Patatesin hikayesi

patatesPatatese musallat olan "phytophthora infestans" adlı bir mantar olmasaydı, belki de Amerika Birleşik Devletleri'nde bu kadar İrlanda kökenli insan bulunmayacaktı.

1845-47 yıllarında bu mantardan kaynaklanan mildiyö hastalığı, ekonomisi patatese bağımlı olan İrlanda'nın bütün patates ürününü mahvedince, yüz binlerce kişi açlıktan ve hastalıktan öldü; yaklaşık bir milyon İrlandalı da Amerika'ya ve başka ülkelere göç etti.

Patates, daha 17. yüzyılın sonlarında İrlanda'nın temel besin kaynağı haline gelmişti. Aynı tarihlerde, bugün önde gelen patates üreticisi ülkelerden olan Almanya'da ise, sadece hayvan yemi olarak kullanılıyordu.

Güney Amerika'dan Avrupa'ya...

Güney Amerika kökenli bir bitki olan patatesin Avrupa'da tanınması ve bir gıda maddesi olarak kabul görmesinin ilginç bir öyküsü var.

Patatesin, Peru-Bolivya Andları'ndan 1500'lü yıllarda İspanyol istilacılar tarafından Avrupa'ya getirildiği söylenir. Getirilen patates tohumları Papa'ya sunulmuş. Cassius adlı bir botanikçi de, Papa'dan aldığı tohumları incelemiş ve Vercel les Champs'da Avrupa'nın ilk patateslerini yetiştirmiş.

Cassius, patatese "taratufi" adını vermiş. İspanyollar da, Batı Hint Adaları'nda yetişen tatlı patatese benzettikleri bu yumru kökü "batata" diye adlandırmışlar. Bu ad, telaffuzdaki bazı değişiklikler ile bir çok dile geçmiş bulunuyor.

Patatesin Avrupa'ya yayılışı ise, Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) sırasında... Almanya'ya giden İspanyol askerler, yanlarında at yemi olarak patates götürmüşler.O sıralarda yoksulluktan sürünen Alman köylüler, İspanyollar' dan gâh aşırarak gâh dilenerek ilk kez patatesi tatma fırsatı bulmuşlar. Ama, nasıl yiyeceklerini bilmedikleri için, soymadan çiğ çiğ mideye indirmişler. Tabiî ki, şiddetli hazım rahatsızlıkları ortaya çıkmış. Bunun üzerine, patatesin hastalık kaynağı olduğuna hükmedilmiş. Hatta, veba, kolera, humma, cüzzam gibi ölümcül bulaşıcı hastalıklara da yol açtığı söylenmiş.

Patatese adanan bir ömür

Almanlar "kartoffel" diye adlandırdıkları ve hastalık kaynağı olarak fişledikleri patatesi, yemeyip sadece hayvan yemi olarak kullanmışlar. Ama, savaş esirlerine vermekte de sakınca görmemişler. Almanlar'ın bu kötü tutumu olmasaydı, belki de patates hep hayvan yemi olarak kalacaktı.

Yedi Yıl Savaşları sırasında Almanlar'a esir düşen Antoine-Augustin Parmentier adlı bir Fransız eczacı, esir kampında sırf patates yiyerek hayatta kalmayı başarmış; 1763 yılında esaretten kurtulup ülkesine dönünce, ömrünün geri kalan kısmını, hayatını kurtaran patatesi tanıtmaya ve aklamaya adamış. Parmentier, kitaplar yazarak, patatesin insanı hasta etmediğini, yararlı olduğunu anlatmaya çalışmış olsa da, o sıralarda ciddî bir tahıl kıtlığı baş göstermeseymiş, patatesin yüzüne bakan çıkmayabilirmiş. Çünkü, Fransa'da patates yemeyi yasaklayan bir kanun bile varmış.

Kıtlık tehlikesi karşısında patatese umut bağlanmış. Kilise, kendisine ait arazilerde patates yetiştirip yoksul halka dağıtmaya başlamış. Ama, ekmeğin yerini tutmayan patatese, halk pek de itibar etmiyormuş.

16. Louis'nin patates promosyonu

Kıtlık had safhaya varıp da halk açlıktan kırılmaya başlayınca, Fransa Kıralı 16. Louis ve ekmek bulamamaktan şikayet eden yoksul halka pasta yemeyi tavsiye eden Kraliçe Marie Antoinette de patates tüketimini özendirme kampanyasına katılmış.

Kral, 50 hektarlık bir askerî araziye patates ektirmiş; çok değerli bir bitki yetiştiriliyormuş gibi, tarlanın etrafına nöbetçiler diktirmiş. Halkın ilgisini ve merakını çekmek için tabiî... Tarlayı ziyaret ettiğinde de, kendisine sunulan patates çiçeklerini şapkasına takmış. Kısa sürede bütün dekoratif öğelerde patates çiçeği motifi kullanmak moda olmuş.

İyi planlanmış bu promosyon kampanyası başarılı olmuşsa da, patates tüketiminde beklenen patlama, 1789 Fransız İhtilâli'nden sonra görülmüş. Cumhuriyetçiler, halkın açlık şikayetlerine son vermek için, Marie Antoinette'in gül bahçelerini patates tarlalarına çevirmişler.

Prusya Kralı Büyük Frederick de, halkına gıda ve yem olarak patates yetiştirmeyi emretmiş. 18. yüzyılın sonunda başta Almanya olmak üzere, Kıt'a Avrupası'nın bazı ülkelerinde ve İngiltere'nin batısında, patates temel tarım ürünü haline gelmiş.

Bu yıllar aynı zamanda “patates kıtlığı”nın yaşandığı yıllardır. Patates, Amerikan kıtasının bir hediyesidir. İrlanda toprağında kolayca yetişen bu mükemmel gıda kaynağı kısa zamanda İrlandalıların kurtarıcısı olur. Hatta, nüfusları artar, sekiz milyonu bulur. Sonra bir hastalık gelir, 1845’de mahsul tek bir patates kalmamacasına telef olur.

1845-1852 yılları arasında yaşanan gıda kıtlığı değil, hatta bazılarına göre gıda fazlası olduğu bir sırada patates mahsulünün hastalıklı çıkması nedeniyle milyonlarca İrlandalı ölür.Ölen kadar da ülkeden göç etmek zorunda kalır.. Ülke nüfusu 8 milyondan 3 milyona iner.

İrlandalıların bir çoğu balıkçı gemisi, kuru yük şilebi, ne bulabiliyorlarsa artık, Amerika’ya göç ederler.

On dokuzuncu yüzyılın ortalarında İrlanda'da süregelen bu kıtlık sırasında, Osmanlı Padişahı Abdül Mecit'in açlıktan ölümler yaşayan İrlandaya gemiler dolusu gıda ve çuvallar dolusu para yardımında bulunur.

Protestan toprak ağları da bu ortamda acımasız çıkınca ortaya 19'uncu asrın en büyük felaketlerinden biri çıktı. Annelerin açlıktan ölen çocuklarını yemelerine kadar uzanan inanılmaz öykülerle dolu olan bu hadise İrlandalılar' ın tarihsel anılarının en önemli dönüm noktalarından biridir. Bu hadise üzerine kurulmuş koskoca bir İrlanda edebiyatı vardır.

O zamanlardan kalma bir söz vardır: Derler ki, İrlandalıların en büyük talihsizliği, İngiltere gibi zalim bir yayılmacı ülkeye komşu olmalarıdır. İngiliz Hükümeti gerçekten de yardım etmek için parmağını kıpırdatmamıştır. Ne İngiliz hükümeti ne de toprak ağaları. Patates kıtlığı İrlanda’nın İngiltere’den kopmasına neden olur, iki ulus arasında bugün halen süren husumeti doğurur.

Telif Hakkı © 2025 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.