37- Vehhâbîliğin ortaya çıkışı ve bozuk inmançları (Mir'ât-ül haremeyn) den alındı.

37- Vehhâbîliğin ortaya çıkışı ve bozuk inmançları (Mir'ât-ül haremeyn) den alındı.

37 - Vehhâbîliği yaymak için kıyasıya müslüman öldüren Abdülazîz bin Muhammed, hicretin 1210 [m. 1795] senesinde, Mekkeye üç vehhâbî gönderdi. Mekkede yapılan toplantıda, Ehl-i sünnet âlimleri, âyet-i kerimelerle ve hadis-i şeriflerle bunlara cevap verince, üç vehhâbî birşey söyleyemedi. Hakkı kabûl etmekten başka çıkar yol bulamadılar. Ehl-i sünnetin haklı olduğunu, kendilerinin yanlış ve sapık bir yol tutmuş olduklarını uzun yazdılar. Üçü de imzaladı. Fakat, Abdülazîz, siyâsî emeller peşinde, başkanlık lezzetini arttırmak davâsında olduğundan, din adamlarının bu nasihatine kulak bile vermedi. Din perdesi arkasında, işkencelerini hergün daha arttırdı.

Üç vehhâbînin Mekkedeki müslümanlara inandırmak istedikleri yirmi madde idi. Fakat bunların hepsi, yukarıda bildirdiğimiz üç maddede toplanmakta idi. Abdülvehhâb oğlu, ibâdetler îmanın parçasıdır sözünün, imam-ı Ahmed bin Hanbelin ictihâdı olduğunu ileri sürüyordu. Hâlbuki, imam-ı Ahmedin bütün ictihâdları, kitaplara geçmişti. Mekke âlimleri, bunları inceden inceye biliyorlardı. Abdülvehhâb oğlunun bu sözünün doğru olmadığını, bu üç vehhâbîye isbât ettiler.

Üç vehhâbî, ikinci inanışlarında haklı olduklarına çok güveniyorlardı. (Mekkedeki müslümanlar, Resûlullahın ve Abdüllah ibni Abbâsın ve (Mu'allâ) kabristanında bulunan Mahcûbun mezarına giderek: Yâ Resûlallah! Yâ Mahcûb! Yâ ibni Abbâs! diyorlar. İmamımız Abdülvehhâb oğlunun ictihâdına göre, [Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah] deyip de, Allahdan gayrıya duâ edenler kâfir olur. Bunları öldürmek ve mallarını paylaşmak helâl olur) dediler. Ehl-i sünnet âlimleri, bunlara, (Allahü teâlânın sevdiği kullarının kabirlerine gidip, onlara tevessül etmek, duâ istemek, onlara tapınmak değildir. Onlara ibâdet etmek için değildir. Onları vesîle ederek, o sebeplere, vâsıtalara yapışarak, Allahü teâlâdan istemektir) dediler. Sebeplere yapışmanın câiz, hattâ lâzım olduğunu vesikalarla isbât ettiler.

Mahcûbun ismi, seyyid Abdürrahmândır. Zamanının en derin âlimi idi. Binikiyüzdört 1204 [m. 1790] senesinde vefât edip, Mu'allâ kabristanında defnedildi.

Evliyânın kabirlerine giderek, Allahü teâlâdan bir dilekte bulunurken, onları vesîle etmek, vesîle olmaları için onlara yalvarmak câiz olduğu, çeşidli yollardan isbât edilmektedir. Mâide sûresi otuzsekizinci âyet-i kerimesinde meâlen, (Ey müminler! Allahü teâlâdan korkun ve Ona yaklaşmak için vesîle arayın!) buyuruldu. Bütün tefsîrler, vesîlenin Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği şeylerden herbiri olduğunu bildiriyor. Nisâ sûresinin yetmişdokuzuncu âyetinde meâlen, (Resûle itaat eden, Allaha itaat etmiş olur) buyuruldu. Bunun içindir ki, İslâm âlimlerinin çoğuna göre, birinci âyet-i kerimedeki vesîle, Resûlullah demektir. Böyle olunca, Peygamberleri ve onların vârisleri olan Velîleri, sâlih müslümanları vesîle etmek, onların yardımları ile Allahü teâlâya yaklaşmak câiz olmaktadır. Peygambere karşı söylemek, yalvarmak küfür ve şirk olsaydı, namaz kılanların hepsinin kâfir olması lâzım gelirdi. Muhammed bin Süleymânın yukarıda yazılı fetvâsına göre, vehhâbîlerin de kâfir olmaları lâzım olurdu. Çünkü her müslüman, namazda otururken, (Esselâmü aleyke eyyühen-Nebiyyü ve rahmetullah) diyerek Resûlullaha selâm vermekte ve o yüce Peygambere duâ etmektedir.

Kabirleri ziyâret etmekte ve Evliyâyı vesîle ederek duâ etmekte faydalar vardır. Çünkü, İbni Asâkirin bildirdiği ve (Künûz-üd-dekâık)de yazılı hadis-i şerifte, (Mümin, mümin kardeşinin aynasıdır) buyuruldu. Dâre Kutnînin bildirdiği hadis-i şerifte, (Mümin, müminin aynasıdır) buyuruldu. Bu hadis-i şeriflerden anlaşılıyor ki, ruhlar, birbirlerinin aynaları gibidir. Birbirlerinde görünürler. Kabir başında, o Velîyi düşünüp, vesîle eden kimsenin ruhuna, Velînin ruhundan feyz gelir. Hangisinin ruhu zayıf ise, kuvvetlenir. Birleşik iki kaptaki sıvı gibidir. Yüksek olan ruh zarar eder. Kabirdekinin ruhu aşağı derecede ise, ziyâret edenin ruhu sıkıntı duyar. Bunun içindir ki, islâmiyetin başlangıcında, kabir ziyâreti yasak edilmişti. Çünkü mezarda olanlar, câhiliyye zamanından kalmış olanlardı. Müminler de ölmeye başlayınca, kabir ziyâretine izin verildi. Peygamberin veya bir Velînin kabri ziyâret edilince, o Velî düşünülür. Hadis-i şerifte, (Sâlihler düşünüldüğü zaman, Allahü teâlâ merhamet eder) buyuruldu. Bu hadis-i şeriften anlaşılıyor ki, kabir ziyâret edene, Allahü teâlâ merhamet eder. Merhamet ettiği kulunun duâsını kabûl buyurur. Kabir ziyâret edilmez. Evliyâya tevessül olunmaz sözünün, senedsiz bir düşünce, bir görüş ayrılığı olduğu meydandadır. (Ben öldükten sonra, hac eden bir müslüman beni ziyâret ederse, diri iken ziyâret etmiş olur) hadis-i şerifi, bu inanışı kökünden çürütmektedir. Kabir ziyâretinin lâzım olduğunu göstermektedir. Bu hadis-i şerif, vesikaları ile, (Künûz-üd-dekâık) kitabında yazılıdır.

Türbeleri yıkarken, (Mezar ziyâret eden kadınlara ve mezarların üstünü mescid yapanlara, mezarlara ışık yakanlara lânet olsun!) hadis-i şerifini ileri sürüyorlar. Peygamber zamanında böyle şeyler yoktu. Hadis-i şerifte, (Bizim zamanımızda olmayıp, sonradan yapılan şeyler, bizden değildir) denildi, diyorlar. İkinci inanışlarına karşı verilen cevap, bu sözü de çürüttüğü için, Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerini kabûl eylediler.

Anasayfaya dön Kapak Sayfası
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri

Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.