocuk odası küçükmüş, yavrucak biraz büyüdüğünde sığmaz buna. Ya da yavrucak bu soğuk evde hastalığa yakalanır aman boşver başka ev buluruz şeklinde aile meclisine kendisine dahil eder.
Sonra herkes gibi büyür gelişir yavrucaklar. Kocaman olurlar kendilerine göre. Kimisi erken girer ergenliğe, kimisi daha geç ama ortalama bu yaşlarda çocuklarımız ergenlik çağıyla tanışırlar. Bu defa da istekleri farklılaşır. Sosyalleşip arkadaşlar edinirler kendilerine. Artık aileleri dışında yepyeni bir çevreleri daha vardır onların. Yaşamın kendilerine sunmuş olduğu hayatı göğüslemeye başlarlar hayatın bütün ciddiyetiyle. Artık önlerinde hemen hemen her ortamda geçmeleri gereken yaşıtları, arkadaşları, kardeşleri vardır belki de.
Hayatın bu acımasız gerçeğini anladıklarında onlara genelde toplum tarafından şu öğretilir. Güçlü olmalısın ve herkesi ne yapıp edip geçmelisin. Yoksa hayatta kalamazsın denir veya bilinçaltından bu kastedilir. Bu özellikle büyükşehirdeki yaşamda yetişen insanlar için daha da geçerlidir aslında. Öyle ya özellikle metropollerde kimileri akşam bir tas çorba bile bulamazken bazıları ise çocuğunun altına 100 bin YTL’lik araba çekerler. Kimileri 70 kişilik sınıflarda okumaya çalışırken ötekiler en pahalı okullarda en pahalı özel öğretmenlerle okurlar.
Bütün bu uçurumu fark eden ergen çocuk hayatın anlamını sorgulamaya başlar ve yaşamın güçlü ve zayıf ilişkisi üzerine kurulduğunu düşünür. Öyle ki artık ötekiler gibi olabilmek için tüm değerlerini kaybetmeye başlar. Yaşamın kendisine haksızlık yaptığını düşünecek kadar da ileri gider düşüncelerinde. Yanlış bir şeyler yaptığı zaman bunu kendisinde hak olarak bile görmeye başlar. Sonra bu sarmal sürer gider ve iyice yitirilen ahlaki yapılar yüzünden bu kişilerin kendileri gibi güç isteğiyle yanıp tutuşan başka kişilerle evlenmeleriyle ortaya yepyeni bir aile çıkar.
Bu defa bu ailelerden ortaya çıkan çocuklar kendi anne babalarının yapılarını geliştirerek ilerler yaşam çizgisinde. Daha bencil, daha çok vurdumduymaz, daha gaddar, daha çıkarcı, daha özgüveni yüksek ama ahlaksız çocuklar çıkar topluma. Bu sarmal da sürüp gider. Öte yandan ötekilerin çocukları ise rahat bir yaşamda büyümüş olmalarının kendilerine vermiş olduğu özgüveni daha iyi kullanırlar. Çünkü hayatlarının hemen hemen her aşamasında kendilerinin hayat rotalarına yön vermelerine yardımcı olan bir aileleri vardır. Varlıklı, çevre sahibi, torpilci..
Ama onlarında diğerlerinden farkı yoktur aslında. Onların diğerlerinden tek farkı büyük lokma peşinde koşturup büyük kazıklar atmaya çalışmaktır. Çünkü daha küçüklüğünden itibaren hiç azıyla yetinmemiştir bu kişiler. En pahalı, en iyi, en artistik, en tatmin edici kavramlarla birlikte büyümüşlerdir. Öbürü kendi çöplüğünde ötüp oraların ağası olmaya çalışır. Neticede de TRT3 ‘te 1990’lı yıllarda yer alan yukarıdakiler-aşağıdakiler kısır döngüsü kendi içinde sürer gider. Doğrusu bunun ne şekilde, ne zaman sona ereceğini bilmiyorum. Belki kıyamete kadar sürer belki de insanlar inançlarının gereğini yapmaya başladıklarında daha da azalarak zamanla yok olur ve dünyayı adalet kaplar. Ama ortada bir gerçek var ki bu sadece toplumsal olarak bizim sorunumuz değil, tüm dünyanın ortak sorunudur.
Bakın dün akşam atv ana haber bültenini seyrediyordum ve bir haber vardı. Konu kurbanın İslami kurallara göre kesilip kesilmemesiydi. Muhabir insanlara tek tek soruyordu. Acaba satın aldığınız etin İslami şartlara uygun olarak kesilip kesilmediğini biliyor musunuz diye? Bu soruya verilen yanıtlarda bir şey dikkatimi çekti. Özellikle genç olanlar bu konunun kendilerini çok ta enterese etmediğini ve ilgilenmediklerini söyledi. Orta yaşlılar ise biz kasabımıza güveniyoruz dedi. Ama hiçbiri bu bizi ilgilendirmiyor demedi.
Bir an için aklıma gelen şu oldu. Nereye gidiyoruz. Nasıl bir kuşak değişimine uğruyoruz. Bize ne oluyor. Kim bizim milli, manevi değerlerimizle oynuyor. Evet seni bu ilgilendirmiyor veya başka bir şey ! Peki seni ne ilgilendiriyor diyesim geldi aniden. Bu kadar mı uzaklaştın geçmişinden diyesim geldi. Ama bu belki de o gençlerin de suçu değil.
En başta suçu kendimizde aramalıyız. İnanıyorum ki tıpkı güzel ve dahi yarışmasındaki kızlardan birisi gibi bu ülkede Hırvatistan’ın bir ülke olduğunu bilmeyen çok genç var. Veya hayatı boyunca öğrendiği tek şey makyaj yapmak ve erkek tavlamak olan, diğer taraftan tuttuğu futbol takımı için en yakın arkadaşının bile ağzını burnunu kıran çok genç var. Peki gülüp geçtiğimiz ve beni ilgilendirmez dediğimiz bu şeyler ne zaman hepimizi ilgilendirecek ?
Ne zaman kendimize dikkat ettiğimiz gibi etki alanımızdaki, arkadaşımızı, kardeşimizi hatta ana babamızı olumlu yönde etkileyecek örnek davranışlar göstereceğiz ? Ne zaman birbirimizi doğru bir şey yapmak için yönlendireceğiz, uyaracağız ? Sormak istiyorum ! Değişen ne ? Zamanın, teknolojinin, bilimin, imkanların, paranın, şöhretin, eğitim düzeyinin artması sizin özünüzü değiştirmeye değer mi ? Bütün bunlar için manevi değerlerinizi yitirmeye değer mi ? Eğer evet değer diyorsanız siz bu dünyada kalıcı mı olduğunuzu sanıyorsunuz ?
Sonra ne olacak size, bize, hepimize ? Aman canım benden sonra ne olursa olsun mu diyeceksiniz ? O zaman tekrar soruyorum. Ya en son ne olacak haliniz, halimiz ? Rabbim hidayet versin. İnşallah bu tehlikeli değişimden özellikle ülkemizin gençleri bir an önce kurtulur.
Psik. Dan. Selçuk Arıcı
İnsan Kaynakları Uzmanı
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
www.motivasyoncu.com
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.