Kişisel Gelişimin Dünü ve Bugünü

 Kişisel gelişimin son yıllarda hayatımıza oldukça yerleşmiş bir kavram olduğunda şüphe yok. Niçin elli sene önce böyle bir kavram yoktu? Kişisel gelişim insanların hangi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik? Örgün eğitimin hayatta başarı için gerekli donanımları kazandırmadığı dikkate alınırsa, kişi ya kendi gelişmesinin mesuliyetini üzerine alacak ve okul eğitiminde verilmeyen eksik yönlerini karşılama gayretine girecek, veyahut, "Ne yapalım, sistem, devlet bizi böyle yetiştirdi, bu eksik donanımımızla hayatı kucaklamaya ve verilen ömrü tüketmeye devam edeceğiz?" şeklinde kendi kendine söylenmeyi sürdürecektir.

İşte kişisel gelişim eğitimleri, seminerleri ve kitapları, kendi mükemmelleşmesinin mesuliyetini vicdanında duyanlar için, sistemin, devletin ve kurumun harekete geçmesini beklemeden şahıslar için alternatif bir eğitim modeli ve hayat okulu oluşturmanın bir tercihidir.Doğumdan ölüme kadar devam edecek bir öğrenme sürecini ifade eden bu kavram, öğrenen fert, öğrenen kurum ve öğrenen sistemlerin çoğalmasını sağlayan, hayatın içinde eğitim modeli ve paradigmasıdır. Bu kavram bize Batı dünyasından geldiği için, önce kişisel gelişimin Batı'daki serüvenine bir göz atalım:

Kişisel gelişimin Batı'daki serüveni

Batı'da ve dünyada kişisel eğitim, resmi (formal) ve resmi olmayan (informal) hayatın her alanında, (okul dışı) şeklinde oluşturulan iki kanaldan yapılmaktadır.

Resmi (mecburî eğitim); merkezî plânlamalı, statik, ayrıntılı müfredatlı ve konuların parça parça ve hayattan kopuk şekilde anlatıldığı, genelde tek yönlü bir eğitim olup, öğrenilen şeylerin çoğu içinde yaşanılan coğrafya ve sosyal çevrenin meselelerini çözmekten ve o çevrede kullanılabilir yapıda olmaktan uzaktır. Resmi eğitimde modelin işleyişi, fabrika türüdür.

Bilgi; mekanik ortamlarda değiş-tokuş edilir. Sanayi toplumunun ihtiyaçlarını karşılayan bir modeldir. Duyguların eğitimi ve yönetimi, bilgi aktarımına duyguların ve isteklerin eşlik etmesi, öğrencinin duygu ve düşünce olarak bilgi transferine hazır olup olmadığının ölçülmesi mecburi değildir.



Mekanik, parçalı ve sekülerleşmiş bir eğitim anlayışı ile bu klasik eğitimden mezun olan kişilerin çoğu, hayata atıldıklarında, ya istenilen verimi gösterememekte yahut hayat maratonunu göğüslemede kendini yetersiz hissetmektedir. Bu yapıyı besleyen üniversite ve araştırma merkezlerinde insanın yapısına, işleyişine dair muazzam bilgiler elde ediliyor; fakat bu bilgiler sağlıklı bir şekilde resmi eğitim sistemine aktarılamıyor. Bu problemlerin belirlenip çözümlerinin üretildiği üniversiteler de bu parçalı ve kopuk işleyen eğitim modelinden dolayı, buldukları çözümleri istenilen şekilde ve hızda resmi eğitimin müfredatına aktaramıyor.

Dolayısıyla insana dair üretilen bu bilgilerle, resmi eğitim içerisinde kabul edilen "mekanik insan" modeline göre verilen eğitim arasındaki farklar hızla belirginleşirken, mekanik insan modelinin yetersizlikleri de görülmeye başlanıyor. Bilhassa iş dünyasında her türlü biyolojik ve fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanması ve her türlü imkânın sağlanmasına rağmen, insanlardan yeterli verim alınamadığı görülüyor. Bu durum resmi eğitimin eksiklerinin "kişisel gelişim, insan kaynakları, işe ve hayata uyum sağlama seminerleriyle" verilen eğitimler ve yazılan kitaplarla tamamlanması gibi bir ara çözümü gündeme getirmiştir.



Resmi olmayan (okul dışında verilen) eğitim; 10-12 yıl süren resmi eğitim eksikliklerini gidermeye matuf eğitimlerin hepsine verilen umumi isimdir.

Resmi eğitimin eksiklikleri 1980'li yıllarda çok daha şiddetli şekilde Batı'da hissedildiğinde, bir grup entelektüel ve bilim insanı, üniversiteler ve araştırma merkezlerinde üretilen insanın yapısı ve gelişimi hakkındaki bilgileri popülerize ederek iş dünyasına ve geniş halk kesimlerine aktarmaya başladı. İşyerlerinde ve kurumlarda insanı ön plâna çıkaran ve onun bir mekanik ve robot varlık olarak algılanmasını önlemek maksadıyla insan kaynakları bölümleri kurulmaya başlandı ve buralarda insanın bütün olduğu anlayışı içerisinde iş ve iş dışı sosyal hayatın da çalışan kişinin verimliliğine tesir ettiği dikkate alındı.

Söz konusu eğitim ihtiyacı bu şekilde ortaya çıktı. Artık insanlara sadece maaş teklif edilmiyordu. Ailesiyle ve çocuklarıyla huzurlu bir hayat sürebileceği sosyo-kültürel firsat ve imkânlar da sunulmaktaydı. İnsanın verimliliğini artırmanın gerçekçi yolu, onu çevresiyle bütün bir sistem olarak ele almaktan geçtiğine inanılıyordu.


Buna paralel olarak üniversitede üretilen insana dair bilgiler, teknik dilden kurtulup popülerize edilmeye, ayrıca tasnife tâbi tutulup eğitim paketlerine dönüştürülmeye başlandı. Popüler hale getirilmiş, nükteli ve eğlendirici bir formatta biçimlendirilmiş, insana yönelik bu bilgiler, akademisyenlerce ve/veya takdim kabiliyeti güçlü, gösteri ve sahne sanatlarında tecrübeli şahıslar tarafından "kişisel gelişim serileri" altında piyasaya sunuldu. Bu kişiler insan kaynakları şirketleri halinde müessese kimliği kazandılar.

Zaman içinde, kişisel gelişme sahasındaki kitap ve seminerlerin hacmi hızla arttı. Çeşitli meslekî alanlardan kişisel gelişime alâka duyan insanların bu sektöre transfer olmasıyla, insan kaynakları sektörü oldukça renkli hale geldi. Bu sahada doldurulması gereken boşlukları fark eden insanlar da kişisel gelişim ve insan kaynakları alanında özelleşmeye gidip, problem çözmeye endeksli yeni şirketler kurdular. Bu durum hızlı ve yaygın bir şekilde 1980'den 1990'lara kadar devam etti ve günümüzde de yüzlerce ekol ve yayınevi hep bu konular etrafında yayınlar yapmaktadır. Bu faaliyetler, Batı dünyasında arz-talep sonucu ciddi bir sektör haline gelmiş bulunmaktadır.



Bugün için gelinen noktada Batı'da ciddi seviyede bir kişisel gelişim bilgileri enflasyonu, entropisi (işe yaramayan ve kullanılmayan bilgi) ve kirliliği yaşanmaktadır. Bunu önlemek için kişisel gelişim sektöründe yeni bir anlayış gerekiyor. Zaten doksanlı yıllarda bu sektörde çalışan bazı kişiler, bu konuda üretilen bilgilerin son derece bütünlükten uzak, derinliksiz ve pansuman tedavi nevinden çalışmalar olduğunu fark etmişlerdi. Aynı yıllarda insanın beyin yapısı ve mâhiyeti üzerine yapılan araştırma ve elde edilen bilgilerin, 19. ve 20. yüzyıl insan modellerini ve teorilerini geçersiz kılacak yorumlara yol açtığı, eğitimde ve insana bakış açısında paradigma değişimlerinin mecburi hale geldiği görüldü ve kişisel gelişimde yeni bir safha başladı.



Bu yeni anlayışa geçişin önemli bir sebebi, Rönesans'la temelleri atılan dünya görüşü ve içindeki insan modelinin tüketilerek, o model üzerinden üretilebilecek ne kadar bilgi, buluş ve icat varsa ortaya konulmuş olması ve bu insan modelinin çıkmaza girdiğinin sinyallerinin hızla çoğalmasıdır. Bu noktadan da Newton mekaniğine ve Öklidyen geometrisine dayalı kâinat görüşü ve bilim anlayışının da sonuna gelinmiştir.

Ayrıca bu modeli tüketmek için de izlenen aşırı uzmanlaşma, ihtisaslaşma ve tek boyutlu yaklaşımların doğurduğu eksiklik ve körlükler de toplumda ve sistemde rahatsız edici boyutlara ulaşmıştır. Bilimdeki ve insan modelindeki bu tıkanmalar, Amerika ve Avrupa eksenli medeniyetin ihtiyarladığının ve inişe doğru geçtiğinin sinyalleri olarak yorumlanmaktadır. Bu yaşlanmayı yavaşlatmak ve Batı eksenli medeniyet anlayışına gençlik aşısı yapmak için, dünyadaki antik kültürler, farklı medeniyetler, yeniden incelemeye alınmakta ve bilimdeki son gelişmelerle eski kültürlerin bilgelikleri sentezlenmektedir.

Bilhassa gelinen noktadaki birikimler kullanılarak, Batı'da ikinci bir rönesansın başlayıp başlamayacağı sorusu ve bunu mümkün kılacak yapı taşlarının nasıl yerleştirileceği konusunda, fert ve müessese temelinde çözüm arayışları hızla devam etmektedir. Böyle bir ikinci rönesansın kavram çatısını hazırlayan bilim teorileri arasında; l-Kuantum teorisi, 2-Kuantum rezonans teorisi, 3-Harmonik teori, 4- Öklidyen olmayan geometriler, 5-Fraktallar geometrisi, 6-Kaos teorisi, 7-Komplekslik teorisi, 8-Ekolojik paradigma teorisi, 9-Sistem dinamiği ve düşüncesi, ilk sıralarda yer almaktadır.


Bu teorilerin sosyal bilimlere taşınmasıyla Batı'da kişisel gelişim ve insan kaynakları sektörü, iki farklı anlayış ortaya çıkaran bir kırılma göstermiştir.


Birinci anlayışı; parçalı ve mekanik insan modeline göre şekillendirilmiş Avrupa insanının eksik yönlerini doldurmaya yönelik olarak 1980'li yıllarda başlatılan, derinliksiz eğitimlerin hâlâ geçerli bir pazar olduğuna inanan ve bu tip eğitimleri sürdürenler temsil eder. Buna göre her bir eğitim paketi insan isimli makinenin bozuk parçalarını iyileştirme veya arızalı parçaları değiştirme fonksiyonu üstlenmiş her paket, bir veya birkaç seanslık sihirli çözümler olarak sunulmaktadır.

İkinci anlayışı temsil edenler, bu tarz eğitimlerin her insanda aynı neticeyi ve verimliliği sağlamadığını görmüşler ve sistemde bir şeylerin gözden kaçırıldığını hissetmişler. İnsanın bir makine olmadığını ve onun farklı kişilik dinamiklerinden yaratıldığını ve her kişilik sisteminde farklı algılama, öğrenme ve iletişim motifleri bulunduğunu fark etmişlerdir. Birinci anlayışa göre verilen eğitimlerin her kişilik dinamiğinde farklı netice verdiği bulununca, yeni bir insan modelinin kurulması gerektiği, verilecek olan eğitimlerin de bu modele göre düzenlenmesinin mecburi hâle geldiği ortaya çıktı.

En önemlisi, insanın mekanik bir varlık değil, iç içe geçmiş alt-sistemlerden inşa edilmiş (biyolojik, psikolojik, hissî, zihinsel, ruhî, enerji-beden (aura) kompleks, adaptif (uyum sağlayıcı) esnek, öğrenen bir ağ sistemi olduğu fark edildi. Bu model, insanın anlaşılmasında, mekanik insan modeli için üretilmiş olan siyah-beyaz mantığının, (Aristo mantığı) yeterli olmadığını ve eksik yanlarının yeni de olsa eklemelerle tamamlanamayacağını, bunun yerine ancak gri mantık, sistemci yaklaşım ve tamamen yeni kaotik bir ağ yaklaşımıyla, günümüz insanının problemlerinin çözülebileceğini gösterdi.



Bu ikinci anlayış, tıp dünyasında da bakış açısını değiştirmiştir. Bu açıdan rahatsızlıklar da iki gruba ayrılmaktadır:

1. Spesifik, parça bozukluğu (molekül, hücre, doku, organ bozuklukları) olup, mide ağrısı ve böbrek rahatsızlıkları gibi hastalıklarla temsil edilir. (Bu birinci anlayışa karşılık gelir.)

2. Network (ağ) veya sistem bozukluğu olup, insanın içinde bulunduğu alt-sistemlerin kendi içlerinde ve çevreleriyle münasebetlerinden kaynaklanan arızalarla temsil edilir. Stres çok tipik bir sistem dinamiği bozukluğudur. Ümidini kaybetme, yalnızlık sendromu, öğrenilmiş çaresizlik sendromu, depresyon, anksiyete (endişe) gibi hastalıklar sistemin sağlıklı işleyişini bozar. Bunlar ise kişisel gelişim sektöründeki ikinci anlayışla teşhis ve tedavi edilebilecek rahatsızlıklardır.

Bunlar tedavi edilmezse, parça hastalıklarına yol açabilmekte ve/veya bunların çabuk iyileşmesini engellemektedir. Son yıllarda özel hastahaneler tarafından yapılmaya başlanan hasta ziyaretleri veya tedavinin evde devam ettirilmesi sistemi besleyen bir tedavi tarzıdır. İnsanın sevdiğinden haber alması, telefonda sesini duyması, sevdiklerinin yanında olması, ona çok olumlu yönde tesir etmekte ve tedaviyi hızlandırmaktadır. İnsandaki bütün alt-sistemler birbirini etkilemektedir; dolayısıyla parçanın sistem, sistemin parça üzerinde tesiri vardır. Biyolojik sistemin parçaları olan organ, doku ve moleküllerdeki bozukluklar bütün sistemin işleyişini etkilediği gibi, sistemdeki arızalar da her bir parçayı etkileyebilmektedir.


Bu örneklerden açıkça görülmektedir ki, insan dinamik bir sistem şeklinde yaratılmıştır. Onun üzerinde yapılacak herhangi bir tıbbî tasarruf gibi, kişisel gelişime yönelik faaliyetler de bu gerçeği göz önünde bulundurmalıdır. Meselâ kişisel gelişim sektöründe öne çıkarılan başarı kavramı tek başına değil, ancak insanın maddî-manevî bütün dinamiklerinin nazara alındığı bir yaklaşım çerçevesinde anlam kazanmaktadır.

Yeni insan modeli oluşturma faaliyetleri ışığında bizim durumumuz

Batı, üretilen parçalardan yola çıkarak 21. yüzyılda bütüncül bir kâinat anlayışı ve bununla uyumlu bir insan modeli inşa etme çalışmalarını sürdürmekte, bu şekilde İkinci Rönesans olarak nitelendirilebilecek yeni bir insan modeli inşa etmek istemektedir. Bu yeni rönesans insanının en önemli özelliği, parçalar halinde üretilmiş uzmanlık bilgilerini, bir bütün içerisinde anlamlı hale getiren ve bölük-pörçük bilgileri bir tevhide ulaştıran, sonuçta hem ormanı, hem de ağacı gören çok boyutlu fert olmasıdır. Bu bakımdan, bizler daha şanslıyız.

Çünkü bizim onlarda olmayan Kuran ve Sünnet gibi sağlam kaynaklarımız, insana dair çok şey söyleyen bir tarihî mirasımız var. Ayrıca internet gibi bilgi erişim teknolojilerini kullanarak onların sahip olduğu parça bilgilere kolayca ulaşma ve kullanma imkânına da sahibiz. Hattâ varlık, insan ve hayata dair bilgi parçalarına baktığımızda bunların insan ve kâinat kitabındaki sünnetullaha ait olduğunu açık bir şekilde görürüz. Bu kader-denk noktada, ya biz de kainat ve insana ait bilgi parçalarını kullanarak kendi insan modelimizi kaynaklarımız ve kültürel mirasımız ışığında yeniden inşa edeceğiz veya Batı'da üretilen insan ve kişisel gelişim modellerini kullanarak onların hesabına çalışan işçiler olacağız


Þu anda 21. yüzyılı şekillendirecek bütüncül insan modelleri, dünyanın değişik yerlerinde değişik kültür ve milletler tarafından inşa edilmektedir. Kâinatta boşluk olmadığına göre, bizler ya başkaları tarafından üretilen insan modellerini ve onlara ait eğitimleri kullanan kopyacılar olacağız veya kendi senaryomuzu ve modelimizi, dünyanın değişik yerlerinden gelen bilgi parçalarını kullanarak inşa edeceğiz. Kişisel gelişim ve insan kaynakları sektörü bize böyle bir imkânı kullanabilme şansımızın olduğunu söylüyor. Çünkü insana dair en doğru şeyler, ancak Yüce Beyan'da bulunmaktadır. Bizler böyle bir kitaba sahip insanlarız.

 

Dr. Selim AYDIN

Sızıntı Dergisi

Telif Hakkı © 2025 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.