Feteva-i Hindiye

Nikah

NİKÂH..

(Kitâbü'n Nikâh)

1- NİKÂHIN ŞER'İ TARİFİ, SIFATI, RÜKNÜ, ŞART VE HÜKMÜ..

Nikâhın Tarifi:

Nikâhın Sıfatı:

Nikâhın Rüknü :

Nikâhın Şartları:

Nikâhın Hükümleri

2- NİKÂH HANGİ SÖZLE SAHİH OLUR. HANGİSİ İLE SAHİH OLMAZ?.

Sarih Lafız, Kinaye Lafız :

3- NİKÂHLANMASI HARAM OLAN KADINLAR..

1- Nesep Sebebi İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar

2- Sıhriyet Sebeb İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar

Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler

3- Ridâ (- Emişmek) Sebebi İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar

4- Dörtten Fazla Kadını Ve Birbirinin Mahremi Olan İki Kadını Bir Kimsenin Nikâhı Altında Cem Etmesi Sebebi İle Nikâhları Haram Olanlar

Dörtten Fazla Yabancı Kadını, Bir Kişinin Nikâhı Altında Toplaması

Bir Kimsenin Birbirinin Mahremi Bulunan İki Kadını Nikâha Altında Cem Etmesi

5- Hür Bir Kadin Üzerine Bir Gâhiyeyi Nikahlamanın Veya Bunlar! Beraber Nikahlamanın Hahamlığı

6- Başkalarının Hakki Sebebi İle Nikâha Haram Olan Kadınlar

7- Şirk Sebebi İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar

8- Mülk Sebebi İle Nikâhı Haram Olanlar

9- Talâk Sebebi İle Nikaları Haram Olanlar

Bu Hususlarla İlgili Diğer Bazı Mes'eleler

4- NİKÂHTA VELAYET.

Akrabalık:

Efendilik:

İmamet :

Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler

5- NİKÂHDA KEFÂET (= DENK OLMA)

Kefâet (= Denklik) Esasen Şu Altı Yerde Aranır

1- Nesebte Denklik  :

2-  İslâmiyet'te Denklik :

3-  Hürriyette Denklik :

4- Malda Denklik :

5- Diyette Denklik :

6- Hırfette    (= San'at,   Ticâret,   Ziraat    Gibi    Geçim Vâsıtalarında) Denklik :

Nikâhta Denk Olma İle İlgili Diğer Bazı Meseleler

6- NİKÂH VE DİĞER HUSUSLARDA VEKÂLET.

Fesih  Mes'eleleri

7- MEHİR..

1- Mehrin En Az Haddi İle Mehir Olmaya Elverişli Olan Ve Olmayan Şeyler

2- Mehrin Teekküdü Ve Kat'iyyet Kesbetmesi

Bize Göre, Üç Çeşit Müt'a Vardır :

3- Mal Olan Mehre, Mal Olmayan Bir Şey Eklemek.

4- Mehirde Koşulan Şartlar

5- Mehirdeki  Cehalet

Cinsi De, Vasfı Da Bilinmeyen Mehir :

Cinsi Bilinen Fakat Mehri Bilinmeyen Mehir:

Cinsi De, Vasfı Da Bilinen Mehir :

6- Müsemmâda İhtilâf Bulunan Mehir

7- Mehrin Fazlalaştırılması Veya Noksanlaşt1rılması

8- Mehrin Duyurulması

9- Mehrin Helak Olmasi

10- Mehrin Hibe Edilmesi

11- Mehirden Dolayı, Kadının Nefsini Kocasına Yasaklaması Ve Mehrin Geriye Bırakılması

12- Karı -Kocanın Mehir Hususundaki İhtilafları

13- Mehrin Tekrarlanması

14- Mehrin Ödenmesi

15- Zımmi Ve Harbînin Mehri

16- Kızın Çehizi

17- Ev Eşyası Hakkında Karı - Kocanın İhtilâfları

8- FÂSİD NİKÂHLARLA İLGİLİ HÜKÜMLER..

9- KÖLELERİN NİKÂHI

Hıyar-ı Itk.

10- KÂFİRLERİN NİKÂHI

1- Şahitsiz Nikah :

2- Başkanın İddetlisini Nikahlamak:

3- Mahrem Olanların Nikâhı :

11- KASM   ÎLE İLGİLİ MES'ELELER..

Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler


NİKÂH
 
(Kitâbü'n Nikâh)
 

1- NİKÂHIN ŞER'İ TARİFİ, SIFATI, RÜKNÜ, ŞART VE HÜKMÜ
 

Nikâhın Tarifi:
 

Nikâh: Bir kadınla bir erkek arasında, bunların birbirlerinden — meşru' olarak— istifâde etmek arzusu ile yapılan bir akittir. Kenz'-de de böyledir. [1]

 

Nikâhın Sıfatı:
 

Nikâh, itidal halinde (= normal durumlarda), müekked sünnettir. İhtiyaç halinde evlenmek ise, farzdır Korku ve zulüm halinde -evlen­mek de, mekruhtur. El İhtiyar Şerhü'l - Muhtâr'da da böyledir. [2]

 

Nikâhın Rüknü :
 

Nikâhın rüknü, îcap ve kabulden ibarettir. (Yani evlenecek

kimselerden birinin: «Seni, karı —veya koca— olarak aldım.» de­mesi, diğerinin ise : «kabul ettim.» demesidir. Kâfî'de de böyledir.

îcap, hangi taraftan olursa olsun, önce birinin : «aldım» veya : «vardım» diye bir söz söylemesidir.

Kabul ise, bu sözün müsbet £= olumlu) olan cevabıdır. Inâye'de de böyledir. [3]

 

Nikâhın Şartları:
 

1- Nikahlanan kimselerin; âkil, baliğ ve nikâh akdi hususunda -hür olmaları şarttır.

Akıl, nikâh akdi hususunda gerçekten şarttır. Mecnunun ve aklı ermeyen çocuğun nikâh akdetmesi sahih olmaz. Diğer iki şart ise, nikâhın infaz edümesinfn şartıdır. Akıllı çocuğun nikâhı, velîsinin izni ile aktedilir. Bedii'de de böyledir.

2- Şeriatın nikahlanmasın! helâl kıldığı bir kadının bulunması da, nikâhın şartlanndandır. Nihâye'de de böyledir.

3- Nikâhı akdedenlerden her birinin sözünü, diğerinin İşitme­si şarttır. Fetâvâyı Kâdîhân'da da böyledir.

Nikâh, her ikisinin de anlamadığı bir sözle akdedilmiş olsa, yine­de kıyılmış olur; muhtar olan kavil budur. Muhtârü'l - Fetâvâ'da da böyledir.

4- Nikâh akdedilirken, şahitlerin bulunmaları da şarttır. Âlim­lerimizin tamamı, şehâdeti nikâhın caiz olmasının şartlarından say­mışlardır. Bedâİ'de de böyledir.

Nikâhta şahit olan kimselerde, şahitliklerinin sahih ojması için, şu dört şartın bulunması gerekir:

1- Hür oimak,

2- Akıllı olmak,

3- Bulûğa ermiş olmak,

4- Müslüman olmak.

Kölelerin şahitliği ile nikâh kıyılmaz. Bunların müdebber, mükâtep olmaları erasmda da bir fark yoktur.

Delilerin ve çocukların şahitlikleri ile de nikâh kıyılmış olmaz.

Müslümanın nikâhına, kâfirin  şahitliği de  yeterli değildir. Bah-rti'r - Râık'ta da böyledir.

Koca müslüman, kadın ise zîmmî olsa, bunların nikâhı, iki zımmînin şahitliği ile kıyıîabilir. Bunların, dinlerinin birbirine uyup uymaması da müsavidir. (Yani kadın yahudî, şahitler ise hıristiyan ve­ya kadın hıristiyan, şahitler ise yahudî olabilir.) Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Birbirleri ile nikahlanan kâfirlerin nikâhında, şahitlerin müs­lüman olmaları da şart değildir. Kâfir olan erkek ve kadının nikâhları, iki kâfir şahitle kıyılır. Bunların da aynı milletten (= dinden) olmala­rı şart değildir. Bedâi'de de böyledir.

İki fasık şahitle ve iki kör şahitle kıyılmış olan nikâh sahih olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Keza, —nikâh hususunda— kendilerine hadd-i kafz tatbik olan kimselerin şahitlikleri de sahih olur. Bahrü'r - Râik'ta da böyle­dir.

Keza, hadd-i zinaya çarptırılmış olanların da, —bu hususta­ki — şahitlikleri sahih olur. Hulâsa'da da böyledir.

Nikâhı kıyılan kimseler hakkında, şahitlikleri asla kabul edilme­yecek olan kimselerin şahitlikleri ile kıyılan nikâh da sahih olur. Me­selâ : Bir kadının, kendi öz oğlunun şahitliği ile kıyılan nikâhının, sa­hih olması gibi...

Keza, bir kadının, kendinden olmayan iki oğulluğunun şahitliği ile nikâhianmasi da sahihtir. Bir erkeğin de, kendinden olmayan iki oğulluğunun şahitliği ile nikâhlanması sahihtir. Bedâi'de de böyledir.

Bu hususta asıl olan şudur: Velîsi olarak nikâh kıydırması sahih olan kimsenin, şahit olarak hazır bulunması  ile kıyılan nikâh sahih olur. Aksi takdirde sahih olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Nikâh konusundaki şahitlikte de, nisap şarttır. Tek bir kim­senin şahitliği ile nikâh kıyılmaz. Bedâi'de de böyledir.

Şahitlerin tamamının erkek olması şart değildir. Bir erkek ile iki kadının şahitlikleri ile kıyılan nikâh sahih olur. Hidâye'de de böy­ledir.

Ancak, —erkek şahit olmadan— iki 'kadının şahitliği ile kı­yılan nikâh sahih olmaz.

Keza, yanlarında bir erkek bulunmayan iki hünsânın, şehâdetiyle de nikâh kıyılmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

5- Nikâhın sshih olması için, şahitlerin, her iki tarafın söyle­diklerini de duymaları şarttır. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.

Akit esnasında, iki tarafın da sözlerini işitmeyen kimselerin, meselâ: Bu esnada uyumakta olan iki kimsenin hazır bulunması ile kıyılan nikâh, mün'akıd olmaz. (= kıyılmış sayılmaz.) Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Sağır olduğu için duyamıyan kimselerin, şahitliği ile kıyılan nikâh, sahih olmaz. Bu konudaki kavillerin en doğrusu 'budur. Kadî-hân'ın Câmîu's - Sağîri'nde de böyledir.

Dîiî tutulmuş olan veya lahras bulunan kimseler, eğer işiti­yorlarsa; bunların şahitlikleri ile, nikâh kıyıiabilir. Hulâsa'da da böy­ledir.

Şahitler, iki taraftan birinin sözünü işitseler de, diğerinînki-ni işitmeseler veya şahitlerden biri, taraflardan birini, diğeri de di­ğerini işitmiş olsalar, bu nikâh caiz olmaz. Bedâi'de de böyledir.

Nikâh akdi esnasında 'hazır bulunan iki şahitten biri sağır ol­muş olsa; kulağı duyan şahit, akidle ilgili sözleri sağıra duyurmak için bağirsa veya bir başka şahıs, o sağırın kulağına söylemiş olsa, — akid sözlerini, her iki şah-it birlikte işitmiş olmadıklarından— bu ni­kâh caiz olmaz. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

Nszm-ı Zendûyestî'de : «İki şahitten birisi kadının, diğeri de erkeğin sözünü işitmiş olsa; sonrada bu akid yenilense ve bu ye-nileniş esnasında, önceki akid sırasında kadının sözünü işitmiş olan şahit, erkeğin; erkeğin sözünü işitmiş olan şahit de, kadının sözünü işitmiş olsa; eğer bu akidler, ayrı ayrı iki mecliste yapılmışsa, bil -ittifak bu nikâh caiz olmaz. Eğer, bu İki akid, bir meclisde yapılmışsa, âlimlerin bir kısmına göre, bu nikâh yine caiz olmaz.» denilmiştir. Ebü Sehi gibi bazı âlimler de : «Bu nikâh caiz olur. demişlerse de Zendû-yestî: «Biz, Ebû Sehl'in bu kavlini, alıp kabul etmeyiz.» demiştir. 2e-hıyre'de de böyledir.

Şahitler, akit yapanlardan İkisinin de sözünü îşitseîer ve fa­kat manâsını anlamasalar; «bu nikâh sahih olur.» denilmişse de; za­hir olan kavii, bunun hiiâfınadır ve bu nikâh sahih olmaz.

İmâm Muhammed (R.Â.): «Akdedilen    nikâha    iki Türk ve iki Hindii şahit olsalar: eğer bunların her ikisi de duydukları sözleri an­lama imkânına sahip olurlarsa akdedilen bu nikâh sahih olur; aksi tak-. dirde sahih olmaz.» demiştir. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

Şahitlerin, yapılan sözleşmeyi anlamaları şart mıdır? Bu hu­susta fetvalarda: «İtibar, işitmeyedir; anlamaya değildir. Hatta, dil bilmeyen iki kişinin şahitlikleri ile evlenmek de caizdir.» denilmişse

de; en açık olan kavil —önce de söylendiği gibi— şahitlerin, akidde-ki sözleri, anlamaları da şarttır. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Sahih olan budur. Cevheretü'n - Neyyİre'de de böyledir.

Nikâh-kıyıldığını bilen, sarhoş kimselerin şahitliği ile nikâh akdedilse de, bu sarhoşlar ayılınca, kıyılan nikâhı hatırlamasalar; bu durumda bile, kıyılan nikâh, caiz oiur. Hizânetü'l • Müftîn'de de böyle­dir.

Ebû'I - Leys'in Fetâvâsı'nda :    «Bir kimse, hazır bulunan ce­mâate hitaben : «Şahit olun! Ben şu evdeki kadını aldım.» dese; ev­deki kadın da : «Kabul ettim.» dese ve bu sözü duyan cemâat kadını görmese; eğer evde bsşka bir kadın yoksa, bu, nikâh olarak caiz olur; fakat, o kadınla  birlikte evde başka bir kadın daha  varsa, bu nikâh caiz olmaz.» denilmiştir.

Kızını bir adama nikâh edecek olan şahıs bir evde, şahitler de başka bir evde bulunsa; kızın babası, onları görmediği halde şa­hitler, onun ne söylediğini duysalar; bu evden şahitlerin bulunduğu eve açılmış bir pencere bulunur ve şahitlerden birisi, kızın babasını görürse, bu nikâh caiz ve o şahısların şahitlikleri makbul olur. Ancak, hiç biri kızın babasını görmüyorsa, şahitlikleri makbul olmaz ve bu nikâh da caiz olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Bir şahıs, bir kadının nikâhı için, bir cemâati o kadının baba­sına gönderse; kadının babası da : «Verdim.» dese, bunun üzerine, o cemâatten birisi : «Ben de, o şahss adına kabul ettim.» dese; bu ni­kâh sahih olmaz, denilmiştir. «Sahih olur.» diyenler de vardır ve bu görüş sahihtir. Fetvâ'da bunun üzerinedir. Serahsî'nin Muhıyt'İnde ve .Tecnîs'de de böyledir.

Bir kimse, «Allah ve O'nun Resulünün şehâdetiyle» bir kadını nikahlamış olsa, bu nikâh sahih olmaz. Tecnîs'de ve Mezîd'-de de böyledir.

Bir kadın, nikâhlanması için birine vekâletini, verse; bu ve­kil de şahitlerin huzurunda : «Ben filân kadını nikahladım.» dese ve şahitler bu kadını tanımasalar; vekil, o kadının ve babasının adını söylemedikçe, bu nikâh caiz olmaz. Çün^O ~ !'~:i n, — ak'.â yapılır­ken— hazır değildir. Hazırda olmayan ise, ismi Ne tanınır. Serahsî'-nîn Muhıyt'inde de böyledir.

E! - Kâdî'l - İmâm Rüknü'I - İslâm AH es-Sağdı,  İbtîdâ'ında :

«Kadının dedesinin isminin söylenmesi şart değildir.» demiştir. An­cak, bu zat da, ömrünün sonuna doğru, bu kavlinden dönmüş ve de­desinin isminin söylenmesini de şart koşmuştur: Sahih olan da budur. Fetva da bunun üzeredir. Muzmarât'ta da böyledir.

Nikâhı kıyılacak icadın, yüzü örtülü olarak, nikâhın kıyılacağı meclisde hazır bulunsa da, şahitler onu tanımasalar, bu şekilde kıyı­lan nikâh caiz olur ve bu görüş sahihtir. Fakat, İhtiyat istenirse, kadın yüzünü açar ve şahitler onu görürler veya kadın kendi adı ile babası­nın ve dedesinin adın! söyler.

Şayet, kadın nikâhın akdedileceği meclisde hazır bulunmaz ve fakat şahitler onu tanımakta olurlarsa, kocası olacak şahıs —sade­ce— kadının adını söyler: onun söylediği kadın, eğer şahitlerin ta­nıdığı kadın ise: bu nikâh caiz olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böy­ledir.

Bîr kimse, bir başka kimseye, küçük bir kızı, kendisine ni­kahlamasını emretse, o şahıs da, bir başka şahısla gidip kızın baba­sının nezdinde, kızı o adama nikâhlasa; bu nikâh sahih olur. Aksi tak­dirde sahih olmaz. Kenz'de de böyledir.

Âlimler: «Bir kimse, bulûğa ermiş, bakire kızını, 'kızının is­teği i!e bir şahidin huzurunda evlendirirse; bu nikâh sahih olur. Eğer kız, orada hazır bulunmazsa, nikâh sahih olmaz.» demişlerdir. Serah­sî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir kimse, başka 'bir kimseye, kölesini evlendirmek üzere, vekil etse, 'bu vekil de, o kölenin ihazır 'bulunduğu bir mecliste, bir erkek şahit veya iki kadın huzurunda, o köle ile, 'bir kadını evlendir­se; bu nikâh caiz olmaz. Tebyîn'd-e de böyledir.

Bir kimse, kölesine nikâhianmast hususunda izin verse o köle de, efendisinin ve bir başka şahidin 'huzurunda evlense, bi­zim âlimlerimize göre, bu nikâh caizdir. Sahih olan da ibudur. Tecnîs'-de de böyledir,

Bir efendi, büîûga ermiş olan bir kölesini, o kölenin de hazır bulunduğu bir meclisde ve bir şahidin huzurunda evlendirse, bu ni-kgh sahih olur. Fakat, bu ko!e, o meclisde hazır bulunmazsa, bu nikâh caiz olmaz. Cariyede, bu minval üzeredir. Mürğînânî de : «Caiz olmaz.» demiştir. Tebyîn'de de böyledir.

Bu cinsten olan mes'eleler,    Mecmû'u'n - Nevâziî'de zikre­dilmiştir.

Bir kadın, kendisini bir başka erkekle evlendirmek üzere bir şahsı vekil etse, o şahıs da, kendisini vekil etmiş olan bu kadının hazır bulunduğu bir meclisde, iki  kadının da şehadetiyle, bu kadını evlendirse, İmâm N&cmü'd-din' «Bu nikâh caiz olur.» demiştir. Ze-hıyre'de de böyledir.

Nikâh kıyılırken, şahitlerin hazır bulunma vakti, îcap ve ka­bul vaktidir. Şahitlerin hazır 'bulunma vakti evlenmeye izin verilen vakit değildir. Dolayısı ile, icazete bağlı olarak, şahitsiz olarak ak-tedilen nikâh caiz olmaz. Bedâî'de de böyledir.

6- İcâp ve kabulün bir meclisde olması da nikâhın şartlarındarıdır.

Şayet, meclis değişirse, nikâh akdedilmiş olmaz. Şöyle ki: Bir meclisde, iki taraf da hazır bulunur; bunlardan biri îcap (= evlenme­yi talep) eyler, diğeri ise, kabul etmeden o meclisten kalkar veya meclisin değişmesini gerektiren bir işle meşgul'olursa, bu durumda nikâh aktedilmiş olmaz.

Keza, meclisde, taraflardan biri hazır bulunmazsa, yapılan bu akîd (yani kıyılan bu nikâh) sahih olmaz. Şöyleki: Bir kadın, iki şehid hu­zurunda : «Ben kendimi filan adama nikâh eyledim.» dese; eğer o adam orada hazır değilse, bu haber kendisine ulaşınca : «İşte ben de kabul ettim.» dese bile, bu nikâh caiz olmaz.

Veya, bir şahıs, iki şahit huzurunda : «Ben filân kadınla evlen­dim.» demiş olsa ve fakat «evlendim» dediği kadın, o mecliste ha­zır olmasa ve bu haber o kadına ulaşınca : «Ben de, kendimi o şahsa tezvîc ettim.» demiş olsa, yine bu nikâh caiz olmaz. Bu kabul, yine, aynı iki, şahidin huzurunda olsa bile durum böyledir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R-A.)'in ve imâm Muhammed (R.A.)'în kavlidir.

Bir şahıs, bir kadına bir elçi veya —evlenme talebi ile— bir mektup gönderse; o kadın da, iki şahit huzurunda kabul eylese, bu durum da mânâ bakımından meclis bir olduğu için, nikâh caiz oiur.

Eğer şahitler gelen elçinin sözünü veya mektubu işitmezlerse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu nikâh caiz olmaz; İmâm Ebû Vûsuf (R.A.)'a göre ise, caiz olur. Bedâi'de de böy­ledir.

Mektup gelip okunduğu zaman, kadın o mecliste nefsinî o adama nikâh -eylemese de, başka bir mecliste, şahitler huzurunda, nefsini o adama tecviz eylese; şahitler de, kadının sözünü ve mek­tubun mahiyetini işitseler, yine bu nikâh caiz olur. Hulâsa'do da böy­ledir.

Bir kadın : «Gerçekten filan şahıs bana mektup yazmış; beni nikahlamak istiyor. Şahit olunuz; muhakkak ki ben, nefsimi Ona tezvic eyledim.- demiş olsa; bu nikâh caiz olur. Çünkü şahitler, bu akdin icabını kadından duydular; nikâhı talep eden şahsın sözünü de kadın, şahitlere, böylece duyurmuş oldu. Zehıyre'de de böyledir.

îcâb ve kabû! —sadece— yazılmış olursa, bu yazılarla, ni­kâh akdedilmiş olmaz. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.

Elçi olmak hususunda; hür, köle, küçük, büyük, âdil ve fasık müsavidir. Çünkü elçilik, sadece gönderen kimsenin sözünü tebliğ etmekten ibarettir. Hulâsa'da da böyledir.

Yürürken veya hayvan üzerinde giderken yapılan nikâh akdi caiz olmaz. Ancak, gemide gidilirken yapılan nikâh akdi câîz olur, Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.

Kabul için acele etmek, bize göre şart değildir. El-Aynî Şer-hü'I - Hidâye'de de böyledir.

7- Kabulün, İcaba muhalif olmaması da nikâhın şartlarındandir. Şöyfeki :

Bir kimse, diğer bir kimseye : «Bin dirhem üzerine kızımı sana tezvîc ettim.» dediği zaman, ikinci şahıs : «Nikâhı kabul ettim; fakat mehri kabul etmiyorum.» dese, bu nikâh batıl olur, (= geçerli ol­maz.) Fakat, ikinci şahıs, nikâhı kabul etse ve mehir hususunda ise sussa; nikâh, aralarında geçmiş bulunan konuşma üzere kıyılmış olur. Fetâvâyi Ebi'I - Leys'de de böyledir.

Mecmûu'n - Nevâzil'de : «Bir kn!e, bir kadını, efendisinin iz­ni olmadan, kendisinin  kıymeti karşılığında nikâhlasa;  efendisi de: «Nikahlatmasına izin verdim, rakabesî (= hürriyeti) karşılığı ücret yoktur.- dese; bu nikâh caiz oiur. Kadına mihir olarak, mislinin et azmınvdeğeri veya köle satılmış olursa, satıştan elde edilen miktar mehir olarak verilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kadın, kendisini, bin dirhem mehirle, bîr şahsa tezvic et­se; o şahıs da bu kadını, iki bin veya beş bin dirhem mehirle kabul etse, !bu  nikâh sahih   olur. Ve  mehir olarak,  edamın  kabul ettiği en yüksek miktar ödenir. Fetva da bunun üzerinedir. Nehru'I -Fâık'ta da böyledir.

8- Nikâhı, kadının vücûdunun tamamına veya tamamı .aniams-na gelecek bir şeye izafe etmek de şarttır. Baş ve boyun gibi... El ve ayak bunun hilâfınadır.

Nikâh sırta veya karna izafe edilmiş olursa, Halvanî: «Bizim âlimlerimiz, bu nikâh sahih olur demişlerdir.» demiştir. Bahrü'r - Râık'­ta da böyledir,

Nikâh, kadının yansına Izâfe edilmiş olursa, bu durumda iki rivayet vardır. Sahih olan rivayet ise, o nikâhın sahih olmadığıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,

Tefârıyk'ta  «Bir kimse, bir kadının  yarısını tezvîc  etsa âlimlerin bazıları bu nikâh caiz olur demişlerdir.» şeklinde bir kavil vardır, Muhtâru'l  Fetâvâ'da da böyledir.

9- Kocanın ve kadının beüi olmaları ve   bilinmeleri de nikâhsn şartlarındandır.

Bir kimse, bîr adamın, iki kızından —her hangi —birini tezvic eylemiş olsa, bu nikâh sahih olmaz. Ancak, bu kızlardan birisi evli ise, bu durumda evli olmayan kıza yönelinir, Nehru'I - Fâık'ta da böyledir.

Küçükken kendisine bir isim verilen ve büyüyünce de bu is­mi değiştirilen bir kız, eğer ikinci ismi söylenerek tezvic edilir ve kız, bu isimle tanınıyorsa nikâh sahih olur. En doğrusu, kızın isimlerinin her ikisini de zikretmektir. Zahirlyye'de de böyledir.

Bir kimsenin Fatma isimli bir kızı olsa da, babası 'bir şahsa : «Ayşe isimli kızımı sana nikahladım;» dese de kızın şahsını işaret etmese;  Fetâvâ el-Fadlî'de:  «Bu nikâh kjyilmiş sayılmaz.» denilmistir, Ancajc, bu şahıs : «Kızımı sana nikahladım.» dese ve başka bir şey söylemese, eğer bu adamın bir kızı varsa, bu nikâh caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimsenin, büyüğünün adı Ayşe, küçüğünün adı Fatma olan iki kızı bulunsa; bu adam büyük kızını nikâhlamayı isterken, kü­çük kızının adını söylemiş olsa, nikâh küçük kızın üzerine kıyılmış olur. Şayet, bu adam  «Büyük kızım Fatma'yı nikahladım.» demiş olsa, hiç biri nikahlanmış olmaz. Zrhîriyye'de de böyledir.

Küçük bir kızın babası: «Ben filan kızımı, filanın oğluna nî-kâhladim.» dese; o adam da: «Oğlum adına kabul ettim.» dese, fa­kat oğlunun adını söylemese; eğer bu adamın iki oğlu varsa, bu ni­kâh caiz olmaz. Ancak, bu adamın bir oğlu varsa, bu nikâh sahih olur.

Şayet kızın babası, oğlanın adını söyleyerek: «Kızımı, filan oğ­luna verdim.» der ve oğlanın babası da : «Onun adına kabul eyledim.* derse, nikâh sahih olur.

İki küçük hünsâ bulunsa; bunlardan birisinin babası, diğeri­nin babasına, şahitlerin huzurunda : «Şu kızımı, şu oğluna verdim.» dese, diğeri de :«Kabuİ ettim.» dese; sonra da, kız zannedilenin oğ­lan, oğlan zannedilenin de kız olduğu açıklık kazansa, bu nikâh caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

O Küçük çocukları olan iki babadan biri, diğerine : «Kızımı ver­dim.» dese ve başka 'bir şey söylemese, oğlanın babası da : «Ka­bul ettim.» dese, bu nikâh babaya âit olur. Muhtar olan budur. Muh-târü'l - Fetâvâ'da da böyledir. Sahih olan budur. Zahîriyye'de de böy­ledir. [4]

 

Nikâhın Hükümleri
 

Nikâhın sahih bir şekilde akdedildiği andan itibaren :

1- Şer'an müsâade cihetiyle, iki tarafın birbirlerinden fayda­lanmaları helâl olur. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.

2- Erkek; kadını, açık-saçık çıkmaktan men etme hakkına sa­hip olur.

3- Mehir, nafaka ve giyim erkeğin üzerine farz oîur.

4- Sıhriyyet sebebi ile meydana gelen akrabalar (in bir kısmı) ile nikahlanma haram olur

5- İki taraf, birbirlerine vâris olurlar,

6- Birden fazla evli olan erkeğin, kadınlar arasında adaletle hareket etmesi gerekir.

7- Kadın, yatağına da'vet ettiği zaman kocasına  itaat etme­lidir. İtaat etmediği zaman, kocasının onu   te'dip etmeye selâhiyeti olur. İyi geçinmeleri ise müstehaptır. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.

İki bacının nikâhını cem' etmek ve bu mahiyetteki işler ha­ramdır. Sirâcü'l - VehhâcTda da böyledir. [5]

 

2- NİKÂH HANGİ SÖZLE SAHİH OLUR. HANGİSİ İLE SAHİH OLMAZ?
 

Nikâh icap ve kabul (sözleri) ife aktedilir. Bu sözlerin geç­miş zaman sîgası {= kipi) veya birinin geçmiş zaman, diğerinin ise gelecek zaman, şimdiki zaman, geçmiş zaman veya emir sîgası ol­ması hâlinde'nikâh «ahin olur. Nehru'I - Fâik'te de böyledir.

Bir kimse, bir kadına, şahitler huzurunda : «Seni şu kadar mehirle, nikâhımın altına lalayım mı?» dese; ikadm da —cevap ola­rak— : «Kabul eyledim.» dese; — koca, her ne 'kadar: «Kabsl ettim.» dememiş olsa bile— bu nikâh tamam olur. ZehiyreMe de böyledir.

Bir erkek, bir kadına: «Nefsini bana tezvîc eyle.» dese ka­dın da : «Kabul ettim.» demiş olsa, eğer bu sözle istikbâli (= gelecek zamanı)   kasdetmiş olmazsa, bu nikâh tamam olur. Nebrü'l - Fâik'ta da böyledir.

Nikâh söz ile aktedildiği gi'bi; evlenen ahras ise, malum (= herkesçe  bilinen) bir işaret yapılarak da  aktedilöbilir. Bedâi'de de 'böyledir.

Uzakta bulunanlar, mektup ile nikâh aktedebilirler; ancak bu durumda şahitlerin m&ktupta yazılanlara muttali olmaları veya bunu işitmeleri şarttır, Nehru'I • Fâık'ta da böyledir. [6]

 

Sarih Lafız, Kinaye Lafız :
 

Nikâh aktinde kullanılan îcap ve kabul tafizlarr İki nevidir:

1- Sarih Lafız: Manası karineye mırhtaç olmadan, derhal anla­şılan açık lafız.

2- Kinaye : Anlaşılması, karineye veya nîyyete muhtaç, olan kapah iafız.

Nikâhta sarih olan lafız, «tenekküh - tenkiti» veya «tezevvûc -tezvîc» kelimeleri ve bu kelimelerden müştak olan (= türeyen) diğer

kelimelerdir.

Bu lafızların dışmda'ki lafızlar ise, kinayedir. Kinaye de, bir şeyin aynını mülk edinmeyi ifâde eden; bey'i, -şıra (= satma, satın alma) sadaka, atıyye temlik gibi sözlerdir. Bu lafızlarla da, nikâh kıyılmış olur. Mebsût'ta da böyledir.

Hibe lafzı İle de, nikâh kıyılmış olur. Hidâye'de de böyledir.

Bir kadın, bir erkeğe : «Nefsimi sana hibe ettim.» demiş olsa, erkek de = «Aldım, kabul ettim.» dese, bu durumda bu nikâh akdedil­miş olmaz; denilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir şahıs, diğer 'bir şahsa : «Kızımı sana, hizmet etmesi için hibe ediyorum.» dese; o şahıs da : «Kabul ettim» demiş olsa, bu ni­kâh sayılmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir erkek, bir kadından zina talebinde bulunsa, bunun üze­rine kadın da: «Nefsimi sana hibe ettim,» dese; erkek ise: «Kabul ettim.» demiş olsa, bu da nikâh olmaz. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böy­ledir.

Temlik (— mülk edinme), sadaka ve satma lafızları ile de nikâh aktedilir. Sahih olan budur. Hidâyefde de böyledir.

Keza, «satın almak» lafzı ile aktedilen nikâh da sahih olur. Fetâ^ vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Keza, «...kılmak, etmek» lafzı ile aktedilen nikâh da sahih-. tir. Kenz Şerhi'nde ve Tebyîn'de de böyîedir.

Bir erkek, bir kadına : «Sen benimsin» veya : «Sen benim oî-dun.» dese; kadın da : «Evet» veya : ^Ben senin oldum» demiş olsa. bunlar nikahlanmış olurlar. Vecîzü'l Kerderî'de de böyîedir.

Bir erkek, bir kadına: «Bin dirhem karşılığında,    senin bir kısım [yerlerin) den faydalanma hakkı benim oldu.» dese; kadın da : «Kabul ettim.» demiş olsa, bu sahih bir nikâh olur. 2ehıyre'de de böy­ledir.

Bir kadın, bîr erkeğe : * Nefsimi sana tarla ettim.* dese, er­kek de : «Kabul ettim,» demiş oisa, bu — sözleri — nikâh olmuş olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mûîıâne (— Talâk-t 'bâîn ile boşanmış olan bîr ka­dın, kocasına : «Nefsimi sana geri döndürüyorum.» dese, kocası da, iki şahit huzurunda : «Kabul ettim.» demiş olsa, bu, nikâh olur, Serah-sî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Nâtifî'nin Ecnâsı nda : «Bir adam karısını, talâk-ı seîâse veya taiâk-ı kâine ile boşadığı sırada, «...bunun üzerine, bir şartla sana müracâat ederim [= dönerim.)» dese; kadın da buna, şahitler huzu­runda razı olsa, bir mal zikredilmemiş olsa bile, nikâh sahihtir. An­cak, bu nikâhın sahih olması için, kocanın şartının yerine gelmiş ol­ması gerekir; aksi takdirde, nikâh sahih olmaz. Zehıyre'de de böyle­dir.

Bir kimse, —yukarıdaki— bu sözü, aralarında nikâh bulun­mayan yabancı bir kadına şahitler huzurunda söylemiş olsa; kadın da: «Razı oldum.» dese, bu sözlerle nikâh aktedilmiş olmaz. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ancak, bu erkek.o kadına : «Benim karım oldun mu?» dese; kadın da : «Oldum.» cevabını verse, bu sözlerle nikâh kıyılmış olur. Örf hükmüne göre, bu kavil açık bir kavildir. Hulâsa'da da böyledir.

Bîr şahıs, başka bir şahsa : «Kızını bana ver.- dese! kızın babası da: «Verdim.* dese; bu durumda, isteyen şahıs: «Kabul et­tim.» demese bile, nikâh kıyılmış olur/

Ancefk, ilk şahıs, kızın babasına : *Bsna —-kızını— sen verdin.» demiş olsa da, o da : «Sana —kızımı— ben verdim.» demiş bulunsa: !bu durumda, kızı isteyen şahıs : «Kabul ettim.» demedikçe nikâh ak­dedilmiş olmaz. Fakat, bu şahıs, kızın babasına : «Sen, kızını bana, kart olarak verdin.» demiş bulunur ve İsteği de bu kavlinden belli olur­sa, kızın babası; «Sana kızımı verdim.» deyince, İsteyen kimse; «Kabul ettim.» demese bile nikâh kıyılmış olur.

Mecmûu'n * Nevâzîl'de,    Şeyhü'I - İmâm   Neemü'd dîn   en  Nesefî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: «İsteyen şahsın; «Kızını bana 'kanlığa ver.» demesi ve kızın 'ba'basimn da = «Karılığa verdim» demesi gerekir; bu kavillerin haricînde nikâh sahih olmaz.»

Bazı âlimlerimize  göre, durum (böyledir:  bazılarına göre ise bu nikâh  da  sahih olur. Ancak,  Nefesî'nin dediği gibi, «Kanlığa ver». «Karılığa verdim.» sözleri İlâve edilirse,   bu durumda nikâhın, caiz olacağı hususunda bir ihtilâf yoktur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir şahıs, bîr 'kadıma : «Nefsini, filan adama zevce olarak verdin mi?» dese; kadın da : «Verdim.» dese; bunun üzerine adam : «Kabul ettin mi?» diye sorunca, kadın : «Ka!bul ettim.» cevabını ver­miş olsa; burada her ne kadar «müvekkilim filan'a» diye vekâlet hu­susu belirtilmiş olmasa bile, bu nikâh kıyılmış olur.

Bir kadına : «Kendi nefsini bana zevce kıldın mı?» denilse; kadın da : «Kıldım» dese, nikâh kıyılmış olur.

Bir şahıs, bir kadına: «Kendi  nefsini bana zevce kılıyor musun?» dese; kadın da:  «Kılıyorum.» dese nikâh akdedilmiş olur, Zehıyre'de de böyledir.

Bir kadına : «Nefsini, filan adama tezvîc eyledin mi?» denil­se; o da : «Hayır» dese; sonra da, söz arasında : «Gerçekten ona nef­simi tezvîc eyledim.» demiş olsa; adam da : «Kabul ettim.» dese, bu nikâh sahih olur. Hulâsa'da da böyledir.

Necmü'd - dîn'den soruldu :

—  Bir erkek, bir kadına: «Nefsini bana, bin dirhem mehir kar­şılığında, tezvîc için verir misin?» dese; kadında: «Duydum ve kabul eyledim,» dese, ne olur? O :

—  Nikâh kıyılmış olur, cevabını verdi. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, birerkeğe : «Nefsimi sana tezvîc eyledim.» dese; erkek de : «Hanımefendiliğe kabul ettim.» dese, bu nikâh sahih olur. Erkek böyie demese de; sadece: «Güzel.» demiş olsa; eğer bunu is­tihza yolu İle söytememişse, yine nikâh sahih olur. Hulâsa'da da böy­ledir.

Icâre ( — kiralama], iare (= ödünç verme), ibâhe t= mübâh kılma, serbestlik tanıma), ihlâl (== hela! kılma), temettü' (= kâr et­me, kazanma), İcâze ( = izin verme) rıza (= razı olma, hoşnud olma) ve benzerleri gibi lafızlarla nikâh akdedilmiş olmaz. Tebyîn'de de böy-ledfr.

ikâle [= denilmemiş bir sözü,    söyledin diye İddia etme), hal' t~ soyma) sulh (= barışma, uyuşma, uzlaşma) ve berâet (= bir dava sonucu temiz ve alakasız çıkma) lafızları ile de nikâh sahih ol­maz. Fetâvâyİ Kâdîhân'da da böyledir.

Şirket, ve  kitabet (= ortaklık ve  yaşızma)   lafızları   İle de nikâh sshih olmaz. Serahsı'nin Muhıyî'İnde de böyledir.

Feda (= bir şeyi, birinin uğrunda verme, gözden çıkarma) lafzı ile de nikâh sahih olmaz. Bahrü'r - Râık'ta'da böyledir.

d l'tak [= azad etme, azad edilme), velâ (= Efendisinin azad ettiği köle veya cariyesi üzerinde olan hakkı; onlarla münasebeti), îdâ' (= emânet olarak verme) lafızları ile de nikâh sahih olmaz. Gâ-yetü's - Sürûcî'de de böyledir.

Vasıyyet lafzı ile de nikâh akdedilmiş olmaz. Çünkü bu lafız,

ölümden sonra mülkiyeti ifade eder. Hidâye'de ve Kâfî'de de böyle­dir.

Bir 'kimse : «Cariyemin nikâhını, bin dıYhem karşılığında va­sıyyet ediyorum.» dese; başka bir kimse de: «Kabul ettim.» demiş oîsa, nikâh kıyılmış olur. Nihâye'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir kimseye : «Filan kızını bana, şu şeyin ibedeli karşılığında tezvîc eyle.» dese; küçük kızın babast da : «Kaî-dir; istediğin yere götür.» demiş olsa, bu durumda nikâh kıyılmış ol­maz. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kadın, bir erkeğe: «Nefsimi sana tezvîc ettim. Ve iste­dim ki sen, «yüz dinar» diyesin.» dese; erkek de : «Kabul ettim.» dese fakat «yüz dinar» sözünü söylemese, bu nikâh akdedilmiş olmaz.   ' Zehıyre'de de böyledir.

Bir erkek, bir topluluğu, kızım kendisine nikahlamaları için bir adama gönderse; cemâat de, kızın babasına ; «Kızını filan adam İstedi.» demiş olsa, kızın babası da = «Verdim.» dese; cemâat ise: «Kabul ettik» deseler; bu durumda nikâh kıyılmış olmaz. Çünkü, kızı istenen şahıstan, «kabul etme» sözünü söyleme hususunda, bir emit almadılar,

—Aslında; kan - koca olmayan—bir erkekle bir kadın; şa­hitler huzurunda, nikâhlarını ikrar edip farsca olarak: «Biz karı - koçayız.» deseler, muhtar olan kavle göre, bu sözle aralarında, nikâh kıyılmış olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Önceden aralarında nikâh bulunmayan bir erkekle bir kadın; evli olduklarını söyleseler; yani erkek: «Bu benim kanındır.»; kadın da :    «Bu !benim kocamdır.» dese; 'bunların durumu hakkında âlimler arasında ihtilâf vâki olmuştur; ancak sahih olan kavil, bunların nikah­lanmış olmayacağıdır. Zahîriyye'de de böyledir,

Cessâs'ın   Muhtar Şerhi'nde  ise:   «Bunların   arasında   yeni nikâh akdedilmiş olur. Veya, şahitler, bu erkekle kadına : «İkiniz nî-kîhlandıniz mı?» deseler de onlar da :  «Evet», cevabım vermiş ol­salar, aralarında  nikâh   kıyılmış olur,» denilmiştir. Muhtiru'I - Fetâ-vâ'da da böyledir.

Yetîme'de zikrediidiğine göre, Ali es-Sâidî'den soruldu:

— Bir erkek, bir kadına selâm verirken : «Selâm üzerine olsun, ey karım.» derse; kadın da : «Selâm senin de üzerine olsun; ey efen­dim, kocam,» dersa, bu sözleri şahitler de işitirse, durum ne olur? O. şu cevabı verdi:

— Aralarında nikâh kıyılmış oîmaz. Tatârhâniyye'de de böyiedir.

Bir sahsa : «Kızını, oğluma hizmetçi kıldın mı?» denilse; o da : «Kıldım.* dese, nikâh akdedilmiş oîmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Küçük bir kızın babası: -Şahit olunuz, gerçekten ben, kü­çük kızım filânı, şu kadar mehirle, filanın küçük oğluna verdim.» de­se; o 'küçük oğlanın 'babasına da: «böyle olmadı mı?» diye sorulsa, o da: «evet böyledir.» dese ve başka bir söz ilâve etmese; evlâ olan, bu ni­kâhı yeniden kıymaktır. Ancak, yeniden kıyılmasa bile, bu nikâh caiz olur, Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,

Bir kadın, bir erkeğe :  «Nefsimi sana ,'bin dirhem mehirle tezvîc eyledim.» dese; erkek de:1 «kabul ettim.» dese, bu nikâh ak­dedilmiş olur. Fakat, kadın bunu farsca kelimelerle söylese de, sözü — kasdetmiş olduğu— bu manâyı ifâde etmese, bu nikâh sahih ol­maz. Tecnîs'de de böyledir,

Bir kimse, bir kızın babasına : «Kızını, bana tezvîc eyledin m!?» dese; o da: «eyledim.» dese veya «evet» dese; bundan sonra, ilk şahıs: «Kabul ettim.» elemezse, nikâh kıyılmış olmaz. Çünkü: ...tezvîc eyledin mi?» sözü, —durumu— haber almak İçindir. Fe-tevâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Karz (= ödünç verme, ödünç alma; borç) ve rehin lafızları ile,.nikâh akdedilip edifmeyeceği hususunda da, âlimler arasında ih­tilâf vardır. Ancak sahih olan, bu sözlerle nikâh akdetmenin caiz ol­mamasıdır, Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

«İmâm Ebû Henîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed fR.A.)'in ka­villerine göre ve kıyas üzere karz lafzı ile nikâh akdedilir. Çünkü, bu iki İmamımıza göre, karz, temlik (= mülk edinme) dir.» denilmiştir. Bu görüş muhtardır. Muhtâru'l - Fetâvâ'da da böyledir.

Selem (= parayı peşin verip, malı veresiye alma) lafzı ile nikâh kıyılır da denilmiştir; kıyılmaz da denilmiştir. Sarf (^harca­ma) lafzı hakkında daf —yukarıdaki gîbi— iki kavil vardır, Kenz Şerhi'nde de böyledir.

«Onu sana, yarın nikâh ettim.» sözünde olduğu gibi, nikâhı •bir şeye izafe etmek sahih değildir,

Keza, bir erkek, iki şahidin yanında, bir kadına : «Eğer baban müsâade ederse, seni şu kadar menide nikâh ettim.» dese; kadın da : «Kabul ettim.» dese, bu nikâh da akdedilmiş olmaz.

Bir erkek, bir kadınla, —ona da, boşama hakkı vererek-— evlenmiş olsa, İmâm Muhammed (R.A.)'in Cami' isimli eserinde zik­rettiğine göre : Bu nikâh caiz olur; talâk İse batıldır.

Fakîh Ebû'l-Leys ise: «Bu hüküm; :—nikâh ekdine— erkeğin önce başlayıp, «boşama hakkı senin elinde olarak, seni nikahladım.-demesi halindedir.

Ancak, —nikâh akdine— kadın önce başlar ve erkeğe:    «Ben nefsimi san:a nikahladım; boşama emri benim elimdedir; kendimi is­tediğim zaman boşarım.» derse; kocası da : «Bunu kabul ettim.» der­se; ibu durumda nikâh caiz olduğu gibi, kadının boşama hakkı da elin- . de olur,

Keza, ;bir efendi, bîr cariyesini, bir 'kölesi İle evlendireceği zaman, eğer köle, söze önce başlar ve : «Cariyeni bana, bin dirhem mehirle nikâhla; boşama hakkı da senin elinde olsun; istediğin za-

NikAh

man boşa.» derse, efendisi de, onu nikâhlasa bu nîkâh caiz olur; an­cak bu durumda, boşama işi efendinin elinde olmaz. .

Fakat, söze önce efendi başlar da: «Cariyemi sana... nikâh ey­ledim; ancak boşama hakkı benim elimde kalacak; ben istediğim za­man onu boşarım.» der ve isteyen şahıs da: «Kabul ettim.» derse, bu durumda, hem nikâh caiz olur ve hem de efendinin boşama hakkı olur.

Köle, efendiye : «Onu bana nikahladığın zaman, işi dâima senin elindedir.» derse; efendisi de nikahlarsa, bütün selâhiyet efendinin eünde olur; o kölenin efendinin emrinden çıkması kat'iyyen mümkün olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şemsü'I - Eimme Serahsî: «Bir erkek, bir kadını, hasad za­manında vermek üzere, bin dirheme tezvîc etse; bu mes'ele hakkın­da âlimler arasında görüş ayrılığı vardır. Bana göre, bu nikâh akde­dilmiş olur; mehir ise, bahsi geçen harman zamanında sabit olur.» demiştir. Muhtaru'i - Fetâvâ'da da böyledir.

0 Koca için, kadın için veya her ikisi için, nikâhta özür ve sai-reden dolayı muhayyerlik yoktur. Taraflardan birinin veya her ikisinin 'birden, üç gün veya daha az veya daha çok muhayyer olması söz ko­nusu değildir. Hatta, muhayyerlik şartı ile nikâh akdedilmiş olsa bile, bu şart batıldır; nikâh geçerli olur.

Ancak özür, erkeğin, zekerinin veya husyelerinin kesik olması veyahut da zekerinin harekete geçmez hali olursa, bu durumda İmâm Ebû Hanîfe ÎR.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavillerine göre, ka­dın muhayyerdir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Nikâhta, taraflardan biri, diğerinin; gözünün kör olmasını elinin çolak olmasını, kötürüm olmasını, güzel olmasını, veya erkek, kadının kız olmasını şart koşar da durum, bunların aksi çıkarsa; yine bu nikâhta muhayyerlik sabit olmaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir erkek, bir kadını şehirli diye nikâhlar; kadın ise köylü olursa, bu nikâh caiz olur. Küfüv olunca, muhayyerlik yoktur. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Ebû'I - Leys'in Fetâvâ'inda : «Bir kimse, babası muhayyer ol­mak kaydı ile, 'bir kadını tezvîc etse; bu nikâh sahihtir. —Babasına da — muhayyerlik yoktur. Zehıyre'de de böyledir. [7]

 

3- NİKÂHLANMASI HARAM OLAN KADINLAR
 

Bu babda:

1- Nesep Sebebi ile Nikâhları Haram Olanlar,

2- Sıhriyet Sebebi ile Nikâhları Haram Olanlar,

3- Süt Emişmek Sebebi ile Nikâhları Haram Olanlar,

4- Dörtten Fazla Kadın Almak ve İki Kız Kardeşi Bir Nikâh Al­tında Cem Etmek Sebebi ile Nikâhları Haram Olanlar,

5- Hür Bir Kadın Üzerine Bir Cariyeyi    Nikahlamanın    veya Bunları Beraber Nikahlamanın Haramliğı,

6- Başkasının    Hakkı Geçmiş Olan Bir Kadını   Nikahlamanın Haram Oluşu,

7- Şirk Sebebi ile Nikâhlanması Haram Olan Kadınlar,

8- Mülk Olmaları Sebebi ile Nikâhları Haram Olan Kadınlar,

9- Talâk Sebebi İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar, olmak üzerö dokuz bölüm vardır. [8]

 

1- Nesep Sebebi İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar
 

1- Analar,

2- Kızlar,     

3- Kız Kardeşler,

4- Halalar,

5- Teyzeler,

6- Erkek Kardeşlerin Kulan,

7- Kız Kardeşlerin Kızları:.

Bunlarla nikahlanmak ve cima etmek ebediyyen haramdır.

Anneler: Bundan kasıt, erkeğin kendi annesi ile baba ve anne tarafından, ne kadar yukarı giderse gitsin, bütün büyük anneleridir.

Kizler/: Bir kimsenin kendi sulbünden gelen kızları ile oğulları­nın ve kızlarının kızları ve ne kadar aşağı İnerse insin bunların da kızlarıdır.

Kız kardeşler* Baba - ana bir kız kardeşler; baba bir kız kardeş­ler ve ana bir kız kardeşlerdir.

Erkek kardeş kızları ve kız kardeş kızları: Yani yeğenler. Bun­lar da, ne kadar aşağı inerse insin, nikâhları haramdır.

Haîelr.r: Halalar üç kısımdır: 1) Baba-ana bir halalar; 2] Ba­ba bir halalar; 3) Ana bir halalar.

Keza; babanın, dedenin ve ananın ve büyük ananın halaları da, her ne kadar yukarı çıkarsa çıksın, hala hükmündedirler.

Halanın halasına gelince; bu durumda bakılır: Eğer hala, (baba-ana bir hala veya baba bir hala gibiî, bu halaların halaları da haram­dır. Eğer hala, sadece ananın halası ise, bu halanın halasını nikâh etmek haram olmaz.

Teyzeler: Baba - ana bir teyzeler, baba bir tezeler, ana bir tey­zeler; babaların teyzeleri, anaların teyzeleri haramdır.

Teyzelerin teyzelerine gelince; teyzelerin, ana-baba bir teyze­leri İle ana bir teyzeleri haramdır; teyzelerin baba bir teyzeleri ise haram değildir. Serehsî'nİn Muhıyt'inde de böyledir. [9]

 

2- Sıhriyet Sebeb İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar
 

Sıhriyet sebebi ile nikâhları haram olan  kadınlar, dört kı­sımdır :

1- Kanların .anneleri i!e baba ve anne cihetinden onların^ ne kadar yukarıda olursa olsun, büyük anneleridir.

2- Bir erkek, karısının kızlarını ve bunların da, her ne kadar aşağı inerse insin kızlarını alamaz. Ancak, bu hükümde bu erkeğin karısı ile (ki bu kadın o kızların anasıdır.) cima1 etmiş olması şarttır, Hâvi'l - Kudsî'de de böyledir.

Karısının kızının, bu adamsn yanında olup olmaması da müsâvî-dîr. Kâdîhân'ın Câmiu's - Sağîr Şerhi'nde de böyledir.

Âlimlerimiz, kızlığın (='bir adamın hanımının, başka kocasından olan, kızının) haramîığı hususunda, halveti de, cima' makamına koy­muşlardır.

3- Bir kimsenin; oğlunun, oğlunun oğlunun, kızının oğlunun — kendileri ile halen nikâhlı bulunmayan— karılarını da alması ha­ramdır. Bunlar, ne kadar aşağı    giderse    gitsin ve    karılarına cima* yapmış olsunlar veya yapmamış bulunsunlar, bu kadınlarla, o erkeğin nikâhlanması haramdır. Ancak, oğulluğun ayrılmış bulunan karısını, ba­balığın alması haram değildir. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyedir.

4- Baba ve anne tarafından, büyük babaların ve ne kadar yu­karı giderse gitsin, onların babalarının karılarını nikahlamak ve cima' etmek de ebediyyen haramdır. Hâvî'l - Kudsî'de de böyledir.

Sıhriyet sebebi ile, nikâhın haram olması, sahih nikâh ile sabit olur; fâsid -nikâh ile sabit olmaz, Serâhsî'nîn Muhıyt'lnde de böyledir.

Bir adam, fâsid bir nikâhla bir kadın alsa, o kadının annesi, sadece bu —fâsid— nikâh sebebi ile haram olmaz; bilakis cima' sebebi ile haram olur. BahrÜ'r- Râik'ta da böyledir.

Bir kimse, bîr kadınla helal olarak veya şüphe üzerine veya­hut da zina yolu ile cima' etmiş olsa, bu durumların hepsinde de sıh­riyet sebebi ile haram olma kaidesi sabit olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, b'" kadınla zina etse, o kadının anası, anasının anası ve ne kadar yukarı giderse gitsin onların da anaları ile; kızı, kızının kızı ve ne kadar aşağı giderse gitsin, onların da kızları bu adama haram olur,

Keza, o zlnâ olunan kadın da, zina eden erlceğln babasına, baba­sının babasına ve ne kadar yukarı giderse gitsin, onların da babala­rına; oğluna, oğlunun oğluna ve ne kadar aşağı giderse gitsin onla­rın oğullarına haram olur. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.

Bir kadına cima' eden kimse, onu ifdâ etse (=yanî kubül ve dübür yollarının arasını yırtıp birleştırse); bu durumda, cirr.â'nın ferce yapıldığına dair kesin bilgisi olmadığı için, o kadının anası bu erkeğe haram olmaz. .Ancak, bu kadın hâmile kalır ve erkek de bu hamileliğin kendisinden olduğunu bilirse, bu durumda o kadının ana­sı bu erkeğe haram olur. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir,

Sıhriyet sebebi ile haremlik, cima' yapmak sebebi ile sabit olduğu gfbi, dokunmak, öpmek ve şehvetle ferce bakmak sebebi ile de sabit olur. Zehiyre'de de böyledir.

Bize göre, bu gîbi şeylerin nikâh, mülkiyet veya fücur se bebi ile yapılmış olması da müsâvîdir. Mültekıt'ta da böyledir.

Âlimlerimiz:  «Bu hususta rebîbe (= üvey kız) de diğerleri de musâvîdir.» demişlerdir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kadını kucaklayıp boynuna sarılmak ve etlerini şehvetle birbirine dokundurmak da, öpmek yerindedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Keza, şehvetle »ırmak da, öpmek gibidir, Hulâsa'da da böy­ledir,

Bir kadın, bîr erkeğin zekerine şehvetle baksa veya ona şeh­vetle elini dokundursa veyahut da o erkeği şehvetle öpse, bu sebep­lerden dolayı sıhriyet haramîığı meydana gelir. CevheretÖ'n - Neyyi-re'de de böyledir.

Başka yerine bakmakla, musâharat (sıhriyet sebebi ile ha-ramlık) sabit olmaz. Ancak, şehvetle bakıp, azalarına dokunmak, bu hükümden müstesnadır. Bunlar, şehvetsiz yapılırsa, musaharatm sa­bit olmayacağında, bir görüş ayrılığı yoktur. Bedâi'de de böyledir.

Burada, bakmak hususunda mu'teber oian, fercin dâhiline bakmaktır. Hidâye'de de böyledir.

Fetva da, bunun üzerinedir, Zahfaiyye'de ve Cevheretül - Ah-lâtî'de de böyledir.

Âlimlerimiz: «Bir kadın ayakta iken, fercine bakılırsa, musa-harat hürmeti (= sıhriyet sebebi ile haramiık) sabit olmaz; ancak, ka­dın, dayanarak oturmuş olduğu halde fercin  içine bakılırsa, bu ha-rsmlık sabit olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, ince bir örtü veya bir cam arkasından bir kadının fercine bakmış olsa; eğer ferci açıkça görünürse, sıhriyet sebebi ile haramlık sabit olur.

Bir kimse, aynada bir kadının fercini görmüş olsa ve ona şehvetle baksa, bu adama, o kadının anası da, kızı da haram olmaz. Çünkü, bu erkek o kadının fercîni görmemiştir, gördüğü onun aynada ki aksidir.

Bir havuzun kenarında veya bir köprünün üzerinde oturan bir ka­dının ferci, suyun içinde görünse; bir erkek de ona şehvetle bakmış olsa, sıhriyet sebebi Üe haramlık sabit olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Sahih olan da budur. Hulâsa'da da böyledir.

Ancak, 'bîr erkek, suyun içinde bulunan bir kadının fercîne şehvetle bakarsa, bu durumda sıhriyet sebebi ile haramlık sabit olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir şahıs, kendi kızının fercine şehvetsiz olarak baksa; ca­riyesinin de kızının durduğu şekilde durmasını İstese ve kızının da fercini görmekte olduğu halde, cariyesine şehvetle baksa; bu durum hakkında, âlimler:  «Eğer, kızının fercine bakmaktan dolayı, o adam şehvete gelmişse, karısı kendisine haram olur. Ancak, o şekilde dur­masını İstediği cariyesinin fercine baktığı için şehvete gelmişse, ka­rısı kendisine haram olmaz. Bu durumda,    kızının fercine bakması, şehvetle olmamış olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Dokunmak sebebi ile haramlığın sabit olması için, dokun­manın kasden, unutarak, zoraki veya hatâen olması arasında da bir fark yoktur. Fethü'l - Ksdîr'de de böyledir.

Dokunmak, uyku esnasında olsa bile, hüküm yine böyledir. Mi'râcü'd - Dirâyc'de de böyledir.

Bir kimse, cima yapmak için karısını uyandırsa ve bu sırada eli karısı zanm ile kızına do'kunsa ve müştehâ [= dokuz yaşını geç­miş) olan kızına, annesi sanarak ilişmiş olsa; o kızın annesi, o adama ebediyyen haram olur. Fethü'İ - Kadîr'de de böyledir.

Bir kimse, kızının saçını şehvetle okşasa; eğer bu kimsenin elinin dokunduğu saçlar, kızın başının üzerinde olan saçlar ise, ha­ramlık sabit olur. Şayet, dokunduğu saçlar, başın haricinde sallan-an saçlar ise, haramlık sabit olmaz. Natıfî, böyle bir ayırım yapmamış­tır. Zahîriyye'de de böyledir. Vecîzü'l - Kerderî ve Sirâcü'I - Vehhâc'-da da böyledir.

Bir kimse, şehvetle kızının tırnaklarını okşamiş olursa, yine haramlık sabit olur. Hulâsa'da da böyledir.

Dokunmak sebebi ile musâharatm haram olması, ancak, ka­dınla erkeğin ar-alarında elbise (veya bir örtü) bulunmadığı zaman ge­rekmektedir. Fakat, aralarında elbise (veya bir örtü) varsa ve bu da dokunan kimseye, dokunduğu kimsenin sıcaklığını   hissettirmeyecek kadar kalın olursa, bu durumda musâ:harat haramlığı, âleti İntişar et­miş olsa bile, sabit olmaz. Ancak, elbise [veya örtü) ince olur da dokunanın eli, dokunulanın sıcaklığını duyarsa, haramlık sabit o!ur. Zehıyre'de de böyledir.

Keza erkdk, kadının mestinin altını okşasa ve fakat onun ayağının  yumuşaklığını hissetmese, bu durumda haramlık sabit ol­maz; hissederse, haramlık sabit olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyle­dir.

Bir erkek, bir kadını örtüsünün üzerinden öpse; kadın, eğer erkeğin dudaklarının hararetini (sıcaklığını veya soğukluğunu) hisse­derse, bu durumda öpme ve dokunma fiili vuku' bulmuş olur. MuhiyV-te de böyledir.

Haremliğin sabit olması İçin, dokunmanın    devamlı olması şart değildir. Hatta: «Bu 'adam, elini şehvetle uzatsa ve eli, kızının burnuna dokunsa; bu dokunmadan dolayı o adamın şehveti artarsa; elini, o anda geri çekse bile, karısı kendisine haram olur. Zehıyre'de de böyledir.

Ancak, bu durumda, kadının müşteha olması şarttır. Tebyîn'-de de böyledir.

Fetva,  şehvet mahallinin dokuz yaş   olduğu;  bundan daha aşağı olmadığı şeklindedir. Mi'râcü'd- Dirâye'de de böyledir.

Ebû'l - Leys :    «Dokuz yaşından aşağı olanlar    müşteha ol­mazlar.» demiştir. Fetva da bunun üzerinedir. Felâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Ebû Bekr şöyle demiştir: «Müftünün,   yedî ve sekiz yaşların müşteha olacağına, fetva vermesi münâsip olur. Aslında, bu yaşlardan dolayı sıhriyet sebebi ile haramlik sabit olmaz; ancak bu yaşlarda bulunan kızlar, vücutlu ve şişman olurlarsa, sıhriyet sebebi ile haramlığın sabit olacağına, fetva verilir.» Muzmarât'ta da böyledir.

Bir kimse, müşteha olmayan bir küçük kızla cima' etmiş olsa, sıhriyet sebebi ile haramhk sabit olmaz. Bahrü'r-Râık'ta da böyledir.

Bir kadın, ne kadar yaşlı olursa olsun; hatta, kendisinden şeh­vet uzak olsa bile, sıhriyet sebebi ile haramlığı gerektirir. Çünkü o, haram olan kadınlara dahildir. Yaşlılığı sebebi ile haramfıktan çıkmaz; çocuk gibi değildir. Tebyîn'de de böyledir.

Musâharat haramlığı için, erkeğin de şehvet çağında olması şart kılınmıştır. Meselâ : Dört yaşındaki bir erkek çocuk, babasının karısı ile cima' etse, bununla musâharat haramlığı sabit olmaz. Fet-hü'l - Kadîr'de de böyledir.

Ancak, küçük bir çocuğun, kendisi gibi diğer bir küçük ço­cuğa cima' etmesi, bulûğa ermiş kimselerin cimâ'sı    menzilindedir. Âlimler: «Bir küçük oğlan çocuk, küçük bir kız çocuğuna cima1 etse, müşteha olup, utanan kimseye cima' etmiş hükmünde olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

Şehvet hususunda, dokunma ve bakma zamanına itibar edi­lir. Hatta, şehvetsiz olarak tutan veya bakan bir kimse, onu bıraktık­tan sonra şehvete gelse, bu sebepten dolayı sıhriyet haramlığı mey­dana gelmez.

Erkekte şehvetin hududu, âletinin ayağa kalkması veya daha önce, ayağa kalkmışsa, intişarının artmasıdır. Tebyîn'de de böyledir. Sahih olan budur. Cevâhirü'l- Ahlâtıyye'de de böyledir. Fetva da buna gö­redir. Huiâsa'da da böyledir.

Âleti intişar edip, karısını isteyen kimse, karısı zanni ile kı­zının uylukları arasına girdirse, bu durumda âletinin intişarı artmamışsa, kızın annesi haram olmaz.

Bu hüküm, erkeğin genç olduğu ve cimâya gûcû yettiği du­rumlar içindir. Eğer erkek, ihtiyar veya hadım olursa, şehvetin hudu­du, kalbinde arzu, iştah hasıl olması hâlidir. Fakat, önceden de kal-ıbinde bu iştah varsa, sıhriyet bakımından karamlığın hasıl olması için, bu iştah ve hareketin fazlalaşması gerekir. Mühıyt'te de böyledir.

Bu hususta, kadının ve zekeri kesilmiş erkeğin    şehvetinin hududu ise, —önceden şehvet halinde değilse— kalbinde iştah his­setmesi ve ondan lezzet almasıdır; veya önceden şehvet duymakta ise, bunun artması gerekir. Nikâye'de de böyledir.

Bunların her hangi birinde de şehvetin    bulunması kâfidir. Bunun şartı ise, meninin İnzal olmasrdır. Meni, dokunma, veya bakma anında  inmedikçe, musâharat haramlığı sabit olmaz. Sadru'ş -Şehîd böyle söylemiştir, Fetva'da bu kavil üzeredir. Şümnî Şerh-i Nikâye'­de de böyledir.

Dokunur dokunmaz inzal vâki olsa, musâharat haramlığı sa­bit olmaz. Sahih olan kavil budur. Çünkü, inzal sebebi ile, o kimsenin cimâ'a davet etmediği açığa çıkmış olur. Kâfî'de de böyledir.

Kadının dübürüne bakmakla, m us ah ara t haramlığı sabit ol­maz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Keza, dü'bürden cima' yapma'kla da sı'hrîyyet sebebi ile ha-ramlık sabit olmaz. Tebyîn'de de böyledir. Esahh olan budur; Muhiyt'-te de böyledir; fetva da bunun üzerinedir. Cevâhirü'l - Ahlâtî'de de böyledir. [10]

 

Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
 

Bir kimse, sıhriyet sebebi ile haramhği fkrar ederse; bu ik­rarı kabul edilir ve eşi ile aralan ayrılır.

Keza, bir kimse, bu haramlığı nikâhtan önceye izafe ederek, ka­rısına: «Ben seni nikahlamadan önce, annenle cima' etmiştim.» dese; bu söz kabufedilir ve hemen ayrılırlar. Ancak, bu söz, mehfr hakkın­da doğru kabul edilmez. O kimsenin, mehri müsemmayı (= nikâh akdi esnasında, tayin edilmiş o!an mehri) vermesi gerekir.

Bu ikrarda bulunan kimsenin, ikrarının üzerinde İsrar etmesi de şart değildir. Şayet sözünden geri dönmüş olsa ve : «Ben, yalan söy-Jedim.» dese; hakim bu sözüne inanmaz. Ancak, bu durum kendisi ile Allahu Teâlâ arasında bir husustur; şayet, başta yalan söyiemişse, karısı kendisine haram olmaz.

İmâm Muhammed (R.A.), Nikâh Kitabında: «Bir kimse, bir kadın için : «Bu benim süt anamdır,* sonra da : «Ben hata ettim.» deyip; o kadını nikahlamak istese, bu adamın, istihsânen o kadını alma hakkı vardır.» demiştir.

Bir kimse, kendi yaptığı bir işi haber verdiği zaman, £cîmâ' etmek gibi), bu sözü ile hanımından ayrılır. Çünkü, kendi yaptığı işterr ha­ber verirken nadir hata yapılır.

Ancak, emmek meselesinde, bu şa'hıs kendi fiilinden haber ver­miş değildir. Çünkü, emme zamanını hatirlayamaz. Onu ancak, başka­sından duymuştur. Başkasından duyulan şeylerde ise, hata nâdirattan değildir. Tecnîs ve Mezîd'de de böyledir.

Bir kimse öpse, dokunsa veya fercîne baksa; sonra da, bun­ları şehvetle yapmadığını söylese;   bu durumlar hakkında   Sadru'ş -Şehîd :    «Öpmek hakkında bu fiilin, şehvetsiz olduğu açığa çıkmadı­ğı müddetçe, haramhğın sabit olması ile fetva verilir. Dokunmak ve ferce bakmak hususunda ise, haramliğin sabit olması ile fetva veril­mez. Ancak, bunların şehvetle yapıldığının ortaya çıkması hâli müs­tesnadır; yani bu durumda haramlığın sabit olması İle fetva verilir. Çünkü, öpmekte aslolan şehvettir; dokunmak ve ferce bakmak İse bunun hilâfınadır. Muhiytfte de böyledir,

Bu hüküm, fercin haricine dokunulmuş olması hâlinde ge­çerlidir. Eğer, bu kimse ferce dokunmuş olursa, onun: «Ben, şehvet­le dokunmadım.» demesine inanılmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Büyük âlim İmâm Zabîrû'd - Dîn el - Mürgmânî, ağız, yanak ve başı öpmek hallerinde; —bu fiillerin vukuunda şehvet bulunmadığına delil getirilmez— sadece 'kanaat bildirilirse, müsaharatın haramlığma fetva verirdi. Ve: «Onun [şeîıvetle değildi) sözü tasdik edilmez.» derdi.

Bakkâlî'de:   «Dokunmasının şehvetle olduğunu inkâr eden kim­senin sözü kabul edilir.» demiştir.

Ancak, boynuna sarılır da, âleti harekete geçerse, bu durum müs­tesnadır; böyle olunca haramlık sabit olur. Muhıyt'te de böyledir.

Memesini tutmuş olan bir kimse «şehvetle değildi.» dese bile, sözü kabul edilmez. Çünkü, galip olan ihtimal sözünün hilafıdır.

Keza, beraberce bîr hayvana binseler, sıhriyet sebebi İle haram­lık sabit olur. Kerderî'nin Vecîzİ'nde de böyledir.

Şehvetle öptüğünü ve şehvetle dokunduğunu İkrar eden şe-hâdeti kabul edilir. Cevâhiru'l - Ahlâtfde de böyledir.

Bizzat dokunmak ve şehvetle öpmek konusunda şehâdet ka­bul edilir mi? Muhtar olan    kavile bu şehâdetin kabul edileceğidir. Fahrü'I - İslâm AH  Bezdevî, bu  görüşü benimsemiştir. Tecnîs'de ve Mezîd'de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) de, NikshıTI - Câmî'de böyle zikret­miştir. Çünkü, bunların hepsinde de şehvet vuku' bulur. Bu şehvet; ya, kadının bir azasının, erkeğin bir azasını harekete geçirmesi ile olur; veya, bir uzvunu  hareket ettirmeden, başka bir tesirle olur. Zehıyre'de de böyledir. Bunlar, olması mümkün,olan şeylerdir. Ce­vâhiru'l Ahlâtî'de de böyledir.

Kadı Ali es - Sağdı'd en soruldu ;

—  Bir sarhoş, kendi kızını kucaklayıp öpse ve ona cima' etme­yi kasdetse, bu sırada kızı: «Ben senin kızınım», dese ve bu sarhoş kızını bıraksa; bu durumda, o sarhoşa,.bu kızının anası haram olur mu?

O, şu cevabı verdi:

—  Evet, haram olur. Tatarhânİyye'de de böyledir.

Bîr kimseye; «Karının anasına ne yaptın?» denilse de; o da : «Ona cima' ettim.» dese, sıhriyet sebebi ile haramlık sabit olur.

«Soran da, sorulan da, latife etmiş olsalar; bu hususta bir şey gerekmez; bunlar yalancıdırlar; sözlerine inanılmaz. Muhıyt'te de böyledir,

Bir adamın bir cariyesi olsa ve: «Ben, ona clmâ' ettim.» dese; bu cariyeyi, o adamın oğlu alamaz. Cariye, bu adamın müfkü olmasa bile durum böyledir

Bir kimse, babasımian miras kalan bir cariyeye, babasının cima' ettiğini öğrenirse, kendisi cima' edemez. Serahsi'nin Muhryt'inde de böyledir.

Bir kimse, bîr kadını kız olarak nPkâhlasa; cima' etmek iste-- diği zaman da, onu bozuk olarak 'bulsa ve: «Seni kim böyle yaptı?-dese; kadın da: «Baban yapti.» demiş olsa; eğer kocası,-kadının sö­züne İnanırsa, kadın ondan boş olur ve kocanın mehir vermesi gerek­mez. Fakat, kadına İnanmaz ve onun sözünü yalanlarsa; bu durumda o kadın, bu adamın karışıdır. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kadın, kocasının oğlunun, kendisine şehvetle dokunduğu­nu iddia etse; bu kadının sözüne inanılmaz; söz, kocasının oğlunun-dur, Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.

Bir oğul, babasının karısını veya bir baba, oğlunun karısını şehvetle öpse ve bu durum kadının hoşuna gitmese; erkek de şeh­vetli oiduğunu inkâr etse; erkeğin sözüne inanılır. Eğer erkek, şeh­vetli olduğunu söylerse, ayrılık vâkî olur. Bu durumda kocanın, karı­sının mehrini vermesi gerekir.

Bir kimse, bir şahsın cârîyesînî tezvîc etse; sonra da bu câ­riye, kocası kendisi ile cima' etmeden önce, kocasının oğlunu öpse; koca onun şehvetle öptüğünü, cariyenin efendisi ise, şehvetsîz öptü­ğünü iddia etse; kocanın ikrar eyî-emesî, cariyenin şehvetle öptüğüne delâlet edeceğinden; efendisinin de bunu inkâr etmesi sebebi ile meh-rin yarısı gerekir. «Ben onu, şehveti öptüm.» dese bile. cariyenin sö­zünün doğruluğu kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, husumet sebebi ile, bîr erkeğin zek-erinf yakalasa ve: «Şehvetsîz tuttum.» dese; bu kadına inanılır. Hızânetü'l - Fetâvâ'-da da böyledir,

İmâm Muhammed.(R.A.): bu hususta şöyle demiştir: Aslında nikâh, musaharat ve emişme sebebi iie kalkmaz; belki de —bu durum­larda nikâh fâsid olur. (= bozulur.) Bunun içindir ki, İşti'bah (= şüp­he etme hâli) bulunsun bulunmasın, musaharat veya süt emme sebebi ile nfkâh fâsid olduktan sonra ve ayrılmadan önce, cima' eden kimseye had gerekmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kadınla zina etmiş olan kimse, sonradan tevbe etmiş olsa bile, bu kadının kızı, o adama ebediyyen haram olur. Bu, haram cimâ'-dan dolayı, musaharat sebebi ile haram oluşunun sabit olduğuna delâ­let eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir..

Bir adamın, kendi  öz oğlunun karısının    —foaş'ka kocadan olan —kızını veya anasını almasında bir <beis yoktur. SerahsîVıin Mu-hıyt'inde de böyledir.

Fetâvâyi Suğrâ'da şöyle denilmiştir:

Kocasından boşanıp, bir başkası ile evlenen bir kadına, yeni ko­cası, zekeri bezle sarılı olduğu halde cima' eder; sonra boşarsa; eğer cima' esnasında sargı, fercin sıcaklığının zekere geçmesine mani ol­muyorsa; bu kadının önceki kocası ile —tekrar— evlenmesi helâl olur. Eğer bu bez, sıcaklığın geçmesine mâni oluyorsa, bu kadın ilk kocasına helâl olmaz, Holâsa'da da böyledir. [11]

 

3- Ridâ (- Emişmek) Sebebi İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar
 

Rıdâ (= Emişmek) Kitabında da bildirileceği gibi, akrabalık ve sıhriyet sebebi ile haram olanların tamamı, emişmekle de haram olur, Serahsî'nin Muhıyt'tnde de böyledir. [12]

 

4- Dörtten Fazla Kadını Ve Birbirinin Mahremi Olan İki Kadını Bir Kimsenin Nikâhı Altında Cem Etmesi Sebebi İle Nikâhları Haram Olanlar
 

Bu konu, iki kısımda incelenecektir:

1- Dörtten fazla yabancı kadını, bîr kişinin nikâhı altında toplaması;

2- Bir kimsenin birbirinin mahremi bulunan iki kadını nikâhı altında toplaması. [13]

 

Dörtten Fazla Yabancı Kadını, Bir Kişinin Nikâhı Altında Toplaması
 

Bir şahsın, dörtten fazla kadını, — nikâhı ile — bir araya çem etmesi helâl değildir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir kölenin de, ikiden fazla kadını nikâhı altında toplaması caiz değildir. Bedâî'de de böyledir.

Mükâtep, müdebber ve ümmü veledin oğlu, bu hususta köle gibidirler. Kifâye'd-e de böyledir.

Hür erkekler, diledikleri kadar câriye satın alabilirler. Köle­ler içinse, efendisi bu hususta izin vermiş olsa bile, câriye satın alma hakkı yoktur.Hâvî'de de böyledir.

Hür -erkeklerin, hür kadınlardan veya cariyelerden dördü ile evlenebilme hakları vardır. Hidâye'de de böyledir.

Bir köle, hür veya cariyelerden iki kadınla evlenebilir. Bah-rü'r- Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, arka arkaya beş kadın nikahlamış    olsa, önceki dört kadının nikâhı caiz olur; beşincinin nikâhı İse caiz olmaz.

Fakat, bu kimse, bu beş kadını bir akid ile nikahlamış olursa; be­şinin de nikâhı fâsid olur.

Keza, bîr köle de, üç _kadını bir akidile nikahlamış olsa, üçünün de nikâhı fâsid olur.

Harbî olan bîr kimse, beş kadınla evlendikten sonra, hep birden müslüman olmuş olsalar; bu kimse, eğer bu kadınları arka arkaya al­mışsa; beşinci kadınla aralan açılır. Eğer, hepsini bir akidle nikâhla-mışsa, hepsinin nikâhları da fâsid olur. Bu, Ebû Hanîfe (R.A.) ile Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre böyledir.

Bu kimse, önce bir kadın almış, sonrada dördünü birden almış olsa; sonraki dört kadının nikâhı caiz olmaz; önceki kadının nikâhı ise, caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

(Bir kimse, bir kadınla bir nikâhla evlense; sonra, iki kadını da bir akidle nikâhlasa ve ayrıca üç kadını da bir akidle nikahlamış ol­sa; fakat bu durum bilinmese, birinci kadının nikâhı her hal-ü karda sahih olur. Fakat, diğer iki grup kadınların, durumlarını koca'nm, sağ­lıklarında veya öldükten sonra, fiilen veya kavlen açıklaması gerekir. Nikâhın fâsid olduğu açığa çıkınca, sonraki iki gurup kadına, mehir de, mîras da verilmez. Tatarhânîyye'de de böyledir.

Bir kadın, iki erkeğe nikahlanmış olsa; eğer bu erkeklerden birinin dört karısı var İse, diğer erkeğin nikâhı caiz olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir. [14]

 

Bir Kimsenin Birbirinin Mahremi Bulunan İki Kadını Nikâha Altında Cem Etmesi
 

Nikâhta, iki kız kardeşin arası cem edilemez.

Birbirinin kız kardeşi iki cariyenin arası da, cima' ile cem edile­mez. Bunların kardeşliğinin nesep yönünden veya süt emme yönün­den olması da müsavidir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Bu husustaki asıl kaide şudur: Bu kadınlardan biri erkek tasav­vur edilse, bunların aralarında nesep veya süt emme sebebinden ni­kâh caiz olmuyorsa, bu durumda olan kadınların, bir erkeğin nikâhı altında cem edilmeleri de caiz olmaz. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimsenin, karısı ile onun nesep veya süt emme yönün­den halası veya teyzesini nikâhı altında cem etmesi caiz olmaz.

Bir kadınla, onun önceki kocasının başka bir karısından olmuş bulunan üvey kızını, bir erkeğin nikâhı altında cem etmesi caiz olur. Çünkü, şayet bu kadın erkek farzolunsa bu kız ona helâl olurdu. An­cak, bu durumun aksi olsa İdi caiz olmazdı. (Yani, kadının eski koca­sının kızı, erkek farz olunsa; bu kadın ona helâl olmazdı. Çünkü, bu kadın, onun babasının cima' eylediği kadındır.

Keza, bir kadınla onun cariyesini, bir kimsenin nikâhı altında cem etmesi caizdir. Cariyeyi erkek farz etsek seyyidesini alması he­lâl olmazdı. Ancak bu, akrabalık ve süt emme yönünden değildir. Ebiîl -Mekârim'in Nikâye Şerhi'nde de böyledir,

Bir kimse ,iki kız kardeşi, bir akidle nikahlamış olsa; hemen bunlar ayrılırlar. Bu ayrılma, duhûlden önce olursa, ikisine de bir şey lâzım gelmez. Ancak, bunlar cimâ'dan sonra ayrılırlarsa, bu kız kar­deşlerden her birine, mehr-i müsemmânın, misli itibari ile en azı ve­rilir. Muzmarât'ta da böyledir.

Bu kimse, İki kız kardeşi ayrı ayrı nikahlamış olursa; ikinci kız kardeşin nikâhı- sahih olmaz. Şayet, durumu kadı bilirse, bunları derhal ayırır. Duhulden önce ayrılmış olurlarsa, hiç bir hüküm sabit olmaz. Fakat bunlar, duhulden sonra ayrılırlarsa, mehr-i mislin en azı gerekir; kadına ise, idde t lâzım gelir. Böylece, nesep açığa çıkıp sa­bit olur. Bu şahıs da, ayrılan kız kardeşin iddeti bitene kadar, önceki karısı olan kız kardeşin yanına varıp cimâ'da bulunamaz. Serahsi'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir kimse, iki kız kardeşi ayrı ayrı nikahlamış olsa ve fakat hangisinin önce nikahlanmış olduğu bilinmese; bu durumda, kocaya gerekli açıklamada bulunması emredilir. Bir açıklamada bulunursa, fauna göre hareket edilir. Bir açıklamada bulunmazsa; bu hususta bir araştırma yapılmaz ve bu iki kız kardeş de, o kocadan ayırılır. Ta-hâvî Şerhi'nde de böyledir.

Bu durumda, bu iki kız kardeşe akit esnasında konuşulan mehirieri müsâvî ise ve talâk duhûlden önce vuku bulmuşsa, yarım mehir verilir; eğer mehirieri değişîkse, her birine kendi mehirieri-nin dörtte biri verilir. Eğer nikâh kıyılifken, mehir tesmiye edilme-misse, bu kız kardeşlerden her birine, yarım mehir miktarı bir men­faat verilir. Eğer, ayrılık duhûlden sonra olursa, bu durumda, bu kız kardeşlerden her birine, tam mehir vermek gerekir. Tebyîn'de de böyledir.

Ebû Ca'fer Hindüvânî: «Bu kız kardeşlerden her biri, ni­kâhta öncelik iddia ettiği ve fakat delillerinin de bulunmadığı haller­de, bunların her birine yarım mehir verilir. Ancak, bunlar: «Biz, han­gimiz daha önce nikâhlandığımızı bilmiyoruz.» derlerse; aralarında anlaşma yapana kadar, bunlara bir şey verilmez. Gâyetü's - Sürûcî'de de böyledir.

Bu İki kız kardeş, şu şekilde anlaşırlar: Hakimin huzuruna çıkıp ; «Bizim onun üzerinde mehir hakkımız vardır; onu, bize vermedi.

Biz, aramızda yarım mehir almak üzere anlaştık; sulh olduk.» derler. Hakimde, haklarını alıp, kendilerine verir. Nihâye'de de böyledir.

Bu, iki kız kardeşten her biri, kendi nikâhlarının, daha önco olduğuna şahit getirirlerse, bil-ittifak aralarında yarım mehir vardır. Kitâbü'n - Nikâh'da böyle rivayet edilmiştir. Zahirü'r - rivâyede de böy­ledir. Kâfî'de de böyledir.

Bu hükümlerin tamamı, iki kız kardeş arasında sabit olup, açığa çıkacağı gibi; cem'i caiz olmayanların tamamının arasında da sabit olur. Fethü'l - Kndîr'de de böyledir.

Bir kimse, iki kız kardeşten, duhûlden önco ayrılmış olursa ve sonra da bunlarrip- birini nikahlamak isterse, nikâhlıyabılir.

Eğer bu kimse, bu kız kardeşlerden, duhûlden sonra ayrılmış olur­sa, bunlsnn jddetleri bitene, kadar hiç birisi ile evîenemez. Birinin id­deti bitmiş: diğerinin ise, bitmemiş olursa, iddeti bitmiş olanı alabi­lir; diğerini ise alamaz. Eğer, onlardan birine duhûlü vaki olmuş ise, diğerinin iddeti bitmeden onu alabilir. Eğer, diğerinin de iddeti bit-mş olurda, bu iki kız kardeşten istediğini alabilir. Tebyîn'de de böy­ledir.

Bir kimse, İki kız kardeşin aralarını, nikâh yönünden cem edemediği gibi, faydalanma yönünden de cem edemez.

Meselâ : Câriye olarak, iki kız kardeşe sahip olan bir kimse; bunlardan, istediği birinden faydalanabilir. Birinden faydalanınca da, diğerinden faydalanması caiz olmaz.

Keza, bir kimse, bir câriye satın alıp, ona cima' etse; sonra da, onun kız kardeşini sstın almış olsa, öncekine cima' ede-bilir; fakat ön­ceki, kendisine haram olmadıkça sonrakine cima' edemez. Onun, ha­ram olması ise; ya, başkası ile evlenmesi İle, veya mülkiyetinden çıkarmasıyle veya birine hibe etmesiyle veya satmakla veya tasadduk etmekle veyahut da kitabetle (= onu mukâtebe kılmak, yani aza­dını bazı şartlara bağlayarak yazılı bir sözleşme yapmak sureti ile) olur. Tshavî Şerhi'nde de böyledir.

Bu hususta, bir cariyenin bir kısmını azad etmek, tamamını azad etmek gibidir. Keza, bir cariyenin bir kısmına sahip olmak, tama­mına sahip olmak gibidir. Tebyîn'de de böyledir.

İki kız kardeşi, câriye olarak almış olan bir kimse önceden cima' ettiği kız kardeş için :  «Bu, bana haram olsun.» demiş olsa bile, diğer kız kardeş kendisine helâl olmaz. Önceden cima' ettiği ka­dın; hayızlı, nifaslı, ikramlı veya oruçlu olduğu zaman da, durum böy­ledir. Gâyetü's - Sürûcî'de de böyledir.

Bu durumda, kardeş olan bu iki cariyesine de, cima' etmiş olan şahıs; birini, kendisine haram etmedikçe, diğeri ile cima' yapa­maz. Bunlardan birini, satar veya hibe eder veyahut da, bir başkası­na nikahlarsa; sonra da satın alan, bir özürü sebebi ile geri getirir veya kendisi hibesinden geri döner veyahut da kocası onu boşamış olur ve iddetî de tamam olursa; bu şahıs, bu iki cariyeden hiç birine, — diğerini nefsine haram kılmadıkça— cima1 edemez. Fetâvâyj Kâdî-hân'da da böyledir.

Bir kimse, cariyesi ile nikâhlansa ve onun kız kardeşini sa­tın alana kadar, nihâklandığı İle cima1 etmemiş olsa; satın aldığın­dan da faydalanamaz. Çünkü, nikâhla yatak s-efait olmuş demektir. Eğ.er, satın aldığına cimâî ederse, her ikisini yatakta cem etmiş olur, Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.  

Bir kimse, cariyesi ile clmâ' etmiş olduğu halde, onun kız kardeşini kendisine nikahlamış olea, bu nikâh sahih olur. Bu nikâh sahih olunca, artık cariyesi İle cima' edemez. Bu kimse, eğer; nikah­ladığına cima'.etmemişse, önceden cima' etmiş bulunduğu cariyeye, onu kendi nefsine haram kılacak olan sebeplerden birini yapmadıkça, nikâhlısı İle cima' edemez. Ancak, onu kendine haram kılınca bu cariyesi ile cima' etmediği takdirde, .nikâhlısı İle cima' eder. Hidâye'de de böyledir.

Bir kimse, cariyesinin kız kardeşini, fâs/d bir nikâh İle ni­kahlamış ofsa, cima' ettiği cariyesi kendisine haram olmaz; ancak, bu durumda, nikâhlısına cima' ederse, cariyesi    kendisine haram olur. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.

İki kız karderten her biri, bir kimseye ; «Şu şey karşılığında, nefsimi sana tezvic eyledim.» dese veya her ikisinin sözü de aynı and^ çıkmış olsa; adam da, bunlardan pirini kabul etse, nikâh caiz olur.

Eğer, akid esnasında söze erkek önce başlar ve: «İkinizi da, biner dirhem mehirie tezvic eyledim.» derse; bunun üzerine, o iki kız kardeşten biri : «Ben kabul ettim.» der; diğeri ise kabul etmez­se, ikisinin nikâhı da batıl (= geçersiz) olur.

Zehiyre'de İmâm Muhammet) (R.A.)'in şöyle buyurduğu ri­vayet edilmiştir:  Bir kimse, kendisine bir kadın nikahlamak üzere, İki ayrı şahsa vekâlet verse ve bu vekillerden her biri, birer kadın nikahlamış olsalar; bu kadınlar da birbirinin süt kardeşi bulunsa; fa­kat, hangisinin Önce nikâhiandığı bilinmese; ikisinin nikâhı da, bâtıl (= geçersiz) olur. Keza, bunların ikisi birden razı olsalar veya biri razı olsa diğeri razı olmasa, yine nikâhları geçersiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhemmed (R.A.) şöyle buyurmuştur: Vekil olmayan iki başıboş adam, iki kız kardeşi, kendi rızaları ile ve ayrı ayrı akid-îerle, bir .adama nikahlamış olsalar; evlenecek bu şahıs da, bu kız kardeşlerden birisine razı olsa, onun nikâhı caiz olur. Ancak, bun­lardan ikisi de bir akidle nikahlanmış olsalar, hiç birinin nikâhı caiz olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Bu şekilde, iki kız kardeş bir adama nikahlanmış    olsalar; fakat bu kız kardeşlerden birisi, bir başka şahsın ya iddetlisi veya rıikâhiısı bulunsa; bu durumda, başı bos olanın nikâhı sahih olur. Se-rahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir kimsenin, kendisinden dolayı iddet beklemekte olan bir kadının, kız kardeşini nikahlaması caiz olmaz. Bu iddetin, talâk-ı rici'-den. talâk-ı bâin'den, talâk-ı selâse ile boşamadan,    fâsid nikâhtan veya şüpheli nikâhtan olması halleri de müsavidir. Keza, bir kimse­nin nikâhı altında c-em edilmeleri caiz olmayan iki kadından birinin, îddeti bitmeden, diğeri nikâhlanamaz. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, ümm-ü veledini azad etmiş olsa, onun iddeti bit­meden, kız kardeşini nTkâhlayamaz. İmâm Ebû Hnntfe (R.A.)'ye göre, bu kadın dördüncü kadın İse yerine başka birini nikâh etmesi helâl olur. İmâmeyn'e göre ise, bu durumda bu ümm-ü veledin kız kardeşini nikahlaması da helâl olur. Fethü'l - Kadir'd e de böyledir.

Bir kimsenin karısı, irtidat edip  (= İslâm Dininden çıkıp),  harbe gitmiş olsa: bu adam, onun iddeti bitmeden, bu kadının kız kardeşi ile evlenebilir. Nitekim, bu kadın ölmüş olsaydı, bu adam, onun kız kardeşini hemen nikâhlıyabilirdi.

Eğer irtidat eden kadın, kocası nikahlanmadan önce, veya onun kız kardeşi  İle  nikahlandıktan sonra müslüman olup, kocasına  geri dönmüş olursa, kız kardeşinin nikâhı, —bu kadın vaktinde dönmemiş olduğu için— sahih olur. İkinci haîde de, İmâm Ebû Hsnîfe İRA.Yyş göre, yine kız kardeşin nikâhı sahih olur; çünkü, önceki kadının iddeti, —irtidat etmesi sebebi   ile— sakıt olmuştur. Yeni bir sebepr geri dönemez. Imâmeyn'e göre ise, bu durumda o kadın, müslümt olarak geri dönünce, kız kardeşinin nikâhı caiz olmaz. Çünkü, bu ka­dının müsiüman olarak geri dönmüş olması, gaibin geri dönmüş ol­ması gibidir. Fethü'I - Kadîr'de de böyledir,

İkisi de birbirinin halası olan iki kadının, bir nikâh altında cem edilmesi câîz olmadığı gibi, ikisi de birbirinin teyzesi olan, iki kadının da, bir nikâh altında cem edilmesi caiz değildir.

İki kadının, birbirlerinin halası olmasının şekli: İki şahıs, birbir­lerinin anası ile evlenir; bunlar da birer kız doğururlarsa; bu kızlar­dan her biri, diğerinin halası olur.

İki kadının, birbirinin teyzesi olmasının şekli ise : İki adam, bir­birlerinin kızları ile nikâhlansalar da, onlarda birer kız doğursalar; bu kızlar da birbirlerinin teyzesi oîurîar. Hidâye'de de böyledir.

Nikâhı haram olan bir kadının üzerine nikahlanmış olan ka­dının nikâhı, sahihtir. Bu ise, şu şekilde olur: Bir adam, iki kadın nikâhlssa da, birinin nikâhı (muharremattan olması kocasının bulun­ması veya puta tapan vesenî bir kadın olması gibi bir sebeple) heiâl oimasa,'diğer kadının nikâhı helâl ve sahih olur. Ötekinin nikâhı ise, —zâten— batıl [= geçersiz) dir. Mehr-i Müsemmânın tamamı, nikâ­hı helâl olan kadının olur. Bu, Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Tebyîn'-de de böyledir.

Bu durumda, bir kimse, nikâhı helüâl olmayana da cima' et­miş olsa, o kadına da mehr-î misil verilir. Mehr-i müs-emma ise, nikâ­hı helâl olanındır. Bu görüş esahhtır. Mebsüt'ta böyle denilmiştir. Ebû Hanîfe (FLA.)'nin kavli de budur. Fethü! - Kadîr'de de böyledir. [15]

 

5- Hür Bir Kadin Üzerine Bir Gâhiyeyi Nikahlamanın Veya Bunlar! Beraber Nikahlamanın Hahamlığı
 

Bîr cariyeyi, hür olan bir kadının üzerine nikahlamak veya bunları beraber nikahlamak caiz değildir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Keza, mûdebbere [= efendisi ölünce, hürriyete kavuşacak olan câriye) ve ümm-ü veled (-~ efendisinden çocuk doğuran cariyem­in nikâhları da, hür kadın üzerine caiz değildir. Fethü'i - Kedîr'de do böyledir.

Bir kimse, hür bir hadmla bir cariyeyi, bir akid ile nikah­lamış olsa; hür kadının nikâhı caiz olur; cariyenin nikâhı ise caiz olmaz. Bu hüküm, hür kadının nikâhmm yalnız başına caiz olduğu du­rumdadır. . Eğer, hür kadının nikâhı, sahih ve caiz değüse, cariyeyi onun üzerine nikahlaması hâlinde, cariyenin nikâhı bâtıl oimaz, ge­çerli olur. Hulâsa'da da böyledir,

Bir kimse, önce hür bir kadını, sonra da bir cariyeyi nikah­lamış olsa; her' ikisinin nikâhı da caiz o!ur. Fetâvâyî. Kâdihân'da da böyledir.

Bir kimse, talâk-i seîâse veya ts'âk-ı hâin üzere boşadığı kadının iddeti bitmeden, bir cariyeyi nikahlaması, İmâm Ebû Hanîfo (R.A.)'ye .Ciöre caiz olmaz. İrcâmeyn'e göre ise, bu caiz olur. Eğer, ta!âk-ı ric'înin iddeti içinde, bu cariyeyi nikahlamış olursa; bu ittifak­la caiz olmaz. Kâfî'de de böyledir.

Bîr kimse, bir câriye ve bir hür kadını nikahlamış oİ3a; hür kadın da fâsid bir nikâhın iddeti veya şüphe ile yapılmış bir cimâ'nın iddeti içinde olsa, Hasar, : «O şahıs, kendisi ile bu iki kadın arasın­da ihtilâf içindedir.» demiştir. Başkaları ise: «Bu cariyenin nikâhı, bi! - ittifak caizdir.» demişlerdir. Açık vs sshih olen görüş budur.

Bir kimse, cariye, ric'î talâk iddeti içerisinde iken, hür bir ka­dını nikahlamış, olsa; sonra da cariyeye rüoû' etmiş bulunsa, nikâh caiz olur. Zehıyre'de de böyledir,

Bir köle, hür bir kadını nikahlamış olsa ve kendi efendisinin izni olmadan ona cima' etse ve yine efendisinin izni olmadan bir de câriye nikâhlasa; efendisi de —sonradan-—her ikisinin nikâhlarına izin vermiş bulunsa, bu durumda, hür kadının nikâhı caiz olur; cari­yenin nikâhı İse, caiz olmaz. Serchsl'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir kimsenin, bir büyük kızı, bir de büyük cariyesi olsa ve bu şahıs, başka bir şahsa: "Ben bunun ikisini de, sana nikahladım.» dese! o şahıs da, cariyenin nikâhını kabul etse, o nikâh geçersiz olur., Ancak,   bundan   sonra,   hür olan   kızın   nikâhımı > kabul   ederse,  bu nikâh caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Gücü yeten kimse, müsiüman veya ehl-i kitap olan bîr ca­riyeyi, hür bir kadının üzerine nikâhlıysbilir. Kâfî'de de böyledir.

Hür olan bir kadınla, bir cariyenin nikâhını uzun müddet, bir­likte tutmak mekruh olur. Bedâi'de de böyledir.

Bir kimse, dört cariyeyi nikahlamış olsa, beşinci olarak da, hür bir kadını nikâhlasa, cariyelerin nikâhı sahih olur.  Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir. [16]

 

6- Başkalarının Hakki Sebebi İle Nikâha Haram Olan Kadınlar
 

Bir kimsenin, başka birinin karısını nikahlaması caiz değil­dir.

Keza, iddeti bitmemiş oîan bir kadını, nikahlamak da caiz değildir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Bu iddetîn, boşanmaktan, ölümden, fâsid nikâhtan veya şüp­heli nikâhtan olması halleri de, müsâvîdir. Bedâi'de de böyledir.

Bir kimse, başkasının nikâhlısı olduğunu bilmeyerek, bir ka­dını nikahlamış ve cima' etmiş bulunsa; bu kadının, iddet beklemesi gerekir. Fakat bu adam o kadını, başkasının nikâhlısı olduğunu bile bile, nikâhlamışsa, —cimâ'sı, kocasına haram olmadığı müddetçe — o kadına, Iddet lâzım gelmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İddet sahibinin, o kadını nikahlaması caiz olur. Serahsî'nin Mu­hıyt'inde de böyledir.

Bu hüküm, iddetten başka bir mâni olmaması    halindedir. Bedâi'de de böyledir.

İmâm Ebû Hanife (R.A.) ve İmâm Muhammed (RA)'e göre, zinadan hamile bulunan bir kadını, nikahlamak caizdir; ancak, bu ka­dın, doğum yapana kadar ona clmâ' edilmez. Ebû Yûsuf [R-ATa göre ise, bu nikâh sahih olmaz. Fetva ise, öncekilerin kavillerine göredir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu durumdaki bir kadına, cima' etmek mubah olmadığı gibi cimâ'yı teşvik edici haller de mubah olmaz. Fethü'l -Kadîr'de de böy­ledir.

Mecmüu'n - Nevâzil'de:  «Bir kimse, zina etmiş olduğu bir kadını, nikahladığı zaman; onun hâmile olduğu açığa çıkarsa, bu ni­kâh, bütün âlimlerimize göre caiz olur. Bu adam, yine bütün âlim­lerimize göre, o kadına cima1 edebilir. Bu kadının nafakası da, o ada­mın üzerine olur. Umûmun kavline göre, bu böyledir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adamın, nikahlamış bulunduğu bir kadın, hilkati tamamla­mış bir çocuk düşürse; eğer bu düşük, dört aylık ise, nikâh sahih ve caiz olur; düşük dört aylıktan az ise, bu nikâh caiz olmaz. ÇDnkü, bebek, yüz yirmi günlük olmadıkça, hilkat belli olmaz. Zahîriyye'de 4e böyledir.

Hamile kadın, karnındaki çocuğun kimden olduğunu biliyor­sa; bu kadının ni'kâhı bil - icmâ' caiz olmaz. Bu kadın, ibir harbîden thamile kalmış ve sonradan hicret etmiş veya esir alınmışsa, nikâhı caiz olur; ancak, hamiiıri vaz edene (='doğurana) kadar, nikahlayan kimse, onunla cima' edemez. Bu kavil,   İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) tarafından da rivayet edilmiştir. T&hâvî de, bu kavli mu'temed görmüştür. Ancak, İmâm Muhammed (R.A.), bunu men etmiştir. Kerhîde, bu kavle itimad etmiştir.    Esahh ve İtimad edilecek olan görüş de budur. Tebyîn'de de böyledir.

Bir kimse, hâmile olan ümm-ü veledini nikahlamış olsa; bu nikâh, battl olur. Ancak, bu ümm-ü veled, hamiie değilse, nikâh câîz o!ur. Kâdîhân'm Câmiü's - Sağîri'nde de böyledir.

Cariyesine cima' etmiş olan bir kimse, daha sonra da, onu nikahlamış olsa, bu nikâh, caiz olur. Ancak, bu câriye, erkeğin su­yundan korunmak için istibra (= meniyi ferçten uzaklaştırmak) yapı­yorsa, bu durumda, nikâh caiz olmaz. Hidâye'de de böyledir.

Bu durumda, efendinin istibra yapması müstehaptır. Hidâye Şerhî'nde de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe ile İmâm Yûsuf'a göre, nîkâh câîz olduğu zaman, koca, İstibradan önce de, cima' edebilir. İmâm Muhammed ise : «İstibra yapana kadar, cima1 yapılmasını hoş, görmem.» demiştir. Nihâ-ye'de de böyledir.

Fakîh   Ebû'l - Leys: «İmâm  Muhammed'in  kavli,  ihtiyata daha yakındır. Biz de, onu alıp, kabul ederiz.» demiştir. Nihâye'de de böyledir.

Bu ihtilâf, efendinin cariyeyi istibradan önce nikahlamış ol­ması halindedir. Eğer câriye, istibrâyı nikâhtan önce yapmış ise, îs-tibrâsız cimâ'nın caiz olduğunda, İttifak vardır. Fethü'l - Kadîr'de de 'böyledir.

Bir kimse, zina ettiğini gördüğü bir kadını nikâhlasa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre bu kadın, istib­ra[17]  etmeden onunla cima' etmek helâl olur. İmâm Muhemmed (R.A.) Ise^ «İstibra etmedikçe, o kadınla cima' edilmesini, sevimli bulmam.» demiştir. Hidâye'de de böyledir.

Bize göre, bir babanın, oğlunun cariyesini nikahlaması caiz olur. Tatarhânîyye'de de böyledir.

O Kocasını, dâr-ı harpte bırakıp, yalnız başjna dâr-ı islâma gelmiş bulunan bir kadını, nikahlamak caizdir. Ve bu kadının, idde! beklemesi g-erekmediği hususunda da, icmâ' vardır.

Keza, hicret eâen kadınları nikahlamak da, caizdir. Bunlara kar­şı, iddet beklemek de yoktur. 3u, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nİn kavİidir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.) ise : «Bun­lara karşı da, iddet beklenir; iddetleri içinde, nikâhlanmaiarı caiz ol­maz.» demişlerdir.

Hayızdsn   dolayı   istibra yapmadan önce, Cİmâî yapmanın helâl olmadığı hususunda, ihtilâf yoktur. Bedâi'de böyledir. [18]

 

7- Şirk Sebebi İle Nikâhları Haram Olan Kadınlar
 

Mecûsîlerin ve vesenîlerin (=ateşe topaniarın ve kitabî ol­mayıp, puta, aya, güneşe, yıldızlara ve benzeri şeylere tapanların), — hür olsunlar veya câriye bulunsunlar— nikâhları caiz olmaz. Sirâ-cii'l - Vehhâc'da da böyledir.

Putlara tapanlar;   güneşe yıldızlara tapanlar; suretler yapıp, onlara tapanlar ile zenadika, batıniyye, ibahiyye ve saire gibi itikadı küfür olan bütün mezheplerin mensupları da, nikâhı caiz olmayanlara dâhildirler. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.

Müşrik ve mecüsî olan bir cariyeye, Mülk-i yemin[19]  olma­sı sebebiyle cima' yapılmaz.

Müslüman erkeklerin; harbî veya zımmî, hür veya câriye olsun, etıl-i kitap olan kadınlarla, nikâhlanmaîarı caizdir. Serahsî'nin Mu-hıyt'inde de böyledir.

Bu hususta, evlâ olan ise; böyle yapmamak yanî bunları ni­kahlamamak ve zaruret olmadıkça, kestiklerini yememektir. Fethü'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir müslüman, kitabı bir kadınla evlendiği zaman, onu kili­seye veya havraya göndermez; buralara gitmesine mâni blur. Sirâcü'l Vehhâc'da da böyledir.

Bu kadını, evinde şarep yapmaktan da men eder. Nehrü'l-Fâık'ta da böyledir.

Kocası, kitabî olan bu kadını; bayız, nifas veya cenâbetlik guslünü yapması için, icbar etmez. (—zorlamaz.) Sîrâcü'f - Vehhâc'da da böyledir.

üar-t harpte, bir mûsiümanın, enl-I kitap olan harbî bir ka­dını, nikahlaması caizdir; fakat !bu, mekruhtur. Burada nikâhlandığı bir kadını, dar-ı İslama götürürse, nikâhı baki kalır. Fetâvâyi KâdîhâıTda da böyledir.

Eğer,  kendisi  çıkar da, kitabî ve harbî olan karısın?  dâr-ı harpte bırakırsa,  memleketlerin  ayrılığı  sebebi  ile, aralarındaki ni­kâh sona ermiş ve ayrılmış olurlar. İmâm Serahsî'nin Mebsât Şerhi'-rıde de böyledir.

Müslüman olmayan bir erkekle, müslüman olmayan bir ka­dın; velîsinin izni ile ve şahitlerin huzurunda evlenseler; sonra da içlerindeki nifak inancını terk ederek İkisi birden müslüman olsalar, 'kocası da, kadına duhûlü olmadan başını boş bırakmış olsa; bu kadın, müslüman oldırktan sonra fakat, önceki kocasından ayrılmadan önce, 'başka bir erkekle evlenmiş olsa; bunların durumu hakkında Şeyhü'l-İmâm Ebû Bekir Muhsmmed bin Faril, şöyle buyurmuştur: «Eğer on-ler müslüman olduklarını açıklar ve küfrün, küfür olduğuna inanırlar­sa, — önceki nikâhları caizdir. Kadının, sonradan yapmış olduğu te-zevvüç, caiz değildir. Fakat bunlar, kâfir olduklarını açıklar veya bun­lardan birisi kâfirliğini  meydana koyarsa, mürted hükmünde olurlar ve önceki nikâhları sahih olmaz; kadının,    ikinci nikâhı sahih olur.» Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Semavî bir dine inananların hepsi ve Hz. İbrahim (A.S.)'İn su-nûfu, Hz. Şit (A.S.J ve Hz. Dâvüd (A.S.)'m kitapları gibi, bir kitaba bağlı olanlar, eh I - i kitap (= kitabî kitap ehli) tırlar. Bunların kadınla­rını nikahlamak, câirdir ve kestikleri yenilir. Tebyîn'de de böyledir.

Sâbii olanlara gelince; İmâm Ebû Hcnîfe (R.A.)'ye göre, bun­ların kadınlarım, müslüman erkeklerin, nikahlamaları, caizdir. Ancak bu, mekruhtur.

Imâmeyne göre İse, bunları nikahlamak, caiz değildir. Kestikle­rinin yenip yenmiyeceği hususunda da bu ihtilâf vardır

Bu hükümler; İmâm Ebû H&nîfe CR.A.)'ye göre, bunların, nasârâ (= tııristiyan) kavminden olup» Zebur okudukları ve bazı yıldızlara, — bizim Ka'be'ye ta'zim ettiğimiz gibi™- ta'zim ettikleri vakittin

Imâmeyn ise, bunların yıldızlara ta'zimini, kertdilerine^ait, —puta tapanların ibâdetleri gibi— bir İbâdet kıldıklarındartdır. Kâfi'de ve Hî-dâye Şerhleri'nin ekserîsinde de böyledir,

Bir şahsın, ana-babasından birisi kitabî, diğeri ise, mecûsî olsa; bu şahıs, kitabî hükmündedir. Yani. ehl-i kitaptan sayılır. Bedai’de de böyledir.

Bir müslümanın nikahlamış bulunduğu bir kitabî kadın, te-meccüs etse C= mecûsîliği kabul etse); eralarirrda haramhk sabit ola­cağından, nikâhları fâsid olmuş olur. Fakat,    müslüman bir erkeğin, nikahlamış bulunduğu yahudî kadın,hırstiyan olsa veya hırlstiyan ka­dın yahudi olsa, aralarındaki nikâh sahihtir.

Bir müslüman erkeğin, nikâhı altında bulunan kitabî kadın, sâbiî olursa; bu durumda, İmâm Ebû Hsnîfe (R.A.)'ye göre, nikâhları fâsid olmaz; İmâmeyn'e göre ise, nikâhları fâsid olur, Cevheretü'n - Neyyİ-re'de de böyledir.

El-Hucendî: «Bu hususta esas kaide; Bu durumda, karı-kocadan biri; bulunduğu hâlini değiştirirse, nikâh-caiz olmaz; —ön­ceden — caiz olmuş bulunan nikâh da, bâtıl olur. Mecusîlik de, ni­kâhı   ifsâd  eder.  Mecusiliğe dönen  kadından, ayrılmak  gerekir. Bu kadına, mehir de, bir menfaat de verilmez.

Eğer erkek, duhûlden sonra mecûsîliği kabul etmiş olursa, karısı­nın mehrinin tamamını ödemesi gerekir. Fa'kıst erkek, cima1 yapma­dan önce mecûsîliği kabul -etmiş ve nikâh akdinde de belirli bir me-Ihir tesmiye edilmişse, karısına, onun yansını verir; mehir tesmiye edilmemişse, ona, bir menfâat vermesi îcabeder. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.

İrtidad eden (= Müslüman iken kâfir olan) bir erkek, îrtîdad eden veya müslüman bir kadını veyahut da aslında kâfir olan bir ka­dını alamaz.

Keza, irtidad eden kadın da, hiç bir kimse ite nikâhlanamaz. Mebsût'ta da böyledir.

Müslüman 'bir kadın, müşrik veya kitabî olan bir kimse ile, evlenemez. SfrScü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Mecûsî veya vesenî ofan kadınlar, her çeşit kâfirle evlene­bilirler; ancak, irtidâd etmiş olan kadınlar, hiç bir kimse ile evlenemezler. Fetâvâyi Kâdîhâı'da da böyledir.

Yollan ve inançları ayrı ayrı olsa bile, zımmîler, birbirleri ilo evlenebilirler. Bedâi'de de böyledir.

Kitabî olan bir katimi, müsiüman bir kadının üzerine, müslü-man bir kadını da, kitabî bir kedinin üzerine almak, caizdir. Bu iki grup kadın, nikâha mahal olma bakımından müsâvîdirler. Kâdîhân'm Câmîu's - Sağîrİ'nde de bnvlerfîr. [20]

 

8- Mülk Sebebi İle Nikâhı Haram Olanlar
 

Bîr kadının, kölesi veya bir başkası ile ortak bulunduğu kö­lesi ile tezevvüc etmesi caiz değildir. Kadın, nikâhlı olduğunu göster­mek için, o şahsın, kendi kölesi olduğuna itiraz etse bile nikâhı batıl olur. Bedâi'de de böyledir,

Bir erkeğin cariyesi  ile, mükâtebesi  ile müdebberesi ile, ümm-ö veledi ile veya bir kısmına başkasının sahip bulunduğu cari­yesi ile nikâhlanması caiz olmaz. Fetâvâyî Kâdîhârrda da böyledir.

Keza. bir erkeğin; çalışıp kazanarak, borcundan kurtulup, hürriyetine kavuşmasına, izin vermiş bulunduğu cariyesi ile nikâhlanması da caiz değildir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Âlimler: «Bu zamanda evlâ üten, kişinin cariyeyi kendisine nîkâhlsmasıdır, Taki, câriye hür olunca, nikâhın hükmü sebebi ile, ona nlmâ' etmesi helâl olsun. Sirâciyye'de de böyledir.

İzinli ve müdebber olan kölelerin, nikâhlılarını satın almak la, bunların nikâhları batıl olmaz.

Keza, mükâtep bir kölenin, nikâhlısını satın almakla, bunlar ara­sındaki nikâh da fâsid olmaz.

Mükâtep, bir câriye satın alıp, bunu kendisine nikahlamış olsa; bu nikâh sahih olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bir kısmı azad edilmiş olan köle de, mükâtep hükmündedir;  bunun, zevcesini satın almakla da nikâhı fâsid olmaz. İmâmeyn'e göre ise, bu kimse, hürdür, 'borçludur ve bu durumda, nikâhı fâsid olur. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

İmâm Ebû Hsnîfe (R.A.)'nin kavline göre, hür bir kimse, bu durumdaki bir şahsın karısını, muhayyer olarak satın almış olsa, ni­kâhı batıl olmaz,

Mükâtöbin, kendisine sahito olan kadınla evlenmesi sahih olmaz. Mükâtep, sahibi olan bu kadınla cima' etmişse, mehrini vermesi ge­rekir.

Keza, bir kimsenin, mükâtebe cariyesini nikahlaması da, caiz de­ğildir. Şayet cima' etmiş olursa, mehrini öder.

Bir kadın, sahibi bulunduğu mükâtep köle ile evlendikten sonra, onu azâd ey'ese yine aralarında —fâsid— nikâh, sahih nikâha dö­nüşmez; yani, nikâh bu durumda bile, caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân*-da da böyledir.

Mükâtep veya köle, efendisinin İzni ile, onun kızını nikahla­mış olsa, bu nikâh, caiz olur. Bu efendi ölünce, kölenin nikâhı fâsid olur; mükâtebin nikâhı ise, fâsid olmaz. Bu, bize göre böyledir. Meb-sût'ta da böyledir.

Bundan sonra, eğer mükâtep azad edilirse,    nikâh tekarrur eder, (= yerinde kalır.) Eğer, mükâtep aciz kalır da rıkkını iade eder (= tekrar köleliğe döner) ve bu hâl duhûlden önce olursa, kızın ni­kâhı batıl (= geçersiz), mehrinin de tamamı sakıt olur. (=  düşer.)

Bu hâl duhûlden sonra olursa, kızın, o mükatepte olan hissesi ka­darı, mehirden düşer; veresenin hisseleri İse baki kalır.

Eğer mükâtep, efendisinin kızını, efendisinin ölümünden sonra nikâhlamışsa, bu nikâh mün'akid [= kıyılmış) olmaz. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir. [21]

 

9- Talâk Sebebi İle Nikaları Haram Olanlar
 

Bir kimsenin, üç talâkla boşadığı hür bir kadını; bu kadın, başka bir erkekle tezevvüc etmeden, geri alması helâl olmaz.

Keza, bir kimse, nikâhı altında bulunan bir cariyeyi de, iki talâk­la boş&dıktan sonra, geri alcmaz. Bu durumda, bu cariyenin nikâhı he­lâl olmadığı gibi, mülk-ü yemini (= müiküyeti altında bulunan cari­yesi) olması sebebi ile cima' etmesi de, helâl olmaz. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Bir kimse, tezevvüc ettiği bir cariyeyi, iki talâkla boşasa, sonra da onu, satın alıp azs-d etse; yine onu, —başkası nikahlayıp, cima1 ettikten sonra g-eri boşamadıkça ve iddeti de tamam olmadık­ça — tezvîc eyleyemez. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir. [22]

 

Bu Hususlarla İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
 

Mut'a nikâhı batıldır. Bu nikâh, helâllik ifâd-e etmez. Mut'a nikâhından dolayı, talâk da lâzım gelmez. Mut'a nikâhından dolayı; îla1 (= kocanın karısına yaklaşmaması hususunda yemin etmesi) vö zıhâr (= kocanın, karısını, müebbeden mahremi olan bir kadının, ba-'kifması caiz olmayan bir uzvuna benzetmesi) de îca'betmez. Mut'a nikâhından dolayı, iki taraf, birbirlerine varis de olmazlar. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

Mut'a nikâhı : Bir eleğin, mânilerden hâli (= nikâhlanma-sına hiç bir sakınca olmayan) bir kadına : «Senden on gün fveya da­ha az veyahut da daha çok) faydalanacağım.» veya : «Beni, nefsinden günlerce faydalandır,- demesi veya hiç zaman (gün) zikretmeden, ka-dsndan faydalanmayı istemesidir, Fethü'l - Kedîr'de de  böyledir.

Muvakkat (= geçici bir süre için yapılan) nikâh da, batıldır. Hidâye'de de böyledir.

Sahih olan kavle göre, muvakkat nikâhta, sürenin uzun veya kısa olması arasında bir fark yoktur. Bu müddetin, ma'lum (= belirli, bilinen) veya meşhul (= belirsiz, bilinmeyen) oimast haileri de, mü-sâvîdir. Nehru'l - Fâık'ta da,böyledir.

Büyük âtim Şemsü'I - Eimme Halvânî ve âlimlerimizden pek çoğu şöyle demiştir: «Bir kadınla 'bir erkeğin, kesin bilgileri olma­yan  ve beraber yaşamaları ihtimâli bulunmayan, meselâ: Bin sene gibi —uzak— bir zamanı şart koşarak yapmış    bulundukları akitler geçersizdir.

Meselâ : «Kıyamet kopana kadar...», «deccal çıkana kadar.....îsâ (A.S.) inene kadar...» gibi sözlerle, nikahlanmak batıldır, geçersizdir. Bu kavli Hasan, İmâm Ebû Hanîfe'den de rivayet etmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir erkek, kadının niyyetinde olan müddetçe onunla tecev-vûc etse, kendi niyyeti' İse, kadın kendisi ile    durduğu müddetçe, onunla durmak olsa, bu nikâh sahih olur. Tefeyîn'de de böyledir.

Bir erkek, 'bir kadınla, bir ay sonra boşamak niyyeti ile te­zevvüc etse, bu câîz olur. Bahrû'r - Râık'ta da böyledir.

Bir kimsenin .gündüzlere mahsus tezevvüc etmesinde de, bir beis yoktur. Bu, evlendiği kadınla, geceleri değil de, gündüzleri be­raber kalmsk demektir. Tebyîn'de de böyledir.

İhramlı erkeğin ve i h rami i kadının, ihramlı oldukları halde, nikâhlanmaları caizdir.

Keza, ihramlı bulunan bir velî, velîsi bulunduğu kadını, tezvîc edebilir.

Bir kadın, bir erkekle nikâhlı olduğunu İddia etse ve bunujsbatlasa; kadı, o kadını, o adama karı eder.

— Aslında— bu kadın, o erkeğin karısı olmasa; fakat kadın, bu erkekle aynı yerde beraber kaldıklarını ve kendisine cima' yaptığını id­dia (ve is'bat) etse, (bu durumda kadı, bunları karı-'koca eder.) Bu hüküm, İmâm Ebû Hanîfe [R.A.)'ye ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un, bu husustaki kavillerinden birincisine göredir. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un diğer kavli ise, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavli gibidir ki, bu kavilde o adamın bu kadına cima' etmesi caiz değildir. Hidâye'de de böyledir

Bu adam dilerse, hakimin hükmüne uyar.

Ancak, bu durumda da, kadının, inşa' mahalli (= evlenmeye du­rumunun müsait) olması şarttır.

Eğer kadın, bu durumda, başka biri İle evli olursa veya başka­sından iddetli bulunursa veyahut da, üç talâk ile boşanmış ve fakat hükmünü yerine getirmemiş olursa; hâkimin verdiği —karı - koca ol­ma— hükmü, yerine getirilemez. Âlimlerin ekserisine göre, bu hük­mün yerine getirilmesinde, şehitlerin hazır bulunması da, şart kılın­mıştır. Tebyîn'de de böyledir.

Keza, bir erkek, bir kadınla nikâhlı olduğunu iddia etse, hü­küm yine yukarıdaki hüküm gibidir.

Keza, bir erkek, — başkası ile evli bulunan bir kadının— ken­disi ile nikâhlı olduğunu iddia etse ve bu iddiasını yalancı şahitlerle ispr.h'asa; hakim da bu şekilde hüküm verse; kadın gerçeği bildiği halde, talâk (= boşanma) sabit oîur. Bu durumda, bu kadın, iddetini tamamladıktan sonra, başka kocaya varır. Şahitlik yapanla evlenmesi de, helâl olur. Önceki kocası ile —bu durumda— evlenmesi,-haram olur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu kadının, önceki ve sonraki ko-ceterryla evlenmesi, helâl olmaz. İmâm Muhammed CR.AJ'e göre ise; ikincisi ile cima' yapmamışsa önceki kocası île evlenmesi helâl olur; cima' yapmışsa, iddet gereği için, haram olur. Bu kadın, ikinciye, ebe-diyyen helâl olmaz. Bahrü'r-Râik'ta da böyledir.

Bir erkek, bir kadınla nikâhlı olduğunu iddia ve o kadın da nikâhı inkâr etse; fakat koca, kadına, nikâhlı olduğunu ikrar etmesi İçin yüz dirhem vermeyi teklif etse ve bunun üzerine sulh olsalar; bu erkeğin, yüz dirhemi, kadına vermesi gerekir. Eğer kadın, bu ikrarı, şahitler huzurunda yapmışsa, bu nikâh yerindedir ve geçerlidir.

Kadın için, genişlik vardır; kocası ile kendisi arasındaki durum hakkında, nasıl isterse öyle davranır. Bu, Ra'bbi ile kendisi arasında­ki bir iştir. Ancak; bu ikrar, şahitler huzurunda olmamışsa, bu du­rumda, nikâh da akdedilmiş olmaz. Ve kadın için de, bir genişlik söz konusu değildir. Sahih olan budur. Muhıyt'te de böyledir. [23]

 

4- NİKÂHTA VELAYET
 

Şu dört sebeple, velayet hakkı sabit oiur:

1- Karabet (= Akrabalık),

2- Velâet (= Efendili:;),

3- İmâm ot E= Vellyyü'l emr veya onun naibi olmak),

4- Mâlikiy&t (= Sahibi bulunmak). Bahrü'r - Râık'ta da beyledir. [24]

 

Akrabalık:
 

Kadına en yakın olan velî. Oğludur. Sonra da Itânihâye oğul­larının oğullarıdır. Sonrada batesı ve üânihâye babalarının babaları­dır. Muhıyt'te de 'böyledir.

Mecnûne [= akıllı olmayan) bir kadının velayet hakkı, İmâm Ebû Honîfe [R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, oğlunundur. İmâm Muhrı^m:::] (R.Aj'e göre ise, babasınmdır. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Bu durumda, —bu ihtilâfın kalkması için— yapılması en cfdel elan hnreket; böyie bir kadının babasının, bu kadının oğluna, anasının nikâhı hususunda —velayette bulunmasını— emretmesidir. Tchâvî Şerhîn'de de böyledir,

Oğul ve babadan sonra, kadının nikâhtaki velîsi —baba ana bir— erkek kardeşidir; ünden senra, — baba bir— erkek kardeşidir; ondrn sonra —baba - erta bir— erkek kardeşinin oğludur; sonra da — baba bir— erkek kardeşin oğludur. Bu, ne kadar aşağı inerse İn­sin, böyle devam eder.

Sonra, ena - baba bir— amca; sonra, —baba bir— amca;—son­ra, baba -£na bir— amcanın oğlu; sonra —baba bir— amcanın oğlu, sonra da, 'bu tertip üzere, no kadar aşağı inerse lirsin, bunların oğul­larıdır.

Sonra,( babanın, —baba-ana bir-— amcası; sonra, babanın, —baba bir— amcası; sonra da tertip üzere bunların oğullarıdır.

Sonra da, kadına en uzak olan asabe [= baba tarafından akra­ba olan) erkekleridir. Uzak olan bîr amcanın, oğlu gibi-,. Tatarhâniy-ye'de de böyledir.

Bunların tamamının, velayetleri altında bulunan kızlara karşı, ic­bar velayeti hakları vardır. Kadın, cinnet getirdiği zaman, büyük ol­sun, küçük olsun; söz hakkı velîlerînindir. Bahrü'r- Râık'ta da böy­ledir. [25]

 
Efendilik:
 

Azad edilm'îş bulunan kölelerin ve cariyelerin velileri ise, — kendilerini azad etmiş bulunan— efendileridir. Sonra *da, bu efen­dilerin, nesep yönünden asabeleridir. Tebyîn'de de böyledir.

Asabe'den kimse bulunmadığı zaman, İmâm Ebû Hanîfa (R.A.)Ve göre, küçük oğlan veya kıza vâris olabilen vg zevii er-ham (*) bulunan kimselc, o küçüklerin evlenmelerinde sahip ve velî olurlar. Zahiru'r- rivâye budur. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, zevi'l - erham'ın velayet hakkı yoktur, İmâm Ebû Yûsuf (R-AJ'da bun dan kaçınmıştır.

!mâm Ebû Hanîfe (R.AJ'ye göre, çocuğa velî olacak kadınlar, ya­kınlıkları itibariyle şöyle sıralanırlar: Ana, kız, oğulun kızı, kızın kızı, oğulun oğlunun Zevi'l - erham : Anne tarafından» yakın akrabalar, kızı, kızın kızının kızı, baba - ana bir kız kardeş, baba bir kız kardeş, ana bir ericek ve kız kardeş, sonra da bunların evlâtları, Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir,

Kız kardeşlerin, oğullarından sonra, velayet hakkı, babanın kız kardeşinin, yani halanındır. Bundan sonra da teyzenin, amca kız- hala kızlarım ıdir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.Vye göre, fâsid dede, volâyet bakımından, kız kardeşten evlâdır. FethüV Kadirde de böyledir.

Velayet hakkı, daha sonra mevle'i - müvâiât[26]  'ındır. [27]

 

İmamet :
 

Daha sonra da, velayet sırası sultan'in (= veliyyü'l - emr'in), Sonra da hakimin ve hâkim tarafından tayin edilmiş olan kimsenindir. Muhiyt'te de böyledir.

Hakim, ancak; veliye muhtaç oUn bir kimsenin nikâhını, bu iş, kendi uhtesine verildiği zaman kıyabilir; aksi takdirde velî ola­maz.

Bir hakim, bir kadımkendisine hükümdar tarafından —bu husus­ta— izin verilmeden nikahlamış olsa ve sonra da, hükümdar İzin verse, bu nikâh istihsânen caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyle­dir. Sahih olan da budur. Sarshsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir hakim, küçük bir kızı, kendi nefsine nikâhlasa, bu nikâh, velîsiz 'bir n'rkâh olur, (Kİ böyle bir ni'kâh caiz değildir.) Çünkü, bu hakim de, kendi nefsi hakkında, bir tobeadan ibarettir. Bu durumda, bu küçük kıza velî olma hakkı, hakimin makam itibari ile üstünde bulunan, valinindir.

Vali de, kendi nefsi söz konusu olunca, hâkim gibi bir tebaadan ibarettir. Koza, Halîfe (= devlet başkanı) de kendi nefsi hakkında tebaadır. Muhıyt'te de böyledir.

Amca oğlunun, amcasının kızını, kendi nefsine nikahlaması caizdir. Hâvî'de de böyledir.

Diğer velîlerin hilâfına; hâkim, küçük bir kızı, kendi oğlu adı­na nikahlarsa, bu caiz olmaz. TGcrcîs'de ve Mezîd'de böyledir.

Vasî'nin, küçük bir kızın veya küçük bir oğlanın nikâhı husu­sunda, velayet hakkı yoktur. Bu hususta, babanın, bir vasiyette bu­lunmuş olması veya olmaması da müsavidir.

Ancak vas.r, bunların, aynı zamanda — velîsi de olursa; bu du­rumda, nikâhlarını da Bktodöbiiir. Bu durumda da o va-sî; vesayet hük­münden dolayı değil de, velayet hükmünden dolayı, nikâhlarını akdet­me .hakkına sahip olur. Muhıyt'te de böyledir.

Küçük fcir kız ve küçük 'bir bejlan, bir kimsenin evinde olso-!ar ve o şahısta bunlara mûltûkıt [28]  nazarı veya ona benzer bir şe­kilde bakıyor ols-ı; bu kimse, onları eviendiremez. Fetâvâyi Kâdîhân'-da da 'böyledir.

Kölenin, hiç bir kimseye velî olma hakkı yoktur. Mükâtebin de, çocukları üzerinde velayet hakkı yoktur. Serahsî'-nîn Muhıy'İnds de böyledir.

Çocuk, mecnûn ve kâfir de; müslüman bir erkeğe veya müs-lüman ülr kadına velî olamaz. Hâvî'de de böyledir.

Bir müslümonın da, kâfir 'bir erîie'k veya !kâfir bir kadın üzo-rinde, velayet hakkı yoktur. Muzm&rât'ta da böyledir.

Âlimler: «Müslüman bir er'keğe, kâfir olan cariyesinden dolayı «onun efendisidir»; müslüman kadına ise, «onun hanım efen­disidir» demek uygun olur.» demişlerdir. Bnhrü'r-Râık'ta da böyle­dir.

'Kâfirler, kendileri, gfoi olanların velîsi olabilirler. Tebyîn'dfc de Iböyledir.

Mürtedler ise, hiç bir kimsenin velîsi olamazlar. Yâni, bir müslümam veya bir kâfire veyahut da kendileri a'ıb'ı dîner bir mür-tode, velî olma hakları yoktur. Becîâi'ds de 'böyledir.

Fâsıkluk, velayete mâni değildir. Foîâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Tocennî ©den f=deliren) velînin, velayet hakkı kaybolur. Eğer, ifâkat bulursa (= iyileşirse), vsiâyet ha'kki 'baki kalır. Eski hâ­linde olduğu giöi, tasarruflarını yerine •getirir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir oğul, bunak veya mecnûn elarsk, foüiûğa erişmiş olsa; cnun nofsî ve rnsli hakkında, -bebenin velayeti baki kalır. Fetâvâyi Kâd.:hân'da da ıböyledir.

Ebû'l - Leys'in Felvâlcnnda : «Bir kimse, büyük 'bir oğlunu, bir kadınla nikahlamış olsa, bu nikâh 'Caiz olmaz. Ancaklbu oğul, ge­çici bir tecsnnünle, babasına, kencîvsini nikahlaması 'hususunda izin vermiş olursa, bu nikâh caiz olur denilmiştir.

Fokıyb Ebü Beftr, bu şeklin dışındaki durumlarla ilgili ihtilâflar­dan baksederelk. şöyle dedi : «Oğul, t&ıilı olarak 'bulûğa erdikten sor,-, ra, fiklî muvâzenesini ka>betse veya bunesa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'-un kavMne göre, kıyas yönünden, İbrasının velayeti geri dönmez. Halta, bu İbribanm, oğlunun malından 'harcama yapması veya onu bir kadınla nikahlaması caiz olmaz. Bil - aJkîs bu durumda velayet, hâki­me avdet eder.

İmâm MuhflimîîSd (R.A.)'in kevlme göre ise, istihsânen velayet babaya döner.» demiştir.

Fnkıyb Ebâ Bekir e!-Meydânı -ds : «Âlimlerimizin üçüne göre de, velayet babaya avdet eder.» demiştir. Zehiyre'de de 'böyledir.

Bir babanın, aklî muvâzenesini 'kaybetmesi veya 'bunaması hallerinde; malının tasarrufu veya evlendirilmesi 'hususunda, oğlu­nun, babasına velayet etme hakkı sübit olmaz. İmâm Ebû Henıfs vo İmâm EbO Yûsuf ise : «Bu durumda, oğulun velayeti sLüût bulur.» demişlerdir. Kercbri'nin Vccîzi'nde do böyledir, S ah ih olan 'budur. Giyâsiyye'de de böyledir.

Küçük bir oğlan veya küçift bir'kız için, iki ikardeş veya iki amca gibi, aynı seviyede, iki velî bulunsa; bize göre, bunten, o ve­lîlerden (hangisi evlendirirse evlerdi rain caiz oiur. Fetâvâyi Kâdîhân'-da da böyledir.

Bu durumda, diğer velînin izin vermesi veya akdi feshetme­ye kal'kması da bir şey değiştirmez.

Ancak, câriye, bu hükmün hilâfmadır. İki velîsinden birisi, diğe­rine izin vsrmsdikç-3, 'bir velî o cariyeyi evSendiremez.

Fetvalarda  «Velîlerin arasında kolan câriye, foir çocufc doyur-sa; nesebi açığa çıkana kader, o çocuğa, onların ikisinin de bakma­sı geretioir. Ve 'onlardan her birinin, 'bu çocuğu evlendirme hususunda, yalnız fceşlarına mükellefiyetleri vardır.» denilmiştir. Sirâcü'l - Vehhâc'-da da böyledir.

Bu çocuğu, aynı edama, arka arkaya Fki velî de nikahlamış oisa; önce akdedilen nikâh sahih olur; diğeri sa'hi'h olmaz.

Eğer 'bu iki velîden her 6iri, bu çocuğu, ayrı ayrı şâhıslara, aynı anda nikahlamış olsalar veya 'bu nikâhların 'hangisi önce, hangisi sonra skdedüdîği bilinmese, her iki akid de dâtil (= geçersiz) olur. Fcîâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

Küçük bir kızı veya küçük bîr oğlanı, uzak oian velîsi evlen-dirse ve bu esnada yakın olan velîsi de orada bulunsa; nikâh akdi­ni durdurabilir. Ancs'k, yakın olan velî, izin verirse, bu nikâh caiz olur. Yalnız, yakın velî olma ehliyetinde ikimse yoksa, yine uzak ve­lînin kıydığı nikâh caiz olur.

Keza, yakın olan velî, gâib f== kaybolmuş)  ise, yine uzak olan velînin kıydığı nikâh, caiz olur. Muhiyt*te de ıboyl&dir.

Bir cariyenin efendisi kaybolsa ve kendisini evlendirmek için bir yakını da bulunmasa, bu cariyeyi de, uzak olan velî nikahlayabilir. Sîrâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Gaygıibet'in  süresi,   kasr  mesafesi  kadardır. Yani, on beş gündür. Müteahhirîn'in  ekserisi, bu   kıavü ihtiyar etmiştir. Fetva da bunun üzerinedir.

Şemsü'l - Eirrame Serahsî ve Muhammed bin FadI şöyle de­mişlerdir: «Bu hususta, esahh olan miktar; kaybolan o şahsın, em­sal ve akranının öldüğü hakkında, galip bir re'y sahibi oluncaya ka­dar beklemektir." £n güzel kavil budur. Tefayîn'de de böyledir. Fetva da bunun üzerin&dir. Csvâhiru'I - Ahlâtı'de de böyledir.

Câriye ile kaybolan efendisinin beldeleri, -ayrı ayrı olsa (= ayrı ayrı beldelerde bulunsalar), kayiplık hâîi kesilmiş olur ve o adam (beklenmez. MecmaVI - Bahreyn Şerhi'nde de böyledir.

Bu cariyenin, kaybolan efendisinin yeri bilinmiyorsa veya kaybolan şatıis ile velisi bulunduğu şalhıs ayrı ayrı beldelerde iseler; bu kayıp velî beklenmez.

Kâdî İmâm Ebû'l - Hasan Ali es-Sağdı: «Bu gaip, ğaybet-İ münkatıa[29]  hükmünde olur. Eğer, bu yakın velînin nikâhliyacağı kimseyi, uzak velî ni'kâ'hiaurktan sonra, gâ?b ıolan yakın velî, şehirde giz­lenmiş bulunduğu yerden çıfcsa, bu durumda, uzak olan velînin kıydı­ğı nikâh caiz olur.» demiştir. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

Uzak «olan bir velînin akdettiği nikâh, yakın velînin gelmesi (le bozulur.

Yakın olan velînin izni beklenirken, o velî 'kaybolsa, velayet uzak olan velîye avdet eder. Ve bu durumda, önce başlanılmış bulunan ni­kâh caiz olmaz. Bu nTkâh da, ancak, velayet 'kendisine avdet etmiş bulunan uzak velînin izni ile caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Yakın oian kimselerin velayetleri hususunda, âlimlerimiz ih­tilâfa düşmüşlerdir. Yakın olan velînin kaybolması ile, velayet hakkı düşer mi, yoksa baki mi kalır? Bazıları: «Uza/k olan velîye —bu hak­kını 'kullanmasını— söylemezse, bu hakkı bakî kalır.» demişler; bazı­ları ise: «Bu kimsenin velayet'hatfdcı zail olur. Ve bu velayet hakkı, uzak olan-velîye intikâl eder.» demişlerdir, fsahtı olan da budur. Be-dâi'de de böyledir.

Velayet ihal<?kı başkasına intükâl ettikten sonra, 'bu 'hakkı zayi etmiş olan kimsenin akdettiği nfkâh, sahih ve caiz olmaz. Serahsî -nin Muhıyt'inde de böyledir.

Yakın velî, o (küçük kızı, nFkâhtadtfktan sonra, kaybolsa bile, akdettiği nikâh caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da ve Zahîrîyye'de de böy­ledir.

Yakın ve uzak valilerin akldleri birlikte olsa veya ayrı ayrı olmasına rağmen, hangisinin önce akdettiği bilinmese, ikisinin de ak­detmiş olduğu bu nikâhlar caiz olmaz. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Yakın velî gelince, uzak veiînin velayet ıhakkı geçersiz olur. Artcafk ,uzak velînin, önceden yapmış bulunduğu akid geçerlidir. Çün­kü o aikid, tam bir velayet Il-e yapılmıştır. Tebyîn'de de böyledir.

Yakın velînin, v&lâyet 'hakkından vaz geçmesi 'hâlinde, ve­layet hakkının uzak veliye intikâl edeceğinde görüş 'birliği vardır. Hu-lâsa'da da böyledir.

Velî kaybolur veya velayet hakkından vaz geçerse veyahut da baba ve dede fâsık olurlarsa, ıhakim, onu, emsali olan birisine ni­kâhlar, Kerderî'nin Veclzi'nde de böyledir,

Velîleri, küçük 'kız veya 'küçük oğlanı, onların rızası olma­dan da rri'kâblıyaibilirler. Bürcendî'de de beyledir. Bunların bakir veya takire olup olmamaları da müsavidir. Kenz Şerhî'nde de böyledir.

Bunak veya mecnun olan erkek veya kadınlarla küçük olan oğten veya 'kızları, velileri nikâhlarlar. 6u hüküm, cinnet halinin ge­çici olmaması hsline göredir. Nehru'l - Fâık'ta da 'böyledir.

Babası veya dedesi olmayan, küçük bir kız nikâhlandığı za­man, tounun nFkâh n-lcdln-i; ihtiyaten, biri mdhr-i müsemmâ İle, diğe~i de mehr-i müsemmâsiz olarak, iki defada yapmalıdır. Şu, iki sebep­ten dolayı 'böyle yapmak uygundur:

1- Eğer. o tesmiye de (= belirtilen miktar) da noksanlık var­sa, birinci nikâh sahih olmaz;  mehr-i  misi olan  ikinci nikâh sahih olur.

2- Koca, talâkla yemin öderse; «onu, «tezevvüc eyledim.» sözü ile tezevvüc eder. Veya : «Mehr-i misille, nikâh edilen kadını tezev­vüc eyledim.» derse; o, kendisine helâl olur, fiibası ve dedesi olan küçük  kız da, Ebû Yûsuf (R.A,) ile imâm Muhammet! (R.A.)'-e göre böyle nikahlanır. İmâm Ebû H^nife (R.A.)'ye göre ise, ikinci cihetten dolayı böyle yapılır. Tecnîs'de ve Mezîd'de de böyledir.

Nikâhlarını, baba veva dedesi fciymış bulunan küçüklerin, bulûğa erdikten sonra hekk-i hıyarları '(= muhayyerlikleri) yoktur.

Ancak, bunları, baba ve ded&nin haricinde başka biri nikahlamış­ça; bu küçükler, tbüiûğa erişince, muhayyerdirler: İsterlerse yapılan nikâha razı 'olurlar; isterlerse, »bu nikâhı bozabilirler. Bu, İmâm Ebû Hrnîffe (R.A.) ile İmâm Muhammed'e göredir. Ance'k, bu hususun ger­çekleşmesi için hâkimin 'hüküm vermesi şarttır. Azâd etme hususun­da, muheyyer olmak için •hâ'kimin -hükmü şart değildir. Hİdâye'de de 'böyledir.

Küçüklerin bulûğa erişince, muhayyer -olacakları, nikâh ako.» esnasında ş^rt kılınmış olsa; ha'kim, bunların aralarını ayırmaz. Hat-ra, 'bunlardan birisi ölmüş oisa, kalan ona vâris olur. Kocanın, •haki-rnin ayırmadığı zevcesine cima' etmesi helâl olur. Mebsût'ta da böy­ledir.

Küçüğün nikâhını kadı veya imâm (= devlet başkanı) kıy­mış olursa, bunların mtrtiEyyerliği sâlbit olur. ıBu görüş sahihtir. Fetva da bunun üzerinedir. Kâfî'de de böyledir.

Kadı Bediu'd-Dîn'den : »Velîsi olmayan ve bulunduğu yer­de de 'hâ'kirn bulunmayan -küçük h\r 'kız, emsali ve dengi olan bir oğ-lana, kendi nefsini tezvîc ederse; bunun durumu ne olur?» diye so­ruldu. O ise şu cevabı verdi  «fiu nikâh akdedilmiş olur; fakat 'oülû-ğa eriştiği zamen, bu kızın izni ile hareket edilir.» T&iarhfiniyye'dd de böyledir.

Bulûğa erişmemiş bir 'kız, nefsini tezvîc eylese vo velîsi bulunan fcardeşi de, bu izdivaca izin vermiş olsa; bu kızın, bulûğa erin­ce muhayyerlik hakkı vardır. Serahsî'nin Muhıyî'inde de köyledir.

Bakire kız nikâhın akdedildiği mecilsde sükût ederse, bu se­beple, muhayyerliği geçersiz -olur; muhayyerlik hakkı, bu meclisin (= oturumun) sonuna 'kadar devam etmez.

Hatta, bakire olduğu 'halde, 'bulûğa ermrş 'gf>bî sükût ederse, yina muhayyerliği batıl olur.

Eğer kadın, dul yaSıırt ibâkire olduğu halde; 'kocası, üzerine baş­ka bir kadın almış ve sonra da kocasının yanında bulûğa ermişse; sükûtu (= susması) sebebi ile, muhayyerliği geçersiz olmaz. Ancak, sarih nikâha razı olduğu zaman, muhayyerliği geçersiz olur. Veya, bu kadının, nikâha razı olduğunu gösteren; cimâ'ya gücünün yetmesi, nafaka İsteği veya bunl.ara benzer bir belge gösterdiği zaman, muhay­yerliği geçersiz olur.

Feta, o kadın, kocasının hizmetini görüyor, ekmeğini yiyor ve sfctd yapıldığı zaman, bulûğa erişince muhayyer olacağını biliyorsa, muhayyer olur. Lâkin, bulûğa erişince, muhayyer olacağını bilmiyor ve sükût ediyorsa, muhayyerliği geçersiz olur. Bu kadın, nikâhının ne zaman yapıldığını bilmiyorsa, bulûğa eriştiği zaman muhayyerdir. Nikâhın yapıldığını biliyor ve bu haber kendisine ulaşınca, kocasının adını veya mehr-i müsemmâsım sormu? veyahut da şahitleri selâm-lamrşsa; muhayyerlik hakkı kalmamıştır. Muhıyt'te de böyledir.

Bu kadında, biri şüf'a diğeri de bulûğ muhayyerliği hakkı, olmak üzere, iki hak cem olur ve 'bu kadın : -Ben hakkımın ikisini de isterim.»  dedikten  sonra, kendi nefsinin muhayyerliğini ortaya korsa, bunu yapmak Vadinin hakkıdır. Strâcü'l - Vehhâc'da da böyle­dir.

Erkek çocuğun âa, muhayyerim hakkı geçerlidir.      Ben ra­zıyım.» demedihfcçe veya onun razj olduğuna bir delil olmadıkça, er­kek çocuğun da muhayyerlik hsfldcı vardır. Ancak, nikâh kendi rızası fle olursa, muhayyerlik 'hakkı yoktur. Hidâye'de de böyledir

Hayız haline eriştiği zaman, kadının muhayyer olmasında da bir beis yoktur. Çünkü kadın, bu kanı görünce, bulûğa erişmiş olur. Eğer kadın, 'bu kanı gece görür ve : »Nikâhı feshettim.» der ve sabah oluncada : «Kam şimdi gördüm.» derse; onun : «Gece göfdüm.» de­diğine ve diğer sözüne inanılmaz.    MecmuVn - Nevâzil'de de böyle­dir.

Ebû Hanife {HA,): «8u söz, her ne kadar yalan ise de, bazı yerlerde yafcan söylemek mubahtır.» demiştir. Hülâsa "da da. böyledir.

Hişâm:    Ben, (mâm Muhammed fR A)'e :

—  Amcası, kendisini küçü'k yaşta iken nikahlamış olan bir k\z, 'hayız 'görünce: «Elhamdülillah,    gerçekten ben    muhayyerim.» dedi ve "bu  muhayyerliği  üzerine hayızlı halinde, şahitlfk yapsınlar diye hizmetçisini dışarı gönderip, şahitleri da'vet etti. Onun bulunduğu yer­de, insanlar olmadığı için, şahit teminine göç yetiremedi. Günlerce beklediği halde, şahit temin edemedi. 'Bu kızın   durumu nedir? diye sordum.                                                                                                 

İmâm Muhammed (RA.,):

—  «Su kızın, önceki nikâhı devam ediyor; onun bu özrü, özür sa-yıfmaz.» dedi. Muhıvtte de böyledir.

İbni Semâ'a, İmâm Muhammed [RA)'In şöyle dediğini riva­yet etmiştir: «Kadın, nefsini muhayyer kılar ve bu hâline şahit tu­tarsa; — nefsine temekkün olmadığı müddetçe— iki ay içinde dava aşmamış olsa bile, bu kadın, muhayyerlik üzeredir. Zehiyre'de de böyledir.

Bülüğ muhayyerliği hususunda ihtilâf edilse ve kadın : «Nef­simi muhayyer kıldım ve nikâhı  reddeyiedim.» dese;    'kocası da : «'Hayır, sen vaktinde sustun; senin muhayyerliğin yoktur.» dese; bu

durumda söz, kocanın sözüdür; yani, onun sözü geçerlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Köle olan küçük oğlan ile kele olan küçük kızı, efendiler! ni­kahladıktan sonra ikisini de azad etse; bunların 'bulûğa eriştikten son­ra muhayyerlik hakları yoktur. Çünkü, azad olunmuş kimse, muhay­yerlikten müstağnidir. Ancak, bir kimse .küçük yaştaki cariyesini ön­ce azad edip, sonra da nikahlamış olsa, azad edilmiş olan bu câriye, bulûğa erişince, İsbîcâbî'nin zikrettiği gPbi, kendisi için muhayyerlik vardır. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.

İrtidad edip, dâr-ı harbe giden bir müslümanın karısı ve 'kü­çük yaştaki kızı, dar-ı islâmda kalsa; kızın amcası da, bu kızı bir müs-lümana nikahlamış olsa; bu nikâh caizdir. Bu kız, bulûğa erişince de muhayyerdir.

Şayet, bu <kız bulûğa erişmeden, babası ve anası ile birlikte mür-ted olup dâr-ı harbe gitmiş olsalar; nfckâh hâil üzeredir. Bunlar, esir olmadan, tekrar müslüman olsaiar, kız ve anası memlûk (= câriye) dirler. Kızın babası ve kocası ise, hürdür. Bu durumda 'kız, 'bulûğa eri­şince, onun muhayyerlik hakkı yoktur. Fakat, bı kızın, azad edilme ve azad edildiği zaman da, hür olma hafkkı vardır. Serahsî'nin Muhıyt'-inde de böyledir.

Bulûğdan dolayı ayrılma muhayyerliği, taiâV için geçerli de­ğildir. Çünkü o, erkek ile kadın arasında müşterektir.

Keza, bu durumdaki bir kızın, azad edilmesinden dolayı da bir muhayyerlik haHckı olmaz. Sirâcü't - Vehhâc'da da böyledir. [30]

 

Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
 

Koca sefcebi ile değil de, kadından gelen — ftk ve bulûğ mu­hayyerliği -gpbi —, her ayrılık geçersizdir.

Talâk, yemin, zekerin kesikliği ve cima'ya kadir olmamak gibi koca tarafından gelen sebeplerden dolayı; kadının, ayrılma muhayyer­liği vardır. Nehru'l - Fâik'ta da böyledir.

Bulûğ muhayyerliğinden doteyı, ayrılma vuku' bulduğu za­man; eğer koca, cimâî etmemişse, kadına metıtr verilmez. Bu, ayrı­lığın kadının veya kocanın isteği ile olması halleri de böyedir.

Fakât; koca, (bu durumda cima' yapmışsa, ayrılık İsler kocanın, (sterse lodinın ihtiyarı He olsun, kadına, mehrinin tamamı ödenir. Mu-hiyt'te de böyledir.

Bunafc bir kadını, babası veya dedesinin dışında başka bir şahıs, —velî olarak— evlendirmiş bulunsa; bu kadın, sonradan akıl­lanırsa, muhayyerlik hakkı vardır. Fakat, (bu kadını, babası veya de­desi evlendirmiş olurs, muhayyerlik haüokı yoktur. Serahsî'nin Mu-hıyt'inde de böyledir.

Bu kadını, oğlu eviendirmişse; bu durumda oğul, ba!ba  gi­bidir ve hatta oğui, babadan da evlâdır. Hulâs&'da da böyledir.

— Nikâhtenılmış bulunan— küçük kıza ne zaman cima' ed.'-iefoileoeğî hususunda görüş ayrılığı vardır* Bazı âlimler: «Bulûğa eri-şinceye kadar ,ona cima' yapılmaz»; bazıları ise ; «Dokuz yaşına va­rınca, ona cima' edilir.» demişlerdir. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.

Âlimlerin ekserisine göre, î>u hususta yaşa itibar edilmez; gücünün yetmesine itibar edilir. Eğer, kız -şişman, gelişmiş, cimâ'a tahammüİIü ve erkeğin kendisine cımâ' etmesinden dolayı "hasta ol­masından korkulmaz İse; dokuz yaşına varmamış olsa faile, ona cima' edilebilir.

Ancak, kız zayıf ve cimâ'ya tahammülsüz olursa vaya cima' se­bebi ile 'hastalanacağından korfkulursa; yaşı büyük olsa bile, ona cimâ' etmek helâl olmaz. Sahih olan görüş de budur.

Koca, nikahlamış bulunduğu 'kûçü'k kızın mehrln! peşin olarak ve nakden verir ve  kadı'dan  zevcesinin teslimini talep ederse; kızın tbsbasi da : «Gerçekten bu kız 'küçüktür; cimâ'ya ve erkeğe tahammü­lü, takati yoktur.» derse; kocası da : «'Hayır, olgundur ve tshammül-lüdür» derse; bu durumda kıza bezilir: Eğer, o, olgunluk çağında ise, hâkim kocasına verilmesini emreder. Ancak, durum böyle değifse; hfifclm ikocasına verilmesi™ emretmsz, Bu 'kızı, kadınlara havale eder. Kadınlar, eğer: «Erkeği taşıyabilir; cimâ'ya tahammülü olur.» derler­se; bu durumda hâkim kızın babasına, o 'kızı 'kocasına vermesini em­reder.

Kadınlar: «Erkeği taşıyamaz; cimâ'ya tahammülü olmaz.» der­lerse; hâkim, bu kızın, kocasına teslim edilmesini emretmez. Muhiyt'-te de böyledir.

Zâhlrü'r - rlvfiyede İmâm Ebû Hanîfe {R.A.) ile İmâm Ebû Yû­suf (RA)'a göre, hür ve mükellef olan 'kadının, velisi olmadan nikâhı aktediiöbillr. Tebyîn'de de böyiedlr.

Şeyhû'l - İslâm Atâ bin Hsmzr.'dan :

—  Bulûğa erişmiş ve bakire olan, sâfîî bir kız, babasının izni ol­madan, henefî olan 'bir şahsa, nefsini tezvtc etse ne olur? diye so­rulunca; rAtâ b:n Hamza şu cevabı verdi:

—  «'Bu nikâh sahalı olur.» cevabını verdi.

Keza, bu kız nefsini bir hanefî'ye değil de, bir şâfiî'ye nikahla­mış olsa, yine .bu ni'kâ'h sahüh olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Aklı başında ve bulûğa erişmiş olan iblr kadını, babasının ve­ya devlet başkanının, onun izni olmadan nfkâhlaması caiz olmaz. Bu kadının, kız veya dul olması da bu hükmü değiştirmez.

Kadının izni olmadan, nikâh Akdedilmiş olsa; yine onun iznine bakılır; eğer izin verirse üu nikâh caiz olur; şayet izin vermezse, bu nikâh-geçersizdir. Sirâcü'l -Vehhâc'da da'böyledir.

Bakire bir kız, kendisinden nikâhı 'hususunda izin istendiği veya nikahlanmış olduğu haberi kendisine getirildiği zaman, gülerse; bu hali, nPhâka razı olduğunun işareti sayılır. Kudürî ve Şey hu'I - İslâm böyle -zikretmiştir. Muhıyt'te de, Kâfî'de de böyledir.

Âlimler: «Kız, bu hsfoeri işittiği zaman, alay eden kimsele­rin güldüğü gibi gülmüşse; bu hâli rızâ sayılmaz. İmâm Serahsî'nin nin Mobsötu'nda da böyledir, fetva da bunun üzerinedir. Bahrü'r-Râık'ta da böyledir.

Eğer kız, bu durumda tebessüm etmişse, bu hâli, razı oldu­ğuna işarettir. Sahih olan budur. Şemsü'l - Eimme Halvânî'nin yolu­nun da, bu olduğu zikredilmiştir. Muhiyt'te de böyledir.

Bu haber, bu kıza ulaşınca, ağlarsa; ağlamasının neyin işa­reti olduğunda ihtilâf edilmiştir. Sahih olan kavle göre, bu kız, sessiz­ce,ve gözlerinden yaş gelereik ağlıyorsa; bu hali rızâ alâmeti sayılır. Ve eğer, sesli ve bağırarak ağlıyorsa; ıbu hâli de rızâsının, olmadığına alâmettir. Fetâvâyi Kâcîihân'da da böyledir. Uygun olan görüş budur ve fetva da ibu görüşe göredir. Zehıyre'de de böyledir.

Bulûğa erişmiş, bakire bir kızdan, nikâh lan ması hususunda, Velîsi izin istemiş olsa da, ıbu kız sussa; bu durumda susması, onun izin vermesi sayılır.

Keza, velîsi bu kızın nikâhını akdefti'kten sonra; kocası, onun nef­sinden istifâde etmiş olsa; bu durum da, razı olduğunun alâmetidir.

Keza, bu kız, nişanlandığını öğreninc-e, mehrini istemiş olsa; bu da razı olduğunun alâmeti sayılır. Sirâcii'l Vehhâc'da da böyledir.

Velîsi kıza ; «Ben, seni filan adama, bin dinar m eh iri e ni­kahlayacağım.» dese; kız cevap vermeyip sussa; velîsi de onu nikâh-lasa, sonra'da kız : «Ben razı -değilim.» dese; veya velîsi kızı nikâh-iasa da; bu haber 'kıza ulaşınca susmuş olsa; 'bu kızın nikâhını akde­den kimse, eğer kızın yakın velîsi ise; bu durumların her ikisinde de kızın susması, razı olması demektir.

Ancak, bu -kızm, kendisini nikahlayan bu kimseden daha yakın velîsi varsa; kızın susması, rıza sayılmaz. Kızın, bu durumda muhay­yerlik hakkı vardır : Dilerse, razı olur; dilerse reddeder.

Velîsi, bir adamla, nikâhı hususunda bu kıza haber göndermiş ol­sa ve kızda sussa; bu susması rıza olur. Haberi getiren kimsenin âdi! ve sâlih olması veya olmaması halleri de müsâvîdir. Muzmarât'ta da böyledir.

Eğer, haberi getiren kimse, fuzûlî {= boş boğaz) bîr kimse ise, bu durumda İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, sayı ve âdil olma şartı da aranır. İmâmeyn ise, bu kavle muhaliftir. Kâfî'de de böyle­dir.

Alimlerimizden bâzıları : «Kıza, nikâh haberini getiren velî veya velînin gönderdiği bir kimse değilse, bir yabancı ise ve âdil de değilse; ancak, bu şahsa inanılmış —ve nikâh akdedilmiş— olursa, bu nikâh sahih olur. Bu şahsa inanılmazsa, nikâh sabit olmaz. Haber veren kimsenin doğruluğu açığa çıksa bile, Ebû Harcîfe (R.A.)'ye Qöre bu hüküm böyledir. İmâmeyn'e göre ise, haber veren şahsın doğrulu­ğu ortaya çıkarsa; nikâh sabit olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bu haber, bir kadına ulaşınca, kadın, yabancı bir dille konu­şursa, bu hrjl 3ucrr:«-î hükmünde oiur ve İzin sayılır. Bahrü'r - Râik'ta es böyledir

Bakireye, nikâh haberi ulaştığı esnada, o hapşırır veya esner ve bu hali geçince de- «Razı değilim.» derse; 'bu şekilde reddetmesi, —ıhemen bu 'halinin geçmesinden sonra olursa—caiz olur.

Keza, bu kız, haberin geldiği esnada ağzını Topar ve müteakiben de: «Razı değilim.» darsa, reddi caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Nikâhı konusunda, kızın izni istenilirken, kocası olacak kim­senin — herkesçe bilinen— ismini, bilmesine itibar edilir Hidâye'-de de böyledir.

Velî, kadına : «Seni bir adam adına, nikahlamak İstiyorm.» dese; kadın da sükût -etse, bu, onun razı olması sayılmaz.

Velî: «Seni, filan ve filana nikahlamak istiyorum.» deyip bir topluluğun isimlerini zikretse; kadın ise, sussa; bu rızâ sayılır. Velîsi, bu'kadını »o şahıslardan İstediğine ni'kâhhyalbilir.

Velî: «Seni, filân komşularıma» veya «amcamın oğullarına nikah­lamak istiyorum.» dese; bunlarda belli kimseler olsalar; kadın ise, bu söz karşılığında sussa; nikâh câtz olur; aksi takdirde caiz olmaz Tebyîn'de de böyledir.

Bu hükümlerin tamamı, kadının, işini veliye havale etmediği zaman geçerlidir. Ancak, velî: -Seni, bir çok adam nikahlamak is­tiyor.» dedikten sonra, kadın : «Ben, senin yapacağına razıyım» veya : «Kimi istersen, beni onunla nikâhla.» derse veya buna benzer bir şey söylerse; bu durum, sahih bir İzin olmuş oiur. Bazıları ise : «Meh-rin zikredilmesi de şarttır.» demişlerdir. Bu, mütahhirîn'in kavlidir. Sahih olan da budur. Bahrü'r - Râik'ta da böyladir.

O Nikâhtan önce, baba, «kızından İzin istese ve : «Sonra nikah­layacağım.» dese; fa'kat, (nehrini ve 'kocası olaca'k adamın kim oldu­ğunu söylemese; kız da sükût etse, bu sükût, izin ve rıza sayılmaz. Bu kızın,reddetme hakkı vardır.

Ancak, izin istenirken, mehri ve kocası olacak kimsenin adı söylenmişse ve kızda susmuşsa, bu durumda susması, rıza sayıiır. Fakat, baba, mehrini söylemez; ancak kocası olacak kimsenin adım söyler, kadın da, bu durumda sükût ederse; bazı âlimler: «Ba­ba, kızını hibe etse —bile— bu nikâh geperti olur. Çünkü, bu ka­dın, mshîr söylenmeden nihâka razı olmuştur.» demişlerdir. Açık olan kavil ise, bu  nfkâhin  me'hr-i    misille yapılmış bir nikâh olduğudur. Çünkü, hibe lafzı ile yapılan nikâh, metır-i misil gerektirir.

Bu durumda velî, o kadını mehr-i müsemmâ ile nikahlarsa, velî­nin akdettîği bu ni'kâh, geçerli olmaz. Çünkü ,bu durumda kadın, ve­lînin tesmiyesine (= belirlemiş bulunduğu mehre) razı olmuş sayıl­maz. Ancak, kadının sonradan vereceği izinle, bu nikâh geçerli olur. 0    Velî, kadını izinsiz olarök nikâhlar; nükâhtan sonra da, kadı­na nikâhı haber verir fakat mehri haber vermez ve kocasının da kim olduğunu bildirmezse; kadın, bu durumda susarsa; âlimlerimiz bu sus­manın rıza manâsına gelip gelmiyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Sahih olan kavil ise, bu durumdaki kadının susmasının, rıza manası­na gelmiyeceği'dir.

Fa'kat velîsi, meforî ve kocasının 'kim olacağını söyler ve kadın, bu durumda susarsa, razı olmuş deme'ictir.

Eğer, kocası olacaîc kimsenin adını söyler de, mefırî söylemszse; bu durumda hü'küm, «ni'kâhtan önce izin isteme ile ilgili paragrafta» geçen tafsilattaki gibidir.

Eğer velî, meftri söyler ve fakat kocası olacak kimsenin adını söylemez ve buna rağmen 'kadın da susarsa; bu sükût, rıza sayılmaz. Nikâhtan önce izin alınmış veya nikâhtan sonra 'haber verilmiş olsa bile, bu hüküm böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Babası, kızı nifcablssa; kızda: «Ben razı değilim» dese; son­ra da, başka bir meclisde : «Razı öldüm.» d-emiş otea, nikâhı caiz ol­maz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kızı, velîsi birteine ni'kâ'hlasa; kız ise, bu izdivacı reddet-trkten sonra başka bir mecliste, velîsi bu kıza; «Seni, pek çok kim­se, nikahlamak istiyor.» deyince, kadından: «Sen ne yaparsan yap; 'ben ona, razıyım.» cevabını alsa; bu cevap üzere, velîsi bu kadını ön­ceki adama nikâhlasa; kadının tekrar bu izdivaçdan kaçınma ve ka-buî -etmeme hakkı vardır. Fetâvâyi Kâcfîhân'da da böyledir. 0   Şey bu'I - İmâm Fnkıyh Ebû Nasr'a sorulmuş — «Bir velî, velîsi bulunduğu kadını, bir şa'hsa nikâhlasa; bu ha­ber kadına ulaşınca ds:   «Ben, onu kabûi etmem. O çirkin vs kısa boyludur.» veya : «Ben, ona razı değilim. O, azgın bir adamdır.» de­miş olsa; bu kadının ni'kâ'h(andığı adamın durumu nedir?»

Ebû Nssr, şu cevabı vermiş :

— Bu zararı olmayan bir sözdür. Nikâh ise, önceden geçersizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, velîsi bulunduğu bir kadını, bir şahsa nikahlamak için, ondan izin isteyince kapjn, o adama varmaya razı olmasa fakat kadının velîsi, —buna rağmen— onu nikahlamış ve kadın da bu du­rumda susmuş olsa; bu hâl rıza sayılır. Kâdîhân'ın Camiu's - Sağır Şerhi'nde de böyledir.

Kadının hazır bulunmadığı bir yerde, velîsi onu nikahlamış ve kadın, bu haberi duyunca, susmuş olsa, bu durum hakkında, ihti­lâf edilmişse de, esahh olan kavil o kadının razı olduğudur.

Bir kadın, öncelik sırası bakımından eşit bulunan iki velîye, ken­disini evlendirmeleri hususunda izin vermiş; bunlar da, bu kadını ayrı ayrı adamlara nikahlamış olsalar; bu velîlerden herhangi birinin ön­celik hakkı olmadığı için, kıyılmış bulunan bu nikâhlar, geçersiz olur. Tebyîn'de de böyledir. Açık cevap budur. Bahrû'r - Râtk'ta da böyledir.

Bakire bir kızdan, kendisini —belli— bir adama vermek için izin istense; o da : «Ondan başkası daha iyidir.» demiş olsa; bu kız, izin vermiş sayılmaz.

Durum bu kıza, nikâhtan sonra haber verilmiş ve oda yukarıdaki şekilde mukabele etmiş olsa, bu durumda, izin'vermiş sayılır. Zehıy-re'de de böyledir.

Bulûğa ermiş bir kızı, babası nikahlamış ve bu haber ona ulaşınca: «Ben istemem.» veya : «Ben felân adamı istemem.» de­miş olsa; akdedilen nikâh, iki cihetten reddedilmiş olur. Itâbiyye'den naklen TatK-hâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, velîsi olduğu kadına: «Seni, filân adama vermek istiyorum.» deyince, kadın: «İyi olur.» cevabını verse; fakat velî çık­tıktan sonra : «Ben razı olmam.» dese de bu sözünü velîsi işitmeden, kadını, o adama nikâhlasa, bu nikâh, sahih olur.

Bir kadın, velîsi tarafından nikâhlandığıni duyunca : «Ne gü­zel yapmış.» dese; esahh olan kavle göre, bu icazet (= izin) dir.

Şayet kadın : «Güzel yaptın.»; «İsabet ettin.»; «Allah mübarek et­sin.» veya: «Kabul ettim.» demiş olsa; bu sözler de rıza ifâde eder.

İfanİ Selâm, şöyie demiştir: Bir kadına, velîsi: «SenL filân ile evlendireceğim.» dese; kadın da : «Bir sakıncası ydktur.» cevabını vermiş olsa, bu söz rıza olur. Fakat, eğer: «Benîm, ni'kâha ihtiyacım yok.» cevabını vermişse veya : «Ben sana, ben istemem, dem-edim mi?» demişse; kadının bu cevabı, nikâhı ve yakınlaşmayı reddir.

Keza, bu durumda^kadın : «Razı değilim.»; «Bent -ssbredemem.» veya : «Ben, hoşlanmam.» demiş olsa; İmâm Ebû Yûsuf (R.AJ'den rivayet edildiğine göre, bu lafızlar da reddir.

Fakat, kadın : «Hoşuma gitmiyor.» veya : «Ben evlenmeyi iste miyorum.» demiş olsa; bu lafızlar red ifâde etmez. Kadın,vbu sözler­den sonra, razı olsa; nikâh sabin olur. Ancak, kadının : »Filânı İste­mem.» demesi de reddir. Zahîrîyye'de de böyledir. Bu, en açfk ve doğruya en yakın olan görüştür. Muhıyt'te de böyledir.

Kadın, velîsine : «Sen, iyi bilirsin.» demiş olsa, bu söz, rıza. sayılmaz.

Anca'k, kadın, velîsine : «Yapacağın işte, serbestsin.» demiş olsa; bu rızadır. Zahîrîyye'de de böyledir.

Bulûğa erişmiş olan, -bakire bir kızı, amcasının oğlu, kendi , nefsine nikahlamış olsa; bu haber kıza ulaştığında sussa, sonra da : «Ben razı değilim.» dese; kızın sözü geçerli olur. Çünkü, bu amca oğlu, kendi nefsi hakkında asridir; kadın yönünden ise, fuzûlî (= bo­şuna konuşmuş olan) bir 'kimsedir. Bu sebepten dolayıdır ki, akid sa­hih olmaz. İmâm Ebû Hanîfe İRA.) ve İmâm Muhammed (RA.): —Bu — akid nzasız yapılmaz.» demişlerdir.

Eğer, bu amca oğlu, evlenmeleri İçin, bu kızdan izin istese de, kız susmuş olsa; sonra da, bu şahıs, o kızı kendi nefsine nikâhlasa; 'bu nikâh, bil - icma' caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir balba, bulûğa ermiş, bâ'kire kızına : «Seni, filan adam, şu kadar möhîrle, zevceliğe istiyor.» dese; kız da, olduğu yerde, iki defa sıçrayarak ayağa kalksa ve bir şey söylemese; bunun üzerine babası da, kızı o adama ni'kâhlasa, bu nikâh caiz olur. Gâyetü's-Sürüeî'de de böyledir.

Bir kadını, velîsi, izin almadan nikahlamış olsa; sonra da, kadınla, ni'kâhlandığı adam arasında ihtilâf çıksa da koca, kadına: «Nikâh haberi sana ulaştığında sen, sustun.» dese; kadın da :. «Hayır, ben susmadım; reddettim.» cevaıbını verse, kadının sözü geçerlidir. Kâ-dîhân'ın Câmiu's - Sağîri'nde de böyledir.

bu durumda, koca; karısının, nikâh haberi kendisine ulaştığı za­man, susmuş bulunduğunu isbat ederse; bu 'kadın, o adamın karısı olur. Fakat, bunu İsbât edemezse, İmâm Ebö Hanîfe (R.A.)'ye göre, aralarında nikâh yoktur. İmâmeyn'e göre ise, kadının yemin etmesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir. Fetva da bunun üzerinedir. Şeyh Ebû Mukârim'in Nikâye Şerhi'nde de böyledir.

Kadın bunu inkâr ederse; kadının ifadesi üzere hükmolunur.

Eğer, koca, haber kendisine ulaştığı zaman, kadının sustuğunu; kadın ise, reddettiğini isbat ederlerse; kadının beyyinesi (= delili), daha evla olur. Muhıyt'te de böyledir.

Ancak, şahitler: «Biz, kadının yamadaydık, onun konuştuğu­nu duymadık.» derlerse; kadının susmuş olduğu, açığa çıkmış olur Fethü'I • Kadîr'de de böyledir.

Koca; haber 'kadına ulaştığı zaman, onun nikâh yapılmasına izin verdiğine; kadın ise, haber gelince, nikâh kıyılmasını reddetti­ğine delil getirirse; bu durumda erkeğin delilleri -kabul edilir. Sirâ-cu'l - Vehhâc'da da böyledir.

Kocası, bakire bir kıza cima' ettikten sonra, o kız : «Ben razı değilim.» dese; bu sözüne itibar olunmaz; duhûlden dolayı, kocanın kadına sahip olması, rıza sayılır.

Ancak, koca, karrsına zoraki cima' ederse, bu takdirde, kadının rızası sabit olmaz. Eğer kız reddetmiş olduğuna dair, şahit getirirse, bu durumda —Fetâvâyi Fazlî'de zikredildiği gîbi— bu şahitlerin şa­hitlikleri kabul edilir. Bazıları ise: «Nikâh sahihtir.» demişlerdir. Çünkü, temekkün (= sahip, olma) rıza v-p ikrar yerinde olur. Önce razı olduğunu İkrar edip, sonra da razı olmadığını söylemesi halinde davası sahih olmaz; beyyinesi kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir

Velînin, kadın hakkında : «razı oldu.» demesi kabul edilmez; çünkü velî, kocanın mülkünün, sabit olması için ikrarda bulunabilir. Kız bulûğa ermiş olunca, velînin nikâhtan sonraki ikrarı sahih olmaz. İmâm Serahsî'nİn Mebsût Şerhi'nde de böyledir.

O Bir kimse, bulûğa ermiş bulunan kızını; rızasını veya reddi­ni bilmeden, nikahladığı kocası ölse; ölen bu şahsın vârisleri: «Nikâh, tazın haberi olmadan kıyıldı; onun haberi ve rızası yok; bundan dolayı oria miras verilmez.» demiş olsalar; kız da : «Babam, beni iznimle nikahladı.» dese, kızın sözü geçerli oiıt. Bu durumda, kendisine mi­ras verilir ve iddet bekler.

Fakat, bu kız: «Babam, benden habersiz nikâhı akdetmiş; ama, haber bana gelince, ben razı oldum.» dese; bu durumda, bu kadına, mehir de, miras da verilmez. FetâvâyI Kâdîhân'da da böyledir.

Dul bir kadın, nikâhı hususunda velîye, konuşarak izin verir

Keza, bu kadına, nikâhı ile İlgili haber ulaşınca : «Razı oldum.» demekle rızasını belirtmiş olur. Kâfî'de de böyledir.

Nifcâhlandığı haberi gelince; kadın : «Razı oldum.»; «Kabul ettim.»; «Güzel gördüm.»; «İsabet ettin.=; «Allatı mübarek eylesin.* gPbİ sözler söylerse; razı olmuş bulunduğu tahakkuk eder.

Keza, bu durumdaki bir kadının; mehrini istemesi, cimâ'a rıza göstermesi, istihza etmeksizin gülmesi veya sevinmesi gibi halleri­nin hepsi de, razı olduğunun alâmetidir. Tebyîn'de de böyledir.

Velîsi tarafından nikahlanmış olan dul bir kadın; —nikâh — hediyesini kâbül ederse; önceki kocasına yaptığı gibi, kocasının da ekmeğini yer, hizmetini görürse; bu davranışları da rızasına delâlet eder.

Dul kadının, nikâha razı olup olmadığı, davranışlarından an­laşılmazsa"; yapılan nikâh caiz olur mu? Bu mes'ele hakkında her han­gi bir rivayet yoktur. Ancak, İmâm Ebû Hanîfe (RA)'ye göre, kadının bu hâli, bir izin sayılır. Zahîriyye'de de böyledir.

Sıçramakla, hayızla veya yaralanmakla bekâreti zail olmuş olan kız da; nikâh- haberi kendisine ulaştığı zamanki tavrı veya nikâ­hına izin verme şekli bakımından, bakire gibidir. İmâm Ebû Hanîfö (R-AJ'ye göre, bekâreti zina yolu ile zail olan kız da, bu hükme tâbidir.

İmâmeyn'e göre jse; bu durumdaki kızın, susması kâfî gelmez. Bu kıza, had ikâme edilmişse veya zina etmeyi âdet hâline getirmiş-se; s:.h!h olan kavle göre, bunun sükût etmesi kâfî gelmez. Kâfî'de da böyledir.

Bakire bir kızın kocası, halvetten önce ölmüş bulunsa; bu kız, — rklnci defa— evlendirilirken, bakire gîbi evlendirilir.

Keza, cimâ'a gücü yetmeyen bir kimse ile evlenip ayrılmış oian veya Istînca'da kullandığı testi parçası ile bekâretini İzâle etmiş bu­lunan bir kadına, nikâhlanırken bakire gibi işlem yapılır.

Ancak, kadın; bekâretini, fâsid veya şüpheli bir nikâh sonunda cima' ederek izâle etmişse; —yemden nikâhlanırken— kendisine dül gfbi muamele yapılır. Hulâsa'da da böyledir. [31]

 

5- NİKÂHDA KEFÂET (= DENK OLMA) [32]
 

Nikâhta, erkek tarafında ftefâet aranır. Yani, erkeğin —aşa­ğıda açıklanacak olan hasletlerde— alacağı kadına denk veya ondan daha üstün bulunması, nikâhın lüzumu bakımından gereklidir. Serah-sî'nin Muhiyt'inde de böyledir.

Fakat, —koca, küçük yaşta olmadığı müddetçe— kadın ta­rafında !kefâet, (= küfüv olma hali = denk ve mümasil olma) aran­maz. Bedâi'de de böyledir.

Kendisinden hayırlı bir erkekle evlenmiş bulunan bir kadının velisi, bu kan kocayı ayırma hakkına sahip değildir. Bu velî, velîsi bu­lunduğu badının, dengi olmayan bir erkeğin nikâhı altında bulunma­sına itibar etmese bile, 'bu hüküm aynıdır. İmâm Serahsî'nin Mebsût Şerhi'nde de böyledir. [33]

 

Kefâet (= Denklik) Esasen Şu Altı Yerde Aranır 
 
1- Nesebte Denklik [34] :
 

Kureyş Kabilesinden olanlar'birbirlerinin delgidirler.

Aslında, Hâşimı olmayan bir kureyşlif    Haşimî olan Kureyşliye denktir.

Kureyşii olmayan bir arap, Kureyşli olana küfüv (=denk) değildir.

Araplar da, — mıihacir olsun, ensâr olsun — birbirlerine denk­tirler, Fetâvâyi Ksdîbân'da da böyledir.

Umumiyetle, arap olmayanlar, arap olanlara denk değildir­ler. Arapların Hepsi birbirlerine denktirler. Safaih olan budur. Ebû'l-Yüsr, Mebsûtta böyle zikretmiştir. Kâfî'de de böyledir.

Arap olmayanlar da birbirlerinin dengidirler. Bunlar, arapla-ra denk değildirler, Jtabîyye'de de böyledir.

Âlimler: «Hasîb olanlar (= ilmî kemâiâta ve güzel ahlâka sahip olan erkekler), neslb olanlara (= soylu arap kadınlarına) denk­tirler. 'Meselâ : Fakıyh {= fıkıh Ümlndö derinleşmiş) bir kimse,.soylu bîr arap kadının küfvidir. Sunu Cevâmîu'l - Fıkh'da Kâdîhân ve Itâbî zikretmiştir.

Yenâbi'de: *ÂIim k?şi, arafcî olana da, ar^aplar arasında soy­lu olana da denktir.» denilmiştir. EsaWh olan ise, bu kimsenin soylu arap )kadmma denk olmadığıdır. Gâyetü's - SürûcîVle de böyledir. [35]

 

2-  İslâmiyet'te Denklik :
 

Sadece, kendisi müslüman olmuş 'bulunan   bir erke'k, hem

kendisi   hem de babası müslüman olan binhadına, küfüv değildir. Fe­tâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Keza, kendisi İle yalnız babası müsîüman olan bir erkek hem babası hem de dedesi müslüman bir müslüman kadına, kûfüv olamaz. Bedâi'de de böyledir.

Bizzat kendisi müslüman olmuş bulunan bir erkek, ebeveyni ve dedesinin babası müslüman olan bir kadınla denk olmaz. Bu erke­ğin derrgi Icendisî gh\ olandır.

Bu !hüküm, islâm dininin -yayılışı, çdk öncelere rastlayan yerler haSdondadır. Fakat, halkı yeni müslüman slmuş bulunan ve dolayısı ile yeni müslüman olanın bir ayıp, bir noksan sayılmadığı beldelerde, bu durumda ofcanlar, bir birlerine denktirler. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böy­ledir.

Babası ve dedesi müslüman o!an bir erkek; babası, dedesi ve babasının dedesi ve hatta daha yukarıdaki dedeleri müslüman olan bir kadına, denk olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir ad&m, irtidâd 'ettikten sonra, tekrar İslama dönmüş olsa; bu kimse, başından irtidad geçmemiş olan bir kadına, denktir. Kunye'-de de böyledir. [36]

 

3-  Hürriyette Denklik :
 

Bir 'köle, hür bir kadına denk olmaz.

Azad edilmiş olan bir kimsede, aslen hür olan bir kadına, denk olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,

Azad edilmiş olan bir kimse, 'kendisi -gi'bi azad edilmiş olan bir kadına denktir, Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Babası azad edilmiş olan bir kimse, babası - anası hür olan bir kadının, küfvi değildir. Fetâvâyi KâdîhânPıda da böyledir.

Babası ve dedesi müslüman ve hür ol>an, hür ibir müslüman erkek, babası ve dedesi hür ve müslüman olan bir kadının, küfüvü-dür. Ancak, erkeğin dedesi, kâfir iken müslüman olmuş veya köle İken azad edilmişse, bu durumda, o kadınla denk olmaz.

Azad edilmiş bulunan bir erkek; anası aslen hür, babası isa azad edilmiş bulunan bir kadına, denk olmaz. Bazı âlimler: «Bu hu­susta, hiç bir rivayet yoktur.» demişlerdir. Itabiyye'de de böyledir.

Kavminin şereflisi olan, bir kimsenin cariyesine, kavminin alt seviyesinde olan bir kimsenin kölesi denk olamaz. Çünkü, bir kim­senin efendisi, nesebi yerindedir.

Hatüa, Haşim oğullarının bir cariyesi, nefsini, sıradan bir arabın kölesine nikahlamış oisa; t'ü* cariyeye müdâhale edilebilir. Tahâvî Şerhi'nde do böyledir.

Hâşimîlerin cariyeleri, Hâşimî olmayanların köleleri ile denk tutulamazlar. fimurtâşî'de de böyledir.

Kavmin şereflisi olan bir kimsenin, ezâd ettiği câriye, arap olmayan kimseye denk olur.

Arap olmayan İslâm toplumlarında, denklik hususunda, müs­lüman va hür olmaya itibar edilir. Çünkü bu toplumlar, nesepte değ:!; müslüman ve «hür olmakla iftihar ederler. T&hyîn'de de böyledir.

Araplarda ise, babanın müslüman olması şart değildir. Bir orap erkek, babası müslüman olmayan bir arap kadınını nikahlamış olsa, bunlar birbirlerinin dengi sayılır.

Ancak, arapiar için ds. —küf öv hususunda, hürriyet gereklidir. Çünkü, onların köle olmaları caiz değildir. Bahrü'r - Râtk'ta -da böyle­dir. (!slâm;n ilk yayılma döneminde .araplar ya islâm da'vetlni ksbül etmişler veya öldürGIrnDşiei'dir.) [37]

 

4- Malda Denklik :
 

Malda denklikten maksat, erkeğin, mehri ödemeye ve nafakayı temin etmeye muktedir olmasj demektir. 8u, z&hiru'r-rivâye'de böy­ledir. Binâenaleyh, bunlardan ikisine veya birine muktedir olmayan biı- erkek, hiç bir kadına küfüv olamaz. Hİdâye'ds de böyledir.

Erkeğin bunlara sahip olması halinde, kadının zengin veya fakir olması müsavidir. (Yani. metıri ve nafakays temine muktedir olan bir erkek, büyük 'bir servet sahibi olan kadının dengi sayılır.) Tecnîs'-de ve Mezîd'da de böyledir.

Kadının malının çok olmasına iîi'üar edilmez. Erkeğin, mehre ve nafakaya gücü yetmesi halinde kadın ne kadar zengin olursa olsun küfüv (~ denklik) vsrdir, demektir. Sahih olan görüş budur.

Eğer, erkek, kazanarak nafakayı temin edebiliyor fakat mehri te­mine gücü yetmiyorsa, bu durum hakkında, âlimler arasında ihtilâf vardır. Ekserisine göre, bu durumda küfüv yoktur. Muhıyt'te de böy­ledir.

Burada mehirden maksat; mehrln, acele verilmesi gereken miktarın!, vermeye muktedir olmak demektir. —Tamamı muaccef ol­maması halinde— erkeğin, rnöhrin tamamını vermeye gücü yetmesi gerekmez. Tebyîn'de de böyledir.

Ebû'n-Nasr:

 «Nafakada, bir yıllık yiyeceğe İtibar edilir.» demiş; Nusayr İse : «Nafakada, bir ayMk yiyeceğe itibar olunur.» de­miştir- Esahh olan görüş ise budur. Tecnîs ve Mezîd'de de böyledir. 0 İmâm Ebû Yûsuf {'RiA.Î'dan geien bir rivayete göre; erkeğin, möhre gücü yettiği zaman, günlük nafakasını temine de, muktedir olursa, küfüv {= denklflc) var demektir. Sa'hfh olan budur. Kâdîhân'rn Câmiu's - SağfrPnde de (böyledir.

Bu 'kaviller İçinde en güzel olanı, İmâm Ebü Yûöuf (RA.)'un kav­lidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Kadın, küçük veya büyük olduğu zarroan, eğer cfmâya gücü yetiyorsa; kocasının, bu kadının nafakasını temin etmesi gerekir

Ancak ,kadın küçtfk olur ve cimâya gücü yetmezse, onun nafa­kasına İtibar edilmez. Çünkü, bunun için nafaka gerekmez. Erkeğin, onun meihrtne güç yetirmesi kâfîdir. Zehiyre'de de böyledir,

Fakir bir adamın nikahlamış bulunduğu kadın, onu, mehrîni bırakarak terketse, 'küfüv yoktur. Çünki, nikâhın akdedildiği zamana İtübar edilir. Tecnîs'de ve Mezîd'de de iboyledir.

Bir adam, küçük kız kardeşini, nafaka teminine gücü yeten, fakat möhir vermeye muktedir olmayan, küçük bir oğlana nikâhtesa; 'bu oğlanın zengin olan babası bu nikâhı ka'bul etse; niflcâh caiz olur. Çünkü, -babasının zengin olmasından dolayı bu çocuk da zengin sayıfı-lır. Ancak, (böyle sayplnnası, möhir hususundadir; nafaka hususunda değildir. Çünkü, cemiyet İçinde âdet, bu şekilde cereyan etmekte, do-layısıyle babalar —nafakaları değil— mahirleri kabul etmektedir­ler. Zehıyre'de de böyledir;

Bîr kimsenin, başka bir kimsede, meîıir mlktarinca alacağı olsa; bu ikimse İçin küfüv vardır, demefc olur. Çünkü o kimse, alaca­ğını, dilediği zaman .alabilir. Nehru'l - Fâık*ta da böyledir. [38]

 

5- Diyette Denklik :
 

hnâm Ebû Hanîfo (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un ka-villerin^e göre, diyanette de denkliğe itibar edilir. Sahih olan da bu­dur. Hidâye'de de (böyledir.

Fasık 'olan bir erkek, saJltıa olan bir kadına küfûv   değildir. Mecma'da da böyledir.

Bu fasığın, fasıkhğmı  açığa vurması veya gizlemesi halleri de müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.

Serahsî'nin zikrettiğine göre;    İmâm Ebû Hanlfe ER.A.)'nin kavline göre; salâhın, en üstün noktasında denk olmak, gerekli değil­dir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, küçük yaştaiki kızını, içki içen veya başka kötü itiyatlar taşıyan bir şahsia —iyi adamdır ve içki içmez zannı ile — nikahladıktan sonra, onun bu hallerini  öğrense;   kız da, bulûğa eri­şince : -Ben, 'bu nikâha razı değilim.* dese; koca tarafının çoğu, sa-Ith kimseler olsalar bile, yine bu nikâh bâtıldır, geçersizdir. Ve bu meselede, âlimlerimizin ittifakı vardır. Zehıyre'de de böyledir,

Aralarında küfüv olmadığını bildiği halde, nikâh yapmış olan kimsenin durumu hakkında, İmâm Ebû Hsnîfe (R.A.) İle Jmâmeyn ara­sında görüş ayrılığı vardır: İmâm Ebû Hanîfs CR.A.}'ye göre, bu ni­kâh caizdir. Çünkü ıba'ba, olgun ve şefkatlidir; görüş açısı geniş ve düşüncesi derindir. Belki, —şu anda— küfüv olmadığını gördüğü halde; ileride, küfövden daha üstün bir ha! zuhur edeceği düşüncesin­dedir. Muhıyt'te de böyledir.

Nikâhın akdedildiği anda, küfüvve itibar edilir; nikâhın de­vamında küfüv atanmaz. Meselâ :   Bir kadın, küfüvvü olan bir erkeğe nlkâhlansa; sonra da erkek fâcir veya fâsı'k olsa; bu nikâh feshedil­mez. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir. [39]

 

6- Hırfette    (= San'at,   Ticâret,   Ziraat    Gibi    Geçim Vâsıtalarında) Denklik :
 

Imâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (RJV.)'den gelen bir rivayete göref hırfet'e itibar edilmez. Zâhlru'r- rivâyede böyledir. (Çünkü; san'at ve meslek, mutlaîka devamlı bir şey değildir. Kişi, her zaman, düşük bir meslekten, üstün ve itibarlı bir mesleğe, geçebilir.)

İmâmeyn'e göre baytar, attana küfüvdür.

İmâm-ı A'zam EbO Hanîfe {RA.J*den geten, diğer bîr rivayete göre de, baytarlrtV, ihacamatçıJi'k, bez dokuyucu!uğu, çöpçülük veya detbfbağlık gibi makbûJ olmayan bir san'atla uğraşanlar; manffaturacı-nm veya sarrafın dengi değildirler. Sahih olan budur. Fetâvâyİ Kâdî-hân'da *da böyledir.[40]

Berber de, bun'arrn dengi değildir. Sirâcü1! - Vehhâc'da da böyledir.

İmâm EbP Yûsuf (RA)'tan rivayet edildiğine göre, sanatkâr akraba olursa, san'at ayrılığına itibar olunmaz. Bu durumda, denklik sabit olur; yani: —bu hallerde—, bez dokuyucusu, hacamatçıya; debbâğ, çöpçüye; bakırcı, demirciye; attar, manifaturacıya, denk olur. Şcmsü'l - Eimmo Haivânî: Fetva bunun üzerinedir.» demiştir. Mit" hıytte de böyledir. [41]

 

Nikâhta Denk Olma İle İlgili Diğer Bazı Meseleler
 

GüzeÜifc. küfüVden addedilmez ve n?kâh hususunda, güzel­liğe Itrbar edilmez. Fetâvâyî KâdîhSn'da da böyledir.

Nasıyhst Kitabının Szfhfol: «Güzellik hususunda, evlene­cek kimselerin birbirlerine uygun düşmesînî, velîleri, imkân ölçüsün­de gözetirler.» demiştir. Huecet'den naklen Tatarhâniyye'de de böy­ledir.

Denklik konusunda, ekil hususunda da flhtiîâf edilmiştir. Bazıları: «Küfüv'de, akla itPbar edilmez.» demişlerdir. Fetâvâyi KSdthân'da da böyledir

Bir kadın, 'kendi nef3in! deiîgi olmayan bir erkeğe nikahlamış olsa; zâhiru'r-rivâyede, Ebu Kenîfe tR-A.Vye    göre bu nikâh, caiz

olur. İmâm Ebû Yûsuf (RA.)'a göre, bu kavil, Imâm-ı A'zam (R.A.)'ın son kavlidir. Hatta, bu kad'n, ayrılmayı kabul etse; talâk, zıhar, iylâ, mîras ve diğer hususlardaki hükümler de sabit olur.

Fakat, bu nik&ha, icadının, velîsinin itiraz hakkı vardır. Hasan bin Ziyâd, İmâm-ı Azam [RA)'dan rivayet ederek şöyle demiştir: «Böy­le bir seibep varsa, nikâh akdedilmiş olmaz.» Âlimlerimizin çoğu, bu görüşü1 kaibûl etmiştir. Muhtyt'te de köyledir

Zamanımızda[42]  beğenilen görüş, Hasan bin Ziyâd'm naklet­miş olduğu bu görüştür. Şeyhu'I - İslâm Şemsü'l - Eimme Serahsî: «İhtiyata en yakın olan, Hosan'ın rivayetidir.» demiştir. Fetâvâyi Kâ-dihân'ın Serâıtu'n - Nikâh BÖIümü'nde de böyledir.

Bezzâziyye'de zikrediîdiğine göre, Bürhânü'l - Eimme : «Bu durum­da fetva, —kadın dui olsun, bakire olsun— bu nikâhın caiz olacağı şeklindedir. İmâm-ı A'zsm [RA.)ın kavline, göre; kadının velîsi varsa, bu velînin itiraz hakkı olur. Ancak, kadının velîsi yoksa, bu nikâh itti­fakla caizdir, Nebru'l - Fâık'ta da böyledir.

Böyle bir durumda ayrılık, ancak hakimin hükmü ile oîur. Yani, hakimin bu nikâhı bozması dışında, bu kadınla kocasının arasın­daki nikâh geçersiz olmaz. Bu şekiide nikâh bozulunca da, eğer koca, kadına cima' etmemişse, mehir ödemesi gerekmez. Muhıyt'te de böy­ledir.

Ancak, kocası, 'bu kadına cirnâ' etmişse veya halvette kal­mışlarsa; mehr-İ müsemmanın tamamını öder. Kadının, iddst bek­lemesi; erkeğinde ona iddet nafakası ödemesi gerekir. Sirâcü'l - Veh­hâc'da da böyledir.

Bazı âlimler: «Bu durumda, kadının mahremleri, —nikâ-fhm feshi için— dava açabilirler.»; bazıları ise : «Kadının mahremi ol­mayanlar da mahkemeye verebilirler. Bu hususta, mahrem olmak veya olmamak müsavidir.» demişlerdir. Bunlara göre, amcanın oğlu veya benzerlerinin murafaaları, velayet hususunda sabit oiur. Bu görüş sa­hihtir. Mühıyt'te de böyledir.

Bu konuda, zevi'İ - erhâm'ı velayeti sabit olmaz.  Muhıyt'ta de böyledir.

Ancak, asâbe olanların  velayeti, sabit olur.    Hulâsa'da da böyledir.

Bir kadın dengi olmayan birisi ile nikâ'hlansa; fcocası da, ona clmâ' etse; kadının velîsinin, davası üzerine hakim bunların nikâhını feshetmiş, onları ayırmış olsa; 'bu durumda, kocanın mehir ödemesi, kadmm da iddet beklemesi lâzım gelir.

Aynı şahıs, Iddet müddeti içinde, velîsinin izni olmadan, bu ka­dını tekrar nikahlamış ve duhulden önce, hakkim bunları te'krar ayır­mış olsa; kocanın, ?kinci d-ef'a mehir ödemesi gerekir. Kadının ise, önceki iddeti devam der. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebü Yûsuf ffljAJ'un kavlidir, İmâm Sershsî'nin Mobsût Şerhî'nde de böy­ledir.

Bir kadın, velîsinin izni olmadan, nefsini, küfüvvü olmayan bir şahsa tezvîc eylese; velîsi de, ıbu kadının mehrini alıp, onu tezvîc etmiş olsa; hu durum, velînin rızası ve teslîmi sayılır.

Velînin, mehri alıp; kadını tezvîc etmemesi durumu hakkında, âlimler görüş ayrılığına düşmüşlerdir, Saihfh okn; ;bu hâlin, velînin rızası ve teslimi manasına olduğudur.

Şayet velî, kadının mehrini almaz, fafcat nafakasını dava eder ve mehir de kadının kendisi tarafından ta'kdir edilmiş bulunursa; bu du­rum da, istihsânen rıza ve teslim sayılır.

Bu hüküm, denklik bulunmadığının hakim tarafından tesbit edil­mesi halinde velînin dava etmesinden ve 'hakimin metıir ve nafaka Ue ilgili hüküm vermesinden önce geçerlidir.

Faikat, denkliğin bulunmadığı, hâkimin hükmünden önce şaton; olursa; (hem kıyasen hem de istihsânen, —velînin— bu nikâha rızası yok demektir. Zehıyre'de de böyledir,

Ayrılı'k talebinde, velî susmuş olsa bile nrkâhm feshi husu­sunda kadının hattı, zaman çok uzasa, hatta kadın çocuk doğursa bile, geçersiz olmaz. Kâdîhân'ın Câmiu's - Sağîri'nde de böyledir.

Kadın, kocasından çocuk doğurunca; velîlerinin, nikâhı boz­ma 'hakkı kalmaz. Ancak, Şeyhü'I - İslâm Mebsût'ta : «Bir kadın, nef­sini, küfüvvü olmayan bir kimseye nikâhlasa; velîsi de bunu bildiği halde kadın çocuk doğurana kadar sükût ettikten sonra mahkemeye dava açsa, bu karı - kocanın, aralarını ayırma hakkına sahiptir.» de­miştir. Nihâye'de de böyledir.

Bir kadın, nefsini dengi olmayan birisine nikâhlasa; velîlerin­den birisi do buna razı olsa; bu durunrfda, bu velînin de, diğer bir ve-lî'nin de, bu nikâhı feshetme hakkı olmaz. Ancak, velîİİk derecesi daha yüksek ve yalktn olanın, bu nikâhı fesh hakkı vardır. Fetâvâyi Karîîhân'da da böyledir.

Keza, bir kadını, .velîlerinden birisi, kadının rızası ile bir şahsa nikâhlasa; bu nikâhı feshetme hakkı .ancak, bu kadını nikâhla-yandan, daha yüksek velilik hakkına sahip olan, kimseye âit oiur. Mu-hıyt'te de böyledir.

Velîsi, tarafından dengi olmayan birisine nikahlanan bir ka­dın; cimâ'dan sonra, kocasından talâk-ı baîn ile boşansa; sonra da, velîsinin izni olmadan, te'krar o kocaya ivarsa; velî, kadının bu nikâ­hını feshedebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fafkat, bu kadın,.talâk-ı rici* ile 'boşandıktan sonra; kocası, velîsinin izni olmadan, tekrar karısına dönmüş olsa; bu durumda, ve­lînin ayırma hakkı yoktur. Hulâsa'da da böyledir.

Müntekâ'da:  fbn-i  Semâ'da,  İmâm Muhemmed  (R.A.)'den şöyle ndkietmiştir: Küfüvvü olmayan bir kimsenin, n&âhı altında bu­lunan bir kadının, babası gâib iken, kardeşi veya başfca bir velî ko­casını dava; ö da, kadını, daha yakın bir velînin nikâh eylediğini id­dia etse; kocaya, beyyine ikâme etmesi f= delil ve şahit getirmesi) emredilir. Eğer, beyyine getirebilirse; bu kabul edilir; aksi takdirde, araları ayrılır. Zehıyre'de de böyledir.

Müntekâ'da. Bişr'in, Ebû Yûsuf (R-A.)'den rivayet ettiğine göre :

Bir kimse, küçük yaştaki cariyesini, bir şahsa nikahladıktan son­ra «O benim kızımdir.» diye iddia etse, bu çocuğun nesebi de —böy­lece— sabit olsa; eğer, koca, bu -kızın dengi İse, nikâh olduğu gibi kalır. Eğer, koca denk değilse, bu durumda da, kıyâsen, nikâhın, ol­duğu gibi kalmasi gerekir. Çünkü, bu durumda da, onu, velîsi tezvîc eylemiştir,

Bîr kimse, küçtfk yaştaki cariyesini, baş'ka bîr kimseye sattıktan sonra; satın alan Kimse, «bu, o adamın kızıdır.» diye iddia etse; bu durumda da —satın alan— koca, k'üfüv ise; yapılacak bir şey yok­tur. Eğer, koca küfüv değilse; keza, kıyâs yine böyledir. Çünkü, bu durumda da, onu, sahibi buJunan velî tezvîc etmiş olmaktadır.

Velîsinin İzni ile bir kadınla evlenen kö'e; nikâh akdi esna­sında kendisinin hür veya kö'e olduğunu büdirmese; kadının da, ko­casının durumundan haberi olmadığı gibi velîsi de, kocanın hür mü, köle mi oiduğunu bilmese; sonradan bu kocanın köle olduğu açığa çıksa; eğer kadının, nikâhının kıyıldığından haberi varsa; muhayyer­lik yoktur. Ancak, velinin muhayyerlik hakkı vardır.

Fakat, kadının velileri nikâh akdi esnasında hazır bulundukları halde, meseleler İhtilaflı olsa; bu durumda kadın da, velîler de mu­hayyer olmazlar.

Şayet,'koca hür olduğunu söylemiş olduğu halde, diğer mes'elelsr hâli üzere ise, veliler, bu meselelerde muhayyerdirler.

Zikrettiğimiz bu mes'eleler, aşağıdaki şu mes'elelerin delilidir:

Bir kadın, 'kendi nefsini, küfüvvü şart koşmadan ve kendisine denk olduğunu bilmeden bir şahsa tezvîc eyîese; sonra da, kocasının kendisine küfüv olmadığını anlasa; bu durumda kadının, muhayyer­lik hakkı yoktur; velîlerinin ise, muhayyerlik hakkı vardır.

Ancak, ibu nikâhta, velîler de hazır 'bulunur ve razı olurlarsa; kü­füv olduğunu bilsinler veya bilmesinler; bu durumda, onların da mu­hayyerlik hakları yoktur.

Fakat, velîlerden birisi, küfüvvü şart koştuğu veya birisi «küfüv vardır.» diye haber verdiği halde, sonradan küfüvvün bulunmadığı or­taya çıkarsa; bu durumda, velîlerin muhayyerlik haklan oiur.

Şeyhu'l - İslâm'dan :

—  Nesebi meçhul olan bir şahıs, nesebi bilinen bir kadına, kü­füv olur mu? diye soruldu.

İmâm:

—  Hayır, o erkek, bu kadının küfüvvü değildir; dedi. Muhıyt'te de böyledir.

Koca, kadına; kendi nesebinden başka bir nesep söylemiş olsa (kendisini, <kerrdl babası ve soyuna değil de,   başka birisine nis-bet etse) sonra da, doğru söylemediği açığa çıksa; o erkek, bu kadı­nın küfüvvü olma. Hem kadının, hem de velîlerinin, bu nikâhı feshet­me hakları vardır. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kadın da, kocasını; kendisini, asıl nesebinden başka bîr nesebe İsnat ederek kandırmış olsa; bu durumda, kocanın muhayyer­lik haldu yoktur. O, onun karışıdır. Ancök, dilerse nikâhı altında tu­tar; dilerse boşar. Kâdîhân'ın Câmiu's-Ssğîri'nde de böyledir.

Bir ıkimse »Ben filan oğlu filanım» diyerek, bir kadım nikâh-iasa; fakat, bu — ismi taşıyan şahıs— kendisi değil de, baba bir kar­deşi veya baba bir amcası olsa; kadın, bu nikâhı feshetme hakkına sahip olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, nesebi belli olmayan bir kadını nikahladıktan son­ra, ıKureyşIl bir şahıs, o kadının kendi kızı olduğunu iddta ve isbat et­se; hâkimde,'bu kadının, o adamın kızı olduğuna hükmetse; bu kadı­nı ni'kâhlıyan kimse de, hacamatçı olsa; babası, bu kadını kocasından ayırmaya hak sahibi olur.

Ancak, bu durumda; adam, bu kadının babası değil de, kölelik ve efendilik itibarı ile yakını olursa; eski efendisi olan bu adamın, bu kadının nikâhını, feshetme hakkı yoktur. ZehıyreMe de böyledir.

Bir kefdın, kendi nefsini, dengi olmayan bir şahsa nikâhlasa; velîsi razı olana kadar nefsini men edebilir mi? Faktyh Ebu'l - Leys :

— «Her ne kadar, zahiru'r- rivayete muhalif İse de; kadının, nefsini men etme hakkı vardır.» demiştir. Fakat, âlimlerimizin çoğu, zâhîru'r - rivâyeye göre, fetva vermişler ve : «Kadının, nefsini men etme hakkı yoktur.» demişlerdir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kadın, kendi nefsini, bir şahsa, me'hr-i misilden noksan bir mehirle nikahlamış olsa; velîsi, bu nikâha itiraz edöbilir. Yâni, ya m-öhrini tamamlatır veya onu, —'kocasından — ayırabilir.

Velî, bu kedini, duhûlden önce ayırmişsa, onun için, mebir yok­tur. Ancafk, duhûlden sonra ayırmışsa, kadına, mehr-i müsemmâsı ve­rilir.

Keza, tarafeyn'rîen birisi, bu ayrılıktan önce ölürse, hüküm yine böyledir. BuF Ebû Hnnîfe (R-AJ'ye göredir. Imâmeyn ise : «Velînin, itiraz hakkı yoktur.» demişlerdir. Tebyîn'de de böyledir.

Ancak, tu .ayrılık, hakimin karan İle mümkün olur. Şayet hakim »ayrılık hükmü vermezse; talâk, zmar, ilâ ve mîras hffkmü, bakî kalır. Sırâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adamın cariyesi ile bir başka şahsın izdivacını, hüküm­dar, mehri misilin azlığı veya denk olmamalarından dolayı, kerih gö­rür fakat, câriye buna razı olursa; hükümdar da bilâhare bunu, hoş görürse; bu cariyenin velîsi, mefıri, mehr-i misline çıkarmak veya jbu kan - kocayı ayırmak maksadı ile, dava açar. Bu kavil, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir. İmâm Muhammed (R-A.)'in kavline göre, ca­riyenin efendisinin, dava açma hekkı yoktur.

Keza, bu mes'elede, kadın gönülsüzken sonradan gönlü olsa; bu durumda dava hakkı, hem kadının hem de velîsinindir. İmâmeyn'în kavillerine göre, dava açma hakkı, yalnız kadına aittir. Muhiyt'te de böyledir.

Nefsini, dengi olan bir kimseye, gönülsüz olarak mehr-i mi­sille nikahlamış; sonradan da gönülsüzlüğü kaybolmuş olan bir kadın da, muhayyerdir. Muhıyt*te de böyledir.

Bir kadın kerîh görüp, gönül hoşluğu bulunmamasına rağmen, nikahlanmış olsa; bu ni<kâh, caiz olur. Bu nikâhı, kerih görmesinden dolayı da, bir tazminat gerekmez.

Sonra bakılır: Koca, kadının küfüvvü; möhri de, misil kadar veya mislinden fazla olursa,'bu nikâh caiz olur.

Eğer, m-ehri, mislinin mehrinden az olursa; mehrinin, emsalinin mehrlne eriştirilmesin! istiyöbiiir. Bu durumda, kocaya : «Mehrinî ta­mamla; 'bunu yapmazsan, onu, senden ayırırız.» denilir. MehrI tamam­larsa ne âlâ...

Bu durumda koca, (nehrini tamamlamazsa, bunlar birbirlerinden ayrılırlar. Şayet, duhûlden önce ayrılmış olurlarsa, bir şey lâzım gel­mez. Eğ-er, kadının kerih «görmesine rağmen, dühû! vâki olmuşsa, bu 'hâl, kocanın rızasına, işaret olduğundan; kadının mehr-i mislini, tama­men Öder. Cima', kadının da rızası ile yapılmışsa, bu durumda mehr-I müsemmâ gerekir.

Ancak, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe [R.A.)'ye göre, hu durumda ka­dının velîlerinin, itiraz hakları vardır. İmâmeyn'e <göre, velîlerin, itiraz hakları yoktur. Bu, kocanın, kadının küfüvvü olması halindedir. Koca­nın denkliği yoksa, velîlerin, ayırma haklan vardır. Koca, 'bu kadının gönlü olmadan, ona cima' etmişse, mehr-i mislini öder. Küfüv olma­dığı zaman, itiraz hakkı bakidir.

Kadına, onun arzusu ile cima' edilmişse, o zaman, mehr-î müsem-mâsı ödenir. Mehr-Î müsemmâdan fazla bir şey ödenmez.

Böylece, rıza kadından olursa, nikâh satım olur. Çünkü, nefsinin temkini, akidde icazet (= izin) sayılır; bu davranîş, «Ben razıyım.» demek gibi olur. Bu durumda, kadının muhayyerlik hakkı, sâ'kıt oiur.

Bu hâlde bile, küfüv yoksa, velîler ayırabilir ve mehr-i-mislin tamamını alabilirler. Küfüv bulunmadığı müddetçe, velîlerin ayırma hakları vardır. Kadının mehri, —mislinden— noksan olursa, velile­rin, 'bunu tamamlatma haklar; da vardır. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)-nin kavlidir. İmâmeyn'e göre, hem kadının, hem de velîlerin muhay­yerlik hakları vardır. Ancak ıbu hak, yalnızca, küfüv [= denklik) olma­dığı zaman geçerlidir. Ayrılrk, dü'hûlden önce vâki olmuşsa, bir şey lâzım gelmez. Sirâcü'l - Vehhâc'ırt Kitâbü'l - İkrah Bölümü'nde de böy­ledir.

Bir kimse, küçük yaştaki kızını, dengi olmayan birine; me­selâ : Cariyesinin veya kölesinin oğluna nıkâhlasa; yahut da, gabn-î fahişle {= Mehrî Mislinin iki katı) nikahladıktan sonra, mehrini nok-sanlaştırsa; veya bu adam oğlunu, kendi karısına verdiği miktardan daha fazla bir mefıir ile nikâhlasa; İmâm Ebû Hanîfe (R-AJ'ye göre, bu nikâh, caiz olur. Tebyîn'de de böyledir.

İmâmeyn'e göre, —bu miktarüa, İnsanları kandırması müs­tesna olmak üzere— bu fazlalık da noksaniaştırmsk da, caiz oimaz. Bazı âlrmler: «Nikâhın aslı, sahih olur.» demişlerdir. Esahh olan ise, İmâmeyn'e göre, bu nikâhın geçersiz olduğudur. Kâfî'de de böyledir.

Sahih olan kavil, İmâm Ebû Hanîfs (RATnin kavlidir. Muzmerâi*-ta da böyledir.

Bu nikâh; baba, dede veya kadı tarafından kıyılmamıssa, bil - İcmâ' caiz değildir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Babanın kötü hâli, cinneti veya fasıklığı bilinmediği zaman, ihtilâf edilmiştir. Ancak, ıbdbanın <bu gibi bir »hâlinin mevcudiyeti bi-Inirse, nikâh, bil - Icma geçersizdir. Keza, bzJba sarboşsa, kıydığı bu nikâh, bi! - icmâ' sahih değildir. Sirâcü'i - Vehhâc'da da böyledir.

Eğer, mehifdeki fazlalık veyıa noksanlık mdhr-I misil husu­sunda, insanları aldatmak maksadıyla yapılmışsa; bu nikâh, bil - itti­fak caizdir.

Keza, baba ve dededen başka velîlerin, kıymış bulunduğu nikâh da, bil - ittifak caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Mehrin, yarısından aşağı olan miktar, insanları aldatmak için olur. Bâzıları ise : «Onda birinden aşağı olan, insanları aldatmak için­dir.» demişlerdir. Sirâcül - Vehhâc'da da «böyledir. [43]

 

6- NİKÂH VE DİĞER HUSUSLARDA VEKÂLET
 

Şahitler 'hazır olmasa bile, nfkâh 'hususunda, veVil tayin et­mek sahihtir. Hâzsr - zâtîe'den naklen, Taterhâniyye^de de böyledir.

Bir Ikadın, iblr erkeğe : «Beni, istediğin kimseye nikâhla.» de­se; o erkek, bu kadını, kertdi nefsine nikâhlıyamaz. Tecnîs ve Meaîd'de de böyledir.

Bir erkek, bir kadına, vekâlet verip, onu 'kendisini nikâhiama-ya yetkili kılsa; 'kadın da kendi nefsini, bu adama, nikâhiasa, bu da caiz olmaz, Serahsî'nin Muhiyt'ınde de böyledir.

Bir kadın, 'bir erkeği, kendi nefsini 'belirli bir mebirle nikah­lamak üzere vekil etse; vekil -olan erkek de, o mahirle kadını kendi nefsine nikâhiasa; vekilin bu nikâhı caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın bir erkeği, İşlerini yürütmek üzere vekil tayin et­tiği 'halde o adam, hu kadını, kendi nefsine ni'kâhlasa; bu durumda kadın : «Ben, onu laiim-satım için vekil tayin ettim.» dese; bu nikâh, caiz ohnaz. Çürikü, o kadın, bu erkeği, kendisini nikâhlamaya vekil ta­yin etmiş olsaydı bile, o kadını, kendi nefsine nikahlaması caiz oi-mazdı. Evlâ olan tjörüş. budur. Tecnîs'de ve Mezîd'de de böyledir.

fe Bir kadın, kendi nefsini, kendisine nikahlamak üzere, bir er­keğe vekâlet verse; bu şahıs da : «Filan kadını nefsime nikahladım» dese fakat, «Köbu! ettim.» demese; bu nikâh, caiz olur. Huİâsa'da da böyledir.

Bir kimse, diğer'bir kimseye, kendisini nikahlamak üzere ve-kâiet verse; veki! de veiisi bulunduğu, 'kendi küçük yaştaki kızını veya 'Kardeşinin küçük yaşta'ki kızını nPkahlasa; bu nikâh, caiz ölmez. Velîsi bulunduğu diyer kızları da, istekleri olmadan, —bu adama — nîkâhlayamaz.

Bu edam, büyük yaştaki kızını, onun rızası iîe müvekkiline nikah­lamış olsa, e! - Asİ'da, İmâm Ebû Hsnîfe (R A.)'ye göre, bunun da caiz olmadığı zikredilmiştir. Ancak, kocanın rızası  olursa, bu nikâh caiz olur.

İmâmsyn'e göre İse, Ibu nikâh caiz olur.

Vekilin, kendi ablasını, onun rızası ile müvekkiline nikahlaması ise, ihtilafsız caizdir. Muhiyt'te de böyledir.

Bir 'kadın, bir erkeği vekil tayin etsede, bu vekil, o kadını, babasına veya oğluna nî'kâhlasa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu nikâh caiz olmaz. Fetvada buna göredir. Fetâvâyİ Kâdîhân'da da böy­ledir.

Eğer, bu kimsenin toğlu, küçükse; bu nrkâ'bın, caiz olmayacağı hususunda, ihtiiâf yoktur. Muhiyt'te de böyledir.

«Bir kadının, kendisini nikahlaması hususunda vekil tayin et­tiği "bir kimse; bu kadını, dengi olmayan birisine nîkâhlasa; bazı âlim­ler : «Bu nikâh sahih olmaz.» demişlerdir; ekseriyete göre ise, bu ni­kâh sahih olur.

Şayet, denklik bulunsa, fakat adam; kör, kötüröm, bunak veya kü­çük çocuk olsa, bu nikâh,.yine caizdir. Adam, cimâya gücü yetmeyen bir kimse olsa, yine 6u nikâh caiz olur.

Keza, 'bir kimse, 'kendisini bir kadınca nFkâhlamaflc üzere diğer bir kimseye vekâlet verse; vekil de, müvekkilini; kör, çolak, retkâ' { = fercinin ağzında, cimaya mâni bir et parçası bulunan kadın], mec-nûne, yaşı küçük olmasına rağmen cimâ'ya tabammüllü olup cima' edilmiş bulunan veya cima' yapılmamış hür veya câriye ile yahut da küfüv olmayan bir müslüman veya kitabî kadınla nikahlamış olsa; bu nikâh, İmâm Ebû Hanîfe !(R.A.}'nin kavline göre caizdir. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Bu vekilin, 'bizzat kendi cariyesini, müvekkiline nikahlaması, bil - ittifak caiz değildir. Nihâye'de de böyledir

Bu vekilin, müvekkiline 'kara, çirkin, ağzı /büyük, salyası akan, aklı kâh gidip, kâh golen, bir kadını nikahlaması hâlinde; bu nikâhın, caiz olup olmayacağı hususu ihtilaflıdır. Zahîrîyye'de de böyledir.

Vekilin, müvekkiline, elleri kesik veya mefluç bir kadını nî-kâhfamasj hâlinde de, bu İhtilâf vardır. Nihâye'de de böyledir.

Müvekkil, voktline: «'Beyaz kadın nikâhla.» dediği halde, o, siyah kadın nikahlamış olsa; veya bunun aksi vuku bulsa; bu nikâh sahih olmaz. Ancak, müvekkil: «Kc>r kadın nikâhla.» dediği tıalde, vekil gözü gören bir kadım, nFkâhiamiş io!ss; *bu nikâh, sahih olur. Ker-derî'nin Veeîzi'nde öe 'böyledir.

Müvekkil, vökiline : «Câriye nikâhla.» dediği halde; vekii, hûr bir kadın nikâhlamrş ojsa; bu nikâh caiz olmaz. Ancak, vekil; mükâtep, tnüde?bber veya ümm-ü veled bir kadın nikahlamış olsa; 'bu nikâh caiz ölür. HuİâssMa da 'böyledir.

Fâsld nikâh yapması için, vekil edilen bir şahıs; sahih nikâh yapmış olsa; *bu nrkâh caiz olmaz. Sorahsî'nİn IUuhıyt*inde de böyle­dir.

Müvekkil, vekilini; 'bîr kadın nfkâhlamakla görevlendirse; o da müvekkiline bir 'kadın ni'kâhlasa; kocası ise 'bu kadını boşasa; bu nikâh câi2 ve talâk da vâki olmuş olur. Muhıyt'te ;de 'böyledir.    ,

Bir kimse, kendisine bir kadın nikahlamak üzere, 'bir ş?.hsi; vekil tayin etmiş; *o vekil de, bir kadm nikahlamış olsa; şayet, bu şahıs, müvekkiline, o ka-dim. vekil tayin edilmeden önce nikahlamış olursa; kadının kötü huyundan şikâyetçi olmasa bile; müvekkilin, 'bu kadından ayrılması caizdir. Fakat, vekil, tayin edildikten sonra nikah­lamış olursa; ayrılması caiz olmaz. Fotâvâyi Kâdîhân'm Kitâbü'I-Ve-kâlesi'nde de'böyledir.

Bir kimse, başka bir kimseye: «Beni bir kandınla nikâhla; boşanma selâhiyeti, kadının elinde olsun.» dese; vekil de, müvekkilini nikahladığı sırada böyledir şart koşmasa; bu durumda, kadının elinde, boşanma selâhiyeti olur

Bu şahıs, vskîüne : «Ben! bir kadınla nikâhla ve ben onu ni­kahladığım zaman, onun boşanma hakkının elinde olacağını da şart koş.» dsse; eğer vekii, nikâh akdi esnasında 'bunu şart koşarsa, bo­şanma selâhiyeti kadının -elinde olur; !bunu şart koşmazsa, kadının boşanrrra selâhiyeti elirrde olmaz.

Bir'kadın, bir erkeği, nikâhı hususunda vekil tayin etse; 'bu vskil de, kocaya: Nlkâfriandığınız zaman, boşanma selâhlyeti kadı­nın elinde olacak.» diye şart fcoşşa; bu selâhiyet, kadının elinde olur ve bu nikâh sahihtir.

Vekil, müvekkilini nikâhlara; nikahladığı kadın da, başkasının kansı "olsa veya iddet altında 'bulunsa; vekil, bu hâli bilsin, veya Ibîl-mesin; müvekkil, bu halleri bilmeden 'kadına cima1 etse; 'bunların ara­lan ayrılır ve 'bu durumda 'kocanın, me'hr-İ mislin az haddini ödemesi gerökir. Bu 'koca Vekiline, müracaat edip, ödediği meblağı ondan ala­maz. Vekil, müvekkiline, kendi karısının anasını bu şekilde nikâblamiî olursa, durum yine aynidir.

Bir kimse, diğer bir kimseyi vekil tayin edip: «Filân kadını veya filân kadını bana nikâhla» dese; vefcil de, 'bu kadınlardan birini nikâhlasa, bu nikâh caiz olur.

Bu gibi cahillîker yüzünden, vekilin, vekâlet hakkı geçersiz sayri-maz.

Bu vekil, o kadınların ikisini de, nikahlamış olursa;    bunlardan — sadece — 'birinin nikâhı caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir 'kadını nikahlamak üzere, vekil tayin edilmiş olan kimse; müvekkiline iki kadın nikahlamış olsa; müvekkil, bunlardan —sade­ce— birini —nikâhı önce kıyılmış olanı— alabilir. Sahih olan budur. Kâdîhân'ın Câmiu's - Sağir Şerhi'nde de böyledir.

Eğer müvekkil, her iki kadını da nikâhlamaya veya bunlardan birini nikâhlamaya izin vermişse; vekil, bu şekilde hareket eder. Bah-fOV - Râık'ta da 'böyledir.

Vekil, müvekkilini ;ayrı ayrı iki afcidle nikahlamış olursa; bi­rinci nikâh lâzım; Mdncl nikâh ise mevkuf {= izne bağlı) olur. Hidâya Şertıl Aynî'de de böyledir.

Bir kimse, bir kadını tarif ederek, -onu nikahlaması İçin, bi­risini vekii tayin etse; bu vekil de, tarif edilen kadınla birlikte, başka bir kadını da, nikahlamış olsa; tarif olunan kadının, nikâhı, sıhhatli olur.

Bir akidle,  iki  kadını  nikahlamak üzere vekil  tayin edilen

bîr kimse;  müvekkilini bir kadınla  nikahlamış olsla; bu  nikâh caiz olur.

Keza, müvekkil: «Şu iki kadını nikâhla.» dese de, vekil, birisini nikahlamış olsa; bu da, caiz olur.

Keza, bu müvekkil, sözünün sonunda : «Bu İki kadından biri olan, fHan kadınla nikahlama; öteki ile nikâhla.» dese de; vekil, Istediği ile değil de, diğeri ile nikahlamış olsa; bu nikâh caiz olmaz. Mu-tayfta de böyledir.

Müvekkil, vekiline : «Şu iki bacıyı, bana nikâhla.» dese; bu İki bacıdan, 'birinin nikâhı caiz olur. Ancak: «Bir akidle...» demişse; bu durumda caiz olmaz. Eğer, müve'kkil : «Şu flkl kadını, bir akidle nikâh­la...- demiş ve nikâhlananlarda iki 'kız ikardeş olurlarsa; ayrılmaları caiz olur. Tatarhâniyye'de de Iböyledir.

Bir 'kimse, diğer ıbir kimseyi — başkasıyle nikâhlı bulunan bir kadından bahisle — : «filân kadını, 'barna nikâhla.» diye veJklI tayin ettikten sonra; o kadının kocası ölse veya 'bu kadını »boşasa; kadının, iddeti tamamlanınca vekil, müvekkilini nîk&hlasa; 'bu nikâh, ^câiz olur. Fetâvâyi KâdîhânVta da 'böyledir.

Müvekkil, vekiline; kendi kabilesinden bir 'kadınla nikahla­masını emretse; vekil ise, müvekkiline 'başka kabileden "bir kadın ni­kâhlasa, bu caiz olmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, diğer bir kimseyi : «Filân <kadım, bana nikâhla.» dedikten >sonra; vekil, ö kadını, 'kendisine nikahlamış olsa: Ibu nikâh sahih olur.

Vekil, 'bu kadınla bir ay evli kaldıktan sonra, onu fooşasa ve ka­dının İddeti bittikten sonra, onu, müvekkiline nikahlamış olsa, bu ni­kâh da caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Vekil, bu kadını, kendisine nikâhüamasa da, bizzat müvek­kiline nikâhlasa; sonrada müvekkil bu kadından uzaklaşsa; bu du­rumda, vekilin, bu kadını kendisine nikahlaması caiz olmaz. Hulâsa'­da da böyledir.

Bir 'kimse, 'kendisini, belli bir İcadınla nikahlamak üzere, baş­ka bir (kimseyi, vekil tayin -etse; bu vekii de nikâh akdini, mehr-i mis­linden fazlasıyle y&psa; eğer bu fazlalık, insanların misli ile afdandı'kları miktarda olurda, bu nikâh hilâfsız caiz olur. Fakat, bu fazlalık, in­sanların misli ile aldandıkları miktardan çok olursa, İmâm Ebû Hanî-fe (R-A.)'ye göre, caiz olmasına rağmen, İmâmeyn'e göre caiz olmaz.

Bir kimse, vekilini, bin dirheme nikâh akdetmek üzere görev-lendtrse; vekilse, kadını deha fazla men M e nikâhlasa; bu fazlalığın 'belli olması halinde; o'kadının mehrinin misline bakılır. Eğer. mehr-i misil, bin dirhem veya ondan daha az îs<e, bu nlkâfı caiz olur.-Bu meh-ri; kadına vermek gerekir. Şayet, mehr-İ misil, bin dirhemden fazla olur ve koca da. (buna rıza göstermezse, bu nikâh caiz olmaz. Muhiyt'-te de böyledir.

Bir kimse, bilinen bir kadını, bin dirhem me'hirle nikahlamak özere, bir şahsı vekil tayin etse de vekil, <o 'kadını, İkibin dirheme ni­kahlamış olsa; kraca, buna razı 'olursa, nikâh caiz olur. Kocanın, 'kabul etmemesi halinde ise, nikâh geçersiz olur. Şayet, 'koca, bu durumu, cima' yapana kadar öğrenmemiş olsa, yine muhayyerdir: Dilerse, ka­dının mehM müsemmasmı verir; dilerse, kabul etmez. 'Razı olmaması halinde, ka'dına me<hr-i misil verir. Bu durumda, mehr-I mislin, m&hr-i müsemmajdan'az olması gerekir. Eğer koca, fazlaya razı olmaz ve ve­kil de : «Sîz nikâhınıza devam -edin, o fazlalığı ben 'borçlanırım.- der­se; (bu durumda da, kocaya bir şey lâzım gelmez. Fetâvâyi Kâdîhân-da da böyledir.

Eğer vekil, mehr-i mösemmayi kabullenip; (bunun, müvekki­linin emri olduğunu söyledikten sonra, 'koca; bin dirhemden fazlasına izin verdiğini inkâr ederse; bu fazlalığı inkâr etmekle, nflcâhı, inkâr etmi'ş olur. 8u durumda, kocanın mem'r vermesi gerekmez. Kadının, vekilden mehrini talep etme hakkı vardır.

Bundan sonra, biz deriz ki: Gerçekten bu kadın, bazı rivayetle­re göre; vekilden, me'hrinîn yarısını isteyebilir; bazı rivayetlere göre de, mehrînin tamamını istiyöbilîr. Muhıytte de 'böyledir.

Bir kimse, vekilini, yirmi dirhemi muaccel, seksen dirhemi de müeccel olma'k özere, yüz diHheme, bîr'kadını, nikahlamak!a görev­lendirir ve vekil de, muacceli otuz dirheme çıkarırsa; bu akid sahih olmaz, mevkuf olur. {Yani, kocanın iznine bağlı kalır.)

Koca, bu durumdan (haberdar olmadan kadına cima' etmiş olsa, yine, akid tamamlanmış sayılmaz. Koca, durumdan haberdar olarak, cima'etmişse, bu, bir tein sayı lir ve nHcâfı tamam olur.

Bir kadın, kendisini, bir erkeğe, iki bin dirhem mehirle, ni­kahlamak üzere, birini vekil tayin etse; vekil de, bu Ikadıni, bin dir­hem mehirle nikahlamış ve Ibu İcadına durumu bilmeden, cima' edil­miş olsa; bu durumda, kadının nikâhı reddetme ve metfır-i mislini al­ma hakkı vardır. Hızânetü'l - Müftfn'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir kimseye, bin dirhem mehirle, kendisine, bîr kadın nikahlamasını emretse; kadın, bu durumda, miktarı artırma­dan nikâha razı -olmasa; vekil de, bir elbise vererek mehri kendiliğin­den artirsa; nikâh, kocanın rızasına bağlıdır. Çünkü, mehrîn artırıl­ması, onun emrine muhaliftir. Bu muhalefette, koca İçin, zarar vardır. Çünkü, kadın o elbiseyi alma hakkına sahip olunca, bunun kıymetini, vekilin değil, kocanın ödemesi lâzım gelir. Vekilin tazmin etmesi ge­rekmez.

Bu koca, vekilin mehrî artırdığını bilmeden kadına cirnâ' etse: bu durumda koca, muhayyerdir: İsterse, kadınla beraber kalır; ister­se ayrılır. Eğer ayrılırsa. kadına, mehr-i mislini verir. Tecnîs'de ve Mezîd'de de ıböyledir.

Bir kimse, kendisini, ibir kadınla nikahlamak üzere, bir şahsı vekil tayin etse; bu vekil de, bir köle veya 'bir arazi karşılığında, bir kadını müvekkiline nikâhlasa, bu nikâh sahih olur. Vekilin, bu kadını, kocaya teslim etmesi gerekir. Vekil, bu kadını teslim edince, koca­dan bir şey istenemez.

Bu kadın, mehir olarak verilen köleyi ahp sahip olmadan, köle helak olursa; vekilin bunu tazmin etmesi gerekmez. Bu durumda ka­dın,'kocasından, bu kölenin kıymetini talep eder.

Bu vekil, kendi malından, bin dirhem metısr Vererek, bir kadını müvekkiline nikâhlasa ve ona : «Bu kadını, sana, kendi malımdan bin dirhem vererek nikahladım.» dese veya «...bu kadını sana, ikibin dir: heme nikahladım.» dese; 'bu nikâh caiz olur. Mehir olarak verilecek malı, koca verir. Vekil, işaret olunan bu *bin dirhemi kadından talep edemez. Zehiyre'de de iböyledir.

Bu vekil, müvekkilini, bîr köle karşılığında nikâhlasa; bu ni­kâh caiz olur. Kölenin bedelini ise, koca öder. Sershsî'nin Muhıyt'in-de de böyledir.

Koca razı olmazsa, köle, menir olamaz. Muhtyt'te de böyle­dir.

Bin ilâ ikibin dirhem arasında bir mehirle, 'kendisine bir ka­dın nikahlamak üzere 'bir vekil tayın eden şahsın vekili, bir İcadını, müvşkkiline, —kadın daha azına razı olmadığı için™ iki bin dirheme nikâhlasa, bu nikâh caiz -olur. Bu iki bin dirhemi, koca öder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, kendisini, dört yüz dirhem metıir mukabilinde, bir erkeğe nflcâhlamafk üzere, 'bir vekii tayin etse; veWI de onu, bir er­kekle nikâhlıasa ve 'bu 'karı koca 'bir sene beraber kaldıktan sonra koca, ve'kiiin dilemle değil de, dinarla, nikahlamış olduğunu zannet-se; vökil de, kocanın zannrnin doğru olduğunu söylese; Ibu durumda kadın, muhayyerdir: Dilerss, nikâha razı olur; dilerse reddeder. Şa­yet, kadın, nikâhı reddederse; kocanın, onun mehr-i mislini vermesi gerekir. Kadın îcfdet 'beklerken, (kocanın nafeka ödemesi gerekmez. Koca, inkâr ettiği zaman da, durum böyledir. Serahsî'niri Muhiyt'inde de böyledir.

Bu ıhüküm, mehrin açıkça söylendiği vakit geçerlidir.

Fakat, mehir açıkça söylenmez ise; şöyle 'ki: Bir 'kimse, diğer bir ^kimseyi, kendisini nikahlamak üzere vekil tayin etse, o vekil de, bir kadını, —insanların aidandiğı üir halde— me'hr-i mislinden fazla bir mehirle rcikâblasa; veya bir Ikadm bir kimseye, kendisini nikah­lama görevi verse; o vekil de, bu kadını me'hr-î mislinden az bir me­hirle nikâhlasa. İmâm Ebö Hanîfe (R.A.)ye göre, bu nikâh caiz olur; İırârrsyn'e göre ise, 'bu nikâh caiz 'olmaz. Hulâsada d& böyledir.

Bir kimse, vekiline : «Beni, bin dirheme nikâhla.» dese; ve­kil de, kadının izni olsun veya clrmssin, müvekkilini elli dinara ni-kâhiasa; sonra da vökii, üu nikâhı, kadının İzni ile veya izni olmadan, 'bin dirhem me'hirie yenilese; bu ikinci nikâhtan dolayı, birinci nikâhın hükmü, geçersiz olur.

Fakat, önceki nikâh, kadının izni olmadan, bin dirheme; ikinci nikâ'h ise, —yine— kadının e-mri olmadan; elli dinara akdedilmiş bulunsa; bu durumda, birinci nikâh, geçersiz sayılmaz. Ancak, ikinci nikâh kadının emri ile akdedilmiş olursa; 'bu durumda, 'birinci nikâh, geçersiz olur. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, kendisini, yarın öğieden sonra nikahlamak üze­re, bir salısı vekil tayin etss; 'bu vekil ise, müvekkilini; yarın, öğle­den önce veya yarından sonra rikâhîssa; bu nikâh caiz Olmaz.

j& Bir 'kadın,1 bir şahsı, mehirde bir mfktar belirtmeden ve bu­nu  nasibe bırakarak, kendisini  nikahlamak üzere, vekil tayin etse; bu vekiİ de, mehirsiz olarak, müvekkilesini nikâhlasa; »bu nikâh sahih olur. Kerderî'nin Vesîzi'nda de böyledir.

Bir kimse, diğer bir kimseye : «Filân adamla istişare edip, dindar ve bilgili olan 'bir kimseye, kızımı nikâhla.» dese; vekil de, -kızı, adamın istediği vasıfta bir ş^hsa istişare etmeden ni'kâhlamış olsa; istek yerini bulduğu için, bu nükâh caiz olur. İstişareye hacet kalmaz. Fetâvâyj Kâtiîhân'da da 'böyledir.

Bir kimse, diğar bir kimseyi, «filân kadını kendine istemeye gön­derse, vekil olan şdits da aynı kadını, müvekkiline me'hr-i misille veya daha fazla bir mehirle, nikâhlasa; 'bu nikâh, caiz olur. Sirâciy-ye'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir kimseyi, filân adamın kızını kendisine nikahlaması için vekil tayin etse; ve'ki! de, kızın babasına gelerek : «Kızını, bana tıi'be eyle.» dese, kızın babası da : «Hibe ettim.» demiş olsa; sonradan da, vekii, nikâhı müvekkili adına yaptığını iddia etse; eğer, vekilin İsteğine karşılık, babanın 'kabulü, nikâ'h üzerine değilse; aralarında, katiyen nikâh akdedilmiş sayılmaz.

Kızın babası, teklifi, nikâh niyyeti ile ke'bul etmişse; akdedilmiş bulunan nPkâh, vekil için olmuş olur; müvekkil adına, akdedilmiş ol­maz.

Ancak, vekil : «filân adam adına aldım kabul ettim.» dese; kızın babası da : «Verdim.» demiş olsa; nikâh tamam olur.

Bu vekil, kız babasına : «Kızını, filân adam adına, bana ver.» dese; o da : «Verdim.» dese; vekil : «Ben de, o adam adına kabul ettim.» demedikçe, nikâh sahih olmaz. Vekil : «Fitân adına, âldım 'kabul et­tim.» veya, mutlak olarak : «Kabul ettim» derse; bu hallerin her İki­sinden de, nikâh, müvekkil adına akdedilmiş olur. Muhıyt'te de böy­ledir.

Kızın babası, kendisi ile vekil arasında nikâhın başlangıcı cereyan ettikten sonra; «Kızımı müvekkiline, şu kadar mehirle ver­dim.» dese; müvekkil veya vekii de 'bunun üzerine 'bir şey söyleme­seler, nikâh sahih olmaz. Ancak, bunlardan 'biri. «kabul ettim.» der­se, nikâh sahih olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Nikâh için tayin edilen vekil, başkasını tevkil (= kendisine, bu hususta, !bir vekil tayin) edemez. Şayet, tevkil etmişse, İkinci vekil, birincinin yanında nikâh akdetmiş olursa,    bu nikâh caiz    ofur. fetâvâyi Kâdîhân'ın Vekâlet Kltabı'nda da böyledir.

Bir kadın, 'kendi nefsini nikahlamak üzere, 'birini vekil eyle-se ve bu vekiline : «Ne yaparsan yap; caizdir.» dese; bu vekil, bir başkasını tevkil edebilir. Bu sonraki vekil, öleceği sırada bir başka­sını vekii tayin etmiş olsa ve bu son vekil de, önceki ölmeden nrkâh akdetmiş olsa; bu nikâh câîz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın veya bir erkek, iki kişiyi nikâh için vekil tayin et­seler; ancak, bunlardan —sadece.— birisi rrikâhi akdetmiş olsa; bu nikâh caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir kişiyi, kendisini belli bir kadınla nikahlaması için vekil tayin ettikten sonra aynı maksatla, başka bir şahsı da, ve­kil tayin etmiş olsa; bfr "kadın da, bunun gibi, nikâh için iki şahsı ve­kil etse; -erkeğin vekillerinden biri ile 'kadının vekillerinden biri, bir yerde; diğerleri de başka bir yerde, birbirine rastlasaiar; bu vekiller­den bir taraf, bin dirhem; diğer taraf da yüz dinar mehirie, nikâh ak-detseler; her iki nikâh da, aynı zamanda addedilse veya hangisinin ön­ce, hangisinin sonra olduğu bilinmese; bu nikâh, mehr-i misille ak­dedilmiş olur.Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bîr kimseyi, n i kâh hususunda   tevkil etse (= vekil tayin etse) de bu vekil müvekkilini bir kadınla nikâhlasa; son­ra da, müvekkil ile vekili arasında ihtilâf çıksa : Müvekkil, vekile : «Sen, beni, şu kadınla nikahladın.» dese; vekil de : «Hayır, öteki ka­dınla nikahladım.»  dese; eğer kadın, onu tasdik ederse, müvekkilin sözü geçerlidir. Çünkü, bunlar nikâhı tasdik etmiş oluyorlar;  nikâh da, bu ikisinin doğrulaması İle sabit olur. Bu mesele, nikâhın tasdik etmekle (= doğrulanmakla) sabit olduğunun delilidir, fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

8ir kadın, nefsini tezvic için, bir şahsı vekil tayin ettikten sonra, bizzat kendisi nikâhını akdetse; vekili hu durumu bilsin veya bilmesin, vekâletten azledilmiş olur.

Fakat, vekilinin haberi olmadan, müvekkile olan kadın, bu veki­lini azletse; vekil de, azledildiğini bilmeden, müvekkili olan bu ka­dını, birisine nikâhlasa; bu nikâh caiz olur.

Bu vekil, belli bir kadını nikahlamak için, erkek tarafının vekili oİ-saydi; sonra da müvekkil, istenilen kadının anasını veya bu ana, İsten­mişken onun kızını nikahlamış 'bulunsaydı; vekii, vekâletten çıkmış olurdu. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadm, kendisini nikahlamak üzere, bir şahsı vekil tayin etse; fakat, vekilin nikâh yapmasından önce bizzat kendisini, fâsid bir nikâhla nikâhlasa; Buhara Âlimlerinin bir kısmı, bu durumda: -Vekil, vekâletten azlolunmuş olur.» demişlerdir. İmâm Bürhânü'd-Dîm eİ-Mürğînânî'nin, İhtiyarı da, bu kavildir. Kâdî Bürhânü'd - Dîn, bu kaville fetva verirdi. Buhârâ Âlimlerinden bir kısmı da, bu durum­da : «Bu vekil azlolunmuş sayılmaz.» diye, fetva vermişlerdir. Fetâvâyi Âhö'dan naklen Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir kimseyi, belli bir kadını nikahlamak hu­susunda vöîcil tayin etse; —Allaha sığınırız —"bu kadın da irtidad edip dâr-i harbe gitse, sonra da esir alınarak tekrar müslüman olsa; vekil de, bu 'kadını, müvekkiline nikâhlasa; İmâm Ebû Hanîfe (R-A.)'yegöre, tu nikâh caizdir. Zahîriyye'de de böyledir

Bir adamın bir oğlu ve, oğlunun da bir kızı olsa; bu adam, torununu nikahlama hususunda, kendisini vekil tayin etmesi için, oğluna baskı yapsa; 'bu durumda oğlu da ; «Ben senden de, torunun­dan da bizarım. Ne istersen, onu yap.» dese; baba İse, o kızı nikah­lama cihetine gitse; Şeyhu'l - İmâm Ebû Bekir Muhammed bin FadI: »3u nikâh, sahih olmaz.» demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir

Nikâhının altında, dört kadın (bulunan bir şahsın, kendisine bir kadın nikahlamak üzere tayin ettiği vekilin vekâleti, —bu ada­mın karılarından birisi, ölmedikçe veya boşanmadıkça— geçersizdir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Âlimlerimizden bir topluluğun görüşüne göre; üir şahsın, nikâh hususunda, iki tarafın da vekili olması; iki tarafın da velîsi ol­ması; bir taraftan asil, diğer taraftan vekii veya bir taraftan asil, di­ğer taraftan velî olması; bir tarafın velîsi, diğer tarafın vekili olması sahihtir.

Fakat, bir kimsenin, İki taraf için, fuzûlî (=ve*kil veya veiî ol­madığı halde; vekil veya velî 'gibi iş yapan bir kimse) olması veya bir tarafın velîsi, diğer taraf için, fuzûlî: bir taraftan asil, diğer taraf için fuzûlî; >bir taraftan vekil, diğer taraf için, fuzûlî olması hallerinde, — akdedilen nikâh— Imâro-ı A'zem Ebü Harcîfe (R.A.) İle İmâm Mu-hammed (R.A.)'e 'göre, saiflh ve sethib olmaz. Kâdîhân'in CamJu's-Sa-ğîr'inde de böyledir.

Fuzûlî fbir kimse, tarafından yapılan, (bütün nfkâh akldleri. mevkuftur; yani, bu akdin tahakkuku; asilin, vekilinin veya velîsinin iznine bağlıdır. Nihâye'de de 'böyledir.

Bir adam, bir meclisde .- «Şa'hîd olunuz, ben filân İcadını, kendime nikahladım.» dese; bu haber kadına ulaşınca kadın, İzin ver­miş olsa, bu nikâh geçersizdir.

Kezâ, bir kadın, şahitlerin huzurunda : «Şaihît olunuz; ben, kendi­mi, filân adama nikahladım.» dese; bu hsber, o adama ulaşınca adam, buna razı olsa, yine de nikâh caiz olmaz.

8u nikâh akdini, fuzûlî 'bir şahıs, gâib adına kabul etmî? olsa; bu durumda da âlimlerimizin kavillerine göre, gaibin izni beklenir. Gâib razı olursa, nikâh geçerli; razı olmazsa, ni'kâh geçersiz olur. Kâdîhân-in Câmiu's - SagîrŞerhi'nde de böyledir.

Fuzûli ibir adam, gryafbında 'bir şahsı nfkâhlasa; bu "haber, o şahsa ulaşınca : «Ne 'güzel yaptın.» «Allah, bize mübarek eylesin.»; İyi yaptın.» veya «İsabetli bir iş yaptın.» gibi,   sözler söylese; bu sözler, icazet (= izin) sayılır. BehrüV - Râık'ta da böyledir.

Füzûllye, nikâh İçin, sözle icazet verilebileceği gibi; fiille de 'ica­zet verilebilir. Yani, bu izin, 'hem sözle hem de fille sabit olur. fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Muhtar olan kavil budur. EbıTI - Leys de tbunu. ıfıtlyar etmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Ancak, söylenmiş olan, bu gîîbi 'sözlerin İstihza için söylen­miş olduğu bilinirse, bu tarzda söylenilen söz, icazet olmaz. Ancak, btt nikâh haberini, kavmi tasvip etse ve o şabısda, kabul etse, bu kabulü icazet olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

fiuccet'de: «Fakıyn, biz, bu kavli alırız.» demiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir şahıs,  İzni olmadan, bir icadını nikahlamış olsa; kadın İse : «Yaptığın iş beni teaccüp ettirmedi.» dese. bu söz, red sayılmaz.

öunaan sonra da:  «Razı cldum.» derse, bu nikâh geçerli olur. Fu-sûlü'l - Imâdiyye'de de böyledir.

Bu durumda, bir kadının mehri 'kabul etmesi icazet 1= İzin) sayılır; fakat, hediyeyi kabul etmesi izin sayılmaz. Fsthu'I - Kâdîr'de de böyledir.

Fevâid'de, Muhıyt Sahibi: «Fuzûliye, nikâh hususunda, «yaptığın iş, kötü oldu» demek, icazet sayılır. Bu, İmâm Muhammsd {R.A.J'e göredir. Zâhlru'r- rivâyede ise, bu söz red sayılır. Fetva da buna göredir.

Fiilî izin, kadına mehri yollamaktır.

Mehrin,'kadına ulaşması şart mıdır? Bu hususta, Zâhl/u'd - Dîn : «Şarttır.»; Mevlanâ Ksdı İmâm Fahre'O - Dîn ise : «Şart değildir.» de­miştir.

Kadınla, halvet olmak, {= tenha bir yerdfi yalnız başlarına kal­mak) izin sayılır mı?

Mevtana Zcrhîru'd - Dîn: «Bu, fcir izindir.» derken, bazıları da «Sadece halvet izin sayılmaz.» demişlerdir. Füsûlü'l - Sîrrâdiyye'de dö (böyledir.

Bir kimse, diğer bir kimseyi, hafceri olmadan, bir kadınla m-kâhlasa; haber öu adama ulaşınca: «Bir mâni yc'k.» veya «Bir beis yok.» dese; 'bu söz, izin ve nza sayılır. Fr.-kıyh Ebû Ca'fer £R.A.) bu­nunla fetva vermiştir. Zehıyre'de de 'böyledir.

Fuzûlî bir şahıs, bir adamı, bir sözleşme Üe, dört kadınla ni-kâhlasa; diğer bir sözleşme üe de, üç kadınlc nikâhlasa; bu adam da, bu kadınlardan birisini boş&mış olsa; boşadığı kadın hangi fırkadan ise, o fırkanın geride kalan kadınlarının nikâhları caiz olur. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.

Fuzûlî kişi, bir adamı, on kadınla nikahlamış olsa; haber bu adama ulaşınca, bu duruma o da razı olsa; dokuzuncu "e onuncu ka­dınların nikâhları caiz olur.

Keza, on adam, kızlarını bir adama nikâhlasa; kızların hepsi de, buna razı olsalar; sadece, dokuzuncu ve onuncu kızların nikâhları caiz olur. Şayet,  bu adamlar —ve kızları— on bir tane olsalards, sondan üçünün nikâhı, oniki kişi olsalardı, sonran dördünün nikâhı caiz olurdu. Şayet, bunların sayısı on üç olsaydı, sondan birinin ni­kâhı caiz olurdu. Gâyetü's - Sürûcî'de de böyledir.

Fuzûlî olan şahıs, ayrı ayrı sözleşmelerle, bir kimseye, beş kadın nikâhlasa; bu adam, o kadınlardan dördünü seçer, birini bıra­kır. Zahîriyye'de de böyledir.

İmâm Muhammet! (R.A.) şöyle demiştir:    «Bir şahıs, başka

bir şahsa, bir kadını, haberi olmadan, bin dirhem mehirle, nikahlamış; başka Ibir şahıs da, adamın haberi olmadan, fbu 'kadını, o adama ni­kahlamış olsa; izinsiz nikahlayan bu iki şahıs da, fuzûlî ;kişiler olur­lar.

Sonra da, bu fuzûlî (kişiler, her iki tarafın da ha'beri olmadan ni­kâhı elli dinar mehîrle yenileseler; nikâhların ikisi de, her iki tarafın iznine bağlıdır.                                                                               

Kadın bu iki nikâhtan birine, sonradan razı olsa; erlcek de, bu nikâhlardan 'birine razı olsa; eğer, erkeğin razı olduğu nikâhla, kadı­nın razı olduğu nikâh aynı ise, meselâ : Bin dirhem mehirle kıyılmış olan nikâha, her ikisi de razı olmuşsa, bu nikâh, bin dirhem mehirle akdedilmiş olur ve bu caizdir.

Fakat, ikadın, bin dirhem mehirle kıyılan nikâha, erkek ise, elli dinar mehirle kıyılan nikâha, razı olmuş bulunursa, bu nikâhlar caiz olmaz.

Bundan sonra, kadın ila erkek ikinci nikâh özerinde görüş birli­ğine varsalar bile; bu nikâh caiz olmaz. Fakat, 'birinci nikâha müştere­ken razı olurlarsa ,bu nikâh caiz olur.    .

Keza, kadın, başlangıçta İkinci nikâha razı olmuş ise, birin­ci nikâh fesh olmuş olur. -Bu durumda, İkinci nikâh üzerinde, ittifak ederlerse, nikâh caiz olur. Birinci nikâh üzerinden anlaşmış olsalar bile, bu nikâh caiz olmaz.

Keza, erkek, o iki nikâhtan birine, başlangıçta razı olsa; di­ğer nikâh geçersiz olur. Söylediğimiz 'bu htfkümter, nikâhlardan han­gisine razı olunduğunun bilindiği zaman geçerlidir.

Kadın, başlangıçta : «Ben, her iki nikâha da razı oldum.» de­se; erkek, bunlardan hangisini isterse ona razı olur. İster bin dlrhemi; isterse, elli dinarı kabul etmiş olsun; hangisine razı olmuş olur­sa, o nikâh caiz olur. Erkeğin, razı olduğu bu mehri kadına vermesi gerekir.

Bu kadınla, bu erkek, biri dirhemlerle, diğeri de dinarlarla yapı­lan nikâha razı olduğunu beraberce söyleseler; bu durumda her iki nikâh da geçersiz olur.

Her ikisi de, her iki nikâha razı olsalar ve bunu müştereken — aynı anda— söyleseler; bu durumda her iki nikâh da caiz olur. Fakat sözleri aynı anda çıkmaz da, bir birini takiben çıkarsa; bu iki nikâh akdinden; birini yerine getirirler. Bunda bir sakınca yoktur.

Bunlardan birisi, bu iki nikâhtan birisine razı ols-a; meselâ erkek: «Ben, o iki nikâhtan birisine razıyım.» veya: «Şuna şuna ra­zıyım.» dese; kadın da bu mes'elede aynı şekilde rıza gösterirse, şu dört durum ortaya çıkar.

1- Kadın : «Erkeğin  razı olduğuna, ben  de razı oldum.»  der ve bunu, erkeğin söylediği sırada söylerse, bu durumda, o İki nikâh­tan birisi caiz olur.

2- Kadın : «Ben, erkeğin razı olduğuna değil de, diğerine ra­zıyım.» derse ve bunu da erkeğin söylediği sırada söylerse; bu du­rumda, nikâhların her ikisi de geçersiz olur.

3- Kadın : «Ben, her iki nikâha da razı oldum.» derse, bu du­rumda, her iki nikâh da caiz olur.

4- Kadın, erkeğin dediği gibi:    «Ben, bu nikâhlardan birisine razı  oldum.» veya «Şuna, şuna razı oldum.» der ve bu sözleri, er­kekle birlikte söylerse, bu durumda nikâh caiz olmaz.

Sonra, bu iki nikâhın hangisinde görüş birliğine varırlarsa, onu yerine getirirler. İsterlerse, her iki nikâhı da feshederler. Zehıyre'de de böyledir.

Bunlardan birisi : «Ben, 'bu nikâhlardan birine razıyım.» de­dikten sonra, diğeri : «Ben de, onlardan birine razıyım.» dese, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, 'bu nikâh sahih olur.  Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.

Fuzûlî bir kişi, (bir köleye, 'bir akid ile iki kadın nikâhlasa; sonra da, başka bir akidle,    İki kadın daha nikâhlasa;    bu kadınîârdan ikisine razı olduğu takdirde de, 'hür olacağına 'dair söz verilse; ya önceki iıki 'kadım veya sonraki iki kadını yahut önceki kadınlardan biri ile sonraki kadınlardan birini kabul eder. Şayet kadınlardan .üçüne razı olursa, nikâh 'batıl olup, geçersiz saydır. Köle, dördüncü kadıma rszı olsa, bu da caiz olur. Eğer, 'bu nikâhların 'hepsi 'birden akdedil­miş olsaydı; hiç biri de, caiz olmazdı. Kâfî'de de böyledir.

Efendisinin izni olmadan, bir köleye, ayrı ayrı süç kadın ni-kâhlansa ve efendisi üçüne de razı olsa, üçüncü kadının da, nikâhı caiz olur. Hâbiyye'de de 'böyledir.

Aslında, nikâh kıyılacak yer 'hakkında, izin vermek akîd ye­rindedir.

Akdin yapıldığı yer ve esnada, ayrılmaya da, karar verilmiş olu­nursa; bu akid sahih olmaz. Keza, böyle bir !karar alınmişiken, veril­miş olan icazet de sahih değildir.

Sözleşmenin yapıldığı esnada, bulunması caiz olan şeyin, izin verme esnasında/bulunması da caizdir.

Bir kimse, diğer bir kimseyi, haberi olmadan, bir akidle iki küçük kıza babalarının haberi ve izinleri olmadan nikâhlasa; bu haber nikahlanan adama ulaşınca, kızlardan birine razı; kızların babalarından da birisi, razı olsa, nikâh caiz olmaz.

Şayet, kızlardan birisi, razı edildikten sonra, ölür, sonra da diğeri rszı edilirse; bunun nikâhı, babasının razı olmasiyle, caiz olur.

Küçük yaştaki, 'iki kız çocuğunun nikâhları, velîleri tarafından, ayrı ayrı akidierle kıyıldıktan sonra, bu iki kızın, kardeş oldukları or­taya çıksa; adam da, bu kızlardan birine razı olsa, nikâh caiz olur.

Şayet, bu kızlar, smca kızları iseler, haberleri olmadan, velileri bulunan amcaları bu kızları aynı adama nikahlamış olsa; bir kadın da, bu kızları razı etse; ancak, adam bu kızlardan —sadece— biri ne razı olsa, nikâh caiz olmaz. Ancak, «bu kızların, velîleri bulunan amcaları, ayrı olsaydı, bu durumda, bu iki kızdan bîrinin nikâhı, caiz olurdu.

Bir kimse, iki cariyeyi, velîlerinin izni olmadan kendi rızâla-Isrı ib, bir ckldle, bir şahsa nikahlamış olsa; bu cariyelerden birisini

de efendi azad etse;  nikâh haberi, efendiye ulaşınca, efendi de, câ­riye olana, razı olsa; nikâh caiz olmaz.

Bir 'kimse, İki cariyeyi, ekendi rızaları ve efendilerinin izni ile, 'bir başka kimseye nfikâhladiktan SGnra, bu cariyelerden 'bîrini efendisi azad etse; bu 'hdber, bunlarla nikahlanmış o!an adama ula­şınca bu adem, cariyenin nikâhına razı olsa, bu nikâh caiz olmaz. Eğer, hürriyete kavuşmuş olanın, nikâhına razı olursa, bu nikâh caiz olur.

Şayst, cariyelerin efendileri, bunların ikisini de, birlikte azâd et­miş; nikahlanan adam da onlardan birisine veya her ikisine birden razı olmuşsa, nikâh caiz olur.

Eğer efendi : «Filân câriye hürdür; filân câriye hürdür.» d-ese veya bunlardan birini azâd ettikten sonra susup, bir müddet sonra da diğerini azâd etse; ts£'ber adama ulaşınca; o, her ikisinin de, nikâhla­rına razı olsa ve: «İkisini de kribul ettim.» veya: «Onu da kabul et­tim... Onu da Ics/öul ettim.» diye, ayrı ayrı söylese; önceden azâd edil­miş olan cariyenin, nikâhı sah;h olur; diğerininki sahih olmaz.

Şayet, bu cariyelerin; nikâbUn. ayrı ayrı akdedilmiş ve efendileri de ayrı ayrı kimse olsalar ve bun'avdan birisi de, cariyesini azad etmiş olsaydı; bu adam, onlardan hangisini isterss, onunla evlenebi­lirdi.

Eğer, hu durumda, câriye'cr bir Edamın olsaydı, bu takdirde, hür olsnın nikâhı caiz; cariyenin ki ise, bat;! olurdu. Serâhsî'nin Muhsyt'-ınde ds böyledir.

Nikâhının altsncia, hür 'bir kedin bulunan bir kimseye, fuzûlî bir kişi, 'bir câriye n&âhiasa da, bu sırada da, hür olsn kadın ölse; veya, fuzûlî öten-kimse, bn f.damn, karısmm 'kız kardeşini nikahladık­tan sonra, karısı ölse; bu adamın, bu kadınlar? razı olma hakkı yok-kir.

Kaza, bir şahıs, nikâhının altında dört kadın hui:.;nan tir şnhsa, bfişinci kîdmı nikahladıktan sonra, bu adamın kanlarından biri ölse; bu adamın, o beşinci kadını, —önceki nikâhla—, alma hakkı yoktur.

B:r kimse, !b:r rf'<: de, beş kothnls nîkâhîonmiş olsa, buniırdan. hiç birisin; c^amaz. Sîrâcü'I - Vehhâc'da da böyledir,

Nikâhinc'^ bir kadın buk-nnn hür bir e ifama, kendisinin ha­beri olmaksizın, dört kadın dans nikahlanan vs.bu haber kendisine ulaşınca, o da, bu kadınlardan, bir kısmının nikâhına razı olsa; bu caiz olmaz.

Şayet, bu nikâhlar, ayrı ayrı yapılmışsa, bu durumda, o adamın razı olduğu nikâhlar caiz olur. Hepsinin nikâhına razı olursa, hiç biri­nin nikâhı caiz olmaz; geçersiz olur. Bu halden sonra, vaz geçip bîr kısmının nikâhına razı olsa, bu durumda da hiç birinin nikâhı caiz olmaz.

Eğer, bîr akidle kıyılmış olan bu kadınların nikâhına, henüz adam razı olmadan, kadınlardan birisi ölse veya ayrı ayrı akdedilen nikâh­lara adam razı olmadan, kadınlardan birisi ölse; sonra da adam hep­sine razı oisa, yine bu kadınların nikâhları caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bulûğa ermemiş kızını, hazır olmayan bir şahsa nikâhlasa; fuzûlî bir krmse de, o şahıs adına kabul etse; gâib şahıs henüz bu nikâha razı olmadan, kızın babası ölse; babanın ölmesi ile, bu nikâh geçersiz olmaz.

Bir kimse, bulûğa ermiş oğlunun    haberi olmadan, ona bir kadın nikâhlasa; oğlu da, razı olmadan tecennün etse; bu durumda, babanın : «Oğlum adına, ben razı oldum.» demesi, uygun olur, denil­miştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, kardeşinin küçük yaştaki kızını, kendisinin küçük yaştaki oğluna nikâhlasa; kardeşi de, henüz bu nikâha razı olmadan vefat etse; bu amca kızı, bulûğa erişmeden razı olsa, bu nikâh sahih olur.

Keza, bir adam, bulûğa erişmiş bulunan oğlundan habersiz oia-rak, ona bir kadın nikâhlasa da oğlan, bu nikâhtan haberi olmadan bunasa : bu durumda, baba, oğlu adına— rıza gösterdiği için, nikâh caiz olur.

Keza, bir köle, efendisinin haberi olmadan eviense; sonra da, bu efendisinin, mülkiyetinden satmak, hibe veya veraset yolu île çıkıp, başka birisinin mülkiyetine girse; evlendiği kadının ferci yeni efen­disine haram ise (şöyle ki: O kadına bir çok kimse varis veya bu adamın oğluna âid bir miras ve oğlu, bu cariyeye sağlığında cima' etmişse veya onu bir topluluğa satmış veyahut da hibe etmiş bulunsa; veya babanın cima' ettiği, oğiuna intikâl etmiş olsa) bu durumda, bu evliliğe bütün vârislerin razı olması gerekir. Câriye bu suretle ikinci efendisine helâl oluyorsa —yukarıdaki şartların hilâfına— bu durumda, 'ikinci efendinin rızası ile nikâh caiz ve sahih olmaz. Muhıyt'­te de böyledir. [44]

 

Fesih  Mes'eleleri
 

Feshetme yetkisi bakımından, nikâh akdeden kimseler dört kıs­ma ayrılırlar:

1- Fiili ve sözü İle, fesfh hakkına sahip olmayan fuzûlî kimse­ler:

Fuzûlî 'bir şahıs, bir adama, izni olmadan, bir kadının nikâhlasa; sonra da : «Ben bu akdi feshettim,» dese; bu nikâh 'bozulmuş olmaz.

Keza, bu fuzûlî şahıs, bir adama, o adamın 'karısının kız karde­şini, nikahlamış olsa; bu ikinci nikâh, mevkuf olur; önceki, kız kar­deşin nikâhından dolayı münfesih oimaz.

2- Yaptığı akîd, sözü ile fesli olduğu halde, fiili ile fesh ol­mayan kimse, yani, vekil :

Bir kimse, kendisini belli bir kadınla nikahlamak üzere, bir şahsı vekil tayin etse; vekil de, kadın adına fuzûlî bir rıza gösterip, bu kadını müvekkiline nikâhlasa; işte bu vekil, sözü ile akdini 'bozabilir.

Şayet, bu vekil, müvekkiline, müvekkilinin karısının kız kardeşini, nikahlamış olsa; bu a<kid sebebi ile, önceki kardeşin nikâh akdi, bo­zulmuş olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da-böyledir.

Ancak, bu v&kil, müvekkilinin mevcud karısını, başka bîr ni­kâhla, tekrar müvekkiline nikahlarsa; bu ikinci nikâhdan dolayı, ön-çeki nikâh geçersiz olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

3-  Sözü ile. değ i i de, fiili ile akdi fesh edebilen kimse:

Bir kimse, başka bir kimseyi, o kimsenin haberi olmadan, bîr bir kadınla nikâhlar; sonra da, o adam, bu şahsı, belli bir kadından başkası İle nikâ'hlamaya vekil tayin eder; bu vekil de bu defa, mü­vekkiline, önceki kadının kız kardeşini nikahlarsa, birinci nikâh, feshedilmiş olur. Bu, 'birinci nikâtun, —böyle hır fiille değil de— sözle feshedilmesi, sahih olmaz.

4-  Sözü iie de, fiili ile de, her hal-ü kârda akdini, fethetmesi mümkün olan kimse :

Bir kimse, diğer bir kimseyi, kendisini, beili bir kadının dışında, başka bir kadınfa nikahlamak için vekil tayin etse; vekilde, müvek­kiline bir kadın n-ikâhlasa; ancak, kadın adına yetkisi olmayan (fuzûlî) bir kimse, rıza göstermiş olsa; üu durumda ve'kil, bu akdi bozarsa, feshi cahih olur. Bu kadının kız kardeşini müvekkiline nikahlarsa, bu durumda da, öncek nikâh feshedilmiş olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

Fuzûlî kimse, n-ikâ'h konusunda, İcazetten [= izinden) önce, geri dönme ha'kkına sahip değildir.

Vekil ise, nikâh konusunda, sözle de, fiille de, geri dönme hak­kına sahiptir. Zahîriyye'de de 'böyledir.

Fuzûlî bir kişi, bir adamla 'bir kadını nikâhlasa; sonra, o ni­kahlanan şahıs, bir vekil tayin edip, kendisini nikahlamasını istese; müvekkil, vekilinin nikahladığı kadına razı olsa da sonra, bu akdi fes-hetse; bu fesih, sahih olmaz. Câroi'in rivayeti bunun üzerinedir.

Müvekkilinin emri ile, vekil, nikahladığı kadının kız karde­şini müvekkiline nikâhlasa, birinci a'kit geçersiz olur.

Bîr müvekkilin, iki vekilinden birisi, mutlak nikâhla, vekil tayin edilmiş olsa; hu vekilin yaptığı akdi, diğer vekil 'bozamaz, ftâbîyye1-de de 'böyledir.

Bir adsm izni olmadan bir kadını kendisine nikahladıktan son^j; kendisini? bir kadın daha nikâhlsmsk üzere, bir vekil tayin et­se de bu vekil, müvekkilinin yaptığını, lisanı ile bozsa; bu bozma sa­hih olmaz.

Bu vekil, şayet, o kadının kız kardeşini müvekkiline nikahlarsa; birinci nikâh geçersiz olur.

Eğer, bu vekii müvekkiline, bir akid İle iki kadın nFkâ'hlar, 'bu ka­dınlar da kız kardeş olurlar veya bu vekil, müvekkiline dört kadın nikahlarsa; bu durumlarda öncekinin nikâhı bozulmuş olmaz. Serah-sl in Muhiyt'inde de böyledir. [45]

 

7- MEHİR
 

1- Mehrin En Az Haddi İle Mehir Olmaya Elverişli Olan Ve Olmayan Şeyler
 

Mohrln en az haddi, madru'b (= darbedilmiş, para şekline getirilmiş) olsun olmasın, on dirhem gümüştür.

Değeri, çok az bile olsa, on dirhem ağırlığındaki gümüş tozu, mehir olarak caiz olur. Tebyîn'ds de böyledir.

Miktar olarak, on dirhem gelmemekle beraber, nikâh akdi es­nasında, kıymet itibarı ile on dirhem ediyorsa; zâhiru'r - rivâyede : «One itibar edilir.» denilmiştir.

Hatta, bir kimse, bir kadını elbise veya ölçülebilen, tartılabllen bir şey karşılığı mebir mukabilinde.nikâhlasa; nikâh akdi esnasında, bunların değeri, on dirhem gümüş ederken, mefırin kadına ödendiği sırada, bu kıymet azalmış olsa, kadının, bunu almayıp; gerî verme hakkı yoktur. Fakat, bu miktardan noksan olan miktarı, —kocasın­dan — alma hakkı vardır. Nehru'l - Fâık'ta da böyledir

Mehir olan bir elbise, mehir sa'hFbi daha onu almadan, bir kısmı zayi olarak, kıymet bakımından noksanlaşsa; kadın muhayyer­dir: Dilerse, o elbiseyi aiır; dilerse, on dirhem gümüş alır. Serahsî'-nin Muhıyt'inde de böyledir.

Şüphesiz ki mehir. her türlü maldan olur.

Menfaatlerin de, mehir olarak, verilmesi sahih olur. Hür bir koca; mehir olarak karısına hizmet etmek şartı üe, nikâh akdetmiş olsa, bu nikâh caiz olur. Ancak, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Yûsuf (-RA.)'a göre, bu koca, karısına me'hr-İ misil öder. Zahîriyye'de de böyledir,

Bir kimse, 'hür bir şâhsın, mehir olarak kadına hizmet etmesi kaydı ile, nikâh yapmış olsa; bu hal, eğer o adamın rizası ve emri ile yapılmamışsa; İcadına, bu adamın hizmetinin kıymeti, mehir ola­rak verilmesi gerekir.

Bu iş, hizmet edecek adamın rızası ve emri ile yapılmış ve gö­rülecek hizmet de muayyen  [= belirli) olsa bile;  kadın, onunla bir arada bulunmasından dolayı inkişaftan ve fitne zuhurundan korkarsa; bu adamı, hizmetinden yasaklaması ve —mehir olarak— o adamın hizmetinin değerini, alması gerekir.

Kadın, bu gfbi 'bir sakınca görmüyorsa: o adam, kadına teslim edilir.

Eğer, ;bu adamın hizmeti, muayyen değilse; nikâh, o adamın, hiz­metinin değeri ile akdedilir. Bu adam,"amele ise, yevmiyesi kadar pa­ra, kadına verilir. Fethu'l - Kadîr'de de böyledir.

Bir kimse, mehir olarak kölesinin veya cariyesinin hizmeti karşılığında, bir kadını nikahlamış olsa; bu nikâh sahih olur. Nehru'l -Fâık'ta da böyledir.

Eğer koca, köle ise; onun, kadına hizmet edeceğinde İttifak vardır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir kimse, mehir olarak, Kur'an öğretmek şartı ile, bir kadını nikâhlasa; bu kocanın, karısına, mehr-i misil vermesi gerekir. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, —alacağı kadının— koyunlarını otlatmayı veya tarlalarını sürüp ekmeyi mehir olarak, kabul edip, bir kadını nikâh-lasa; bu nikâh, bir rivayete göre caiz olur; diğer 'bir rivayete göre, caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Buradaki birinci rivayet, Asl'in ve Câmi'in rivayetidir. Esahh olan da budur. Nehru'l - Fâık'ta da böyledir,

Doğru olan olan, Mûsâ (A.S.) ve Şuayb (A.S.Vsn kıssalarını delil alarak, !bu nikâhın caiz olduğunu, kabul etmektir.. Allahu Teâlâ'nın ve Resûlü'nün 'bildirdiği kıssalar, inkâr edilmez bir şeriattır. Kâfî'de de böyledir.

Mefıir olarak, 'helâl ve haram olan hükümleri öğretmek veya kadına, hac ve umre gibi ibâdetlerini yaptırmak üzere, nikâh akdet-mefc, bize göre sahih olmaz.

Nikâh akdi  esnasında, mehr-i  müsemmayı tesbit  etmekte, asıl  kaide şudur:  Gerçekten tesmiye  [= mehrin   miktarını  belirle­mek) sahih olduğu zaman, müsemmânın kararlaştırılması gerekir.

Sonra bakılır: Eğer müsemmâ (= tesbit edilen mehir miktarı), on dirhem gümüş değerinden çoksa, yapılacak ıbir şey yoktur. Eğer,, rnüsemma, on dirhemden az ise, bu m&hir. imamlarımızdan üçüne göre de, on dirheme tamamlanır.

Eğer, tesmiye, fâsid veya sarsıntılı 'olursa, bu durumda, mehr-i misil lâzım gelir.

Kadını, beldesinden çıkarmamak veya 'bunun aksini yapmak gibi tesmiyeler sahih clrnaz. Çünkü bunlar mal değildir.

Keza, bir müslüman erkeğin, 'bir müslüman kadını nikâhlar­ken, möhir olarak; iaşe. içki veya domuz tesmiye etmesi (= belirt­mesi) sahih olmaz.

Ancak, belirli bir zaman için tarlasını ektirmek, evinde oturtmak, hayvanına bindirmek giüi açık menfaatleri, tesmiye etmiş olsa, bu tesmiye sahih olur. Bedâi'de de böyledir.

Bir kimse, mehir karşılığında; diğer karısını boşamak veya bir adam öldürmek veya hacca gitmek şartı ile bir kadını nikahlamış olsa, —'bunları yapması gerekmez— karışma me';hr-i misil ödemesi lâzım gelir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başka birindeki, bin dirhem alacağını me'hir tu­tarak, bir kadım nfkâhlâsa, bu nikah caiz olur. 'Bu durumda, fedın mu­hayyerdir : İsterse, ıbu bin dirhemi kocasından alır; dilerse, kocasını vekil tayin eder; kocası da borçludan alıp, karısına verir.

Bîr kimse, başkasından, 'bir seneye kadar alacağı, 'bin dirhem kar­şılığında, bir kadını nikahlamış olsa; yine 'kadın muhayyerdir: Dilerse, borçludan alır; isterse, kocasından, 'bir seneye ksdar bin dirhemini alır. Fetâvâyi Kâdlhân'da da 'böyledir.

Bir adam, bir kadını, başkasına alî olan bir köle veya ev karşılığında nikâ'hîasa, bu nikâh caiz olur.

Sonra balcılır: O kölenin veya evin sahipleri razı olurlarsa, mü-semmânın .aynı, yani, o köi-3 veya o ev verilir; razı olmazlarsa, niköh da, mehir de geçersiz olmaz. Bu durumda mehr-i misil de gerekmez. Ancak, o müsemmânın kıymetini kadına ödemek gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, 'bir kadından satın aldığı, ayıplı bir köle karşılığı, o kadını nikâhlasıs; şayet, bu kölenin kıymeti on dirhemse, kadına ve­rilir ve nikâh da caizdir. Eğer, 'kölenin kıymeti, on dirhemden noksan olursa, noksanlık, ayrıca  kadına verilir. Zehîriyye'de de 'böyledir.

Âlimlerimiz: «Nikâ'h-ı şigâr da, nikâhtır. Şartı ise, geçersiz­dir. 'Her iki kadının mehri de, mehr-i misildir.» demişlerdir.

Nikâh-ı şigâr: İki kadının, mahir tesmiye edilmeden,'biri diğe­rine mukabil olmak üzere, iki eHkeğe tezvic edilmeleri demektir.

Meselâ : İki erkek-, 'birbirlerine; kız kardeşlerini, analarını veya kızlarını, yukarıdaki şekilde tezvic etmiş olsalar, nikâb-i şigâr meyda­na gelmiş olur, Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.

Nikâh akdi esnasında halizshırda mevcut olmayan bir şeyi. mehir olanak tesmiye etmek caiz olmaz. Meselâ : Bir kadının mehrine, g-eleco'k yılın hurmalarını veya tarlanın gelecek sene vereceği mah­sulü yahut da kölenin elde edeceği kazancı, karşılık göstermek, sa-hih^ olmaz. Ve, bu gibi şartlarla akdedilmiş olan nikâ'hlıarın metin, mehr-i misil olur.

Keza, hai-i hazırda mal olmayan mehir, mehir sayılmaz. Meselâ : Bir kimse, koyunlarının karnında olanları veya cariyesinin karnında olanı, möhir tesmiye ederek, nikâh akdetse; bu mehir sahih olmaz. Bu gibi nikâhlarda mehir, mehr-i misil olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadını; —sonradan —kendisinin veya kocası olacak şah­sın yahut da yabancı bir kimsenin vereceği hükme göre, mehir tes­miye etmek şartı ile nikahlamak, geçersizdir.

Me'hir, kocanın hükmü ile tesbit edilmişse bakılır; eğer koca, mehr-i misille veya bundan fazla bir miktarla hükmetmişse, bu mik­tar kadına verilir. Koca, mehr-i misil'den az bir miktara hükmetmişse; bu durumda kadıma, mehr-i misil verilir. Anca!k kadın, bu az miktara razı olmuşsa, söylenecek ıbir söz yoktur.

Nikâh, kadının hükmü üzere akdedilmişse; yani, kadın, mehr-i mi­sille veya ondan daha az bir miktarla hükmetmişse; kadına, hükmet­tiği miktar verilir. Kadın, mehr-i misilden fazla bir mehire hükmet­mişse; koca, razı olmadıkça, bu fazlalık caiz olmaz,

Nikâtı akdi, mehre yabancı bir kimsenin hükmetmesi ile yapılır ve bu durumda da, yabancının hükmü, mehr-i misil kadar olursa, ni­kâh caiz olur; mehr-i misilden fazla ise, nikâhın sıhhati kocanın rıza­sına; mehr-i misilden az ise, bu durumda da kadının rızasına bağ­lıdır Bedâi'de de böyledir. [46]

 

2- Mehrin Teekküdü Ve Kat'iyyet Kesbetmesi
 

Mehir, şu  üç  halden birisi ile, te'kid edilmiş oiur:

1- Dühûi,

2- Halvet-i sahiha,

3- Karı veya kocanın Ölmesi.

Bu durumda, mefırin, mehr-i müsemma veya mehr-i misil olması da, müsâvîdir.

Hak sahibinin, ibra etmiş olmasının dışında, mehlr'den, hiç bir şey noksıanlaştınlmaz. Bedâi'de de böyledir.

Bir kimse, bir kadını, mehir tesmiye etmeden veya mehirsîz olarak nikahlamış olsa; o kadına, mehr-i misil vermesi gerekir.

Bu erkek, ;bu şekilde nikahladığı kadını, cimâ'dan veya halvet-I sahihadan önce 'boşarsa; o .kadına, bir menfaat vermesi gerekir.

Bu adamın karısına, hakim, bir mehir hükmetmiş veya koca, ka-nsına, nikâh akdinden sonra 'bir hisse ayırmişsa; bundan sonra da te'kid hallerinden biri vuku bulursa, bu durumlarda, mehr-İ misil te'-kid edilmiş —gibi ■— olur. Bu kimse, eğer cimâ'dan önce, bu kadını boşamış olursa, yine, kadına bir menfaat vermesi gerekir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Talâk cihetinden bir'ayrılık, söz konusu olmazsa, kadına bir müt'a {= menfaat) vermek gerekmez.

Buradaki ayrılık; yemin, liân, zeker veya, hayaların kesilmiş ol­ması, cimâ'dan acizlik, îrtidad (= İslâmdan dönme), İslama razı ol­mamak gibi bir sebeble olabilir.

Eğer; kadının irtidad etmesi, İslâmdan kaçınması veya kocasının oğlunu şehvetle öpmesi gibi bir sebepten dolayı ayrılık vuku bul­muşsa, bu durumda kadına, bir şey verilmesi gerekmez.

Emişmek, bulûğ muhayyerliği ve küfüv {— denkük) bulunmayışı da ayrılık sebeplerindendir.

Bir kimse, karısını, efendisinden veya efendisinin sattığı adam­dan satın almış olsa, bu durumda da, bu kadının müt'a (= menfaat) hakkı vardır.

Mehir, tesmiye edilmiş olsun veya olmasın, müt'anın (= menfaa­tin) gerekmediği durumlarda, müsemmanın yansı da gerekmez. Teb-yîn'de de böyledir.

Akdi esnasında, mehr-i misil gereken her nikâhda, cimâ'­dan önce talâk vaki olmuşsa, müt'a £ = kadın için bir menfaat) ge­rekir. Tezhîb'de de böyledir.

MUT'A (= menfaat): Koca tarafından, boşadığı zaman karı­sına verilecek olan; —bir baş örtüsü, bir gömlek ve bir çarşaftan ibaret — üç parça elbisedir. Muhiyt'te de böyledir.

Bu, onların örfüdür. Bize göre de, bizim, örfümüz mu'teber-dir. Hulâsa'da da böyledir.

Koca, bu elbiselerin bedelini, dirhem veya dinar olarak ver­mek isterse; kadın, 'bunu kabul etmeye zorlanır. Bedâi'de de böyledir.

Bu, —elbiseler yerine verilen para—  mehr-i mislin yan­sından fazla ve beş dirhemden az olamaz. Kâfî'de de böyledir.

Mehr-i misil tesbit edilirken kadının hâline itibar edilir. Ker-hî'nin kavli, bunun üzerinedir.

Kadın aşağı tabakadan lset müt'ass (— menfaat olarak veri-îen elbise) ketenden;  orta   halli  ise, İbrişimden; yüksek  seviyeden ise, İpekten olmalıdır. Esahh olan kavil budur. Venâbi'de de böyle­dir.

Sahih olan, bu durumda, erkeğin hâline i'tibar edilmesidir. Kâfî'de de böyledir.

Berisi' Sâhibî'nin naklettiğine göre :   «6u durumda, hem ka­dının, hem de erkeğin'hallerine itrbar olunur.» denilmiştir. 0    Bu kavil, fıkha daha uygundur. Tebyîn'de de böyledir.

Velvâliciy: «Sahih olan budur, fetva da buna göredir.» demiştir. Nehru'l - Fâtk'ta da böyledir.

Kocası ölen kadına, —mehr-i tesmiye edilmiş olsun veya olmasın,— müt'a yoktur. Bu durumda kocasının, o kadına, cima' et­miş veya etmemiş olması da müsavidir.

Keza, kav\ - koca, fâsid nikâhtan dolayı, hâkim tarafından ayrılmış oldukları zaman; —'bu ayrılık, cima' veya halvet-i sahiha-dan önce veya sonra olsun— koca, cimâ'y* inkâr ettiği müddetçe, o kadına da müt'a yoktur.

Eğer, nikâh, efendisinin izni ile yapılmışsa; müt'anın, icap edip etmediği hususunda köle de hür gibidir. Muhıyt'te de 'böyledir. [47]

 

Bize Göre, Üç Çeşit Müt'a Vardır :
 

1- Vâc:p olan müt'a: 6u, mehri tesmiye  edilmediği haîde, cimâ'dan önce.boşanilmış olan kadına verilen müt'adır,

2- Müstehap olan müt'a: Bu,   cimâ'dan   sonra,   boşanılmış bulunan kadına verilen müt'adır.

3- Vacip veya mûstehsp olmayan müt'a: Bu da, mehri belli olan kadını, cimâ'dan önce boşa m iş bulunan kocanın, vermesi gere­ken müt'adır. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.

Halvet-i sahîha: Kadın İle erkeğin, hissen, şer'an veya taz'an; cima1 yapmaya mâni 'bir halleri olmadan, bîr yerde ve 'bir ara­da bulunmaları demektir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Halvet-i faside : Kadın ile erkeğin, birbirleri ile cima' etme­ye mâni bir halleri olduğu halde, bir araya gelmeleri demektir. Kadın veya erkeğin, cima' güçleri yetmiyecek bir şekilde, hakikaten hasta olarak bir araya gelmeleri, bir halvet-1 fâside'dir. Hulâsa'da da böy­ledir

Burada hastalıktan kast, cima' yapmaya mâni olan veya cima1 yapıldığı zaman bir zarara ulaştıran hastalıktır. Bu hüküm, kadın ve erkek için aynıdır. Kâfî'de de böyledir.

Bir kadınla bir erkek, tenhada birlikte bulunsalar; fakat, iki­sinden biri, farz veya nafile nîyyeti ile ihramlı veya farz bir oruç tut­makta yahut farz bir namaz kılmakta olsa, bu durumlarda, halvet-i sa-hiha gerçekleşmiş olmaz.

Bu durumda, kaza, nezir ve keffâret oruçlarının, sahih halvete, mâni olup, olmayacağında, ihtilâf edilmiştir. Esahh olan kavil ise, bun­ların, halvete mâni olmamasıdır.

Nafile oruçlar da, halvete mâni olmazlar. Nafile namazlar da, halvete mâni değildirler. Hayız ve nifâs halleri, halvete mânidir.

Kadın ile erkeğin yanlarında, uyuyan veya kör bir kimse bulu­nursa, 'bu durumda, sahih halvet g-erçekleşmez.

Bunların yanlarında, aklı ermeyen bir çocuğun veya baygın bir kimsenin bulunması, 'halvete mâni değildir.

Ancak, 'bunların yanında, yapacaklarının ne olduğunu bilecek şe­kilde, .aklı yeten bir çocuk; sağır veya ahras bir kimse bulunursa, sa­hih halvet gerçekleşmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mecnun ve bunak kimseler de, küçük çocuklar gibidir. Eğer, bunların akılları eriyorsa, halvet gerçekleşmez; akılları ermiyorsa, hal­vet gerçekleşir. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.

Bunların yanlarında, kadıma ait bir cariyenin bulunması ha­linde de, ihtilâf edilmiştir. Fetva ise, bu durumda, sahih olarak hal­vetin gerçekleşeceği şeklindedir. Cevharetü'n - Neyyire'de de böyle* böyledir.

Yanlarında, erkeğin cariyesinin bulunması, halvete mâni de­ğildir. MiVâcü'd - Dirâye'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), önceleri: «Yanlarında erkeğin ca­riyesi bulunduğu zaman, 'halvet sahih olur; kadının cariyesi bulundu­ğu zaman, halvet sahih olmaz.- derdi. Sonradan, bu kavlinden rücû ederek : »Her İki halde de, sahih halvet gerçekleşir.» demiştir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf [R-A.)'a göre de böyledir. Fe-tâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Yanlarında, erkeğin başka karısının 'bulurvmast, halvetin sıh­hatine mânidir.

Bunların yanında, kudurmuş bir köpeğin 'bulunması, halvete mânidir.

Köpek kudurmuş değil de kadına ait bir köpekse, halvet sahih olmaz; erkeğe ait bir köpekse sahih olur. Tebyîn'de de böyledir.

Koca, yalnız 'başına uyumakta iken, karısı yanına girmiş olur­sa, adam, kadının girdiğin bilse de, bilmese de, sahih halvet gerçekleş­miş olur. Bu cevap, İmâm-ı A'zcm Ebü Hanîfe (R.A.)'nİn kavline, ham­ledilir. Çünkü, O'na göre, uyuyan, uyanık hükmündedir. Zahîriyye'de de 'böyledir.

Bir İcadın, kocasının yanına —onun yanında—- hiç bir kim­se yokken girse, fakat kocası onu tanımasa da kadın, bir saat dur­duktan sonra çıksa veya bu şekilde koca, karısının yanına girse, fakat onu tanımasa; erkek kadını tanımadığı müddetçe, halvet sahih olmaz. Bu kavil, Ebu'l - Leys'in ihtiyar ettiği kavildir. Muhıyt'te de böyledir.

Biz de, bu kavli alıp, kabul ederiz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Kadın erkeği tanır, fakat erkek kadını tanımazsa, halvet sa­hih olur. Tebyîn'de de böyledir.

Benzeri, cima' edemeyen erkek çocuğun, halveti sahih ol­madığı gibi; benzeri, cima' edÜemiyen kız çocuğun, halveti de, sahih olmaz.

Daha önce kâfir iken müslüman olan, kadının halveti de sahih­tir.

Kâfir bir erkek, müslüman olsa, fakat karısı müşrik kalsa, bun­ların bir araya gelmesi ile sahih halvet gerçekleşmez. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Kadının retkâ (=fercinin ağzında, cima'ya mâni olan bîr et parçası 'bulunması) da, halvetin sıhhatine mâni olan şeylerdendir.  

Kadında karna (=fercinin iki tarafında yumurta büyüklüğünde iki et parçası çıkmış olması veya kadının fercinden bir kemik veya ur çıkmış] bulunması da, halvetin sıhhatine mâni olan şeylerdendir. Teb­yîn'de de böyledir.

Bir erkeğin, zıtıar vâki olan bir kadınla, bu zıhtann keffâretini yerine getirmeden, halveti, sahih olmaz.    Çünkü, 'bu durumda, cima1 yapması haramdır. Bahru'r - Râık'ta da böyledir.

İmâm Ebû Hartlfe (R.A.)'ye göre; zekeri kesilmiş olan kim­senin halveti sahihtir.

Kocanın, cinsî İktidardan mahrum veya husyelerinin burulmuş ol­ması da, halvetin sıhhatine mâni değildir. Zehıy?e*de de 'böyledir.

Sahih halvet; ancak, karı - kocanın izni olmadan, başkaları­nın kendilerini görmesi mümkün olmayan; bundan, emin bulundukları yerdir. Ev ve benzeri yerler gibi... Kâcîîhân'm Câmiu's-Sağîrİ'nde de böyledir.

Karı - kocanın, yanlarında kimse 'bulunmasa bile, insanların, gelip- geçmiyeceklerinden kesin olarak emin olmadıkça, sahrada hal­vet   sahih olmaz.

Keza, etrafında sütresi (= perdesi, maniası) bulunmayan bir dam­da da, halvet sahih olmaz. Bu damda, İnce veya kısa bir perde bulu­nur; fakat, ayakta duran bir kimsenin, bu kan - kocayı görme ihtimâli olursa; bu durumda, yine halvet sahih olmaz. Ancak, bunlar, başka­larının kendilerini görmeyeceğinden emin olurlarsa; bu durumda, hal­vet sahih olur. Zâhîriyye'de de böyledir.

Başkalarının geçmesi" muhtemel olan yollarda vuku bulan halvet, halvet-i şahma olmaz. Ancak, bir kimse, nikâhlısı ile yolculuk ederken, yoldan ayrılıp, boş bir yere giderlerse, bu durumdaki halvet, sahih olur. Sırâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Mescitte ve kapıları —insanlara— kapalı olmayan hamam­larda, sa:hih halvet olmaz.

Kadını hayvana bindirip, bir veya iki fersah mesafeye, yol haricinden götürmekle, sahih halvet meydana gelir. Fetâvâyi Kâdîhân'-da da böyledir.

Kan -fcocanın; sahrada, hir sadırda, beraber kalmaları Üs, sahih halvet meydana gelir. Zahîrîyye'ds de böyledir.

Hacca beraber giden karı - koca, çadır olmadan, sahrada be­raber konaklamış olsalar; sahih halvet meydana gelmiş olmaz. Bu şe-kilcf-e» dağda konaklamış olsalar, hüküm yine aynıdır. Tebyfrı'de de böyledir

Kapısı bulunmayan bahçede halvet, sahFh olmaz. Bahçenin ka pisi olur ve o da kapalı bulunursa; bu durumda, sahih halvet meyda­na gelir. Hulâsa'da da böyîedir.

Kadının, gece gündüz üzerinde durduğu mahmude, karı -koca yalnız kalırlar ve bu mahmude de cima' etmek mümkün olur­sa; bu durumdaki halvet, 'halvet-i sahîha olur.

Tavam bulunmayan evdeki halvet de, halvet-i sahihadır, Zâhİ-ru'r - rivâye budur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

Güvey evinde veya bir kubbe altında, sütre arkasında vuku bulan halvet d-e, sahih halvet olur. Bedâi'de de böyledir.

Bir kan - koca, bir evde 'bulunur ve bunlarla o evdeki kadın­lar arasında bir perde olursa, bu durumdaki halvet, sa[hih halvet olur.

Müntekâ'da, İmâm Ebû Yûsuf [H.A.)'un şöyie buyurduğu mezkûr­dur : «Bu perde, arkası görünecek kadar ince bîr bezden veya ayakta durunca, öbür tarafı görünecek Jcadar kısa olursa: bu durumda halvet, sahih halvet olmaz.» Hulâsa'da da böyledir.

Tek tek, üç veya dört ev bulunsa; bunlardan biraz uzakta o!an bir evde de, kan - koca halvette olsalar; eğer, bu evin kapısı açık olur da, dileyen hu eve girebilirse; bu durumdaki "halvet, hal­vet-i sahiha olmaz.

Keza, bir dairenin, kapısı açık olan ve mahrem veya tgayr-î mah­rem, her isteyen kimsenin girebileceği bir odasında, halvet olsa; bu 'halvet de sahih halvet olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir

Mecmûu'n-Nevâzîl'de zikredildiğine göre; Şeyhu'l - İslâm'­dan :

— Bir etfkek, bir kadınla nikahlanır ve kadının anası da, bu erkeğin. bulunduğu bîr handaki tafaya, 'kızını getirip, kendisi dışarı çıkar ve kapıyı kltlemezse; handa da 'bir çok kimse bulunduğu halde, bu karı -kocanın, odalarının perdesi olmaz ve handa bulunup uzakta oturmak­ta olanlar içeriyi görürlerse; bu halvet, sahih bir halvet <o!ur mu? diye soruldu. O, şu cevâbı verdi:

— Eğer pencereden bakılınca, içeri görünürse ve bunlar da, gö­rüldüklerini bilirlerse; bu durumdaki halvet, sahih halvet olmaz. 2e-hıyre'de de böyledir.

Halvet ister sahih olsun, ister fâsid oİsun, meşguliyetinin ne olduğunun anlaşılması için, istihsânen, kadının iddet beklemesi gere­kir

Kudûrî'de: «Eğer, mâni,'sert ise, kadının iddet beklemesi vacip olur. Eğer hastalık veya çocukluk gibi, hakikî bfMAÛM varöa; bu du­rumda kadının iddet beklemesi gerekmez.» denilmiştir.

Âlimlerimiz, !ha!vet-i sahihanın bazı hükümlerde, cfmâî makamın­da olduğu görüşündedirler.

Bazı 'hükümlerde ise, mehrin teekküdünü, nesebin sübtitunu, id-detl, nafakayı, süknây» (= oturulacak yeri) iddet makamında gör­müşlerdir.

Âlimlerimiz, nikâhın haremliğini da, iddet makamında görmüş­lerdir. Bu haller ise, bir kadının, k:z kardeşinin o adama nikâhlı bu­lunması, cariyenin, hür özerine nikahlatması; dörttaâının birden ni-kâhlanması veya İmâm Ebü Hanîfe (R-A.J'nin kıyasına göre, kadın hak­kında, talâkın vaktine riâyet etmek gibi hallerdir. Tebyîn'de de böyledir.

Halvet, bekâretin zâlİ olması hususunda, clmâ' yerini tut­maz.

Meselâ : Bir kimse, bir bakire kızla, halvette bulunduktan son­ra, onu boşasa; bu kız; •—diğer— bakireler gibi, tezvic olunur. Ker-dort'nîn Vecîzi'nde de böyledir.

Mehlr, teekkud ettiği > zaman, sakıt olmaz. Ancak, mehrin teekküdünden önce, kadının irtidat etmesi veya kocanın duhûlünden sonra, kocanın oğlunun kadına cima' etmesi gibi bir sebeple ayniıfc vuku bulursa, mehir sakıt olur. Muhıyt'te de böyledir.

Kan - kocadan birinin, nikâhdan sonra ve dühûkfeo önce, ece­li ile ölmesi halinin, mehr-i müsemmâyı, te'ftld edeoeğIIM& bir ihtiİâf yoktur. Ba durumda, kadının hür veya câriye olması da müsâvîdir. Kocası ölen bu durumdaki bir kadının, mehr-i müsemmâ, hakkıdır.

Kan - kocadan 'birinin, bir yabancı veya biri, diğeri tarafından öldü­rülmeleri yahut da, kocanın intihar etmesi hâlinde de, mehir teekküd etmiş olur.

Hür bir kadın, kendisini öldürmüş olursa, bu durumda da, koca­nın ödeyeceği mehirden, bir şey düşülmez; bilâkis, bize göre, bu du­rumda da, mehir teekküd eder. Bedâi'de de böyledir.

İntihar eden kadın, câriye ise. Hasan'in, İmâm Ebû Hanîf© (R.A.Y-den rivayet ettiğine göre, bu kadının mehrl, sakıt oiur. Yine, fmâm Ebû Hnnîfe (R.A.)'den gelen bir başka rivayette de: «Bu kadının meh-ri, sakıt olmaz.» denilmiştir. Bu kavil, İmâmeyn'in de kavlidir.

Bu cariyeyi, cimâ'dan önce efendisi öldürmüşse, fmâm Ebû Ha-nîfe (RA)'ye göre, mehri sakıt olur; İmâmeyn'e göre, sakıt olmaz. Bu hüküm, bu cariyenin efendisinin, :âkil ve baliğ olması halinde ge­çerlidir; eğer, efendi çocuk veya mecnûn ise, bil - icmâ\ mehir sakıt olmaz. Cevherstü'n - Neyyire'de de böyledir.

Efendisi, bu hanımını—cimadlan sonra— öldürmüş olursa; t>i! - icma', kadının mehri sakıt olmaz, Sirâcü'l - Vehhâc'da da böy­ledir.

Aralarında, mehr-i müsemmâ bulunmayan k<arı - kocadan bi­risi ölmüş olursa; âlimlerimize göre, bu durumda, mehr-j misil, teek-küd etmiş olur. Bedâi'de de böyledir.

Bu durumda, kadının mehr-i mislinin tesbiti hususunda, baba­sının kavminin durumuna itibar edilir. Yani, yaş, güzellik, belde, za­man, akıl, din ve bekâret bakımından, bu kadının misli f= dengi} olan ve babasının mensup bulunduğu kavme mensup bulunan bîr kadının mehri ne ise, bu kadının me'hri de, o kadar olur.

Keza, bu kadının, babasının kavminden olan o kadına, ilim, ter-, 'biye ve ahlâk olgunluğu bakımından da müsâvî olması şarttır. Çocu­ğunun olup, olmaması ise şart değildir. Tebyîn'de de böyledir.

Kadının, yaş ve güzelliği bakımından, nişanlandığı zamanda­ki durumuna itibar edilir. Muhıyt'te de ıbcyledir.

Kocanın halinde ise, —kadında oiduğu gibi—, karısının emsali o ilan kadınların evlendikleri erkeklerin durumuna itibar edilir ve bunların mal ve haseplerine veya bunların bulunmamasına bakılır. Fethü'İ - Kcdîr'de de böyledir.

Bir kadının, babasının kavmi (nin kadınları), bu adamın; baba bir -kız kardeşleri, ena-baba bir kız  kardeşleri, halaları, halalarının kızları ve amcalarının kızlarıdır.

Kadının mehrinde, kendi anasının mehrine itibar edilmez. Ancak, bu kadının anası, babasının kavminden olursa; yani, -anası, babasının amca veya halasının kızı olursa; bu durumda onun mehrine itibar olu­nur. Muhıyt'te de böyledir.

Kadının babasının Kavmi înde kadın) bulunmazsa; bu durum­da, kadının babasının kavminden başka kadınlara, itibar olunur. Teb­yîn'de de böyledir.

Müntekâ'da:    «Mehr-I mislin    tesbltinde, iki  erkeğin veya bir erkekle iki kadının; mehr-i mislin, ne kadar olduğuna şahitlik et­meleri ş&rttır.

Bu durumda, sözüne güvenilir şShitlar bulunamazsa, kocanın, ye­minli sözüne itibar edilir. Hulâsa'da böyledir.

Bir kadının, kendi  nefsini, annesinin mehri ile nikahlaması

caiz olur. Zahıyre'de :  «Sahih olan da budur» denilmitlr. Gayetü's-Sürûcî'de de böyledir. [48]

 

3- Mal Olan Mehre, Mal Olmayan Bir Şey Eklemek 
 

Bir kimse, bîr kadını, bin dirhem mahirle ve filan karısını boşamak üzere nikahlarsa; hu nikâhın akdedilmesi ile, boşama vâki oimuş olur. Muhıyt'te de böyledir.

Yeni nlkâhlanılmış bulunulan kadına, bin dirhem verilir. Bah-rÜV - Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, bir kadını, bin dirhem mehirle ve buna ilâve ola­rak da, filan karısını boşamaya söz vererek nikahlamış olsa; kadını boşamadıkça, —sırf söz vermiş olmasından dolayı— önceki karısını "boşamış olmaz. Görüldüğü gibi bu hüküm, yukardaki hükmün hîlâfına-dır.

Bir  kimse, nikâhtan sonra, —önceki filan karısını— boşamak şartı ile, bir kadınla evlenmiş olsa; önceki, o karısını boşaması gerek­mez. Yani nikahladığı karısının, mefır-i mislini verir.   Bu hüküm, bin dirhem mehrl ve buna ilâve olarak, bir miktar'hediye vermek şartıyle, bir kadını nikahlamış olan bir kimsenin, bu hediyeyi vermemesi halin­de de, nikâhının sahih olması gibidir. Keza, kadın için bir menfaat olan, her hangi bir şartın yerine getirilmemesi    halinde de durum, böyledir. Muhiyt'te de böyledir.

Bu hüküm, kadının mehr-i mislinin, mehr-î müsemmâsından fazla olduğu zaman geçerlidir.

Şayet, mehr-i müsemmâsi, mehr-1 mislinden fazla olursa; bu du­rumda koca, va'dediien fazlalığı ödemez; sadece, mehr-i müsemmâyı Öder. Fazlalığı öderse, —bununla birlikte— mehr-i müsemmâyı da öder.

Mehr-i müsemmâ ile birlikte, kadından başka bir kimseye de t>ir menfaat şart koşulmuş olsa; koca, bu şartı yerine getirmek mecburi­yetinde değildir; sadece, mehr-i müsemmâyı öder. Bahrü'r- Râık'ta da

böyledir.

Müslüman bir erkek, müslüman bir kadını, helâl olan me-hire, helâl olmayan bir mehir ekleyerek nikahlamış olsa; —meselâ: Sahih olan mehirle birlikte, bir kaç batman da içki vermeyi, şart ko­şarak— bu durumda, kadına sadece mehr-i müsemmâ olan, helâl şe­yin verilmesi gerekir. Ancak, helâl olan şeyin kıymetinin, on dirhemi bulması gerekir.

Nikâh akdi esnasında zikredilen haram şey, geçersizdir. Bu kadı­nın mehri, mehr-i misli seviyesine de çıkarılmaz. Çünkü içki, bir müs­lüman için, menfaat değildir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, bin dirhem mehir ile birlikte, filan karısını boşa-şamak ve bir de, köle vermek üzere, bir kadını nikâhlasa; nikâhın ak­dedilmesi ile, mezkûr karısını boşamış olur. [49]

 

4- Mehirde Koşulan Şartlar
 

Bir kimse, bir kadını nikahlamak İsteyince; kadın : «Eğer ka­rın varsa; mehrim iki bin dirhemdir; karın yoksa bin dirhemdir» şar­tını koşarak nikâhiansa;

Veya, bir kimse, bir kadını : «Beldenden (— memleketinden, şeh­rinden) çıkmazsan mehrin bin dirhem; çıkarsan. iki bin dirhem..." şek­linde şartlı nikahlarsa;

Veya : «Arap değilsen, mehrin bin dirhem; arap isen, mehrln, iki bin dirhem.» şartı İle yahut da bunlara benziyen şartlarla, nikah­larsa; bu şekilde akdedilmiş olan nikâhlar, caizdir.

Bu şekilde akdedilen nikâhlardaki meîıre gelince; nikâhın, birinci şıkta zikredilen şartla caiz olacağında, ihtilâf yoktur; verilen söz ye­rine gelmişse, kadına şart koşulan, —dolayısı İle tesmiye edilmiş olan— mehr-i müsemmâsı, ödenir. Eğer, söz yerine gelmezse, kadına, — az veya fazla değil— sadece mehr-i misli verilir. Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe [R.A.)'nin kavlidir. İmâmeyn ise: «Her iki şartd yerine getirmek) da caizdir.» demişlerdir. Bedâi'de de böyledir.

Bir kimse, nikâh akdi esnasında : «Kadın   güzelse,   mehrl iki bin dirhem; çirkinse, bin dirhem...» diye şart koşmuş olsa; bu İki şartla, nikâh kıymanın caiz olduğunda, ihtilâf yoktur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse; bir kadını bakire olduğu takdirde, mefar-l mislin­den fazla mehir vermek şartı ile, nikâh yapsa; fakat kadın, dul çfksa; adamın bir fazlalık vermesi icâbetmez. Gunye'de de böyledir.

Bir kimse, bakiredir diye, bir kadını nikahlamış olsada ka­dın, bakire olmasa, yine, me'hrinin tamamını verir. Tecnîs ve Mezîd'de de böyledir.

Bir kimse, nikâhın akdedildiği sırada veya bir sene sonraya kadar bin dirhem metıir vermek şartı ile 'bir kadını nikâ'hlasa; İmâm Ebû Hanîfe (R-A.)'ye göre, !bu durumda —eğer kadının mehr-i misil, bin dirhem veya bundan fazla olursa— erkeğin ona, mehr-i mislini vermesi gerektiği, hükmü Verilir.

Bu nikâh, aicdedildiği sırada, bin; veya bir sene sonraya Vadar iki bin dirtfıem mebir verilmesi şartı ile akdedilmiş olursa; kadının mehr-i misli de, iki bin dirhem veya daha fazla ise; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu kadın, muhayyeldir; Dilerse, nikâh akdi esnasın­da bin-dirhem; dilerse de, bir yıl sonrasına kadar, iki bin dirhem me­ttir alabilir.

Bu kadının mehr-i misli, bin dirhemden az olursa; 'bu durumda da, erkek muhayyerdir: Mehri nasıl ödemek isterse, öyle öder.

Kariyim mehr-i misli, bin dirhemden fazla; iki 'bin dirhemden az ise; İmâm Ebö H&nîfe (R.A.)'ye göre, bu kadına, mehr-i misli veriför. Kâfî'de de böyledir.

Talâk, cimâ'dan önce vuku bulursa, 'bil - icmâ kadına, —zik­redilen mahirlerin — az olanının yarısı verilir. Itâbiyye'de de (fcföyledir.

Müntekâ'da : «Bir kimse, bir kadına : «Bana, filân kadını, yanında bulunan mefcirfe, nikahlaman karşılığında, seni, bin dirhemle kendime nikahlıyorum.» demiş ofsa; onun hissesi ile, bu kadını nikah­lamış olur. Mehirleri taksim ediise; birinci kadına bir hisse verilmez.

Şayet, bu kimse, birinci kadına : «Seni, —filân kadını, bana, bin dirhem mehirle nikahlaman şartı ile—, bin dirhem mebîrle, kendime nikahlıyorum.» demiş olsaydı; bu kadın da, mez'kûr şartı kabul ederek, diğer 'kadını, bu adama nikâhlasaydı; ilk kadın, kendisini, mehr-i mü-semmâsız, nikahlamış olurdu. (Bu durumda ise, bu kadına, mehr-i mis­li verilirdi.

Bir kadının, bin dirhem mehirle; fakat bu bin dirhemi, kadının iade etmesi şartı ile nikahlaması da, yukarıdaki mes'ele gibidir.

Nİkâ'hlanmasi şart koşulan ibu kadın, kendisini,' o adama, beş yüz dirheme nikahlamış otea; önceki nikâh caiz olur.

Bir kimse, bir kadının babasına, 'bin dirhem bağış yapmak şartı ile o kadını nikahlamış olsa; bu bin dirhem mebir olmaz. Bu şahıs, fbîn dirhemi bağışlaması için de, zorlanmaz. Bu kadına, mehr-i misil veri­lir.

Bağışlayan kimse, bu, bin dirhemi, —kadının babasına— teslim etmiş olsa bile; bu para, kendisine aittir. Dilerse, hibesinden vazgeçe­bilir.

Ancak, bu kimse, kadına : «Sana bedel olarak, babana, bin dir­hem bağışlarım.» derse; bu durumda, bu bin dirhem, kadının mehri. olur.

Şayet, bu durumda, bu-şahıs, hibe ettiği bin dirhemi, kadının ba­basına verdikten fakat —kadını, cima' etmeden önce, boşarsa; hibe ettiği miktarın, yarısını geri ister. Muhıyt'te de böyledir..

Bir kimse, bir kadını; mehir karşılığında hayatta olduğu müd­detçe, kendisine hizmet etmek üzere, bir câriye veya cariyenin frar-nmdakinin, —o kadının — olması şartı ile nikahlarsa; bu durumda câriye, bu kadına hizmet eder ve karnındaki, onun olur. Ancak, cariye­nin kıymetinin, kadının metır-i misli kadar veya ondan fazla olması gerekir.

Kadının mehr-i misli, cariyenin kıymetinden az ise, bu durumda kadına mehr-i 'misil verilir. Ancak koca, bu cariyeyi, kendi isteği ile — hizmet !kaydı olmadan— verebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyle­dir.

Bir kimse, bir kadını, —karnmdakini istisna ederek— sade­ce bir câriye karşılığında nikahlamış olsa; Kerhî ve Tahâvî'nin hi­lâfsız olarak— zikrettiklerine göre, hem câriye, hem de 'karnındaki, bu kadının olur. Bedâi'de de böyledir.

Bir kimse, bir kadını, me'hir karşılığında koyunlar vererek; ancak bu koyunların yönlerini —erkeğin— kendisi almak şartı ile, nikâhlasa; İstihsânen, bu koyunların yünü erkeğin olur. Zshîrîyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir kadına : «Şu elbiseyi, bana vermen şartı ile, seni nikahladım.» dese; bu kadın için, mehr-i misil —olma hakkı — vardır. Kadının, o elbiseyi vermesi de gerekmez.

Şayet, bu şahıs, o kadını, bin dirhemi, Allah için veya akrabalar, yoksullar için olmak üzere, iki bin dirheme nikahlamış olsa; bu du­rumda mehir istihsânen (bin dirhem olur.

Keza, kadın: «Bin dirhemini, Allah için veya akrabalar, fakirler, miskinler... için bırakıyorum.» dese; yine mefılr, İstihsânen, bin dir­hem olur.

— Görüldüğü gPbi — bu sözü, kadının veya erkeğin söylemi? ol­ması .müsâvîdir.

Eğer koca : «Bu mehrin bin dirhemini kadının babasına veya tamamını başka bîr şahsa hibe ediyorum,- dese, bu durumda, hiç bir şey gerekmez. Çünkü, bu hibe şartı, bâtıldır.

Eğer, kadının mebr-i misli, bin dirhemden fazla İse; kadına, bu mehr-i mislin tamamı verilir. ftâbîyye'de de böyledir

Bîr kimse, bîr kadını, iki 'bin dirhem mebirle nfkâhiasa ve bu mefhrln bin dirhemi kadına, bin dirhemi de babasına verilse, bu nikâh caiz olur.

Keza, kadın, erkeğe : «Nefsimi, bin dirhemi bana, bin dirhemi de babama —ait— olmak üzere; iki bin dirheme nikahladım.» dese, yine bu nikâh, caiz olur.

Her iki durumda da, bu iki bin dirhem, kadına ait olur. Bu mes'ele-yi İbn-i Semâa, İmâm Muhammed fR.A.J'den rivayet etmiştir. Muhıyt'-te de böyledir.

Bîr kimse, evleneceği kadına : «Seni, kendime; sana bin dir­hem 'bağışlamak üzere, nikahlıyorum.» veya : «Sana, kölemi bağışla­mak üzere; seni kendime nikahlıyorum.» dese ve nikâhiasa; İmâm Ebü Yûsuf (R.A.)'a göre, bu kimse dediği şartı yerine -getirirse, bun­lar, kadının mehri.olmuş olur. Ancak, >bu şahıs, söylediği şartı yerine getirmezse, zorlanmaz. Bu durumda, —(bin dirhemi veya kölenin kıy­metini geçmemek şartı ile—-, kadına mehr-i misi! —verilmesi— ge­rekir. Bu, aynı zamanda, İmâm Ebû Hanîfe ER.A.J'nin de kavlidir. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hlşâm'm NevâdîriYıde, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle de­diği rivayet edilmiştir: Bir kadının velileri, onunla evlenmek isteyen şahsa: «Bu kadını, yüz dirhemi sana ait olmak üzere, bin dirheme, sana nikahladık.» deseler; bu sözleri (ni yerine getirmeleri) caiz olur. Bu durumda, kadının mehri, dokuz yüz dirhem olmuş olur.

Şayet, kadının velîleri: «Elli dinar da bize vermen şartı ile, bu kadını, ıbin dirheme, sana nikahladık.» deseler; bahsi geçen dinarlar da, dirhemler de, kadına ait olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse; her yüz dinar karşılığında, — belli olmayan— bir hizmetçi vermek şartı ile, dört yüz dinara 'bir kadını nikahlamış olsa; bu şart batıl olur. Bu durumda kadına; dört yüz dinardan çok ve orta halli dört hizmetçinin değerinden az, olmamak kaydı ile, mehr-i misil verilir.

Ancak, hizmetçiler belli olursa; 'bu şart geçerli olur ve kadına dört'hizmetçi verilir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de'böyledir.

Bir erkek, bu kadını, yüz dirhem ile birlikte orta halli on deve vermek üzere nikâhiasa; bu nikâh, istihsânen caiz olur. Fetâvâyi Kâ­dîhân'da da böyledir.

İbn-Î Semâ'o'nm İmâm Muhammed [RA.Î'den rivayet ettiği­ne göre; filan adamın borcundan kurtulmak karşılığında, nefsini, o adama nikahlamış olan kadına mehr-i misil (verilmesi) gerekir.

Emâlî'de, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.J'un şöyle dediği rivayet olunmuştur: Bir kimse, bir şahsa oian borcunun silinmesi karşılığın­da, kızım, o adama nikâhiasa veya bir kadın, kendisine ait borcun si­linmesi karşılığında, nefsini, borçlu olduğu adama nikâhiasa; bu du­rumlarda da, bu kıza ve bu kadına, mehr-i misil (ödenmesi) gerekir. Muhıyt'te de 'böyledir.

Bir kimse; nafakasını temin etmemek   kaydı ve bin dirhem mehirle, bir kadını nikahlamış 'olsa; 'bu durumda, hem bin dirhem me-hir, hem de nafaka, kadının hakkıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, cariyesine : «Benimle nikâhlanman    karşılığında, seni azâd ediyorum. Itk'ın (= azâd edilmen) senin mehrin olsun.» der ve câriye de, bunu kabul ederse, hürriyetine kavuşmuş olur.

Hürriyetine kavuştuktan sonra, bu kadın, sözünde durur ve ken­disini bu şahsa nikahlarsa, b-ir şey lâzım gelmez. Ancak, sözünde dur­mazsa, 'bu durumda, kendi kıymetini, kendisi azâd etmiş bulunan şah­sa ödemesi gerekir.

Bir kadın, kölesine: «Beni, ıbin dirhem mehirle nikahlarsan, seni azâd ederim.» dese veya : «Bana, bin dirhem verirsen, seni hür bırakırim.» demiş ve köle de, bu teklifi ka'bul etmiş olsa,   ıtk (= azâd edilmiş) olur.

Bundan sonra, bu kadını nikâhlamaya razı olmazsa; bu durumda kendi kıymetini, o kadına ödemesi gerekir. Şayet, 'bu kadını, bin dir­hem metfıirle nikahlarsa,'bu bin dirhem, şöyle taksim edilir: Kölenin, hürriyet parasına isabet eden kısım, bu işe; kadının mehrine isabet eden kısım ise, bu rcıehre ayrılır. Bu kadın, duhûlden önce boşanırsa; kendisine mehr-İ mislinin yarısı ödenir. Itâbiyye'de de böyledir. [50]

 

5- Mehirdeki  Cehalet
 

Mehr-i müsemmâ üç nev'idir:

1- Cinsi de, vasfı da 'bilinmeyen mehir,

2- Cinsi bilinen, fakat vasfı bilinmeyen mehir,

3- Cinsi de, Vasfı dafoilinen mehir. [51]                     

 

Cinsi De, Vasfı Da Bilinmeyen Mehir :
 

Bir kimsenin, bir kadını; herhangi 'bir elbise, bir hayvan veya bir ev karşılığında nikahlaması gibi... Bu durumda, bu kadına, mehr-İ misil —verilmesi—gerekir.

Keza, bîr şahsın, bîr kadını; cariyesinin karnındaki veya koyunla­rın karnındaki yahut da o sene, 'hurma ağaçlarında bitecek olan hur­malar karşılığında nikahlamış olsa; durum yine böyledir. [52]

 

Cinsi Bilinen Fakat Mehri Bilinmeyen Mehir:
 

Bir kimsenkı, 'bîr kadını; herhangi bir köieye, kısrağa, ineğe, ko­yuna, her nevîbir elbiseye karşılık nikahlaması gibi...

Bu durumda, erkek; —orta haili olmak üzere™ ya bunların ay­nını veya değerlerini verir. Zahînyye'de delböyledlr.

Bu hüküm, köle veya elbisenin, mutlak olarak zikredilmesi, kişi­nin 'bunları kendi nefsine izafe etmemesi hâlinde geçerlidir. Eğer, kişi bunları, nefsine izafe eöer ve meselâ : «Seni, köleme karşılık» veya : «... elbiseme karşılık nikahladım.» derse, bu durumda, bu şey­lerin değerini değil, aynını vermek gerekir. Çünkü, izafet de, İşaret etmek (göstermek) gi'bi. bir şeyi belirleme sebebidir. Muhıyt'te de böyledir.

Orta halli olan, çok pahalı veya çok ucuz olmayandır. Bu.İmâm Ebü Yûsuf (R.A.) tle İmâm Muhasvsmed '(R.A.)'in kavlidir. Sahih olan da budur. Kâfî'de de 'böyledir. Fetva da bunun üzerinedir. Gâye-tü's - Sürûcî'de de böyledir.

Bu durumda, nikâhlartanların, orta halli bir kölenin kıymetinden fazla bîr meblâğ üzerinde, sulh yapmaları uygun olmaz; bu kölenin değerinden daha az bir meblağ üzerinde sulh olmaları ise, caizdir. Itâ-biyye'de de böyledir. [53]

 

Cinsi De, Vasfı Da Bilinen Mehir :
 

Ölçülebilen, tartılabllen şeyler karşılığında yapılan jfikâh gibi...

Nikâh akdi esnasında, mehir olarak bunların tesmiye edilmesi sa­hihtir ve fcu mehr-i müsemmânm teslim edilmesi de lâzım gelir. Zahî-riyye'de de böyledir.

Bir kimse, 'bir kadını, bir kür[54] buğday karşılığında nikâhla-sa; fakat buğdayı mutlak zikretmiş, vasfını belirtmemiş olsa; tu du­rumda dilerse orta halli buğdaydan, 'bu miktar buğday;  dilerse, bu buğdayın kıymetim verir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

ölçülebilen veya tartılatoilen diğer şeyler hakkındaki hüküm de, buğday hakkındaki hüküm gibidir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir kadını, şu köleye veya şu faîn'e karşılık nikâh­la (dim demiş ol) sa; o kadına, mehr-İ misil —verilmesi— gerekir

Keza, kadını, şu köleye; şu veya şu köleye karşılık olarak nikah­lamış olsa; bu kölenin de biri akıllı, —biri deli— olsa; bu durumda da kadına metır-i misil gerekir.

Şayet, 'kadının metır-i misli, 'bunların kıymetinden fazla İse; bu durumda, kadının razı olacağı ıfair şey verilir.

Eğer, bu İcadının mehr-i misli, akıllı kölenin kıymeti kadarsa, ka­dına, o akıllı köle verilir. Kadının mehr-i misli, deli kölenin kıymetin­den fazla, akıllı kotanın kıymetinden de azsa; bu durumda kadına, mehr-i misli verilir. Bu kavil, İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R-A.)nin kav­lidir. İmâm ey n'e göre ise, bu kadına akıllı 'köle verilir. Bu husustaki hükümler bunlardır. İhtilaf edilen husus ise, «bin veya ikibin dirhem metlide», bir kadını nikahlamış olan kimsenin durumudur. Tebyîn'da de 'böyledir.

Bu şahıs, bu kadını, cima' etmeden önce boşarsa; bil - icma', kadına, akıllı kölenin kıymetinin yarısı veriHr. Itâbiyye'de de böyledir.

Şayet, bu akıllı kölenin kıymetinin yarısı, mut'adan (= bu durumda verilmesi gereken 'hediyeden) az olursa, bu durumda, kadı­na müf'a verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir kadını, bir ev karşılığında nikahlamış olsa; şayet bu şahıs bedevi ise; kadına, bir çadır verilir.

Bu şahıs, şehirli ise,   İmâm Muhammet!  (R.A.):    «Bu   durumda.

— evlendiği— kadına, orta 'halli 'bir ev verilir.» demiştir; bu sözü ile de, ev değil, ev eşyası kasdetmiştir. Diğer bazı âlimlerimiz ise: «Bu onların örfüdür.» demişlerdir. Bizim örfümüze -göre; bu durumda, «ev» denilince, «ev eşyası» kasdedilmez; bu sözle, ancak, taştan - tuğla­dan yapıldiş ev kasdedilir. Bu durumda, mehrin sa'hfh olması için, o evin kendisinin verilmesi gerekir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyle­dir.

Bu nikâh akdinde, mehir olarak evin kendisi —ev eşyası veya evin bedeli değil— verilmezse; kadına, mehr-i mislini vermek gerekir. Mehir olarak, evin kendisi söylendiği zaman; bu mehrin, ey-nen verilmesi lâzım gelir. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Müntekâ'da, İmâm Muhammed (R.A.) böyle söylemiştir. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.):    «Bîr kimse, bir evdeki —hakkı olan —

hissesine karşılık, bir kadını nikahlarsa; !bu kadına, —evin, tamamı­nın kıymetinden fazla olmamak üzere—, mehr-i misli verilir.» demiş­tir.

Bize göre ise; bu kadına, sadece, adamın o evdeki hissesi veri-îlr; başka bir şey verilmez.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu 'hissenin kıymeti on dîrSe-"me ulaşıyorsa; kadına, ancak mehr-İ misli verilir; başka 'bir şey ve rilmez Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir kadını, belli bir evdeki hissesine karşılık ni­kahlamış olsa; İmâm Ebû Hanîîe (R.A.)'ye göre, bu kadın, muhayyer­dir: Dilerse, evdeki  hisseyi alır; dilerse ,— evin kıymetinden faz'a olmamak şartı ile— mehr-i misil alır.

Mehr-i mislin, evin değerinden fazla olmaması ve bu hissenin de­ğerinin on dirheme eşit bulunması hâlinde; İmâmeyn'e göre, bu ka­dının, mezkûr evde hissesi vardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir kadını, «bin» rakamını belirtip, bunun cinsini söylemeden nikahlamış  olsa;  bu «bin»  sözünü,    —mehr-i  misline hangisi yakınsa— onu söyleyerek açıklayabilir. Hâbiyye'de de böy­ledir.

Bir beldede, bir kimse, bin dirheme, bir kadını nikahlamış olsa; şayet o beldede, değişik bir para geçerli ise; bu durumda o şa­hıs,  mehri, geçerli  paradan verir.  Böyle yapmazsa;  kadına,  mehr-İ misli verilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir kadını, bin dirhem mehirle nikahladıktan son­ra; bu dirhemler geçerliliğini kaybetse de başka paralar geçerli olsa; bu durumda, kadına, dirhemlerin geçerli olduğu    zamandaki kıymeti ödenir. Muhtar olan budur. Sadru'ş -Şehîd'de böyle söylemiştir.

İnkıta' (= dirhemlerin —geçerliliğinin— kesilmesi), kesâd (= dirhemlerin yokluğu, sürümsüzlüğü) ıgikidir. İnkıta' ve kesâd ol­madığı halde, dirhemler ucuzlar veya pahalanır İse, buna itibar edil­mez. Nikâh akdi esnasında, dirhemlerin rayici ne ise, metıirde geçerli olan odur. Dirhemlerin değerindeki noksanlaşma, on dirhemi bulursa; bu noksanlık tamamiânır. Hulâsa'da da böyledir.

Mehir olarak, geçmeyen dinar veya dirhem (para) verilerek akdedilmiş nikâhlarda da; âlimlerimize göre, mehr-I misil verilir. Mu­hıyt'te de böyledir.

Bir kadını, bir zenblî buğday veya şu taşın ağırlığı kadar al­tın yahut şu kadının mehri veya şu kölenin yahut herhangi bir kölenin kıymeti karşılığında nikahlamış olan kimsenin, o kadına, mehr-i misil vermesi gerekir,

Mehr-i müsemmâ tesbit edildikten sonra artırılamaz.

— İhtilâf 'hâlinde — mehH müsemmâmn miktarı konusunda, er­keğin sözüne itibar edilir.

Bir kimse, — miktarı belirtilmeden — dirhemler veya şu develer­den biri veya değeri; yahut değeri on dirhem eden bir elbise karşı­lığında bir kadını nikahlamış olsa; bu kadına, mehr-i misil vermesi gerekir.

Keza, bu kimse, bu kadını, kadının kaçmış bulunan kölesini geri getirmek şart! ile, nikahlamış olsa; yine ona, mehr-i mislini vermesi gerekir.

Bu şahıs; o kadını, sahibi bulunduğu varlığın hepsi veya vakfe­dilmiş bir ev karşılığı nikâhlarruş olsa; yine ona mehr-i misil öder. Itâbiyye'de de böyledir.

Bir kimse, bin rıtıl[55] sirke karşılığında, bir kadını nikahla­mış olsa; o beldede, üzüm sirkesi kullanılıyorsa, mehir olarak üzüm sirkesi, hurma sirkesi kullanılıyorsa, hurma sirkesi verir.

Bir kimse, 'bir kadını, 'bir dinar ve —ona ilave olarak, ne ol­duğu 'belli oimayan— bir şey karşılığında nikahlamış olsa; bu dinar on dirhem değerine ulaşırsa, kadına, ilaveten bir şey vermek gerek­mez. Ancak, 'bu dinarın değeri on dirhemden az olursa; kadına, mehr-i misli verilir. Gâyetü's - Sürûcî'de de böyledir.

Bir kimse, on dirhem ve 'buna ilâve olarak da, vasıfsız bir eFbise karşılığında, bir kadını nikâhlasa; o kadının mehri on dirhemdfr.

Bu kimse, cı'mâ' etmeden önce, o kadını boşarsa; ona, beş dir­hem verir. Ancak bu durumda kadının müt'ası beş dirhemden fazla ise{ kendisine müt'a verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, !bir kadını, bir elbise ve buna ilâve olarak da beş dirhem karşılığında nikahlamış olsa; bu kadına, mehr-i misil —vermesi— gerekir. Şayet, onu, cimâ'dan önce boşarsa; bu durumda ka­dına, beş dirhem verir.           

Bir kimse, «elimde olan şeye» karşılık diyerek, bir kadını nikâh-İasa ve -elinde on dirhemi bulunsa; bu durumda kadın, muhayyerdir: Dilerse, on dirhemi; dilerse, mehr-i mislini alır. Gâyetü's - Sürûcî'de de böyledir.

Bir kimse, fbin dirhem karşılığında iki kadını nikahlamış olsa; bu 'bin dirhem, kadınlara, mehr-i misillerine göre taksim edilir.

Bu şahıs, bu iki kadını, duhûlden Önce, boşarsa; bin dirhemin ya­rısı — olan beş yüz dirhem—'bu kadınlara, mehr-i misilleri nisbetin-de, taksim ediir. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.

Bu iki kadından birisi, nikâhı kabul etmiş olsa; bu nikâh caiz olur. Bu durumda, o bin dirhem, bu kadınların mehr-i misillerine gö­re, aralarında taksim edilir. Nikâhı krrbul edenin hissesi kendisine, kalan dirhemler ise, bu kocaya verilir. Bedâi'de de böyledir.

Şayet, 'bu iki kadından birinin nikâhı, sahih olmazsa; İmâm Ebü Hanîfe (R.A.)'ye göre, bin dirhemin tamamı, diğer kadının —meh­ri— olur. Fakat, o şahıs, nikâhı sahih olmayan kadına cima' etmiş bulunursa; bu kadına, mehr-i misli verilir. Sahih olan budur, Serah­sî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir kimse ile kız kardeşi, babalarından kalan bir eve vâris olsalar; erkek, o evin bir odası karşılığında, bir kadını nikahladıktan sonra ölse; kız kerdeşi ise bu nikâha razı olmasa; âlimler: «Bu du­rumda, bu ev ölen kişinin varisleri ile kız kardeşinin arasında taksim edilir. £ğer, bu oda, erkek kardeş'in hissesine düşerse; nikahlamış bulunduğu kadının mehri olur. Şayet, bu oda, kız kardeşe düşerse, :bu durumda, kadına, kocasının terekesinden, o odanın kıymeti ka­dar verilir.» demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, 'herhangi bir köle, gömlek veya sarık karşılığında bir kadını nikâhlasa; mehir olarak, bunlardan, —değerce— orta hal­li olanı verilir. Veya, verilecek şey, kur'a ile tesbit edilir. Gâyetü's -Sürûcî'de de böyledir.

Bir kimse, bir kızın cehlzi karşılığında, bir kadını nikâhlasa; o kadına, orta halli 'bir kızın cehizi kadar mehir verir. Tatar hâni yye'-de de böyledir. [56]

 
6- Müsemmâda İhtilâf Bulunan Mehir
 

Müslüman bir şahıs, bir kadını, sirke dolu bir küp karşılığın­da nikahlamış olsa da, bu sirke, şaraba dönüşmüş bulunsa; İmârn-i A'zam Ebû Hanîfe {R.A.)'y© göre, bu kadına mehr-i misil —veril­mesi— gerekir.

Bir kimse, bir kadına : «Seni, şu köle karşılığında nikahladım.» dese; ancak —gösterilen— bu şahıs hür olsa; bu durumda da, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhsmmed (R.AJ'e göre, kadına mehr-i misil —ödenmesi— gerekir. Hidâye'de de böyledir.

Bir kimse, bir kadına : «Seni, şarap dolu şu küp karşılığında nikahladım.» dese; fakat küpteki şarap değil de, sirke olsa; veya : «Şu hür adam karşılığında...» dese de; bu adam, köle olsa; yahut «Şu lâşe karşılığında...» dese de; o hayvan, temiz kesilmiş olsa; İmâm Ebü Hsnîfe (R.A.)'ye göre, sahih olan bu kadına, —sözle söylenilen şeyin değil de— işaret edilmiş bulunan şeyin, (yanı; sirkenin veya kölenin yahut-temiz kesilmiş hayvanın) mehir olarak verilmesidir. Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre de böyledir. Fethu'l - Kadîr'de de böyledir,

Bu kimse, o kadını nikâhlarken : «Şu hür kişi, karşılığında...» dese; fakat, bu adam, bir başka şahsın kölesi olsa; bu kadına, mehlr olarak, o !hür adamın kıymeti verilir. Eğer, 'bu adam, o kadının kölesi olmuş olursa; bu durumda, kadına mehr-i misil —verilmesi— gere­kir. Itâbiyye'de a"e böyledir.

Bir kimse; bir kadını, 'bir câriye karşılığında nikâhlasa; fakat bu köle olsa: veya adam, kadını Merv elbisesi karşılığında nikâhlasa da, elbise, Herv elbisesi olsa; bu durumda, o kadına, mehir olarak, bu cariyenin kıymetinde, bir köle veya Herv elbisesi kıymetinde, bir Merv elbisesi —verilmesi— gerekir. Zehıyre'de de böyledir.

Bîr kimse; bir kadını: «Şu köleye karşılık...» diyerek nikah­lamış bulunsa; bu köle ise, müdeb'ber veya mükâtep bir köle olsa veya : «$u cariyeye karşılık...» diyerek, nikahlamış olsa da, bu câriye ümm-ü veled olsa; bu durumlarda, kadına, "bil - ittifak bunların kıymet­leri verilir. Gâyetü's - Süröcî'de de böyledir.

Nikahlanan kimse, —-önceden— bu hâli bilse de, bilmese de, bu hüküm aynıdır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir şeye işaret ederek, o şey karşılığında, bîr ka­dını, nikahlamış olsa; işaret edilen şey de, mehr-i müsemmâ cinsin­den olmasa; İmâm Ebû Hanîfe (RjAO'ye göre, eğer işaret olunan şey ve me'hr-i müsemmâ helâl olan şeylerden ise; kadına, bu mehr-i mü­semmâ verilir.

Fakat, mehr-i müsemmâ da, bu niyetle ticaret edilip gösterilen şey de, haram —olan şeylerden— ise veya müsemmâ helâl;, işaret olu­nan şeyde 'haram ise; bu durumda o kadına metır-i misil verilir.

Nikâh akdi esnasında, anlaşmazlık çıkarsa; meselâ: kadın, bir küp sirke karşılığında nikahlanır da .küpteki şey katran çıkarsa; bu durumda kadına bir küp sirke verll'ir.

Eğer, bu durumda, küpteki —katran değil de— şarap olursa, ka­dına mehr-i misil verilir.

Eğer, müsemmâ haram olur da, işaret olunan şey helâl olursa; bu durumda muhtelif rivayetler vardır. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den gelen, sahir rivayete göre, işaret olunan şey helâl olunca, kadına, me-hir olarak o şey verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Ebü Hanîfe '[R.A.)ye göre, bir kimse; bir kadını «... Şu iki küp sirke...» veya «... Şu iki köle, karşılığında» diyerek nikahlar da, köle dediklerinden biri hür veya —gösterdiği— iki küpten biri şarap dolu olursa; bu durumda, o kadının mehri, bir köle veya bir küp sir­kedir. Ona, mehir olarak, bundan başka bir şey verilmez. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir kimse, bir kadını: «Şu bir tuluk yağ karşılığında...» di­yerek nikâhlar; fakat, tulukta bir şey bulunmazsa; bu kadına, mehir olarak, o tuluğa benzer bir tuluk yağ verilir.

Eğer, bu adam; o kadını; «Şu tuluğun içindeki yağ karşılığında...» diyerek nikâhlar ve fakat bu tulukta bir şey olmazsa; bu durumda ka­dına mebr-i misil verilir. Bu tulukta, yağdan başka bir şey olduğu za­man da, kadına, mehrJi misil verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da, İmâm Muhammed (R.A.)Tin şu kavli nakledilmiş­tir : Bir kimse; bir kadım, hudutlarını çizerek gösterdiği ve -On dö­nüm.» dediği, bir yer karşılığı nikâhlasa; kadın orayı aldıktan sonra ve fakat ekmeden önce, burasının —-on dönüm değil— altı dönüm olduğunu anlasa; bu durumda muhayyerdir: Dilerse, o yeri alır; baş­ka bir şey alamaz; dilerse, o yeri verir ve fakat kıymetini alır.

Bu kadına, mehîr olarak verilen yerin on dönüm olduğu söylenir; kadın bu yeri 3atar veya hibe eder ve teslim ettikten sonra altı dö­nüm olduğunu anlarsa; kadına, mihfr olarak, o yerden başka bîr şey verilmez.

Keza, mehîr olarak, tartısı noksan inci veya metre itibarîyle nok­san kumaş verilmiş olsa; hüküm yine, yukarıdaki gibidir.

Bu kadın; mehîr olarak aldığı bu yeri, satmaz ve bağışlamaz ve fakat, Dicle veya başka bir nehir taşar, oranın içinden akar ve bu tar­la harap olursa; kadın bundan sonra, orasının altı dönüm olduğunu an­larsa; bu ysrin tam kıymetini almak üzere, kocasına müracaat eder.

Keza, bir kadın; her topu on arşın olan, on top kumaş karşılığında nîkâhîansa; fakat —sonradan— bu kumaşların yedişer arşın olduğu­nu anlasa; bu durumda, kadın muhayyerdir: Dilerse, bu kumaşları; dilerse, bu kumaşların —tamam hollerinin-— değerini alır.

Şayet, bu kumaşların — dokuzu, onar arşın; sadece — biri, yedi arşın olursa; yine kadın muhayyerdir: Dilerse, kumaşları, olduğu gibi alır; dilerse, on arşın -olanları alır; yedi arşın olanı İse, geri verip, bunun —tamam halinin— değerini alır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse; süzülmüş ve bozulmamış bir şey karşılığında, bir kadını nikâhlasa; bu şey, henüz kadın teslim olmadan önce. ekşimiş bulunsa; imâm £bû Yûsuf (R.A.)'a göre; adamın buna gücü yeterse, ekşimiş bulunan şeyin, ekşlmemîş halinin benzerini, kadına verir, Bu­na, imkân olmazsa o şeyin kıymetini verir. Serahsî'nîn Muhiyt'inde de böyledir.

Bir kimse; bir kadını: «... şu on elbise karşılığında-..* diye* rek nikâhlasa; fakat, dokuz elbise olsa; İmâm Muhammed fR.AJ'in kavuna göre, bu dokuz elbise —mehr-i misilden sz ise-—, mehr-i mi­sil tamamlanır,

İmâm Ebû Hanıfû (R,A.)'îrt kıyasına göre ise : Bu elbiseler on dir­hem ediyorsa; bu kadına, mehr'i misi! olarak, bu elbiselerden başka bir şey verilmez.

Şayet, bu elbiseler, dokuz değil de, on adet olursa; İmâm Mu-hammed (R.A.)'e göre, eğer, o kadının meftr-i misli, on elbiseye eşit olursa; kendisine, bu elbiselerden, on adedi verilir.

Bu on elbiseden, kalitesi düşük o'an biri çıkarılınca, geri kalan elbiselerin değeri, mehr-i misil miktarınoa olursa; kadına bu —geri kalan— elbiseler, rnehir olarak veriIir.Şayet, bu elbiselerden, değerce yüksek olan çıkarılınca, yine geride kalanlar mehr-'i misil kadar değer taşırsa; kalan bu elbiseler, o kadının mehr-i misli olur; bundan fazla bir şey verilmez.

Şayet .bu durumda, değeri yüksek elbise çıkarılınca geride kalan­ların toplam kıymeti, kadının mehr-i mislinden düşük; değeri düşük olan çıkarılınca da, kadının mehr-i mislinden fazla olursa; bu durum­larda, bu kadına mehr-i misli verilir.

Fetva ise, 'İmâm Ebû Kattîfe (R.A.)'nin kavil üzeredir. Petâvâyi Kâ-dîhân'da da böyledir.

Bir kimse: bir kadını : «Şu, on Hsrve elbisesi yerine» diyerek nikâhlasa da; gösterilen elbiseler dokuz çıksa; bu kadına, o, dokuz adet elbise ve ilâve olarak da, değer itibarı ile orta durumda bir elbise, mehir olarak verilir. Serâhsî'nin Muhıyt'in'de de böyledir.

Keza. bir kimse; bir kadını : «On ölçek buğday karşılığında...* diyerek nikâhlasa da, buğday dokuz ölçek çıksa; bu durumda, m eh İr olarak, o dokuz ölçek buğday ile, aynı buğdaydan bir ölçek daha ve­rilir. Fetâvâyi Kâdîhân'dîî da böyledir,

Bir kimse; bir kadını, üzerinde bin adet hurma ağacı bulunan, bir arazî karşılığında nikâhlasa ve buransn da hududunu çizmiş olsa; fakat, bu arazi de, hurma ağacı bulunmasa; veya tuğla ve kireçle ya­pılmış, üzeri saçla kapiı bir ev karşılığında nikâhlasa da, bu ev tuğla ile yapılmış olmasa; bu durumda kadın muhayyerdir: İsterse, o hur-mosiz arazîyi veya tuğladan yapılmamış evi; dilerse, mehr-i mislini alır.

Bu şâhıs, eğer cimS'dan önce, o kadını boşarsa; kadına, o yerin veya evin yarısı verilir. Şayet, kadının müt'ası,   bunların değerinden fazla (se, bu durumda da, kadın muhayyerdir: İsterse, araziyi veya evi; isterse müt'esını alır. Muhiyt'te de böyledir. [57]

 

7- Mehrin Fazlalaştırılması Veya Noksanlaşt1rılması
 

Nikâh akdi esnasında,    mehir m'iktannın,   fazlalaştırılması, imamlarımızın üçüne göre de caizdir. Muhiyt'te de böyledir.

 Nikâh akdinden sonra, koca tarafından    artırılmış olsa; bu

fazlalık da sahih olur ve kadına verilir. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyle­dir.

Bu hüküm, kedinin, metıirdeki bu fazlalığı, kabul etmesi ha­lindedir.

Bu fazlalığın, meîtfr cinsinden olup olmaması ile koca veya onun velisi tarafından verilmesi hallerinde de, hüküm aynıdır. Nehru'I ^âık'ta da böyledir.

Fazlalaştırılan mehn'n teekküdü :

1- Tekârüp (= yakınlaşma =cima')

2- Halvet-i sahîha

3- Karı - kocadan blrîsinîn ölmesi ile, meydana gelir.

Şayet, bu üç sebebin dışında, karı - koca arasında bir ayrılık mey­dana gelirse; fazlalık, geçersiz oiur. Bu durumda, asıl mefıir ikiye bö-'Onür ve yarısı kadına verilir. (Fazlalık ise geçersizdir.) Muzmarat'ta dfc böyledir.

Şsyhu'l - İmâm Ebû'l - Leys'in Fetvâlan'nda : «Bir kimsenin karısı, mefirini, kendisine hfbe ettikten sonra, —şahitler huzurunda — "** mehrin miktarım fazlalaştırması, sahih olur.

Şeyhu'I - İslâm Hâherzâde'ye göre : Ayrıldıktan sonra, mehri ar­amak bâtıldır; (= geçersizdir.)

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) dan Beşfr'in rivayetine göre: Bir kimse, Kâısmı, cimâ'dan önce veya sonra; üç talâk ile boşarsa; bundan son-ra- mehrini fazfalaştırması sahih olmaz.

Keza, taiâk-ı rlc'î sona erdikten sonra da, mehri fazialaştırmak sahih olmaz.

Küdürî'de : «Kadının ölümünden sonra, mehrinin artırılma­sı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caizdir; İmâmeyn'e göre ise, caiz değildir.» denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, talâk-ı ric'î ile boşamış bulunduğu karısına, — mik­tar belirtmeden — : «Senin me'hrini    fazi al aştırdı m.- dese, bu sahih olmaz; çünkü, burada, miktar meçhuldür. Fakat, bu kimse, karısına; «Bin dirhem me'hirle, sana rücû' ettim [= döndüm)» dese ve bunu kadın da kaıbul etse; bu caiz olur; kadın kabul etmezse, caiz olmaz. Çünkü, mehirdeki fazlalığın sah'ih olması, kadının, kabul etmesi şar­tına bağlıdır. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kadın, mehrini kocasına hibe etmiş olsa da bu duruma da koca şahitlik etse; âlimlerin bu hususta muhtelif kavilleri vardır; bu kaviller içinde Ebû'I - Leys'in seçtiği kavil: «Bu durumda, koca­nın şahitliğinin, —kadın, kabul ettiği zaman— caiz oiduğu»dur. Hu-lâsa'da da böyledir.

Eşbeh (=en uygun) olan ise, bunun caiz olmamasıdır. Bir şey, fazlalaştırma kasdı olmadan, fazlalaştırılmaz. Kerderî'nin Vecîzİ'-nde de böyledir.

Bir kadını, bin dirhem mehirle nikahlayıp, sonradan bu nikâ­hı, iki bin dirheme yenileyen kimsenin durumu hakkında ihtilâf edil­miştir: Şeyhu'I - İmâm Hâherzâde, Kitâbü'n - Nikâh'ında : «İmâm Ebû Hanîfe CR-A.) ve İmâm Muhammed [R.A.)'in kavillerine göre, bu kadı­na, metıir olarak, ikinci bin dirhemin verilmesi gerekmez; bu kadının mehri, bin dirhemdir. İmâm Ebü Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu kadına, —'Sonradan artırılan bu— ikinci bin dirhemin de, verilmesi gerekir.» Bazı âlimlerimiz, birinci kavli, bazıları ise, İkinci kavli benimsemiş­lerdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Kâdî el-İmâm'ın Fetvâsı'nda : «İkinci akidden dolayı, kadı­na — ilâveten— bir şey verilmesi gerekmez. Ancak, mehri artırmak maksadı ile ikinci akid yapılmışsa; bu durumda, kadına, bu ikinci me-hir —yani iki bin dirhem— verilir.» denilmiştir. Huİâsa'da da böyle­dir.

«Kadın, mehrini, kocasınd bağışladıktan sonra, kocası, bu kadının mehrini yenilemiş o!sa; bu ikinci mehrln, ödenmesi gerekme­yeceğinde ittifak vardır.» denilmiştir.

Bazıları ise: «Bu mes'ele üzerinde fhtiiâf vardır.» demişlerdir. MlVâcü'd - Dirâye'de de böyledir.

Nikâh, ihtiyaten yenilense; bu durumda metırin artırılması lazım gelmez. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

O İbrahim, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle dediğini naklet-miştfr: Bir kimse, belli bir mefoirle, cariyesini bir kimseye nikahla­dıktan sonra, bu cariyeyi azâd etse; bundan sonra da, cariyenin ko­cası, onun mehrini belli bir miktarda artırsa; mehre ilâve edilen bu miktar, cariyenin efendisine ait olur.

Ibn-i Semâ Vn in. İmâm Ebü Yûsuf (RA.)'dan naklettiğine göre İse, artırılan bu miktar, kadına aittir. Koca, bu fazlalığı, kadının efen­disine vermesi hususunda zorlanamaz.

Efendi, 'bu cariyeyi satarsa; mehre ilâve edilen bu fazla'lrk, müş­teriye âit olur. Bu durumda da, kadının kocası, bu fazlalığı; efendisine vermeye zorlanamaz.

İmâm Muhammed (R.A.), Cam i'ete şöyle demiştir: «Hür bir kimse, bir cariyeyi, efendisinin izni olmaksızın, yüz dirhem mehirle nikâhlasa; sonra da cariyenin efendisine «Nikâh için izin ver.» dedi­ğinde, efendi: «Mehri elli dirhem artırman şartı ile, izin verdim.» de­miş oisa; koca da bu duruma razı olursa; bu nikâh safıi'n, fazlalık da, sabit o!ur. Koca, buna razı olmazsa, iz*fn sabit olmaz.

Keza, bu şekilde nikahlanmış bulunan bir câriye azâd edilmiş ol­sa; muhayyerdir: Bu cariyenin kocası: «Beni istersen, senin mehri­ni elli dirhem artırdım.» derde, câriye, bunu isterse; bu ihtiyar sahih; artırılan miktar ise, sabit olur. Bu fazlalık, cariyenin efendisine aittir. Bu cariyenin kocası: «Senin için, beni ihtiyar etmene karşılık ola­rak, yanımda1 eiii dirhem var.» dese; câriye de böyle yapsa; bu durum­da, cariyeye bir şey verilmez; reyi de geçersiz olur.

Müntekâ'nin Nikâh Bölümünde : Bir kimse, bir kadınla, nikâhlı olduğunu iddia, kadınsa, bunu inkâr etse; sonradan da, bu karı - koca, bin dirhem şartı ile sulh olsalar; bu durumda, kadın; kocasının iddiası özerine, nikâha izin verse: bu nikâh caiz olur.

KezS, bu durumda koca, karısına ; «Nikâh akdi esnasında kararlaş­tırılan mehri, yüz dirhem artırıyorum.» dese; kadın da bunu kabû! etse; bundan sonra, koca, esas nikâhın aktine, bir beyyine bulsa; bu durumda, bu yüz dirhem (i vermek) ten geri dönemez. Çünkü, bu faz­lalık, mehirdeki fazlalık menzilindedir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadının, mehrinin noksaniaştrrıhp, aşağı düşürülmesi de caizdir. Hidâye'de de böyledir,

Bir kadının, mehrinden  düşürülmesinin    sahih oiması  İçin, onun, buna rızasının bulunması gerekir. Şayet kocası,    zorlama so­nunda, mehri düşürürse, bu sahih olmaz.

Kocanın, maraz-ı mevtinde, (= ölüm hastalığında) yaptığı düşür­me de sahih değildir. Bahru'r - Bâık'ta da böyledir.

Bir kimse, bir köleyi veya cariyeyi yahut belli bir şeyi me-hîr göstererek, bir kadını nikahladıktan sonra kadın    mehrini alma­dan mehri artırsa; bilâhare, cima' etmeden bu kadını boşamiş olsa; mehirdeki fazlalaştırma, mehirden türeme veya ona bitişik; yahut da, ondan türemiş olmasına rağmen, mahirden ayrı ise; bu durumda, bil ittifak mehrin aslı da, fazlalaştırılan kısım da, ikiye bölünür ve yarış» kadına verilir.

Mehrin, aslından türeme ve ona 'bitişik olma hallerine, şu misal­ler verilebilir: Büyüme, etlenme, güzelleşme, güzlerin birinde önce­den bulunan boz'un kaybolması, dilsiz (= ahrasl iken konuşur olma; sağır iken duyar olma: hurma ağacının mahsul vermesi veya bir tar-İanın ekilmesi,

Mehrin aslından türemiş olmasına rağmen, ondan ayrt olan şey­ler İse : Doğan çocuk; yaralama diyeti; koyundan ksrpılmiş olan yün; keçiden kırpılmış olan ki!; toplanılmış hurma veya hasat edilmiş her hangi bir mahsul gibi şeylerdir. Tahâvî Şerhî'nde de böyledir.

Bu kadın, asıl ile birlikte, türemiş olan fazla mehri de aldık­tan sonra; cimâ'dan önce boşanırsa; mehrin aslı da, ziyâdesi de, ikiye 'bölünür; yarısı kadının olur; diğer yarısı ise ger! alınır Mebsöt'ta da böyledir

Eğer kadının teslim aldığı me'hir ve fazlalık boyanmış elbise veya ilâve yapılmış ev gibi ası[ mehirden türemiş olduğu halde, ondan ayrılmış bir şey değilse; bu şey, ilciye bölünmez. Bu şeyin, ka­dının teslim aldığı gündeki kıymeti ikiye 'bölünür.

Bu şey, eğer, me'hnn aslından türemiş olmayıp ondan ayrı bulu­nan; bağış, kazanç veya ganimet gi;bi bir şey ise; bu durumda, asıl melhir ikiye bölünür; fazlalığın ise, tamam* 'kadının olur. Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. İmâmeyn'e göre ise, bu durum­da, ıhem mehrin aslı, hem de fazlalık ikiye bölünür. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Koca, meftir olarak verdiği şeyi, kiraya vermisse, aldığı kira bedeli, kendisine ait olur ve bunu tasadduk eder. Serahsî'nîn Muhıyt'-inde de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.AJ'un ka­villerine göre, mehirdeki fazlalık, kadının teslim almasından sonra asıl mehirden türemiş ve onunla birlikte ise, bu durumda .meihîr ve fazla­lığı ikiye bölünmez. Kocanın, o mefırl verdiği zamandaki kıymetinin yarısı, kadına verilir. İmâm Muhemmed (R.A.)'e göre, bunların ta­mamının İkiye bölünmesi men «dilmez. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Mehirdeki fazlalık, asıl mahirden türemiş olmaz, fakat onun­la bitişik bulunursa; 'bu ikiye bölünmez. Kadına, asıl mehrin kıymeti­nin yarısı verilir. Bedâi'de de böyledir.

Mehirdeki fazlalık, me'hnn aslından türemiş olduğu halde, ondan ayrı ise —bitişik değilse—-bil-tema' ikiye bölünmez.

Bu fazlalık, asıl mehirden türememiş olur ve ondan ayrı bulunur­sa; bu fazlalık, kadına ait olur. Asıl mehir ise, karı - kocanın arala--nnda taksim edilir.

Yukarıda geçen hükümlerin tamamı, fazlalık söylendikten sonra, fakat cimâ'dan önce, kadının boşanması halindedir.

Fakat, kadın boşandıktan sonra, möhirde faızlalık yapılır ve bu da; kocanın, mehrin yarısını ödemesine büküm verildikten sonra veya bu hükümden ve kadının metırini teslim almasından önce olursa; meh­rin hem aslı, hem de fazlalaştırılan kısmı ikiye bölünür.

Mehrin, yarısının ödenmesine hüküm olsun veya olmasın, meh­rin fazlalaştırılması, kadının mehrini almasından sonra olursa; durum yine böyledir.

Ancak, «mehrin yarısı kocaya aittir.» hükmü verilmeden önce ve mehir kadının elinde bulunurken bu fazlalaştırırla vâki olursa; bu du­rumda, kadının elinde bulunan şey; «nikâhın fâsid olduğuna» hüküm veriimiş olduğu zaman: kadının elinde bulunan şey gibidir. Tahâvî Şer­hi'nde de böyledir,

Eğer, bir kadının mejıri f^zlalaştınldıktan sonra, bu kadın dinden çıkar-veya kocası cima' etmeden önce, onun oğlunu öperse ve bu durumdr. da mehir, kadının elinde bulunmakta ise; mehir kadına bırakılır. Bu kadın, bu mehrin aslının —kocasından aldığı gündeki — kıymetini, kocasına iade eder. BedâPde de böyledir.

Mehir kocanın elinde noksanlaşır ve koca, cima' etmeden önce, karısını boşarsa; bu durumda bir kaç şekil vardır:

1- Mahirdeki  noksanlık, semavî bîr âfet sebebiyle meydana geiebiür. Bu durumda ;

a) Mehirdeki rroksanlaşma —miktarı— az ise; bu halde, ka­dına — fazladan — bir şey verilmez,

b) Mehirdeki noksanlaşma —miktarı— fazla ise, bu durumda kadın, muhayyerdir: İsterse, —nikâh akdi esnasındaki kıymetinin ya­rısını, kendisine vermek üzere— mehrini kocasına bırakır ve kocası bunu, bu kadına öder; isterse, kıymeti noksanlaşan (köle, hizmetçi vs. gibi) mehrinin bedelinin yarısını alır ve noksanlaşan kısmını kocasına ödetmez.

2 - Möhirdeki noksanlaşma, kocanın, bir fiilinden dolayı olabi­lir. Bu durumda da :

a) Noksanlık az olursa, kadın, me'hrinin yarısını alır. Meselâ: Mehir olarak,  kadına,  bir köle verilmiş ve onun kıymeti, —az bir miktarda— noksanlaşmış olsa, bu durumda, koca, karısına, bu meh­rinin değerinin yarısını öder

b) Noksanlaşan miktar çok olursa, bu durumda kadın, mehrinin. nikâh akdi esnasındaki değerinin yarısını alır. Meselâ : Kadın, mehrİ olan kölenin, —nikâh akdi esnasındaki— kıymetinin    yarısını alıp, köleyi kocasına bırakır; veya, kölenin yarısını alır ve bu durumda de­ğerde meydana gelen noksanlığın yarısını da kocası bu kadına tazmin edip, öder.

3 - Mehirdeki noksanlaşma ,kadının bir fiilinden dolay», mey­dana gelmiş olabilir.

8u durumda, noksanlık az olsa da, çok olsa da, kadın muhayyer değildir. Ancak, mehrinin yansını alır. Meselâ : Mehir, bir köle olsa ve kadının bir fiili sebebi ile, kıymeti noksaniaşmiş bulunsa: bu du­rumda, kölenin mevcud haldeki değerinin yarısını alır.

4- Bir ahbabın, yaptığı bir işten doiayı mehrîn kıymeti  nok-ssnlaşirsa; zâhirü'r-rivâyeye göre, bu durumdaki hüküm, mehrin kıy­metinin semavî bir âfet se'be'bi ile noksanlaştığı, zamandaki hüküm gi­bidir.

5- Mehrin kıymeti, yabancı bir kimsenin    fiilinden dolayı da noksanlaşa'bilir. Bu durumda da :

a) Noksanlık az olabilir. Böyle oiunca, kadın mehrinin (meselâ : Mehir olarak verilen kölenin) yarısını alir. Yansından noksanlaşmış bulunan  kısmının değerini de, o yabancı tarafından, kadına tazmin edilir. Yapılacak başka bir şey yoktur.

b) Noksanlık fazla olabilir. Bu durumda kadın, muhayyerdir: Di­lerse, kölenin yarısını alır ve bu yarının noksanlaşmış 'bulunan de­ğerini, yabancıya ödetir; dilerse, bu köleyi kocasına bırakıp, onun, — nikâh akdedildiği sıradaki değerinin, yarısını alır. Koca ise, köle' ran kıymetinde meydana gelmiş olan noksanlığı, o yabancıya ödetir.

Bu hüküm, noksanlığın kocanın yanında meydana gelmesi halin­dedir.

Eğer noksanlık, mehir kadının yanında iken meydana gelir ve bun­dan sonra da, cimâ'dan önce, kocası kadını boşarsa; bu durumda, bir kaç şekilde olabilir:

Eğer noksanlık, semavî bir âfet sebebi ile meydana "gelmiş ve bu noksanlık —miktarca— az ise; koca, bu özürlü (noksan) mehrin ya­rısını alır; başka bir şey alamaz.

Eğar, mehirdeki —bu durumda meydana gelen-— noksanlık, faz­la ise, koca muhayyerdir: İsterse, o noksanlaşmış mehrin yarısını alıp, —noksanlaşmasından dolayı—, başka bir şey istemez; dilerse, bu mehri, olduğu gibi kadına bırakır ve kadının, onu teslim aldığı gün­deki kıymetinin, yarısını Ödetir.

Bu noksanlık, talâktan sonra fakat rnehir kadının elinde iken mey­dana gelmiş olursa, bütün âlimlere göre, koca, o noksanlaşan mehrin yansı ile bundan eksilmiş buiunan miktarın —kıymetinin— yarısını aiır. Kudurt, bu hususu,, kendi Şerhinde böylece zikretmiştir. Sahih olan da budur.

Mahirdeki —kıymet bakımından— rtoksanlaşmanın, talâk­tan önce veya sonra, kadının fiili veya semavî bir âfetle meydana gel­miş olması, müsâvîdir. Noksanlığın mehrin kendi fiili ile meydana gel­miş olması halinde de durum aynıdır.

Eğer, mehirdeki noksanlık, boşanmadan önce, bir yabancının fiili İle meydana gelmiş olursa; kocanın, mehrin kendisinin yarısını, alma hakkı ortadan kalkar. Bu durumda, metırin, teslim ettiği günkü değe­rinin yansı kocaya ait olur. Çünkü, o yabancı, diyet ödeyince, o faz­lalık da, — bu diyetle — ayrılmış olur.

Ancak, bu diyet, talâktan önce, kadının elinde bulunura; mâni­nin ortadan kalkması için mehir ikiye bölüşülür.

Hâkim eş - Şehîd'in zikrettiğine göre, mehirdeki noksanlaşmen.n, talâktan önce veya sonra meydana gelmiş olması da müsâvîdir.

Kudurt, Şerhi'rrde :  »Koca, mehrin aslının yarısını alır.» demiştir.

Su durumda, koca muhayyerdir: Mehrin diyetinin yarısını, diler­se, onu noksanlaştıran yabancıdan; dilerse, kadından alır.

Noksanlık, talâk'tan önce, kocanın fiili ile meydana gelirse; bu durumda da kadın, — yukarıdaki 'gi'bi — muhayyerdir.

Mehir, kocanın elinde iken, helak otur ve sonra da, karısını, ci­ma' etmeden önce boşarsa bu durumda .kadına; mehrîn, nikâh ak­dedildiği gündeki kıymetinin, yarısı verilir.

Eğer, mehir, kadının yanında iken zayi olur ve kocası da onu, cima' etmeden önce boşarsa; koca, o mehrin, nikâh aktedildiği gün* deki kıymetinin yarısını alır. Muhıyt'te de böyledir.

Kadın, mehre bakma hususunda muhayyer değildir.

Kadın, az bir kusurdan dolayı, mehri reddedemez. Ancak, kusur fazla olursa; kadın, mehri reddedebilir.

Fakat, mehir; ölçülebilen veya tartılabilen bir şeyden olursa; bu durumda, az bir kusurundan dolayı da kadın, mehri reddedebilir. 2a-hîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, bir câriye karşılığında, bir kadını nikâhlar ve câ­riye de, bu kadının yanında iken ölürse; sonra da, kadın, cariyenin kör olduğunu anlarsa; bu kadın, kocasına    müracaat edip cariyenin

— körlükten dolayı — noksan  olan değerini alır. Câriye, belirli bir câriye değilse; kadın,  kocasına onun, körlükten dolayı  noksanlaşan kıymetini ödettirir. Bu durumda, koca; orta halli bir cariyenin kıy­metinin yarısını,   karısına   verir.   Şayet,   bu kör cariyenin kıymeti,

— orta halli— bir cariyenin kıymetinden fazla ise, bu durumda karı -kocadan hiç biri, diğerine müracaat edip, bir şey alamaz. Serahsî'-nin Muhıyt'inde de böyledir. [58]

 

8- Mehrin Duyurulması
 

Karı - koca, gizlice bir mehlr ürerinde anlaşıp; şahitler hu­zurunda, — gösteriş için veya bir başka maksatla— bu möhirden daha fazla, bif mehir zikredebilirler.

Bunun ise, İki şekilde meydana gelmesi tasavvur edilebilir : 1 — Karı - koca, gizlice, bir mehir    tesmiye edip,    sonradan,

— şahitler huzurunda— bu mehirden daha fazla bir mehir tesmiye

ederek, nikâh akdedebilirler.

Bu durumda, her iki mehir de, aynı cinsten olur ve karı - koca, bu muvazaada ittifak ederlerse yahut bu muvazaanın vâki olduğu bir delil İle sabit olursa; mehr-i müsemmâ, gizlice kararlaştırdıkları me-hirdir.

Mehirlerîn cinsleri aynı olmaz ve muvazaanın vukuunda da ittifak edemezlerse; meselâ: Koca, mehrîn bin dirhem olduğunu id­dia eder de, karısı bunu inkâr ederse; bu durumda, şahitlerin huzu­runda tesmiye edilen mehir, geçerli olur.

Eğer, karı - koca, gizlice mehrin şu kadar dinar olması hususun­da anlaşırlar ve şahitler huzurunda «mehir yok» derlerse; bu durum­da da, mehir, gizlice tesmiye ettikleri mehirdir. Ancak, şahitler hu­zurunda, mehir olarak, fardlnârlardan bahsetmezler veya bu hususta susarlarsa; bu hallerin her ikisinde de, mehir, mehr-i misil olur.

2- Karı - koca, aralarında gizlice bir mehir tesmiye ederek şahitler huzurunda, mehir olarak, daha fazla bir miktar zikredebilir­ler.

Bu durumda, eğer gizlice yaptıkları muvazaada ittifak ederlerse veya koca; vâki fazlalığın, bir gösteriş olduğuna şahitler geti­rirse, mehir, gizlice kararlaştırdıkları mehirdir.

Fakst, koca, şa'hit getiremediği takdirde, — Tahâvî'nin Muhtasar Şerhi'nde zikrettiği gibi — İmâm Ebü Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muham-

med (R.A.)'e göre, mehir, şahitler huzurunda, inkâr edilmiş olan me­hirdir. Şu var ki; her iki mehir de, aynı cinsten İse, sadece, önceki mehirden fazla olan miktar, o mehrin üzerine ilâve edilir; şayet, cinsleri ayrı ise, bu durumda, şahitler huzurunda ikrar edilen meh­rin tamamı, önceki mehre ilâve edilir.

Şeyhu'l- İslâm'ın zikrettiğine göre, eğer, kan - koca, gizlice, bin dirhem mehirle nikâh aktede'rler; açıktsn ise, buna muhalif bir şey söylerlerse; sonra da aralarındaki bu ihtilâftan dolayı koca, karısına : «Senin şahitler huzurunda söylediğin hezeyandır.» dediği hald-e, ka­dın : «Hayır. Ben doğru söylüyorum.» derse; bu durumda kadının sö­züne itibar edilir. Ve mehir, şahitler huzurunda, nikâh akdedilirken söylenmiş bulunulan mehirdir. Kocanın sözüne ise, iddia ettiği şeyi, Isbat etmedikçe itibar -edilemez. Zehıyre'de de böyledir. [59]

 

9- Mehrin Helak Olmasi
 

Bir kimse, bir şey karşılığında, bir kadını nikahlamış olsa da bu şey, kadına teslim edilmeden helak olsa veya o şeyin kendisine ait olduğunu beyan eden bir şahıs çıksa; bu durumda, şayet o şey. benzeri olan bir -şeyse; kadın, kocasına müracaat ederek, o şeyin 'benzerini alır. Fakat, o şeyin, benzeri yoksa; !bu durumda ise, o şeyin kıymetini alır. Muhıyt'ta da böyledir.

Keza, kadın, mehrini kocası namına hibe ederse; sonrada, o mehrinin  kıymetini   istemek için,  kocasına  müracaat etme hakkına sahiptir. ZahFriyye'de de böyledir.

Bir ev mahir olarak tayin edilmiş bulunur; ancak, bu evin yarısı, başka bir şahsa ait olursa; bu durumda kadın dilerse, bu evin yarısı İle birlikte, —diğer— yarısının kıymetini; dilerse, evin ta­mamının kıymetini alır

Şayet koca, 'bu kadını cima' etmeden boşarsa; ona mehir olarak, bu evin —kalan — yarısı verilir. Serahsî'nin Muhıyt'İnde de böyledir.

Bir kimse, onun babasını azâd etmek karşılığında, bir kadı­nı nikahlamış olsa; kadının babası ise, başka bir şahsın mülkiyetinde bulunsa; ancak koca, bu babanın kıymetini, mehir olarak ödemesine hüküm verilmeden önce, ona sahip olsa; bu durumda kadının mehrii babasının azâd edilmesidir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, kendisine veya başka birisine ait bîr köle karşı­lığında, bîr kadını nikahlamış olsa; sonradan, 'başkasına ait olan köle de, kendisinin müîküyetine geçse; bu durumda, kadına, —mehir ola­rak— bu kölelerin kıymeti verilir. Kölenin kıymetinin, —mehîr. ola­rak^ o kadına verilmesine, hüküm verilmeden önce; köle, kocanın müîküyetine girerse, kocanın, bizzat köleyi, kadına vermesi gerekir. Itâblyye'de de böyledir. [60]

 

10- Mehrin Hibe Edilmesi
 

Kadın, meh'rlni, kocasına hi'be edebilir. Kocasının bu kadına, cima' edip etmemesi de bağışa mani değildir.

Bu hibeye, kadının velisi, — ister babası ister başka kimse ol-— itiraz edemez. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

aun

Bütün âlimlerimize göre; hiç bir baba, kızının mehrini bağış­layamaz. Bedâi'd-e de böyledir.

Bir efendi, cariyesinin mehrini, onun kocasına bağışlayabilir. Keza, bir efendi, müde'b'biresinin ve ümm-ü veledinin mehirlerini

de, kocalarına hibe edebilir.

Mükâtebe'nin mehri, kendisine ait olduğundan, efendisi bunu ba­ğışlayamaz. Koca, onun mehrini, efendisine verirse; borcundan kur­tulmuş olmaz. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Ölmüş bir kadının mehrinm, onun adına bağışlanması  caiz olur. Ancak, kadın; boşanma zamanı, möhrini bağışladıktan sonra öl­se; bu bağış sahih olmaz. Sirâcîyye'de de böyledir.

Bir kadının, mehrini, kocasının varislerine bağışlaması caiz­dir.

Şayet, kadın; mehrini,-şartlı olarak bağışlasa; bu şart yerine ge­lince, bağış caiz olur; şart bulunmazsa; mehir, kadına geri veriler. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, bin dirhem mehirle, bir kadını nikâhlasa; kadın da, bu mehrini aldıktan sonra, kocasına hi'be etse; müteakiben kocası, cima' etmeden, bu kadını boşasa; kadın, kocasından, beş yüz dirhem geri alır.

Me'hir ölçülebilen veya tartıla'bilen,    muayyen olmayan    bir şey olursa yahut kadın bin dirhem mehri, teslim almadan önce, ko­casına bağışlar; kacası da onu, cimâ'dan önce boşarsa; bu iki durum­da da, kadın kocasına müracaat edip, bir şey isteyemez.

Bu kadın, şayet, bin dirhem olan meftrinin, beş yüz dirhemini al­dıktan sonra; —aldığı İle birlikte— bin dirhemi veya kalan beşyüz dirhemi bağışlar; kocası ise, bu kadını, cima' etmeden önce boşarsa; bu durumda kadın, kooasına müracaat edip, bir şey isteyemez. Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe (R-A.)'nin kavlidir. Yine İmâm Ebu Hanîfe (R.A.)'ye göre, eğer kadın, mehrinin yarısından azmi, bağışlar, geri kalanını ise alırsa, —bu şekildeki, talâk hâlinde— koca, mehrin ta­mamının yarısını — geri — alır. Hîdâye'de de böyledir.

Müntekâ'da, İbrahim'in, İmâm  Muhammed (R.A.)'den    nak­lettiğine göre: Bir koca, mehir olan, bin dirhemin tamamını karısına teslim ettikten sonra, onu, cima' etmeden boşamış olsa; kıyâsta, bu — bin dirhemin yansı olan— beş yüz dirhemi, karısından geri alır; Istihsânda ise, ondan hiç bir şey alamaz. Muhıyt'te de böyledir.

fi'ir kimse; bir kadını, 'belli bir me'hir karşılığında nikahlayıp, kadın, 'bu me'hrin yarısını veya tamamını; teslim aldıktan sonra veya almadan önce bağışlasa; kocası da cima' etmeden o kadını boşasa; bu durumda, kocası, bu kadına müracaat edip, bir şey alamaz.

Me'hir olarak zikredilen şey, bir hayvan veya bir yer olduğu za­man da, hüküm aynıdır. Kâfi'de de böyledir.

Kadının, bu möhrini alıp almaması da, müsavidir. Kifâye'de de böyledir.

Bir kadın .mehrrni bir yabancıya bağışlayıp, onu, kocasından almak üzere o yabancıyı görevlendirs-e, bu şahıs, mehri aldıktan son­ra fakat koca, cima' etmeden Önce, 'bu karısını boşarsa; mehrin ya­nsını geri aiır.

Mehrini alan kadın, onu bir yabancıya, o yabancı da kadının koca­sına bağışlamış olsa; müteakiben de, koca, bu karısını, cima etme­den 'boşasa; bu mehrin yansını, kadından —geri— alır. Muhıyt'te de böyledir.

Mehrin rcasıl 'bağışlandığı hususunda karı - koca arasında ih; tilâf çıksa; kadın, kocasına : «Ben, mehrimi, sana, beni boşamaman -şartı İle, hibe ettim.»; kocası ise: «Hayır, şartsız bağışladın.» dese, bu durumda, kadının sözüne itibar edilir. Gunye'de de böyledir. [61]

 

11- Mehirden Dolayı, Kadının Nefsini Kocasına Yasaklaması Ve Mehrin Geriye Bırakılması
 

İmâm Ebü Hanîfe (RA)'ye göre, kadına cima' edildiği za­man veya haivet-i sa'hiha meydana gelen her yerde yahut teekküd eden her mehirde, kadının, peşin olan mehrini almaya 'hakkı vardır. İmâmeyn ise, buna muhaliftir.

Keza, İmâm Ebû Hanîfe ER.A.)'ye göre, kocası, bu kadını, sefer çıkmaktan, nafile hacca gitmekten men edemez. Kadın, nefsini tes­lim etmeden önce, bi! - ıittifak, sefere çıkabilir.

Bir kimsenin, küçük veya deli olan karısının yahut da zorla cima' ettiği karısının babası, mehr-i müecceli verilene kadar; kızını hap­sedip, kocasının yanına yollamays^bilir. Itâbiyye'de de böyledir.

Bir kocö, karısının rızası ile ,ona cima' eder yahut halvet-i sahihada bulunursa, kadın, mehrinin tamamı verilene kadar, kocası ile yolculuk yapmaktan, nefsini men edebilir.

İmâm Ebû Hânîfe (R.A.}'ye göre mehr-i muaccel, bizim diyarı­mızın örfüdür. İtnâmeyn'e göre ise, böyle değildir.

Kadın, me'hrin! sattıktan veya karşılıklı olarak bağışladıktan sonra; kocası onu boşasa; kocası, o mehrin, ya mislimin veya kıyme­tinin yansını, geri— alır.

Kadın, mehrini, teslim almadan, satmış olursa; koca, kadının sat­tığı günd-eki kıymetinin yarısını —geri — alır.

Şayet kadın, mehrini teslim.aldıktan sonra, satarsa; kocası, onun, karısına verdiği, günkü kıymetinin yarısını —geri— alır. Bedâi'de de böyledir.

Bir kimse, boşadığı karısına : «Bende olan möhrini, bana hi­be etmezsen, seni tekrar nikahlamam.» dese; kadın da, onunla nikah­lanmak şartı ile, mehrini, kocasına bağışlasa fakat; koca onu nikâh-İamaktsn vaz geçse; bu mehir, —yine— kocasında kalır. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, karısına : «Sen beni, mehrinden İbra et ki, ben de sana, hibede bulunsyım.» dese; ka'dm : «ibra ettim.» dediği halde, kocası; her hangi bir bağışta bulunmasa; bu durumda mehir, hâli üze­re kalır. Hâvî'ds de böyledir.

Bir kadın, —r>e söylediğine aklı yettiği halde—, mehrini kocasına, bağışîadfğmı ikrar etse : «O kadının boyuna bakılır; eğer boyu, aklı yetenlerin boyu kadar varsa; bu kadının ikrarına inanılır ve bu ikrarı sahih olur. Hatta, bu ikrarından sonra, «benim aklım yetmi­yordu.» dese bile, bu sözüne inanılmaz; kabul edilmez.» denilmiştir.

Şayet, boyu, akiı yetenlerin boyu kadar yoksa; bu kadının ikrarı sahih olmaz. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): «Hâkimin, 'bu durumda, ihtiyat­lı davranıp; kadından yaşını sorması ve ona : «'böyle yapmayı, nasıl bildin?» demesi, uygun olur. Nitekim, 'bulûğa erdiğini iddia eden deli­kanlıya da, böyle davramlır.» demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyle­dir.

Fakıyh ve zâhid İmâm Ebû'l - Kasım es - Seffâr, sefer konusun­da, imâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin; nefsini men etme hususunda ise, Imâmeyn'in kavillerine göre fetva verirdi. Âlimlerimiz de, bu tercihi güzel görmüşlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir koca, karısının mehrini verdiği zaman, onu istediği yere götürebilir. Fetva da bunun üzerinedir. Bu koca, karısını, köyden şe-'hire veya köyden köye, nakledebilir. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse, bulûğa erişmiş, bakire kızını, bir şahsa nlkâhlasa ve bu kızın mehri verilmemiş ofsa; bu durumda baba, başka bir yere gitmek istediği zaman, bu kızını, —; kocasının gönlü olmasa bile:— beraberinde götürebilir.

Koca, karısının me'hrini vermiş olursa; —kocanın rızası olma­dan— babası, onu bir  yere götüremez. Muhıyt'te  de böyledir.

Bir koca,  karısının mehrini verse de, —sadece— bir dir­hemi noksan kalsa; bu durumda .kadının, nefsini kocasına teslim et­meme hakkı vardır. Bu durumda, koca, verdiğini de geri alamaz. Sl-râcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Küçük bir kız, mehrini almadan önce, kocasının yanına git­se; bu kızı, nikâhtan önce yanında tutmakta olan, kimse, mehr-i ve­rilmediği müddetçe, onu, kocasından geri alabilir. Bu şekilde, mehrini alma hakkına sahip olan kimse, bu mehri alabilir. Fetâvâyi Kâdîhân'-da da böyledir.

Bir kimsenin, kardeşinin küçük kızını (= bir amca, bulûğa ermemiş kız yeğenini), belli bir mehirle —nikahlayıp— o mehri al­madan, bu kızı kocasına vermesi fâsiddir. Bu durumda, bu kız, kendi evine döndürülür. Tecrtîs ve Mezîd'de de böyledir.

Bir baba, kızının mehrini alırken; onun da, hazır bulunması şart değildir.

Koca, babasından, kadının kendisine tesiim edilmesini İster, ka­dın da, babasının yanında bulunursa, onu kocasına teslim eder.

Eğer kadın, babasının yanında değilse veya babanın, kadını tes­iim etmeye gücü yetmezse, bu durumda, mehrinf almaya da hakkı olmaz.

Şayet, kadın, babasının evinde bulunur ve kocası da,, babasını, kadını teslim etmemekle suçlarsa; bu durumda hakim, babadan, o kadını mehir mukabilinde, bir kefile vermesini ister; bu kefile ise, — alırken— kocasının, bu mehrj teslim etmesi —gerektiğini— em­reder.

Mehir hakkındaki anlaşmazlık, Kûfe'de olsa; kız ise, Basra'da bu­lunsa; bu durumda, babanın, kızını, Kûfe'ye nakletme mükellefiyeti vardır. Ancak, kocaya, kadının mehrîni, babasına vermesi ve onunla Basra'ya gidip, karısını alması gerekir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de de böyledir.

Miktarı belli olan mehr-i muaccel, peşinen ödenir. Eğer, mik­tar belli değilse; kadına ve tesmiye edilen möhre bakılır: O kadının benzerinin —bu kadının nikâhının akdedildiği sıradaki— peşin mehri ne ise, bu kadının mehri de odur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir koca, mehrine karşılık olan bîr eşyayı karısına satmış olsa; kadın, —mehrini— teslim almadıkça, nefsini, kocasından men edebilir.

İmâm Ebû Yûsuf ÎR.A.): «Mehrini, kalp para veya geçmeyen dirhemlerle teslim alan bir kadın; o paralar,  kocası tarafından de­ğiştirilene kadar, nefsini ondan men edebilir.» demiştir.

Şayet, bu kadın, kendi rızası ile, kocası ona cima' ettikten son­ra, bu paraların kalp olduğunu anlasa veya mehirle, bir şey satın al­dıktan sonra, ona, 'başka bir şahıs sahip çıksa; Ibu durumda kadın, nef­sini kocasından men edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da zikredildiğine göre : Bir koca, mehrini, —muay­yen bir zaman sonra vermek üzere — karısına borçlansa; mezkûr za­man gelip, bu 'borç ödenene kadar, bu kadın nefsini, kocasından men edebilir. Zehıyre'de de böyledir.

Eğep mehlr, belirli bir zaman için te'hlr edilmiş olan, mehr-1 müeccel İse; fou zaman da gelmiş olsa; bu durumda kadın, mehîr öden­memiş olsa 'bile, n-efsini kocasından men edemez. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (fi .A J'in kavi i I eri de budur. B eda i'de böyledir.

Bir kimse, bir seneye kadar Ödemek üzere, bin dirhem me-hirle, bir kadını nikâhiasa ve sene tamamlanmadan ve mehrf verme­den Önce, kadına cima' etmek istese; eğer, akidde, cimâ'ı şart koş-muşsa, bunu isteme hakkına sahiptir. Bu durumda, —hilâfsız ola­rak— kadın, kocasını men edemez. Cevâhİru'l - Ahlâtî'de de böyle­dir.

İmâm Muhammed (R-A.)'e göre, koca böyle bir şart koş­mamış olsa bile, yine de, bu kadın, —satışta olduğu gibi— koca­sından men edemez. Üstâd Zâhîriiri - dîn, 'bu kaville fetva vermiştir.

İmâm Efaû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu durumda, kadın, nefsini men edebilir. Ssdru'ş - Şehîd de, bu kaville fetva vermiştir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir koca, karısına, mehr-i muacceli Ödemeden önce, duhûlü şart koşsa; bu şart sahih olur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, koca, muaccel olan mehri, muac­cel mehir haline çevirirse; kadın, nefsini kocasından men edebilir. Itâbiyye'de de böyledir.

Mehrin bir kısmı muaccel, bir kısmı da müeccel olursa; ka­dın, muaccel elan kısmı — peşin — alır.

Nikâh akdedildikten sonra, Mebrin muaccel olan kısmı, belli bir müddet tefıir edilirse; bu durumda kadın, kocasını nefsinden men ede­mez.

Ancak, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, kadın, te'cil edi­len mehrini alana kadar, nefsini kocasından men edebilir. Kâdîhân'in Câmı'u's - Ssğtr Şerhi'nde da böyledir.

Bir kica, karısına : «Mehrînin yarısı muaccel, yarısı müec­celdir.» der ve memleketimizde âdet olduğu gibi, müeccel (= tecil edilmiş, sonradan verilecek) olan mehrin, ne zaman verileceğini haber vermezse; filimler, bu mes'elede fhtîlâf etmişlerdir. Bazıları : »Sonr. vermek, caiz olmaz; hemen vermek gerekir.»; bazıları ise :    «Sonra vermek, caiz olur. Hatta, bu mehri ödeme sürest, kan - kocanın ayrıl­ma vakitlerine kadar devam eder.» demişlerdir. Bedâi'de de böyledir.

Müeccel mehrin, —ay sonu, yıl sonu gibi— belli bir zama­nın sonuna kadar, tehir edilebileceği hususunda, âlimler arasında ih­tilâf yoktur. Bu tehir, sahihtir.

Müeccel mehrin, belli olmayan bir vakte kadar tehir edilmesi hususunda ise, âlimler arasında görüş ayrılığı meydana gelmiştir. Bazı âlimler: «Bu şekilde, tehir etmek de sahihtir.» demişlerdir. Bu kavil sahihtir. Çünkü, tehir edilen bu mehrin, en son ne zaman öde­neceği, koca tarafından bilinmektedir ki; bu, ya boşanma veya ölüm zamanıdır. Nitekim, son vadesi belli olmayan, bazı şeylerin, tehir edilmesinin —bile—, sahih olduğu görülmektedir. Muhıyt'ta da böy­ledir.

Mehr-i müeccel, taiâk-ı rlc'î sebebi ile, mehr-İ muaccel ola­bilir. Şayet, koca, karışma rücû' ederse (= dönerse), bu mehir, mehr-i muaccel [şekline dönmüş) olmaz. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), bu şekilde fetva vermiştir. Hulâsa'da da böyledir.

—Allah muhafaza etsin — bir kadın, Isâmdan çıktıktan son­ra, tekrar dönse; bu  kadının, geride kalan mehrini isteyip, isteye-meyeceği hususunda, âlimler arasında ihtilâf vuku'bulmuştur. Muhıyt'-te de böyledir.

Müntekâ'da: Bir kimse, bir kadını, belli bir zaman sonra vermek üzere; vasıflı bir elbise karşılığında nfkâhlasa; kadın ise, o zaman gelince, belirtilen vasıftaki elbiseyi gasbetmiş olsa; yaptığı bu şey, kısas olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir kadını, vasıfları bilinen; eni, boyu belli olan

bir elbise karşılığında, rnehr-i müeccelle nikahladıktan sonra; bu el­bisenin kıymetini kadına vermek istese; İcadın, bunu kabul etmeme hakkına sahiptir.

Ancak, mehir, mehr-i müeccel olmazsa; bu elbisenin kıymetini, almamızhk edemez. Zâhîriyye'de de böyledir.

Bir kimse; bir kadını, gücü yettiği kadarını peşin, kalanını seneye kadar vermek üzere, bin dirhem mehirle nikâhiasa; bu bin dirhemin, tamamını seneye kadar ödemesi gerekir. Ancak, kadın, bu dirhemin, tamamını veya bir kısmını, kocasının —'hemen — verme­sinin mümkün ve kolay olacağını bir delil ile İsbat ederse; bunu, ko­casından alabilir. Fetâvâyİ Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kadın, küçük yastaki kızını, bir şahsa nikahlayıp, melırlni alsa; kız, aklı yetince; me'hrini, —kocasından değil— anasından is­teyebilir.

Şayet, anası, bu -kızın vâsîsi ise; me'hrini kocasından ister. Kocası da, bu durumda, kızın anasına müracaat ederek, —verdiği— metıri geri alır.

Baba ve dede haricindeki kimseler, bu şekilde, mehir almış olur­larsa; hüküm böyledir.

Bir kimse, kızının mefonni; onun kocasından alsa ve sonra da geri verdiğini iddia etse; eğer kız, bakire ise, bir beyyine getirme­dikçe, bu adamın sözüne inanılmaz; ancak, bakire değilse; beyyinesiz inanılır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Baba, dede ve hâkim, küçük yaştaki bakire kızın, me'hrini al­ma hakkına sahiptir.

Kızın, yaşı büyük olsa bile, mehrini mezkûr şahıslar alabilir. An­cak, bu durumdaki bâiiğa kız, mehrinin, onlar tarafından, alınmasını yasaklayabilir. Başka şahıslar ise. mehir alma hakkına sahip değildir­ler.

Ktiçük yaştaki kızm mehrini, vasîsi alabilir.

Bulûğa ermiş kızın, me'hrini almak ise, sadece kendisinin hakkı

Blr baba, 'kızının mehrîni, da'ha o sabi iken almış olduğunu söy­ler ve bu İkrarı esnasında, kızı hâlen sabi (== küçük) olursa; bu ba^ banın sözüne inanılır; ikrar zamanı kız bulûğa erişmiş olursa, 'babanın sözüne inanılmaz. Bu durumda, babanın, kızının kocasına da, bir şey ödemesi gerekmez. Itabiyye'de de böyledir.

Bir kimse, mehir olarak, babasına bir akar vermek karşılığın­da, bulûğa erişmiş olan bir kızı nikâhlasa; bu durumda, kız: «Ben, babamın yaptığına, razı değilim,» derse; bu hususta ihtilâf edilmiştir:

Bu durumda, mehir olarak, bir akarın verilmesi, o yerde, ya örf ve adettir veya böyle değildir.

Eğer bu, örf ve âdet değilse; kadın ister dul, ister kız olsun; bu melın, babasının alması câlz olmaz.

Bu, örf ve âdet ise, mehri, babasının alması caizdir. Yukarıdaki hükümler, kadının bulûğa erişmiş olması halinde ge­çerlidir. Şayet, kadın, bulûğa erişmiş olmazsa, babasının, mebr-i mü-semmâ olarak, akar alması, o yerde örf değilse, bu takar mehir yerine geçmez. Bu akarı, değerinden fazla, bir değerle almak da caiz olmaz. Şayet, o yerde, akarı mehir olarak almak örf ise; bu akarı, de­ğerinin üstünde bir değerle, almaları da caizdir.

Yaşça küçük olan bir kızın me'hrini, babası, onun kocasından İs­teyebilir. Tecnis ve Mezîd'de de böyledir. [62]

 
12- Karı -Kocanın Mehir Hususundaki İhtilafları
 

Nikâh akdi esnasında, karı - kooa arasında, mehrin miktarı hakkında, ihtilâf edilirse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muham-med (RA.)'e göre, mehr-i misille hükmedilir. Ancak, bunlardan biri­si, yemin eder ve bununla birlikte şahit dinletirse, onun sözü geçer­li olur.

Eğer, koca; «mehrin bin dirhem olduğunu» söyler; kadın ise : ^rte'hrinviki bin dirhemdir.» derse; kadının mehr-i misli, bin dirhem veya daha âz olursa; Allah adına yemin etmesi şartı İle, kocanın sözü­ne itibar edilir.

Bu durumda, şayet, koca; yemin etmekten çekinirse; mehrin, faz­la olduğu sabit olur; yemin ederse, bu sabit olmaz.

Taraflardan biri, beyyine getirirse; o delile göre, hüküm verilir. Her ikisi de, beyyine getirirse; bu durumda, —kuvvetli olan— de­lillere göre, hüküm verilir.

Eğer, kadının mehr-i misli, iki bin dirhem veya daha fazla İse; yemin etmesi şartı ile, kadının sözüne itibar edilir.

Şayet, kadın; yemin etmekten kaçınırsa, mehir, bin dirhem ola­rak, sabit olur. Yemin ettiği takdirde ise, me'hri, iki bin dirhem ola-rak tes'bit edilir.

Koca. muhayyerdir: İsterse, me'hri dirhem cinsinden; isterse, di­nar cinsinden öder. Bu hususta, karı - kocadan hangisi, beyyine geti­rirse, ona göre hükmedilir. İkisi birden, beyyine getirirse; bu durum­da, kocanın getirdiği beyyine ile hüküm verilir.

Eğer, kadının mehr-i misfî, bin beş yüz dirhem ise; bu durumda, tıer ikisine de, yemin teklif edilir. Şayet, koca; yemin etmekten çeki-nirse, tesirliye yolu ile, iki bm dirhem m^hir vermesi gerekir.

Şayet, kadın; yemin etmekten kaçınırsa; (nehrin, bin dirhem oldu­ğuna hükmedilir.

Şayfif. her ikisi birden, yemin ederlerse; bu durumda, mehrinrbin beş yüz dirhem olmasına hükmedilir. Bu, bin beş yüz dirhemin; bin dirhemi, mehr-l müsemmâ, beş yüz dirhemi ise, mehr-i misil olarak hükmolunur.

Koca, bu, beş yüz dirhem hususunda muhayyerdir.

Koca ile kadından, hangisi beyyine getirirse, onun beyylnesi ka­bul edilir. Eğer, her ikisi de 'beyyine getirirlerse; mehrin 'bin foeşyüz dirhem olduğuna 'hükmedilir. Bunun, jbin dirhemi; mebr-i müsemmâ, 'beş yüz (dirfıemi ise, mehr-i misil yolu iledir. Fetâvâyi JKâdîhân'da da 'böyledir.

Ebü B&kr er-Râzî: «Karı koca, aralarında bir fasılda fhtllâf ederler ve mehr-i misil de bulunmazsa; ikisinden birisinin, şa­hit getirmesi gerekir. Şayet, mehr-i misi! varsa; bu ihtilaf hususunda yeminle birlikte konuşmuş olan tarafın, sözüne güvenilir.» demiştir. Kâdîhân'ın Câmiu's - Sağlri'nde de böyledir.

Kerhî de : «Eğer, her ikisinin de beyyînesi yok ise; bu du­rumda, onlara yemin verilir; yemin ederlerse; İmâm Ebû Hsnîfe (HA.) ve İmam Muhsmmed [R.A.Î'e göre, mehr-i misille hükmolunur-» de­miştir.

Şeyhu'f - İslâm Şemsü'l - Eimme Serahsî:    «Esahh olan bu-budur» demiştir, Muhıyt'ta da böyledir.

Eğer mehir, zimmette olan, vasıflı bir borç ise, (meselâ : Bir şahıs, bir kadını vasıflı olan, ölçülmüş, tartılmış veya arşınlanmış bir şeyin karşılığında nikâhlasa) sonra da, aralarında bu şeyin miktarı ko­nusunda, ihtilâf çıksa, bu İtıtilâf, mehrin dirhem —-cinsinden— mi, yoksa dinar —cinsinden— mi olduğu hususundaki ihtilâf gibidir.

İhtilâf, müsemmânın cinsinde olabilir. Meselâ : Koca'nın, karısı­na : «Seni, bir köle karşılığında nikahladım.» kadının ise : «Bir câri­ye karşılığında nikahladın.» demesi veya kocanın : «Seni, bir kür ar­pa karşılığında nikahladım.» kadının ise : «Beni, bir kür buğday karşı­lığında nikahladın.» veya : "Bir ttarevî el'bise karşılığında nikahladın.» demesi; yahut, koca: «Bin dirhem...» derken, kadının: «Yüz dinar...» demesi •gi'bi.

İhtilâf, mehrin nev'inde de olabilir.

Mesela : Karı - kocadan birisi, «Türkî» derken, diğerinin : «Rû­mî» demesi; veya, 'biri : «Suriye dinarı» derken, diğerinin : «Mısır di­narı» demesi gibi...  .

Mehrin, sıfatında da ihtilâf edebilirler.

Bundaki ihtilâf, —dirhem ve dinar hariç— iki aynı şeyde olan İhtilâf gibidir. Meselâ : Bin ile iki bin arasındaki ihtilâf gibi. 

Çünkü, bunların her biri, iki cinsten, İki neviden ve vasıflanmış İki şeyden ibarettir.

Bunlara, ancak, razı olmakla sahip olunur.

Dirhem ve dinarlar ise, buna muhaliftirler. Çünkü, bunlar, birbir­lerine muhalif cinstendirler.

Fakat, mehr-i misilde; bunlar, bir clnstenmiş gibi kabul edilirler. Çünkü, mehr-i mislin dirhem veya dinar cinsinden olmas gerekmekte­dir. Bu durumda, mehir borç ise, —razı olmasa bile— yüz dinara. hak sahibi olması caiz olur.

Fakat, mefrıir ayn olur ve bunun miktarında ihtilâf bulunursa; bu­radaki ihtilâf, bin dirhem veya İki bin dirhem şeklinde düşünülen, ih­tilâf gibidir.

Meselâ : Bir kimse, bir kadını, miktarı ölçülebilen yiyeceklerden •—birinin    aynı    —bizzat    kendisi—    karşılığında    nlkfthlasa;  fakat bu yiyeceğin miktarı 'hususunda ihtilâfa düşseler; koca, karısına : «Seni, 'bir kür olmak şartı ile, yiyecek karşılığında nikahladım.» der­ken, karısı: «Hayır, benî, iki kür yiyecek karşılığında nikahladın.» de­se; işte buradaki ihtilâf, birinin : «Sin dirhem.» diğerinin ise : «İki bin dirhem.» dediği zamanki, ihtilâf gibidir.

Mehrin miktarına- bağlı olarak, nikâh akdi yapılmamış; nikâh akdi, fıer arşını on dirhem değerinde olan, bir kumaşın aynı —bizzat ku­maşın kendisi— karşılığında yapılmışsa; sonradan da, karı-koca ara­sında, bu kumaşın miktarı hususunda ihtilâfa düşülüp; koca : «Ben seni, sekiz arşın kumaş karşılığında nikâh ettim.» derken, kadın : «Ha­yır, on arşın kumaş, karşılığında nikahladın.» derse; bu durumda, iki­sine de yemin verilmez. Mehr-İ misille de, hükmolunmaz. Burada, bil-icmâ', kocanın sözü geçerli olur.

Eğer, mehrin cinsinde ve şahsında, ihtilâfa düşerlerse; bu İhti­lâf da, biri «bin dirhem», derken, diğerinin «iki bin dirhem», demesi gibidir.

Meselâ : Koca, karısına hitaben ; «Sen!, şu köle karşılığında ni­kahladım.» der; karısı ise : «Hayır, şü câriye karşılığında, nikahladın.» derse, bu ihtilâf, yukarıda söylendiği gibidir.

Kadının mehr-i misli, cariyenin krymetî kadar veya ondan fazla olursa; cariyenin şahsı değil, kıymeti, bu kadının mehri olur.

Dirhem ve dinar hususunda ihtilâf edilirse, koca, karısına: «Ben, seni yüz dinar karşılığında nikahladım.» derse; kadına, bu yüz dinar verilir. Bedâi'de de böyledir.

Mehir köle veya uruz (= kitap, kumaş ve şâire gibi şeyler) gibi bir ayn olur ve bunu, karı - koca tasdik ederlerse; fcu şey de, ko­canın yanında zayi olduktan sonra, kân - koca arasında, bunun değe­ri hususunda ihtilâf çıkarsa; bu durumda kocanın sözü geçerli olur. Tahâvî Şerhi'nde de böyledir.

Bir koca, karısına: «Ben seni, kıymeti bin dirhem olan, si-yâhî bîr köle karşılığında nikahladım. O köİe de, yanımda öldü.» der; karısı ise: «Hayır, sen benî, kıymeti iki bin dirhem olan, beyaz bîr kölenin karşılığında nikahladın. O köle de senin yanında öldü.» der­se, bu durumda, mehr-İ misii vermesine hükmolunur.

Eğer mehr-i misii, mehir olarak İddia edilen değerlerin ortasında­ki bir değerse; hem kocaya, hem de karısına yemin ettirilir.

Bir kimse, bir kadını, bir yığın buğday karşılığında nikâhlar; son­ra da buğday kaybolur ve miktarının ne kadar olduğunda ve sıfatında fhtilâfa düşülürse, bu hususta, zayi olmadan önce de, sonra da, erke­ğin sözü geçerlidir.

Bir kimse, bir kadını, bir kumaş veya gümüş bir kap yahut ibrik, karşılığında nihâhladıktan sonra, bu şey kaybolsa ve bunların vasfı veya ağırlığı konusunda ihtilâf etseler; yine, —bunların helâkından önce veya sonra— erkeğin sözüne itibar edilir. Muhıyt'te de böyle­dir.

Mehir hakkında, ihtilâfa düşüldüğü zaman; bu İhtilâf, meh­rin vasfı hususunda olursa kocanın sözü geçerli olur. İhtilâf, meh­rin miktarında ise, —bu miktar— kadının mehr-i misline ulaşıncaya kadar, bu hususta, kadının sözüne itibar edilir. Zahîrîyye'de de böy­ledir.

Bir kadın, kocasına hitaben : «Sen, beni, şu kölene karşılık nikahladın.»; koca ise : «Hayır, ben, seni, şu cariyeye karşılık nikah­ladım.» der, o câriye de, nikahlanan kadının anası,olursa; hem kadın, hem de kocası, beyyine ibraz etseler; bu durumda, kadının beyyinesl geçerli olur.

Koca; kadını, bin dirhem mehir karşılığında nikahladığına; Kadın İse, yüz dinar mehirle, nikâhlandığına,

Kocanın kölesi, kadının ise, babası olan şahıs, da, kızının, kendi­sinin hürriyeti karşılığında nikâhlandığına beyyine getirirler ve iddia-jarım isbât ederlerse; kadının babası - kocanın kölesi olan şahsın bey-yinesi kabul edilir. (Ve, o, hürriyetine kavuşur.)

Kadının anası, kocanın ise cariyesi olan kadın da, kuzinin, kendi hürriyeti karşılığında nikâhlandığını isbat ederse; bu durumda, baba ve ananın beyylnelerine itibar edilir. Kızlarının mehrine karşılık ola^ rak, her ikisinin de, yarıları azâd edilmiş olur. Bunlar, kıymetlerinin yarısı için, kızlarının, kocasının hizmetinde bulunurlar.

Böyle olmaz da, kadın, yüz dinar karşılığında nikâhlandığını;

Kocası ise, bin dirhem karşılığında, onu nikahladığını belgeler­se; 'hakim, bu 'kadının nikâh akdini, onun belgesine göre hükme bağ­lar. Yani, mehrin yüz dinar ojdüğuna hüküm verir.

Bundan sonra;

Kocanın kölesi ve kadmm babası olan şahıs, kızrnm, kendisinin hürriyeti karşılığında nikahlanmış olduğunu belgeleri İle isbât etse; bu durumda hâkim, önceki hükmünü bozar ve mebir olarak, babanın hürriyete kavuşturulmasına hükmeder.

Şayet, koca, karısını, onun babasının hürriyetine karşılık nikahla­dığını iddia eder ve baba da onu tasdik eder ve ikisi de bu durumu belgelerle is'bat ederlerse; bu arada, kadın da, yüz dinar karşılığında nikâhlsndığmı iddia eder, fakat, buna beyyine ibraz edemezse, 'hakim, koca ve babanın beyyineleri i!e hüküm verir; baba, mehir karşılığı azad edilir.

Bundan sonra;

Kadın, yüz dinar karşılığında nikâhlandığını, belgelerle Isbat ederse; hakim, kadının beyyinesine göre, kocasının ona, yüz dinar mehir vermesine hükmeder. Bu durumda, kadının babası, kocanın ma­lından azad edilmiş olur, Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mehirdeki ihtilâf, talâktan sonra  ortaya   çıkmışsa; bu talâk

İse, duhûlden  sonra  veya duhûlden önce  olmasına  rağmen halvet-i  sahihadan  sonra  meydana  gelmişse,  bu     hususta verilecek cevap, önceki cevaplar gibidir.

İhtilâf, nikâhın akdedildiği esnada çıkarsa, henüz cima' ve sahih halvet de vâki olmamışsa ve mehir borç olup, ihtilâf, mehrin bin veya ikibin dirhem olması konusunda ise, bu durumda, kocanın sözü­ne itibar edilir. Ve kocanın söylediği me'hir, ikiye bölünür. Bu hükme muhalif, bir kavil yoktur.

İmâm Kerhî: «—Kadına— bin dirhemin yansı verilir.- demiş­tir.

İmâm Muhammed (R.A.), Camı* isimli eserinde: «Mehr-i mislN ne kadar, kadının sözünün; bundan fazlası İçin de, erkeğin sözünün, mu'teber addedilmesi daha münasiptir. İmâm Ebû Hanîfe (R-A.)'nİn kıyasına uygun olan da budur.» demiştir.

Sahih olan kavi! ise, öncekidir. Ancak, «aslında bu iki kavil ara­sında fıîç bir fark yoktur.» denilmiştir. Bu Kitâbü'n - Nikâh'daki, «bin dirhem» ile «iki bin dirhem» hakkındaki ihtilâf gibidir. Câmiu'l - Ke­bîr isimli eserinde, buna benzer bir beyan vardır. Şöyleki : Koca, karısına : «Seni, yirmi dirhem mehir karşılığında nikahladım.» derken, karısı da : «Sen, beni, yüz dirhem mehirle nikahladın.» derse; bu ka­dının, mehr-i misli ise, yirmi dirhem olursa, bu kadına —sadece — mehr-i misli, verilir. Nitekim, mehrin köle veya câriye olduğu husu­sunda, ihtilâf edilse ve cimâ'dan önce boşanılmış olsa, bu kadına, — kocası yarısını almaya razı olursa— cariyenin yarısı verilir. Be-dâl'de de böyledir.

Ancak, ihtilâf, müsemmânın aslında olursa; biri, mehir şu­dur derken; diğeri, onu reddederse; bu durumda, bil-ittifak, mehr-i misi! lâzım gelir. Tebyîn'de de böyledir.

Kadının iddia ettiğinin üzerine, bir şey ilave edilmez. Şayet, ihtilâf, talâktan sonra, fakat duhûlden önce olursa; bil --İttifak, kadına, müt'a lâzım gelir. Fethu'I - Kadîr'de de böyledir.

Eğer, İhtilat, birinin ölümünden sonra olursa, asıl ve miktar bakımından, sağlıklarında nikâhları devam etmekte iken, hüküm ne İse, bu durumdaki hüküm de, öyledir. Kenz Şerhi'nde de böyledir.

Karı - koca öldükten sonra, her iki tarafın vârisleri, mehr-i müsemmânın miktarı hususunda ihtilâfa düşerlerse, İmâm Ebû Ha­nîfe (R-A.)'nin kavline göre, kadının vereselerinin sözüne itibar edi­lir. Tebyîn'de de böyledir.

Eğer, iki tarafın vereseleri arasında, tesmiyenin aslında ih­tilâf edilirse; bu durumda, tesmiyeyi kabul etmîyen tarafın sözüne iti­bar edilir.

imâm Ebû Hanîfe tR.A.)'ye göre, kadın tarafına, bir şey lâzım gel­mez.

Imâmeyn'e göre ise, mehr-i misille hükmolunur. Âlimler: «Pet-vâ, Imâmeyn'in kavillerine göredir.» demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Âlimlerimiz : «Bu hükümlerin tamamı, kadının, nefsim koca-aına teslim etmemesi halindedir. Şayet,, teslim eder ve mejjir hususunda —kan - koca— hayatta bulunurken veya vefatlarından sonra, bîr ihtilâf çıkarsa; bu durumda, m eti r-i misille hüküm verilmez. Çün­kü, bizim bilgimize göre, kadının, mehrini, peşin olarak almadan ön­ce, nefsini teslim etmesi âdet değildir. Bundan kolayı, mehr-İ muac­celin, ilüzumu aşikârdır. Ancak, bu 'hususta, örf ne ise, ona göre hük­medilir. Sonra da, bizim _ söylediğimiz gibi, amel edilir. Serahsî'nin Mi'hıyt'inde de böyledir.

Ölen"karı-kocanın, mehr-i müsemrnâları belgelenir veya vereseler, karşılıklı olarak, bunu tesbit ve kabul ederlerse; şayet ko­ca, önceden ölmüşse, 'bunun mirasından o mehir alınır. Her ikisi de aynı anda ölmüş, veya hangisinin önce öldüğü bilinmiyorsa, hüküm yine böyledir.

Fakat kadın önce ölmüşse, kocanın hissesi mehirden düşürü-lür. Fethu'l - Kadîr'de de böyledir.

Şayet, vereseler, nikâh akdinde, mehr-i müsemrnânın bulun­madığında ittifak ederlerse; İmâmeyn'e göre, bu durumda, mehr-i mi­sille hükmolunur. Fetva da, buna göredir. Cevâhiru'î - Ahlâtıyye'de de böyledir.

Kadın, mehrinden vaz geçtikten veya bunu kocasına hibe et­tikten sonra vefat ederse; kadının vereseleri, «Sen onu, hasta iken mehirden vaz geçirdin.» derler; koca ise, bu ithamı reddederse; bu durumda, kocanın sözüne itibar edilir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böy­ledir.

HlşSm anlatıyor:    «Ben, {mâm Muhammed (RA)'den sor­dum :

— Bir kadın : «Ben, Kûfe'de, bir sene önce, iki bin dirhem mehir karşılığında, şu adamla nikahlandım.» diyor ve iddiasını belgelerle Is-bât ediyor. Kocası ise ,onu, iki sene önce Basra'da, fbin dirhem mehîr karşılığında nikahladığını söylüyor ve o da, bu iddiasını, belgelerle isbât ediyor. Durum nedir?

İmâm Muhammed (HA.):

—  «Kadının belgeleri geçerlidir.» buyurdu. Bunun üzerine, ben :

—  Kadının yanında, iki yaşından büyük, bir çocuk bulunsa, du­rum ne oiur? diye tekrar sordum. İmâm Muharntpöd (HA.):

— Öyle olsa bile, geçerli olan söz, kadının sözüdür.» buyurdu. Zehiyre'de de böyledir.

Karısının mehrini yazmaktan kaçınan bir kocaya, bu husus­ta cebredilmez.

Mehir, dinar cinsinden yazılsa; akid ise, dirhem cinsinden yapıl­mış olsa; bu yazının da, dirhem'e göre —düzeltilip— yazılması ge­rekir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.): «Bunun tevili, yazan kimse ile Allahu Teâlâ arasındadır.» buyurmuştur.

Hakime gelince, o, me'hrin dinar cinsinden yazılmasını emreder. Ancak, nikâh akdinin dirhem cinsinden bir mehirle yapılmış olduğu biliniyorsa, bu durum müstesnadır. Tatarhâniyye'de de böyfedir.

Bir kimse, karısına, bir şey gönderse; karısı «Bu, hediye midir?» dîye sorunca, adam : «Mehirdir.» cevabını verse; bu durumda, koca­nın sözüne itibar edilir. Ancak, hazırlanmış yiyecek maddeleri, kızart­malar, et, yemek ve meyve gibi şeyler, bunun hilâf'nadtr. Bunlar hak­kında, Istihsânen, kadının sözüne İtibar edilir.

Yenmeye hazırlanmış olan, bal, yağ, ceviz ve badem gibi şey­lerde ise, erkeğin sözüne iti'bar edilir. Tebyîn'de de böyledir

Fakıhy Ebü'l - Leys : -Temini, kocanın üzerine vacip olma­yan, bir şey hakkında, kocanın sözü muteberdir. Muhtar olan kavil budur,

Temini, kocanın üzerine vacip olan şeyler ise, mehre rnahsuD edi­lemez.»   demiştir. Serahsî'nin  Muhıyt'inde de böyledir.

Bu hususta, kocanın sözünün mu'teber olduğu hallerdo, — verilmiş bulunan— eşya, duruyor ise; kocaya geri verilir. Bu du­rumda kadın, mehrinin tamamını istiyebilir.

Eğer, bu şeyler zayi olmuşsa; kadın, mehrini almak için, koca­sına müracaat edemez.

Kadın: «Bu eşya, mehrimdir»; kocası İse: «—Mehir değil — emânettir.» dese; bu eşya, mehîr cinsinden ise, kadının sözü; böyle değilse, erkeğin sözü, geçerli olur. Tebyîn'de de böyledir.

Bir koca, karısına : «Bu mebrindendir.» diyerek, mal vern olsa; kadın ise : «Nafakamdandır.» diyerek almış olsa; kadının, o ş yîn .nafaka olduğuna beyyine getirememesi hâlinde, kocanın sözü q çerli olur. Fethu'I - Kadır'de de böyledir.

Bir kimse, karısına eşya gönderse; karısının ba'bası da, şahsa, eşya göndermiş olsa; karısına eşya gönderen koca, sonradan «Bu mehir idi.» dese ve bu 'hususta yemin etse, bu kocanın sözür itibar edilir.

Şayet, bu eşya durmaktaysa; kadın isterse, 'bunu mehir oiara kabul etmeyip, kocasına geri gönderir.

Veya, bu eşyayı mehir olarak kabul edip, me>hrinin kalan kısmı nı da, ayrıca talep eder.

Bu eşya zayi olmuşsa ve benzeri buiunan bir eşya ise; benze­rini, kocasına iade eder.

Bu eşyanın, benzeri yoksa; kadın, mehrinden   geri kalan kısmı, kocasından isteyemez.

Kadının babasının,  kocasına göndermiş olduğu eşyaya gelince; eğer bu kaybolmuşsa; kocaya müracaat edilip, hiç bir şey istenemez.

Baba, bu eşyayı kendi malından göndermişse ve eşyada durmak­ta ise, bu durumda, onu, kocadan geri isteyebilir.

Baba, bu eşyayı, bulûğa ermiş kızının malından ve onun rızâsı ile göndermişse, bu durumda da, o eşyayı geri isteyemez. Fetâvâ'y» Kâdîhân'da da böyledir.

Ali bin Ahmed'den :

— Bir kadını istemek için gönderilen kimse ile, ona dinarlar da yoîlansa; bu dinarlarla da kadına elbise yapifmış olsa; bundan sonra da, erkek: «Ben, o dinarları, meflıir olarak yol/adım.» demiş olsa; bu şahsın sözü, geçerli o!ur mu? diye soruldu.

Ali bin Ahmed:

— Bu durumda, dinarları yollayan kimsenin sözü geçerlidir; ce­vabını verdi.

Tekrar ona soruidu :

—  «O adam bu dinarların bir kısmı 'ile 'bir koyun satın alınız; bir kısmı ile de, —âdet olan— diğer masrafları karşılayınız.» der; nişan İçin gidenler de, onun dediği gijbi yaparlarsa; adam, sonradan : «Ben onları mehir olarak yollamıştım.» derse; sözü kabul edilir mi?

O, şu cevabı verdi:

—  Eğer, açıkça, öyle söylemişse, —sonraki— sözü kabul edil­mez.

Ebû Hâmid'den soruldu :

—  Oğlunu nişan!lyarak, kız tarafına dirhemler gönderdikten son­ra ölen babanın vârisleri; gönderilmiş bulunan bu dirhemlerden miras isteseler ne olur?

Ebû Hâmid:

—  «Eğer vuslat tamamlanmışsa;  varislerin, bu dirhemlerde bir hakkı yoktur. Aksi takdirde, bu dirhemler, miras olur. Eğer, baba, ha­yatta ise, bu hususta açıklama yapması için, ona müracaat edilir.» dedi.

Babamdan, soruldu :

—  Nişan merasimi için gönderilen şeker, ceviz, badem, hurma ve benzeri şeyler; nikâh akdi yapılmamış olursa; bu, gönderilen şey­ler, geri istenilir mi?

Babam, cevaben :

—  «'Bunlar, eğer gönderenin İzni ile, cemâate dağıtılmış ise; geri Istenilemez. Fakat, dağıtılmasına, izin verilmemişse; bu durumda, ge­ri istenebilir.» dedi.Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kadını nikahlayan ve ona hediyeler gönderen bir kimse; aralarında ayrılık zuhur edince, kadına : «Ben, sana, onları emaneten göndermiştim; bana geri ver.» dese, kadın da, bu şekilde hediyeler göndermiş ve bu durumda, o da bunları geri istemiş olsa; erkeğin sö­züne itibar edilir. Erkek, bu hediyeleri geri alırsa; kadın da karşılık olarak verdiğini geri alabilir. Muhıyt'te de böyledir.

Ebû Bekir el-İskâf: «Kadın, gönderdiği şeyin, hediyeye kar­şılık olduğunu açıkça söylemiş olursa; bunu geri alma hakkına sahip olur. Ancak, böyle bir açıklama yapmamış; bunu, sadece içinden ge-çirmişse; bu <niyyet geçersizdir. Bu şekilde gönderdiği şey, bağış olur.» demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Huccet'de zikredildiğlne göre: Erkek, kadına, misk göbeği veya — başka— güzel bir koku, gönderse ve sonradan da : «Gönder­diğim şey, mehrind-endir.» dese, bu erkeğin sözü muteber olur.

Hâvî'de : «Kadın da, kocasının gönderdiğini hediye sanarak ve ona karşılık oimak üzere, aynı şeylerden gönderse; bilahare, erke­ğin, hediye olarak göndermediği açığa çıksa; bu durumda, kadının, karşılık olarak gönderdiği şeyleri, geri isteme hakkı yoktur.» denil­miştir.

Sonra, bakılır: Eğer, erkeğin gönderdiği koku duruyor ve kadın da, bunun mehir olmasına razı değilse; kocasına, geri gönderir. Ko­casından gelen şey zayi olur, fakat aynen benzeri bulunursa; kadın, bunu gönderir. Ancak, bu kokunun benzen yoksa; bu durumda, onun kıymeti, mehre mahsup edilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Kadının ölümünden dolayı, etrafı matem tutmakta ikerr; ko­cası da, kadının anasına bir inek gönderse; o da, bu ineği kesip, ge-^ ien - gidene yedirdikten sonra; adam, ineğin bedelinin, — kendisine •— verilmesini istese; âlimler: «Eğer, kan - kocanın arasındaki ittifakta, inek kesilip, eti yedirilsin, denilmiş fakat, kıymetinden bahsedilme-mşse, bu şahıs, o ineği geri isteyemez. Fakat, kıymeti hususunda İt­tifak edilmişse, ineğin bedelini, geri isteyebilir.»  demişlerdir.

Şayet, ineğin kıymeti hakkında ihtilafa düşüiürse; kadının anası­nın, yemin ederek söylediği söz, geçerli olur. İmâm Ebü Hanîfe (R.A.} ise: «Erkeğin sözünün geçerli olması, daha uygundur.» demiştir. Fe-tâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

MecmûVn - Nevâzii'de -Bir kimse, bayram günlerinde, karısına, bayramlıktır diyerek, dirhemler veya sükrâneler gönderse; sonradan da, bunların mehirden olduğunu iddia etse; sözü kabul edil­mez.» denilmiştir. Muhıyt'te de böyledir. [63]

 
13- Mehrin Tekrarlanması
 

Bir kimse, karısına ; «Seni her nikâhlayışımda, sen benden boşsun.» dese ve karısını, bir günde üç defa nikahlayıp, her nikâhla­yışında, kadına cima' etse; zu durumda, iki talâk vâki olur.

İmâm Ebü Hânife {R.A.} ve İmâm EbÛ Yûsuf [R.A.)'un kıyasla­rına göre, bu durumda, iki tam ve bir de, yarım mehir, lazım gelir. Çünkü : Adam, kadını ilk nikahladığı zaman, —sözü gereği— bir ta­lâk vâki olduğundan, cimâ'dan önce, yarım mehir lâzım gelmiştir. Çün­kü, kadına cima' etmesi halinde, bu cima', şüphe üzerine vâki olmuş­tur. Zira, İmâm Şafiî (R.A.)'ye göre, nikâh sebebi ile, muallâk talâk vâki olmaz, kadına iddet gerekir. Adam, bu kadını, ikinci defa nikah­layınca, — kadın, iddet içinde bulunduğundan— ikinci bir talâk daha vâki olur.

Bu talâk, İmâm Ebû Hanîfe (RA) ile İmâm EbÛ Yûsuf (R.A J'a göre, rîc'ati takip eden talâktır. Zîra, >bu imamlarımıza göre, iddet içindeki kadın, nikahlanıp, sonra da, duhûlden önce, taiâk vâki olun­ca; bu talâk, hükmen, Cimâ'dan önce değiİ, sonra vâki olmuş olur. Ci­mâ'dan sonra vuku bulan talâk İçin de, tam mehir gerekir. Bu da, nikâh akdî esnasındaki mehr-i müsemmâdır. Bu durumda, erkeğin iki tam, birde yarım mehir vermesi gerekmektedir.

Oçüncü nikâh ise, sahih olmaz. Çünkü, o nikâh, taiâk-ı ricTnîn iddeti içinde yapılmıştır. Üçüncü nikâha itibar edilmediği için, üçün­cü mehir de gerekmez.

Nikâhtan sonra, clmâ' sebebi île, ilenir lâzım gelmez. Çünkü, bu durumda, erkek, nikâhlısına cima' etmiştir.

Şayet koca, karısına hitaben: -Seni. her nikâhlayışımda, sen benden, talâk-ı bâin Üs boşsun.» deyip karısını üç defa nikâhlasa ve her defasında da cima' etse; İmâm Ebü Hanîfe (RA) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kıyaslarına göre, bu durumda, bu şahsa, beş tam, bir de yarım mehir gerekir.

Yarım mefhir, ilk nikâh sebebiyledir. Metır-Î misil, İlk cima* se­bebiyledir. Möhrin 'biri de, ikinci nikâh sebebiyledir. İknci cima' se­bebiyle de, mehr-i misil g-erekir. Çünkü, bu cimâ'da, şüphe söz ko­nusudur.

Üçüncü nikâh se'bsbi ile bir mehir; Dçuncû cima' sebebi ile de, mohr-i misil gerekir. Böylece, beş tam, bir ds yarım mehir, bir araya toplanmış olur.

Bir kimse, bir kadını nikahlayıp, cima' ettikten sonra, onu talâk-ı bâin ile boşayıp, sonradan onu, iddeti içinde tekrar nikâhlar;

bu defa da, clma'dan Önce boşarsa; bu şahsa, önceki' nikâh için bir mehir, ikinci nikâh için de, —tekrar— bir me'hir lâzım gelir.

Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R-A.)'un

kavilleridir.

Şayet, bu şahıs, ikinci nikâhta boşamazsa; irtldad gibi bir halden dolayı, cimâ'dan önce, talâk-ı bâin vuku bulsa veya kocasının oğlu, kadına cimâî -etse; bu durumlarda, bu iki imamımıza göre de, tam me­hir lâzım gelir.

Câriye olan kadını, ikinci nikâhtan sonra, kocası, azâd eder; ci­mâ'dan önce de, kadının nefsini isterse;1 iki imamımıza göre de, ikin­ci nikâh için, tam mehir fazım gelir.

Bir kimse, küfüvvü olmayan (bir kadını nikahlayıp, clmâ' etse; kadının velîsi de, durumu hâkime intikâl ettirdiğinde; hakim, bu karı -kocanın aralarını ayırsa; bu durumda, hem mehir, hem de İddet lâ­zım gelir.

Sonra, bu şahıs, velîsiz olarak, bu kadını tekrar nikahlamış; ha-hakim de, cîmâ'dan öncer —teki ar— aralarını açmış olursa; bu du­rumda kadına, tam mehir —verilmesi— gerekir. Bu kadına, istik­bâlde, iddet de gerekir. İki imamımızın kavilleri böyledir.

Bir kimse, velîsinin izni ile, küçük bir kızı nikahlayarak ona cima1 etse; kız bulûğa erdikten sonra da, onun isteği ile ayrılıp iddet müddeti İçinde, tekrar nikâhlansalar; fakat, cima' etmeden, adam tek-rer boşasa; bu durumda, bu iki imamımıza göre de, tam mehir gere­kir. Kadının, istikbâlde iddet beklemesi de icabeder.

Bulûğa erişmemiş 'bir kızı nikahlayıp, cima' ettikten sonra, talâk-ı bâin ile boşayan şahıs; bu kadını iddeti içinde tekrar nikâh-lasa ve bu sırada bulûğa erişen bu kızın, —bulûğ muhayyerliğini kul­lanan— isteği ile tekrar boşansalar; bu durumda, erkeğin, tam me­hir vermesi, kadının da, istikbâlde, iddet'beklemesi gerekir.

Bir kimse, bir kadını nikahlayıp, cima' ettikten sonra bu kadın, irtidad etse; bir müddet sonra, müsiümanlığa —yeniden— dönen bu kadını, aynı îddet içinde tekrar nikahlasa da, kadın cimâ'dan önce, yeniden irtidad etse; bu durumda, tam mehir lâzım gelir.

Bir cariyeyi nikahlayıp, clmâ' ettikten sonra, azâd eden bir kimse, iddeti içinde yeniden nikahlayıp; bilâhare cimâ'dan önce, tek­rar boşasa, bu durumda da, tam mehir gerekir.

Keza, fasid bir nikâhla, bir kadını nikahlayıp, cimâ'dan sonra, on­dan ayrılan bir kimse; İddeti içinde, caiz bîr nikâhla, aynı kadını, ye­niden nikahlayıp, cima' etmeden tekrar boşasa; bu durumda, erkeğin tam me'hir vermesi; kadının ise, istikbâlde iddet'beklemesi, —İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavillerine göre — gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, oğlunun cariyesine veya kendi mükâtebe cariye­sine yahut da, nikâhı fâsid olan bir kadına, defalarca cima' etmiş ol­sa; sadece bir mehir lâzım gelir.

Burada asıl olan şudur: Mülkiyet şüphesi ile yapılan mükerrer cimâ'lar için, birden fazla me'hir gerekmez. Çünkü, ikinci cima1, 'kendi mülkünde meydana gelmiş olmaktadır.

Ancak, cima', şüphe il-e meydana gelirse; bu durumda, her clmâ1 için ayrı ayrı mehir gerekir. Çünkü, her cimâ'in, başkasının mülküne tesadüf etmiş olmaktadır.

$ayet, bir kimse, babasının cariyesine, tekrar tekrar cima' ettik­ten sonra, bunda şüphe olduğunu iddia etse; yaptığı her cima' için, bir mehir vermesi gerekir.

Kendi karısının cariyesine, cima' eden, şahıs hakkındaki hüküm de, böyledir.

Bir kimse, mükâtebe cariyesine, defalarca cima' etse; bu kimseye, sadece bir me'hir gerekir.

İki kişinin ortak olduğu bir cariyeye, bu ortaklardan birisi, defalar­ca cima' etse; her cimâ'ı için, yarım mehir gerekir.

İki kişinin ortak bulunduğu, mükâte'be bir cariyeye, bu ortaklar­dan birisi, defalarca cima1 etse; kendisine ait olan yarısına karşılık, yarım me'hir; ortağı hakkında ise, her cimâ'si için, yanm mehir gere­kir. Bunların hepsi de, bu mükâtebe cariyenin olur.

Bir kimse, bir kadınla zina ettikten sonra, onu nikahlasa, kendi­sine, iki me'hir lâzım gelir. Bu mahirlerden birisi,    zinadan dolayı, mehr-i misil; diğeri ise, nikâhtan dolayı gereken, mehr-i milsemmfr dır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir kimse, henüz cima' etmediği karısına: «halvet olduğu zaman, boşsun.» dese ve sonra da, halvet vâki olunca, karısına cima' etse; ibu 'kimseye, bir tam fve !bir de yarım mahir gerekir: Yarım mehir, cimâ'dan önceki talâk için; 'bir mehir de, cimâ'dan dolayı, gerekmektedir. Bu durumda, halvetin tesiri yoktur. Çünkü, hal­vet (şayet, bu zaman içinde, cima' yapma imkânı varsa) sebebi İle, mehir teekküd etmiştir, (katilik kazanmıştır.)

Bu kimse, halvetten sonra, cima1 etmemiş jse; yarım mehir ge­rekir.

Bir kimse, yabancı bri kadına: «Seni nikâhlar ve bir saat de halvette kalırsam; sen, benden boşsun.» dese ve o kadını nikâhlasa; halvetten sonra da cima' etse; talâk vâki olur. Bu durumda, o şahsa, biri halvet, diğeri, de cimâ'dan dolayı, iki mehir lâzım gelir. Ancak,-bunun için, cimâ'ın, halvetten 'bir saat [— müddet) sonra, olması gerekir. Şayet, cima', halvet esnasında vuku bulmuşsa; bu durumda. bir mehir lâzım gelir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, üç talâkla boşamış bulunduğu kadına, iddet müd­deti içinde, clmâ' eder ve bunun, şüphe üzerine olduğu iddiasında bu­lunursa; (meselâ : Üç talâk, aynı zamarrda vâki olur da, adam, tama­men boşanmış, olduğunu zannetmezse) 'bu şahsa, bir mehir lâzım gelir.

Bu kimse, talâkın vâki olduğunu zannettiği gibi, bu durumda, zi­nanın da helâl olduğunu zannederse;' bu izan, mahallinin dışında oldu­ğundan, bu durumda, her cima' için, bir mehir gerekir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, bir cariyeyi satın alıp, ona defalarca cima' et­tikten sonra; o cariyede, haık sahibi olan birisi çıksa;  bu durumda, bu şahsa, sadece bir mehir gerekir. Şayet, bu cariyenin, yansına hak sahibi olan birisi çıkarsa bu kimsenin o yarım -hak sahibi olan kim­seye, yarım mehir ödemesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, nikâhlı karısına, müteaddit defalar cima' ettik­ten sonra; o karısını, boyadığına dair, yemini ortaya çıksa; bu kim­senin, sadece, bir mehir vermesi gerekir. Serâhsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

On dört yaşındaki bir erkek çocuk, uyuyan bir kadına cima' etse; fakat kadın, bunun farkına varmasa; eğer kadın dul ise, oğlana, had da, metıir de gerekmez.

Kadın, kız ise ve bikri, bu oğlan tarafından izâle edilmişse; mehr-i misil lâzım geiir.

Eğer bu kadın, dul bir câriye ise; oğlana Ihiç bir şey gerekmez. Kadın, bakire bir câriye ise, bikri de 'bozulmuş olursa; onun da, meh-ri (nin verilmesi) gerekir.

Bu işi bir mecnun yapmış olsa, hüküm yine aynıdır. Fetâvâyi Kâ­dîhân'da da böyledir,

Sabi bir oğlan, safeî bir kıza zina etmiş olsa; mehir —ver­mesi— gerekir. Eğer, —evlendiğini— ikrar ederse, mehir yoktur,

Sa'bî bîr erkek, hür ve bulûğa ermiş bir kadına, zina eder ve onun bikri izâle olursa; eğer erkek çocuk, zorlayarak yapmışsa; meh-rinJ öder. Fakat, bu oğlanı, kadın davet etmiş olursa; bu durumda, o çocuğun, mehir ödemesi gerekmez.

Sabi bir kız, sabî bir oğlanı, davet etse da, bikri İzâle olsa; bu durumda, oğlanın, mehir ödemesi gerekir.

Çünkü, bu küçük kızın emretmiş olması, —mehir— hakkının. sakıt olmasına sebep olmaz. Bulûğa erişmiş olanın davetinde ise, du­rum böyle değildir.

Bir câriye, küçük bir erkeği davet etse; o da, zina etse; bu du­rumda da, mehir lâzım gelir. Çünkü, cariyenin emri ile, efendisinin hakkı sakıt olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Mehirden maksat ukr'dür. Ukr İse :  Cima' sebebi ile, bazı , yerlerde lâzım gelen şey demektir.

Ukr'un miktarı hakkında, Şeyhu'l - İmâm Necmüddîn, şöyle de­miştir : «Ben, bu konudaki fetvasının, ne olduğunu, Kâdî'l - İmâm İs-bîcâbî'den sordum. O, bana şöyle yazdı : «Ukr'un miktarı tesbit edi­lirken, o zina, helâl olmuş olsaydı, onun için alınan miktara bakılırdı ve o miktar, ukr olurdu.» Diğer âlimlerimizden de böylece, naldolun-muştur. Hulâsa M a da böyledir.

Hııccetde  «Ukr, misli  ile nikâh akdedilen şeydir.» denil­miştir. Bu kavil, İmâm Ebû Hanîfe (R-A.)'nln kavlidir. Fetva da bunun üzerinedir. Tatarhânîyye'de de böyledir.

Bir kimse, karısı  ile cima1 yaptığı esnada, onu boşasa ve sonra da, cimâ'ını tamamlayıp, fhtlyacını giderse; bu hususta, İmâm Ebû Yûsuf {fl.A.J'tan. iki rivayet'bulunduğunu, bize, İmâm Muhammed (RjA.) haber vermiştir.

Birinci rivayet: Bu durumda, erkeğe, had de, mehir de yoktur. Çünkü, bunların hepsi, tek bir fiildir; başlangıcı ve sonu helâl oldu­ğu zaman, ne had, nede mehir gerekir.

Ancak, erkek, talâktan sonra zekerini çıkarır ve tekrar icmal eder­se, bu durumda, mehir gerekir

Fakat, böyle yapmaz da, talâktan sonra, inzale kadar, cima' etme­ye devam ederse; bu şahsın, meihir ödemesi gerekmez.

İmâm Muhammed (R.Â.)'e göre, bu hüküm, talâkın, talâk-ı ric'î olduğu zaman geçerlidir.

İkinci rivayete göre; bu şahıs, karısına rücû' edemez.

Bir adam, cima' esnasında, cariyesine : «Sen hürsün.» dedikten sonra; cimâ'mı tamamlasa; İmâm Muhammed {RAÎ'ye göre bu ada­mın, melhir ödemesi gerekmez.

Ancak, bu şahıs, cariyesini azad ettikten sonra, cima' âletini çı­karır, sonra da tekrar idhâl ederse; bu durumda, mefcir ödemesi ge­rekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, Ibir kadını, kendisine: o, kadının kızını da, kendi oğluna nikâ'hlasa; bunlar, değişik olarak, —biri, diğerinin hanımı ile — zifaf olsalar ve birbirlerini takiben cima' etseler; ilk cima' yapanın cima' yaptığı kadının mehrinin tamamını, kendi karısının da mehri-nin, yarısını vermesi gerekir. Sonradan cima' etmiş olanın, karısının mehrini vermesi gerekmez.

Şayet, her iki çift, —bu şekilde— aynı zamanda, cima1 ederler-s*3, rher iki erkeğin de, kendi karılarının mehirlerini, vermeleri gerek­mez.

Bir adam, birbirine yabancı, iki kadından birini kendisine, diğe­rini ise oğluna nikâhlasa; ve bu baba--oğul, yanlışlıkla, b'irl diğerinin nikâhlısına cima' etmiş olurlarsa; her biri, cima' ettiği kadının meh­rini verir; nikâhlandığı kadının mehrini vermez.

İki kardeşten biri, bir kızı; diğeri de, o kızın anasını nikâhlasa; ancak; zifafta, bunlara bu kadınlar, değişik olarak teslim edilse ve böylece değişik şekilde cima' etmiş olsalar; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) : «Bu durumda. İkisinin nikâhları da 'bâine olur.» demiştir.

Bu erkeklerden ikisi de, nikahlanmış oldukları kadınların, me-hlrierinin yarısı; cima' ettikleri kadınların da, mahirlerinin tamamı­nı verirler

Bundan sonra; bu erkeklerden her hangi birisi, önceden nikahlan­mış bulunduğu kadını, nikâhlayamaz. Önceden, anasını nikâ'hlamış.bu­lunan, clmâ' etmiş bulunduğu kızını nikâhhyabilir. Önceden kızını ni­kahlayan ise, cima' etmiş bulunduğu anasını nikâhlayamaz.

Keza, kocalar arasında akrabalık bulunmasa bile, bu husustaki hüküm, değişmez. Zshırlyye'de de böyledir.

Bîr kimseye, nikâhlandığı   kadın değil de, başka bir kadın teslim edilse ve bu şahıs da, kendisine teslim   edilen kadına, cima' etse; mehr-i misil ödemesi gerekir. Bu şahıs, bu kadını, kendisine tes­lim eden şahsa. —-möhlr hususunda— müracaat edemez.

Şayet, teslim edilen bu kadın, —teslim alıp, cima' eden ada­mın*^- nikâhlısının anası ise; nikâhlısı, kendisine haram olur. Eğer nikâhlısına, henüz cima' etmemişse, yarım metıir tlâzım gelir.

Bir baba, nikahladığı karısına, cima etmeden Önce, oğlu, o kadına cima' etse; baba, menrin yarısı için, oğluna müracaat edemez. Çünkü, bu durumda, oğluna, mehr-İ misil lâzım gelir.

Ancak, —nikâhın fesadı için— oğlan, babasının karısını, şeh­vetle öpmüşse; baba, bu durumda, mehrin yansını oğlundan alır. Çünkü, bu durumda, oğluna möhir —ödeme— yoktur.

İbn-i Semâ'a, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un, şöyle buyurduğu­nu nakletmiştir: «Hastalık çekmekte olan bir adam, hasta olan başka bir şahsa, bir câriye bağışlasa, bu şahıs da,    cariyeye cima' etse; — cariyenin mehri yüz dirhem; kıymeti ise, üç yüz dirhem olsa — sonra da, bu adam, bu cariyeyi kendisine bağışlayan şahsa, bağış-

!asa; bilahâre, bu şahıslar hastalıklarından dolayı ölseler; ikine! şah­sın mehir vermesi gerekmez.»

İmâm Muhammed (RjA.) : «Hasta bir şahıs, cariyesini, bir baş­ka şahsa hibe -ettikten sonra; bu câriye, hibe edilen adamın yanında iken, ona, cima' etmiş olsa; sonra da vefat etse; bu şahsın, mehir ödemesi gerekmez.

Bağışlayan şahıs, bağışladığı cariyeden tamamen elini çekerse, — yukarıdaki gibi— bir şey lâzım gelmez. Ancak, bağışladığı cari­yeye cima' eden bu kimse, sonradan, bu 'hibesinden vaz geçerse, me­hir ödemesi lâzım gelir.» buyurmuştur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Hasta bir kimse, borçlu bulunduğu bir adama, bir câriye hi­be etse; sonra da, bağışlanan şahıs, bu cariyeye cima' etse; mütâki-ben bağışlayan şahıs ölse; hibe edilmiş olan câriye ise, borçtan dü­şülse, bu durumda, cima1 eden şahıs, cariyenin mehrini öder. Zahî-riyye'de de böyledir./

Nevâdiru'l - Muallfi'da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un, şöyle bu­yurduğu nakledilmiştir: «Bir kimse, bir'kadını, zorla alıp, ona, ferclnin hâricinden cima' etse; bu kadın da, bir çocuk doğursa; eğer; —ada­mın cima' ettiğinde bu kadın— bakire idiyse mehir gerekir; dul idiy­se, mehir gerekmez.» Tatarhânîyye'de de böyledir. [64]

 
14- Mehrin Ödenmesi
 

Bir kimse, yaşça büyük veya küçük olan bakire veya mec-

nûne kızını; bir adama, nikâhlasa; mehrini de ödetse; bu ödeme sa­hih olur.

Sonra, —eğer buna ehil ise — bu kız muhayyerdir : Mehrinl, di­lerse kocasına müracaat ederek; dilerse velîsine müracaat ederek alır. Veli eğer, koca istediği için, mehri ona, vermişse; müracaat ede­rek mehri, ona ödettirir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir kimse, kızını, iki bin dirhem mehir karşılığında, bir ada­ma nikahlayıp, şöyle ş eh âdette 'bulunsa : «Filân kızı, filân adam, İki bin dirhem mehirle nikahladı. Bunun bin dirhemini, ben, kendi malım­dan veriyorum. Bin dirhemini de filân veriyor.» Koca da, bunu —işi­tip— kabul etse; mehrin tamamı, kocaya a!t olur. Baba, —verdiği — bin dirhemi, kocaya ödettirir.

Eğer kadın, babasından veya onun mirasından —bu bin dirhe­mi— almışsa; baba veya vereseler, kocaya müracaat ederek, —bu bin dirhemi — geri alırlar. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, küçük yaştaki oğlunu, bir kadınla evlendirirken — sıhhatli halinde—, kadının mehrine kefil olsa; kadın, bunu kabul ederse, bu — kefalet— caiz olur.

Eğer baba, sıhhatli iken, bu mehir borcunu ödemişse; istihsanen, oğluna müracaat edip de, onu geri alamaz. Ancak, kefil olurken, geri alacağını şart koşmuşsa, bu ha! müstesnadır. Zehıyre'de de böyledir,

Kadın, velîsinden, mehrîni  isteme hakkına sahiptir.

Mehri, kocasına ulaşmamışsa; kadının, mehrini kocasından İste­me hakkı yoktur,

Me'hrinin, kocasına ulaşmış olması hâlinde ise, kadın muhayyer­dir : Mehrini, dilerse, velîsinden; dilerse, 'kocasından ister. Tebyîn'­de de böyledir.

Babanın emri —-ve İsteği— Üs, Wr yabancı, mehre kefii olmuşsa, mehir, o kimseden istenilir.

Vasinin, emretmiş olması hâlinde de, durum böyledir.

— Bu durumda— mehrî ödeyen kimse, —ödemesini— kendi­sine emretmiş olan babadan, onu geri alabilir.

Kefil olan kimse, mehrl ödemeden; baba ölürse; bu durumda ka* dm muhayyerdir: Mehrini, dilerse, ölen babanın oğlundan; dilerse, terekesinden alır. Sonra ,öien şahsın vârisleri, oğlana müracaat ede­rek, mehri ödetirler. Hulâsâ'da da böyledir.

Bir baba, sıhhatli iken, —oğlunun— mehrine kefil olur ve

bu metin hasta halinde öderse; bu -durumda hakkında Hassâf, Ecfebü'l -Kâdî'de şöyle demiştir: «—Bu durumda ödenen şey— İmâm Ebû Hanîfe (RA.) ile İmâm Muhammed (RA)'e göre, teberrru olmaz. Bu möhri, oğlanın —hissesine düşmüş olan— mirasından ödemek ge­rekir, Zehıyre'de de böyiedir,

Bakkâirde : «Bir baba : Şahit olunuz; gerçekten ben, filân kızımı nikahladım: derse; İmâm Ebû Hanîfe [R.A.) ile İmâm Ebû Yû­suf (R.A.)'a göre, ba kızının mehılni edâ etmesi gerekir.» denilmiştir. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet, oğlan büyük, babası da, sıhhatli iken oğlunun yerine kefil olur; sonra da ölürse, bu durumda kadın, me'hrini, babanın te­rekesinden aldığında, bil - İcma', vereseler, oğiana müracaat ederek, bir şey aiamaziar, Fstâvâyi KâcÜhân'da da böyledir,

Yukarıda saydıklarımızın tamamı, sıhhatli iken kefil olun­duğu zaman, geçerli olan hükümlerdir.

Ancak, kefalet, ölüm hastalığında vuku bulursa; kesinlikle, bu kefalet geçersiz olur. Çünkü, hasta, bunu yapmaktan men edilmiş­tir. Böyle yapması sahih olmaz. 2ehîyre'de de böyledir.

Bir kimse, bir kadının mehrine kefil olsa ve : «Böyle yap­mamı, bana, kocası emretti.» diyerek, kadını nikâhiasa; sonra da, ko­cası gelerek, o adamı doğrulasa; — eğer o adam, kefil olmaya ehil ise— akdedilen (bu nikâh da, mehre kefalet de, sahih olur.

Bu kimse, kefil olduğu mehri ödediği zaman, kocaya müracaat ederek, geri alabaliri.

Koca, bu adamın, kefil olduğunu yalanlar fakat elçiliğini tasdik ederse; nikâh ve kadın ile, elçi arasında cereyan eden, mahir kefa­leti, sahih olur. Ancak, o adamı, elçi olarak yollayın koca hakkında, —ıbu adamın— mehir kefaleti sahih olmaz.

Bu durumda, kadın elçiye müracaat ederek, mehrinl, ondan' ala­bilir. Fakat, elçi, kocaya müracaat edip, verdiği mehri ondan geri ala­maz.

Şayet, koca; elçinin, kefaletini de, elçiliğini de yalanlarsa; bu hu­susta, bir beyyinesi olmasa bile nikâh geçersiz olur. Bu durumda ko­canın, mehir ödemesi de gerekmez.

Kadın ise, mehrini, 'bu elçld-en İstem hakkına sahiptir. Bundan sonra, rivayetlerde ihtilâf vardır.

Kitâbü'l - Vekâle'nîn, bazı rivayetlerinde zikrolunduğuna göre; gerçekten o kadın, mehrinin bir kısmını, kefilden isteyebilir.

Yine, Kitâbü'l - Vekâle'nln bazı rivayetlerinde zikredildiğine göre; bu kadın, elçiden, mehrinin tamamını isteyebilir. Biz, Vekâlet Bölü­münde, bu mes'eleyi anlattık, Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, elçi:  «Koca olacak şahıs, bana, bir şey emretmedi. Fakat, ben, ondan bedel olarak, seni, ona nikahlıyorum. Mehrini de tekeffül  ediyorum.» derse;  koca ise, bu adamın elçiliğini kabul et­mezse; nikâh da, mehir de, 'bâtıl olur. Hâbiyye'de de böyledir,

Nikâh yapmaya vekil tayin edilen bir kimse, kadının mehri­ne kocanın emri ile kefil oiur ve onu öderse; bu elçi, kocaya müra­caat ederek, ödediği mehri geri alır. Şayet, bunu, kocanın emri ile değil de, kendiliğinden yaptıysa, ıbu mihri, kocadan alamaz. Hulâsa1' da böyledir. [65]

 
15- Zımmi Ve Harbînin Mehri
 

Müslümanların   nikâhında,    mehir  olarak,  elverişli ve caiz olan şeyler, zimmet ehlinin nikâhında da caizdir.

Müslümanların nikâhında, caiz olmayan şeyler, onların nikâhın­da da caiz değildir.

Fakat, zimmîlerin nikâhında, içki ve domuzun mehir olması caiz­dir. Bedfii'de de böyledir.

Şayet, zimmî bir erkek, —zımmî bir kadını, lâşe veya kan mukabilinde veya metıirsiz olarak nikahladığında, iki taraf da susar veya bu akdi reddetmezlerse; akdedilen bu nikâh, caiz olur.

Bu durumda, zımmî erkek, cima' ettikten sonra veya cima' etme­den, bu zımmî kadını boşasa veya bu koca ölse; İmâm Ebû Hanîf© (R-A.)'ye göre, her iki 'halde de, kadına mehir yoktur. Kenz Şerhî'nde de böyledir.

Keza, iki harbî, leş veya kan karşılığında   nikâh akdetseler veya dâr-ı harbde mehir olmasa; üç imamımızın ittifakı İle, bu durum­da da, kadına mehir yoktur. Konz Şerhi'nds de böyledir.

Bunlar, müslüman  olsalar da olmasalar da, hüküm aynıdır.

Zımmî bir erkek, zımmî bîr kadını, içki veya domuz karşılığında nikahladıktan sonra; bunların ikisi veya biri müslüman olsa; eğer, o içki veya domuz belirlenmiş fakat teslim alınmamış olursa; bunlar, kadına mehir olmaz.

Bu iki şey, ancak, muayyen oldukları zaman mehir olur. Eğer, bunların aynı olmaz da, —kocanın bunları borçlanması gibi— başka­sı olursa; bu durumda kadına, içkinin bedeli verilir. Bu şekildeki me­hir, domuz ise, bu takdirde, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, kadına, mehr-i misil ödenir.

İmâm Ebû Yûsuf ise : «Mehir ister onların aynı; ister, aynın gayri olsun; bu kadına, mehr-i misil verilir.» buyurmuştur.

İmâm Muhammed [R.A.J ise: «İster biaynihî olsun; İsterse biğayri aynihî olsun, müsâvîdir; kadına, onun kıymeti, mehir olarak verilir.» buyurmuştur,

Mehir, içki veya domuz olur ve bunlarda, —erkeğin— zimme­tinde borç olarak bulunursa, hilâfsız olarak, kadına ondan başka, me­hir yoktur.

Yukarıda söylediğimiz hususların tamamı, müslüman olmadan onca, mehrin alınmamış olduğu haller İçin geçerlidir. Şayet, mehir, daha önce alınmışsa; kadın için — yeni — bir hak yoktur, Bedâi'de de böyledir.

Bu şahıslar, şsyet, cimâ'dan önce karılarını boşamış olurlar­sa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A,)'ye göre, kadına, muayyen mehrin, muay­yen olan yarısı verilir. Metıir, muayyen olmayan bir içki ise, mehir olarak, onun kıymetinin yansı verilir. Metıir, domuz ise, kadına müt'a, yani bir miktar menfaat verilir. Kâfî'de de böyledir. [66]

 

16- Kızın Çehizi
 

Kızına, bir takım eşya hazırlayıp, teslim eden kimsenin, on­ları kızından geri alması, îsti'hsanen doğru değildir. Fetva da bunun üzerinedir.

Şayet, eşya, ktza teslim edilirken, kız tarafından bir kimse, o eş­yadan bir şey alırsa; kızın kocası, onu geri alır. Çünkü, o, rüşvet ol­muş olur. Bahrü'r- Râık'ta da böyledir.

Zifaf zamanında,  koca, karısının ev halkına    yolladığı bazt şeylerin içinde, bir ipekli kumaş 'bulunsa; kadın, erkeğe teslim edi­lince, erkek, ondan, bu ipekli kumaşın geri verilmesini  istediğinde, —'bunu, temlik yolu ile göndermişse— geri almaya hakkı olmaz. Fü-aülü'l - Imâdîyye'de de böyledir.

Bir kimse, kızına  çehiz vererek, onu birisine nikahladıktan sonra; bu eşyaları, emaneten verdiğini söyleyerek geri istediğinde, kız, «Onlar benim malımdır. Sen, onları, bana, cehiz olarak verdin» der veya kız ölür de, kocası böyle söylerse; kızın veya kocasının sözüne İtibar edilir; babanın sözüne itibar edilmez.

Aliyyü's-Sâğdî'den, babanın sözünün, muhteber olduğu rivayet edilmiştir. Serahsî'de, bunun benzerini söyemiştir. Bazı âlimler, bu kavli kabul etmişlerdir.

Vâkıât'ta : «Çehiz hususunda,, örfe bakılır. Örf, bizim diyanmız-daki gibiyse, kocanın sözüne itibar edilir. Eğer, örf, müşterekse, söz babanındır.» denilmiştir. Tebym'de de böyledir.

Sadru'ş Şehîd : «Buradaki tafsilât, fetva hususunda bir seçim­dir.» demiştir. Nehru'l - Fâık'ta da böyledir.

Kocanın sözüne itibar edildiği zaman, baba iddiasının doğ­ruluğuna beyyine getirir ve beyyinesi de sağlam    olursa; şöyle ki: Baba, eşyayı kızına teslim ederken şahit tutar ve : «Ben, bu eşyayı sana emanet olarak veriyorum.» der veya eşyaların listesini yazarak, kızına da : «Bu yazılı olanlar, benim yanımda, babamın malıdır.» de­dirtir ve kızının bu ikrarına da şahit gösterirse; beyyinesi, kabul edi­lir. Bahru'r - Râık'ta da böyledir.

Bir kimse, bulûğa erişmiş kızını bir şahsa    nikâhlar fakat, ona cöhiz olarak hazırladığı bazı eşyaları teslim etmezden; o nikâhı feshedip, bu kızı, bir başkasına nikahlarsa; bu durumda, bu kız, o çehizi, babasından isteme hakkına sahip değildir.

Babasında alacağı olan bir kıza, babası; cehiz yapmış bulunsa; sonra da baba : -Ben, sana bendeki alacağın karşılığında, cehiz yaptim.- dediğinde; kız da : «Sen, bana,   kerrdi malından cehiz yaptın.» dese; babanın sözü muteber olur.

Bir kimse, ümm-ü veledine, kızına bir çehiz yapmak şartı ile, bir şeyler verse; bu kadının, hazırladığı çehiz!, kızın babasına teslim et­meyip, kıza verme&İ, doğru olmaz.

Küçük 'bir kız, anne ve babasının malından, gücünün yettiği kadar gayret ederek, kendisine çehiz yapsa; annesi ölse ve babası, hazırladığı çehizin tamamını bu kıza teslim etse; diğer kız kardeşleri «'bu, çehizi annemizin malından yaptın.» diye, dâva "etme hakkına sa­hip değillerdir.

Bir kadın, babasının evinde, onun satın adığı ibrişimlerle, bir takım eşya örse veya dokusa; sonra da babası ölse; âdet üzre, bu şeyler, o kadının olur.

Bir anne kocasına ait o!an eşyalardan, ve onun haberi dahilinde, kızına çehiz hazırlasa fakat adam, bir şey söylemese; bunlar, kadının kocasına teslim edildiğinde, bu babanın, mezkûr eşyaları, kızından ge­ri alma hakkı yoktur.

Keza, mutad olan şeyleri, anne, kızına çehiz olarak verirken, baba seslenmezse; sonradan, bunları geri alamaz. Gunye'de de böyledir.

Bir şahıs, zengin bir adamın kızını, nikahladığında, kızın ba­bası, kendi eliyle kızma, üç bin dinar verse de, fakat çehiz olarak, hiç bir şey vermese; Cemâ!ü'd-din ve Muhıyt Sahibi: «—Babasının ver­diği dinarla, çehiz yapmamışsa; —bu kız, örf ve âdet üzere babasın­dan, çehiz talep eder.» diye fetva vermişlerdir İmamlar da, bu kavli, ihtiyar etmişlerdir.

Bir kimse, başka bir şahsı, «Sana kızımı çok çehizle nikâhlarım.» diyerek kandırdığında; kızın kocası, düğün hediyesi olarak, kız baba­sına bir miktar dinar verse, fakat, ba!ba hiç çehiz vermese; bu mes'ele İle ilgili, bir rivayet yoktur.

Yalnız, Buhara âlimleri ve   S&dru'l - İslâm Bürhânü'l - Eimme, bu

hususta : «Eğer, baba, kızını, çehîzsiz vermişse; kendisine, düğün he­diyesi olarak verilenin, fazlasını iade eder.» demiştir.

Sadru'l - İslâm ve ImSdü'd- Dîn Nesefî: «Düğün hediyesi olarak verilen her dinar karşılığında, üç veya 'dört dinar  kıymetinde çehiz gerekir. Eğer, bu miktarda çdhiz yapılmamışsa; düğün hediyesi, ger! alınır.» demişlerdir.

İmâm Mürğînânî: «Safîm olan : Hiç bir şey için, kadının ba­basına müracaat etmemektir. Çünkü, nikâhta maksûd olan, mal de­ğildir.» demiştir. Kerderî'nin Vecîzi'nde ds böyledir,

Kızına çehiz hazırlayan bir kimse, bunlar» kızına teslim et­meden ölür ve; geride kalan diğer varisler de, o çehizden hisse is­terlerse; şayet bu kız, çehiz hazırlanırken bulûğa erişmiş olursa; bu çehizde, —diğer— vârislerin de hakları vardır. Sahih olan budur. Çünkü, bulûğa erişmiş bulunan bu kıza, teslim edilmemiş olan bir şeyin, ona ait ve onun mülkü olması, sahih olmaz.

Ancak, kız küçük olursa, hüküm bunun tersinedir. Bu durumda, diğer varisler, bu —küçük— kızın, çehizinden hisse alamazlar. Çün­kü, o küçük olduğundan, onun namına babası almış sayılır. Cevâhiru't -Fetâvâ'da da böyledir.

Bir kadın, kendisine ait eşyasını, kocasına vererek: «Bunları sat, evin İhtiyaçlarına harca.» der; ve kocası da böyle yaparsa;, sa­tılan şeylerin değeri kadına ait olur mu? suâline: «Evet, olur.» cevabı verilmiştir. Fetâvâyi Hucendî'de de böyledir.

Bir kimseT kendisine nikahlamak gayesiyle bir başkasının id-det bekleyen karısını, iddeti bitene kadar yedirip içirse ve harcama yapsa? bu kadında, iddeti bitince, onunla nikâhlanmaktan kaçınsa; har­cama, nikâh akdedilmesi şartiyie yapılmışsa; bu şahıs, o kadına mü­racaat ederek, masrafını geri alabilir mi, alamaz mı?

Sacfru's - Şehîd : «Sahih olan, şart koşmamışsa alamaz.» demiş­tir.

Fakat, bu şahsın, o kadını nikahlama tamahı iie harcama yapmış olması halinde; âlimler, 'bu masrafı geri alıp, alamıyacağı hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Esahh olan kavil ise, bu şahsın, kadına müracaat edip, bir şey alamamasıdır. Sadru'ş - Şehid de böyle söylemiştir,

Şeyhu'i-İmâm el Üstâz: «Kadın, o adama nlkfih!an&a da, ni-kâhlanmasa da> adam, yaptığı harcamayı ondan ister ve alır. Esahh olan budur. Aksi takdirde, o rüşvet olur. Muhıyt'ın ihtiyar ettiği kavil de budur.

Bu hüköm, kadına, şahsî masrafar -için dinarlar verildiği zaman geçerlidir.

Fakat, bu kadın, adamın verdiği şeyleri, onunla beraber yerse, bu durumda, adam, kadından tıiç bir şey isteyemez.

Bir kimse, bir adamın bağında, kızını, bana nikâhlar ümidiyle, çarlişsa da bu adam, kızını, 'bağında çalışan bu 'kimseye vermese; çalı­şırken, nikâh şartı olsun olmasın, bu adam, ecr-i misi! alır.

Üstâd Zâhîru'd - Dîn Hâlî: «Bu kimse, bir şey alamaz.» demiş­tir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, bir şahsın kızını istediğinde, kızın babası: «Altı ay veya bir sene kadar, mefarlni verirsen; olur.» der, 'bundan sonra da, kızı İsteyen şa'hıs, kızın babasına hediyeler gönderir fakat mehri öde­meye gücü yetmezse; adam da, kızını ona vermezse; bu şahıs, mefoir için önceden gönderdiği şeyleri geri alabilir mi?

Âlimler: «Bu şahsın gönderdiği şeyler, ister durmakta olsun, is­terse zayi olmuş bulunsun, gönderen kimse, onları geri alır.» demiş­lerdir.

Gönderilen şey, mehır değil de, hediye olsa bile, eğer bunlar du­ruyorsa, görrderen şahıs bunları da geri alır. Ancak, bunlar, zayi ol­muşsa, geri alamaz.

Bir kadın, kocasına : «Sahibi olduğum eşyaları korumak için, mehrîmden harca.» dediğinde kocası, bu isteği yerine getirse, fakat, sonradan da kadın : «... Meftrlmden harcama. Çünkü, onları, sen de kullanıyorsun.» demiş olsa; bu durumda, Ebu'l - Kasımın kavline göre, bu maksatla, normal bir şekilde yapılan harcama, mehirden yapifmış sayılır. Fetâvâyi Kâdİhân'da da böyledir. [67]

 

17- Ev Eşyası Hakkında Karı - Kocanın İhtilâfları
 

İmâm Ehü Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.) : «İçin­de oturdukları evde bulunan eşyalar hususunda, nikâh esnasında veya nikâhtan sonra, kan - koca arasında ihtilâf çıksa; ihtilâfa konu olan eşyalar; eğer, sandık, eğriîrrfîş iplik, baş örtüsü, kadın elbisesi veya benzerleri gibi şeyler ise, bunlar kadına ait olur. Ancak, koca, bu eş­yaların, kendisine ait olduğuna beyyine getirirse, bu durumda, bunlar kocanın olur.

İhtilâf konusu eşya, şayet, erkeklere mahsus, silâh, balta, başa giyilen şey, ok, yay veya benzerleri gibi şeyler olursa; bunlar da er­keğin olur. Ancak, kadın da, bunların kendisine ait olduğuna beyyins getirirse, bunlar kendisinin olur.

İhtilâf konusu eşya; köle, hizmetçi, yatak, koyun, sığır gibi erke­ğe veya kadına ait olması mümkün olan şeylerden olur ve kadın, bun­ların kendisine ait olduğuna 'beyyine getiremezse; bu şeyler erkeğin­dir.» buyurmuşlardır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Karı - kocadan birisi öldükten sonra, Ölenin veresesi arasın­da, geride kalan mal hususunda ihtilâf çıksa; İmâm Ebü Hanîfe (R.A.) /e İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu durumda erkek sağ îse, erkeğe elverişli olan onundur. Erkek, ölü ise. bunlar veresenindir.

Kadına elverişli olanlar ise kadınındır.

Her İkisine de elverişli olanlar, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, eğer erkek sağ ise, onun; ölmüşse, veresesinin olur.

İmâm Ebû Hanîfe (Fl.A.Vye göre ise, kalanın kime ait olduğunu bilmek güçtür.

Kalan şey, ticaret eşyssı olur; erkek de, ticaretle uğraşan bir kimse olursa; o şeyler erkeğin olur. Muhıyt'te de böyledir.

Eğsr. kan - kocadan biri hür, diğeri ise matıcür memlûk, mfi'zûn. mükâtep olursa; eşyanın tamamı, hangisi hür ise, onundur.

İmâmeyn: «Memlûk; mahcur İse, bu hüküm geçerlidir.» bu­yurmuşlardır. Fekat, bu karı - koca; izinli köle ile mükûtebe, câriye ise, bunlar hakkındaki hüküm, iki hür hakkındaki hüküm gibidir.

Ksrı - kocadan biri müslüman, diğeri ise kâfir İse, bu durumda, hfir ikisi de müslüman olan ailelerin tâbi olduğu hükme tabidirler.

Karı-kocadan her ikisi de sabî (— küçük çocuk) veya biri sabî, diğeri bulûğa ermişse; bunlar da birbirlerine mûsâvîdir.» denilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer, tıer ikisi de, hür değillerse veya mükâtep iseler; eşya hakkında, nasıl davranılacağı yukarıda anlatıldığı gibidir. Muhiyt'te de böyledir.

Yukarıdaki hükümlerde, içinde oturulan evin, erkeğin veya kadının olması arasında, bir fark yoktur.

Şayet, ev kadının olmaz da, erkeğin bir yakının, meselâ : Ev, oğ­lanın babasının veya babanın oğlunun, olur veya buna benzer bir şe­kilde bulunursa; bu durumda, eşya (nm kime âit olduğun) da şüphe bulunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,

Birden çok karısı olan, bir kimsenin, karıları Üe, arasında — ev eşyasi konusunda— ihtilâf çıkarsa; eğer, kadınların hepsi, ay­nı evde oturuyorlarsa; eşyada, eşit haklan olur.

Şayet, her kadın, ayrı ayrı evlerde oturuyorsa, her evin eşyası, erkekle, o evde oturan kadın arasında müşterektir.

Bu durumdaki kadınlar, birbirlerinin eşyasına ortak olamazlar. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kadın, eşyayı, kocasından satın aldığını söylerse, bu eşya erkeğe ait olur. Kadının, bu hususta, beyyine getirmesi" gerekir.

Karı - koca arasında, içinde oturdukları ev hususunda ihtilâf çıkar da; her biri, evin kendisine ait olduğunu iddia ederse; bu du­rumda, kocanın sözüne itibar edilir.

Şayet kadın veya her ikisi de beyyine getirirse, kadının beyyine-sine itibar edilir.

Eğer, ev, erkeğin elinde olduğu halde, kadın, evin kendisine ait olduğuna beyyine getirirse; ev, kadına ait olur.

Eğer, erkek, kadının kölesi olur ve evin kendisine ait olduğuna beyyine getirirse, kadının da, kendi kansi olduğunu, onu, bin dirhem metıir karşılığında nikahlayıp, bu mehri de kendisine ödediğini söy­ler; fakat, hür olduğuna beyyine getiremezse; evin, 'bu erkeğe ait olduğuna hükmedilir. Bu durumda, erkek, kadının kölesi olur ve ara­larında nikâh bulunmaz.

Ancak, bu kimse, aslen hür olduğunu isbatlarsa; mes'ele, hâli hâli üzeredir. Yani, erkeğin, hür olduğuna ve bu kadınla da nikâh bulunduğuna; evin isd, kadına sit olduğuna hükmedilir. Fetâvâyi Kâ­dîhân'da da böyledir.

Bir adamın, iki karısı, eşyaların kendilerine ait olduğunu söy­leyerek, ihtilâfa düşer ve ikisi de, beyyine getirirlerse, bu eşyanın kocaya ait olduğuna hükmedilir. Muhiyt'te de böyledir.

Kocasına ait pamuğu eğiren bir kadınla kocası arasında, bu pamuk huşunda, ayrılmadan önce veya ayrıldıktan sonra ihtilâf çıkar ve koca, pamuğu eğirmesi İçin karısına izin verip : «Bunu, benim için eğir.» demiş olursa; bu durumda, eğrilen pamuk, kocaya ait olur; ka­dının bir ücret talep etme hakkı da olmaz.

Ancak, bu durumda, belli bir ücret söylenmişse kadına, bu ücret ödenir.

Eğer, bir ücret verileceği söylenmiş, fakat bu ücretin miktarı belirtilmemiş veya bu pamuğun ikisine ait olması için, bez haline ge­tirilmesi şart koşulmuşsa; bu durumda İplik, kocanın olur; kadına ise, ecr-i misil verilir.

Bu İşin, ücretle yapılıp yapılmadığı konusunda, ihtilâf edilir; ka­dın : «Ben, ücretle eğirdim.» derken; erkek: «Hayır, ücretsiz eğîr^ din.» derse; yemin etmesi,şartı ile, erkeğin sözüne itibar edilir.

Şayet, erkek, karısına : «Kendin için eğir.» demişse; İplik kadının olur. Başka bir şey verilmez.

Koca, karısına : Ben sana, bu İpliği, benim İçin eğir; dedim.» der; kadın ise : «Hayır, sen, kendin için eğir; dedin.» derse; yemin etmesi şartı ile, kocanın sözüne itibar edilir.

Şayet, koca : «Eğir de, ikimizin olsun/» derse, bu durumda iplik, kocanın olur; kadına ise, eğirme ücreti verilir.

Koca, karısına : «Pamuğu eğir.» der; fakat, bundan başka bir şey söylemezs-e; iplik kocanın olur.

Şayet, koca; kadını, pamuk eğirmekten men eöer; kadın ise —ko­casına rağmen— eğirirse; bu durumda, eğirdiği iplikler kadının olur. Ancak, eğrilen pamuğun bedelinin kocaya verilmesi gerekir.

Şayet, ihtilâfa düşerler de pamukların sa'hi'bi olan koca, karısına : «Benim İznimle eğirdin.» der; kadın da : «Senin iznin olmadan eğir­dim.» derse; kocanın sözü mu'teberdir.

Pamuk satıcısı olan -bir koca, evine pamuk getirir ve kendisi bir bir şey söylemediği halde, karısı, onu eğirmiş bulunursa;' bu durum­da, pamuğun bedelini kocasına ödemek şartıyla, iplik kadının olur.

Koca, pamuk satıcısı olms2 ve karısına, eğirmesi için izin ver-mîş olduğunu iddia ederse; kocanın sözüne itibar edilir, Nitekim, bir kadın, kocasının getirdiği etten yemek pişirince; o yemek, kocaya ait olur.

Keza, bezciye dokutulmuş bez üzerinde ihtilâf çiksp; koca, karı­sına : «Pamuğu, dokumacıya benîm iznimle verdin.» dediğinde kadın da : «Hayır, senin iznin olmadan verdim.» derse, bu öurumâa da, ko­canın sözü mu'teber olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

Ebû'l- Leysin  FetvfiterTnda : «Bir  kadın, kocasının fznj il*, ona ait pamuğu eğirip, bez do-kuduktan sonra; bu bezin bir kısmını ev­de kullanıp, bir kısmını da satarak, karşılığında evleri için gerekli olan' şeyleri alsalar; satın alınan bu şeyler İle evde kalan bez, kocaya aittir.

Ancak, bu kocanın, karısına aldığı eşyalar ile kadına alınmış ol­duğu, âdet olarak bilinenler, kadına ait olur.» denilmiştir.

Keza, Ebö'J - Leys'İn Fetvaları'nin Büyûğ ÜÖIÜmti'nde de: «Bir kimse, karısına, gerekli parayı : «Buna, pamuk a! ve eyir.» diyerek verse; kadın da, böyle yaptıktan sonra; bu -ipliği satıp, evine eşya alsa; alman bû şeyler, kadına ait olur. Zehiyre'de de böyledir

Bir kadın, kocasına mendi! dokumak üzere, pamuk eğirdiği halde, dokumadan ölse; bu iplik ve pamuk sa'hi'frinin olur.

Bir kimse, bedeHni ödeyip, karısı için pamuk kozası alsa; kadın bunu eğirince, kocası da dokumacıda dokutturduktan sonra karı-koca, birbirinden ayrılmış olsalar; bu durumda; iplik, satılmak veya kocaya elbise yapılmak için dokutuimuşsa, kocanın; kadın için dokun-muşsa, kadının olur. Gunye'de de böyledir. [68]

 
8- FÂSİD NİKÂHLARLA İLGİLİ HÜKÜMLER
 

Fâsld nikâh vuku bulunca, hakim,  karı - kocayı birbirinden ayırır.

Bu durumda koca, kadına cima' etmemişse; bu kadına mehir ge­rekmediği gibi, iddet de beklemez.

Şayet, koca, cima etmişse; kadına, mehr-i müsemmânm en azı verilir.

Kadının, mehr-I müsemması yoksa; mehr-i misli verilir ve bu durumda kadın, iddet bekler.

Ön taraftan cima' edilmiş olmasına itibar edilir.

Aralarında, ayrılık başladığı andan itibaren, İddet geçerlidir Bh. İmamlarımızın üçünün de kavlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Mecnûu'n - Nevâzil'de :    «Fâsid  nikâhta,'mütâreke  (= eşle­rin birbirini terkedip aynlmaları( talâk sayılmaz. Bununla, talâkın adet­leri de azalmaz.» denilmiştir. Hulâsa" d a da böyledir.

Fâsid nikâhta, mütâreke; —cimâ'dan sonra— ancak, İki ta­raftan birinin, diğerine : «Seni terk ettim.»; «Senin yolunu boşalttım.» demesi ile meydana gelir.

Sadece, nikâhı inkâr etmekle, mütareke vücûda gelmiş olmaz. An­cak, koca, nikâhı inkâr «der ve karısına : *Git, evlen.» derse, mütâreke tahakkuk eder.

Fâsid nikâhta, cimâ'dan sonra, taraflardan birinin, diğerinin ya­nına gelmemesi ile de, mütâreke hasıl olmaz..

Muhıyt Sahibi: «Cimâ'dan öncede, —iki taraftan biri, diğerine, onu terk ettiğini ifade edecek bir söz söylemedikçe — mütareke hasıl olmaz.» demiştir.

Clmâ'dan önce, eşler, gıyaplarında, birbirlerinin nikâhların! fes­hedebilirler. Ancak, cimâ'dan sonra, 'bu fesli işlemi, eşler bir araya gelmeden yapılamaz. Kerderî'nln Vecîzi'nde de'böyledir.

Beraber crlunutan son vakti bilmek, mütarekenin — başlama­sının— şartıdır. Sahih oian budur. Bu vakit bilinmeden, iddet sona ermez. Gunye'de de böyledir,

Aslında, mütârekeyi  bitmek, talâkta şart olmadığı gibi: ta­lâktan sonraki iddette de şart değildir.

Fâsid nikâhta, ö!üm iddeti olmadığı gibi nafaka da yoktur. Hat­ta, bu durumda, tarafların nafaka üzerinde sulh olmnian da. caiz de­ğildir. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir

Fâsid   nikâhta,  çocuğun  nesebi,  doğduğu     ^mseye  nisbet edilir.

İmâm Muhsmmed ERjAJ'e göre- bu durumda, nesebin tesbitinde. clmâ' vaktine itibar olunur. Fetvada bunun üzerinedir. Ebu*l - leys deT böyle demiştir. Tebyîn'de de böyledir.

Fâsid nikâhta, halvet-i sahih:;, şp^vetle öpmek, ve okşamak gfbi fiiller tekarrüp" f= yaklaşma) hükmünde delildir. Meselâ; «Bir kimse, şehvetle okşamış olduğu bir kadının, kızım nikâhlasa: fki hu nikâh fâsid bir nihâktır} fakat, cima' etmeden bu kırı terk etmiş olsa; bilâhare, !bu kızın anasın», nlkâhltyabil'r. Huİâsa'da d!s böy-edir.

Hür olan bir kimsenin, karısının satın alınıp nikâhlanması, fâsid bir nikâh olur. İzinli köîenin karısının, satın alınması ise, bunun hilâfınadir. Sirâciyye'de de böyledir,

Fâsid nikâhta, cima' yapmış olmaktan doiöy! muhsan { = Sa^ hlh nikâhla evli olan) olunmaz. Fakat, bu kimse, ayrıldıktan sonra, cima' ederse, kendisine had tatbik edilir. MiVâcü'd - Dirâys'de de böy­ledir.

Bir kimse, fâsid bir nikâhla, bir kadını nikahlayıp, onunla hal­vette kaldıktan sonra, kadın çocuk doğurur; fakat koca; ona cima' et­mediğini iddia ederse; bu mes'ele hakkında İmâm Ebû Yûsuf (B.A.)'tar» iki rivayet gelmiştir;

Birinci rivâyei:  Çocuğun nesebi sabit olur.   Kadının, möhrinin ödenmesi ve iddet'beklemesi gerekir.

İkinci rivayet: Çocuğun nesebi sabit olmaz. Kadına ise, İddet ve mehir gerekmez.

Şayet, bunisr halvette kalmamışiarsa; çocuk —kesinlikle— o adama, nisbet edilmez. Muhıyt'ta da böyledir.

Kocası kaybolan veya kocasının ölüm haberi gelen veya ko-casından boşandığını iddia eden bir kadın, iddet 'bekledikten sonra, başka bir koca İle nikâhlansa; veyahut da, esir düşen 'bîr kadını, bir harbî nikahlamış olsa ve bu kadınlar da ikinci kocalarından, —bu ko­calarının cirnâ' ettiği andan itibaren, altı ay dolmadan— çocuk doğur-salar, İmâm-i A'zam (R.A.)'a göre, bu çocukların nesebi, kadınların iik kocalarından sabit olur. Ancak, bunun için de, bu kadınların, ilk koca­larından ayrılmalarından itibaren, iki seneden fazla bir zamanın geçme­miş olması şarttır.

Birinci ve ikinci koca. bu durumu kabul etseler de, etmeseler de, hüküm aynıdır

Bu durumda, İkinci koca; bu çocuklara zekâtını verebilir ve bu çocukların, o adamla ilgili şahitlikleri kabul edilir. Kerderî'nin Vecî­zi'nde de böyledir.

O Abdü'I - kerim el - Cürcânî'den gelen diğer bir rivayette ise, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.): «Bu çocuklar, İkinci kocanındır.» buyurmuştur. O, bilâhare, bu kavli ihtiyar etmiştir. Fetva da —bu ka­vil üzeredir. Tecnîs'de de böyledir.

Fetâvâyi Kâdîhân'da ve Sirâciyye'de de böyledir. Sadru'ş - Şehîd

de, bununla fetva vermiştir.

İmâm Zâhîru'd-Dîn ise; «Çocuklar, önceki kocanın nese­binden olurlar. Çünkü, nas ile sahih firaş (*) sahibi olan, bu ilk koca­dır.» demiştir.

Şayet önceki koca meydana çıkarsa; mes'ele, hâli üzeredir; yani, çocuk önceki kocanındır. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Sahih firaş: Bir kimsenin nikâhı veya mülkiyeti altında bulunan bir kadınla, yatağım paylaşması.

Sîr kimsenin nikâhladığf bir kadın, hifkatl belirmiş (uzuvları teşekkül etmiş) bir cenin düşürürse, bakılır: Eğer nıkâhlandığı gün­den itibaren, tam dört ay geçtikten sonra düşürmüşse, bu nikâh caiz (ve çocuğun nesebi sahih) olur

Ancak, dört ay tamamlanmadan düşürmüş olursa, noksanlık bir gün bile olsa, fau nikâ'h caiz olmadığı gibi, çocuğun nesebi de sahih olmaz. (Çünkü, bu durumda, kadının nikâh akdinden önce, hamile ol­duğu anlaşılmaktadır.)

Boşanmış bulunan bir kadın, n-îJcâhlandığj zaman : «Ben îd-detliylm.» derse; bakılır: Eğer boşanması ile bu ikinci nikâhı arasın­daki müddet iki aydan az ise; bu kadına inanılır ve bu nikâh, fâsid olur. Şayet bu süre, tam iki ay veya iki aydan fazla ise; bu durumda, kadına inanılma ve nikâh sahih olur. Hulâsa'da da böyledir. [69]

 
9- KÖLELERİN NİKÂHI
 

Kölenin, mükâtebin, cariyenin, müdebberin ve ümm-ü vele­din nikâhları, efendilerinin izinlerine mevkûfen akdedilir

Bundan dolayıdır ki, bir köle veya câriye, efendisinden izin alma­dan evlenmiş olsa; nikâhı, mevkuf bir nikâh olur. Yani, efendisi, bu nikâha izin verirse, nikâh geçerli; izin vermezse batıl olur.

Bir köle, bir câriye ile evlenirse, metıir, cariyenin efendisine ve­rilir. Köle, hür bir kadınla evlenirse, mehir, bu kadınındır.

Bir kölenin ödemesi gereken, mehri, efendisi ödemezse, mehrin ödenmesi için, bu köle satılır. Ancak, mükâtep ve müdebber olanlar satılmazlar. Bunlar, nehirlerini, çalışarak öderler. Vikaye'd e de böy­ledir

Keza, ümm-ü veledin oğlu ile, bir kısmı azâd edilmiş bulu­nan köle de, mehir için satılmaz. Bunlar da, çalışarak, mehir borçla­rım/ öderler. Tebyîn'de de böyledir.

Mükâtebe olan câriye de, kendi nefsini nikahlama yetkisine, sahip değildir. İzinli köie de, böyledir. Çünkü, ona sadece, ticâret yap­ması için izin verilmiştir. Bu iznin, İçine, evlenme hususu dâhil değil­dir. Müdebbere olan cariyelerde, kendilerini nikahlama hakkına sahip değillerdir. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Köle satıldığı halde, bedeli mehre kâfî gelmezse; bu köle, ikinci defa satılmaz. Arta kalan mehir, köle azâd edildikten sonra is­tenir. Çünkü, köle, mehrin tamamı için satılmıştı.

Ancak, nafaka hakkındaki hüküm böyle değildir. Köle, nafaka İçin defalarca satılır

Köle ölünce, mehir ve nafaka düşer. TebyînVte de böyledir

Bir köle, efendisinin izni olmadan evlenirse, bakılır: Eğer, efendisi —bilâhare— izin vermezse, nikâhı bâtıl olur Bu durumda, duhûlden önce ayrıhrsa mehir ödemesi gerekmez. Efendisi, bu evlilige izin verirse, mefıir, bu köle azâd edildikten sonra İstenir. Fetâvfiyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu efendi, kölesini satmış o!aa; kadının mehri, kölenin azâd edil­mesine kadar devreder. Sahih olan budur.

Bir kimse, kölesini hür bir kadınla nikahladıktan sonra, o köleyi azad etse; kadın muhayyerdir: Mehrinî, isterse, bu efendiye; (sterse, kocası olan şahsa ödettirir.

Bir kimse, müdebberesini, bir köleye nikahladıktan sonra, ölse; mefYİr, kölenin azâd olunduğu zaman alınır. Gunye'de de 'böyledir.

Bir kimse, kölesine, bin dirhem m enirle bir kadını nikahla­dıktan ve köle de, bu kadına cima' ettikten sonra, bu şahıs kölesini, mehri ödemek için dokuz yüz dirheme satsa; kadın, mehir olarak, bu dokuz yüz dirhemi alır. Mikâh ise, geçersiz olur.

Bu kadın, mehrinden kalan alacağım, —azâd edilmiş olsa bile — bu köleden isteyemez.

Bu kölenin, başka bir şahsa da, bin dirhem borcu bulunsa; kadın ile bu alacaklı, dokuz yüz dirhemi aralarında bölüşürler. Kadının, ge­ride 'bir hakkı kalmaz. Alacaklı şahıs ise, köle azâd edilince, gertde kalan alacağını, ondan isteme hakkına sahiptir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir efendi,  mükâtep ve mükâtebe olanların dışındaki — bütün köle ve cariyelerini, evlenmeleri için zorlayabilir.

Yaşça küçük olsalar bile, mükâtep ve mükâtebe olanlar, ev­lenmeleri hususunda zorlanamazlar. Bu, garip mes'etelerdendir.

Yaşça küçük olan mükâtep ve mükâtebeler, kendi reyleri ile mi nikahlanırlar?

Bu hususta âlimler: «Efendileri, bunlardan nl kanlanmaları husu­sunda izin alırsa, rızalarının olup olmadığına bakmadan, bunları nikâh-lıyabilirler.

Bunlar, borçlarını, henüz küçük yaslannda öder ve hürriyetlerine kavuşurlarsa, yine, reylerine itibar edilmez. Efendileri veya velîleri, bunları ayırabilirler. Tobyîn'de de böyledir.

Yaşça küçük olan bir-mükâtebe, borcunu ödemeden önce, ni-nikâha razı olup sonra da, hürriyetine kavuşsa; bu durumda, hiyâr-ı ıtka (= hürriyetine kavuşmuş olmasından dolayı — nikâhı feshetme—* muhayyerliğine) sahip olamaz. Çünkü, henüz, yaşça küçüktür. Ancak, bulûğa erince, hıyâr-ı ıtka sahip olur. Kâfî'de de böyledir.

Nikâhlanmaya razı olmayan bir mükâtebe    —câriye—, bu hâli devam ederken, kitabet şartlarını (= hürriyetine kavuşması için, efendisi ile yapmış bulunduğu sözleşme şartlarını) da yerine getir­mekten âciz kalıp, cariyelik durumu avdet etse; nikâhlanması batıl olur. Bu durumdaki bir câriye, nîkâhlanması için İzin vermiş olsa bile, bu İzni ile amel etmek caiz olmaz.

Ancak, bu mükâtebenin yerinde, bir mükâtep —köle— olursa;, onun efendisi, rızâsını almadan, bir kadınla, onu nikahladıktan sonra; kitâbetindeki şartları yerine getirmeyip, köleliği avdet etse bile, ni­kâhı bâtıl olmaz. Bunun nikâhı, efendisinin iznine bağlı olarak, mevkuf olur. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm-1 A'zam [R.A.)'a göre, izin, fâsid nikâh için de geçer­lidir. İmâmeyn'e göre ise, izin sadece, sahih nikâh  için gerekli ve geçerlidir. Fâsid nikâh için, izin gerekmez. Nikâh iznini, fâsid nikâhta kullanmış olan, — köle — bu izin hakkını kullanıp — bitirmiş — sayıl­maz. Tebyîn'de de böyledir.

İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R-A.)'ye  göre, bir kimse, fâsid nikâhla, bir kadını nikahladıktan sonra, sahih bir nikâhla da, başka bir kadını nikahlamak İstese, bu caiz olmaz.    Çünkü, o şahsın izin hakkı, fâsîd nikâhla sona ermiştir. Bedâi'de de böyledir.

Yine, îmâm-ı A'zsm (R.A.)'a 'göre, mutlak nikâh için, efendi­sinden izin alan bir köle, bir kadınla fâsid bir nikâhla evlenip, ona cîmâ' etse; bu kadına, mehir vermesi lâzım gelir. Muhıyt'te de böy­ledir.

Efendi, kölesine, fâsid nikâh için İzin vermiş olur ve bu kö­le de, bu şekildeki bir nikâhla evlenmiş bulunduğu bir kadına, cima1 etmiş bulunursa, —bütün— âlimlerimize göre, mehir ödemesi gere­kir. Bedâi'de de böyledir.

Bir kimse, kölesine, mutlak şekilde evlenme izni verir; o da, İki kadın nikahlarsa; bu kadınlardan, birinin nikâhı, caiz olur; diğe­rinin ki, caiz olmaz.

Ancak, efendinin, izin verirken kullandığı keüme «Kadınlardan dilediğinle evlen.» veya benzeri gfol, umûma delâlet eden, bir söz olursa; bu durumda, evlenmiş olduğu, iki kadının nikâhı da, câlz.olur.

Efendisinin izni olmadan evlenip, cimâ'dan önce veya sonra, efendileri tarafından, kendilerine bu izin verilmiş bulunan köie ve ca­riyelerin, sadece metır-i müsemmayı vermeleri gerekir.

Köle, karısını, efendisinin iznirrden önce boşamış olursa, bu du; rumda, tevakkuf (= efendisinin iznini beklemesi) bile gerekmez. (tabiyye'd© de böyledir.

Câriyey» verilmesi gereken mehrin tamamı, onun efendisine aittir.

Bu mehir, nikâh akdinden veya duhûlden dolayı olabileceği gibi, mehr-i misil, veya mehr-î müsemma da olabilir.

Cariyenin; memlûke, müdebbere veya ümrn-ö veled olması halle­ri de müsavidir.

Ancak, mükâtebe ve bir kısmı azâd edilmiş olan cariyeler böyle değildir. Bunların mehirleri, kendilerine aittir. Bedâi'de de böyledir.

Efendisi tarafından veya efendisinin izni ile, bîr şahsa nikah­lanmış bulunan bir câriye, azâd edilse bile, mehri, efendisine ait olur.

Bu durumdaki bir kadının, hıyâr-ı itki (= hürriyetine kavuşmuş olmasından, dolayı —nikâh hususunda— muhayyerliği) vardır. Timur-tâşî'de de böyledir.

Bir kimse, cariyesini bir şahısla nikahlayıp azâd ettikten son­ra; kocası onun mejırini artırmış olsa; İmâm Muhammet! (RA)'e göre; bu fazlalık da efendiye ait olur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, bu fazlalık kadına ait olur.

Şayet, efendisi, bu cariyeyi sattıktan sonra; kocası, mehrîni ar­tırmış olursa; bu fazlalık, kadını satın alan şahsa ait olur. Muhıyt'te de böyledir.

Efendisinin İzni olmadan evlenmiş bulunan, bir köleye, efen­disi : «Karını, rlc'î olarak boşa.» derse; efendisinin bu sözü, köle için izin olur. Tebyîn'de de böyledir.

Ancak, efendinin, sadece : «Onu boşa» veya «Onu ayır.» demesi, izin olmaz. Bedâi'de de böyledir.

Bu hususta, asıl olan, efendinin : *İzin verdim.» veya «Razı oldum.» gibi, açık bir sözle izin vermesidir.

Ancak, kavlen veya fiilen (= söz ve davranış olarak) İzin ifade eden şeylerle de, izin vermek caiz olur.

Meselâ: «Efendi, kölesinin nikâhlandığını İşitince: «Güzel...»; «Doğru yaptın.»; «Ne güzel yapmışsın.»; «Allah mübarek etsin.»; *Bir beis yoktur.» gibi sözler söyler veya kadının mehrini yollarsa; bun-iar, kölesinin evlenmesine izin vermiş olmasının delili olur. Ancak, hediye göndermesi, bu mânaya gelmez.

Fakıyh Ebû Kasım : «Bu sözlerin :hiç biri, izin sayılmaz.» demiş; Ebû'l-Leys ise, birinci kavli seçmiştir. Sadru'ş Şchih'in fetvası da, birinci kavil üzeredir.

Ancak efendinin, bu gibi sözleri istihza kabilinden söylemiş oi-duğu açıklık kazanırsa; bu durumda, bu sözler, nikâh için İzin mânâsı taşımaz. Kölenin san'atına izin veren efendi, îstihsânen, onun evlen­mesine de izin vermiş sayılır. Tebyîn'de de böyledir.

Efendisinden izin almadan, yüz dirhem mehirle nikahlanmış bulunan bir cariyenin efendisi, kocasına: «Mehri, elli dirhem daha artırarak, bana vermen karşılığında, bu nikâha izin veririm.» deme­sine rağmen; koca, buna razı olmazsa; bu durumda efendi, izni ver­miş sayılmaz ve bu câriye, efendisine iade edilir.

Efendi: «Elli dirhem artirmadıkça, izin vermem.» : «Ancak elli dirhem artırman sartıyle izin veririm.» der; koca da, bu miktar arti-rırsa; mehrin aslı ve artan kısım, efendinin olur. Bu şekilde, bu evli­liğe izin de verilmiş olur.

Efendinin : «Ona, izin vermiyorum.» veya «Nikâha izin vermiyo­rum.» demesi hâlinde, —akdedilmiş bulunan— nikâh, bâtıl (=96" çerslz) olur.

Efendi: «Elli dinara izin verdim.» der ve kocası da, buna razı olursa, nikâh sahih olur. Kâfî'de de böyledir.

Bir koca, hürriyete kavuşmuş bulunan karısına: «Beni İste­mem karşılığında, sana elli dirhem var.» der de, kadın, buna r2Zi olursa,    kocasının ona,   bir şey vermesi gerekmez.   Ancak,    akit yap­ması lâzım gelir.

Fakat, bu şahıs, karısına: «Beni iste (= ihtiyarını benim lehime kulian), mehrini elli dirhem fazlaiaştırayım.» derse; bu fazlalık, kadı­nın efendisine verilir; nikâh ise, sahih olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Efendi, cariyesine, şahitler huzurunda, evlenme izni verse; fa­kat câriye, şahitsiz nikâh akdetmiş olsa; bu nikâh, sahih olmaz. Kâfî'de ds böyledir.

Baba, dede, vasî, hâkim, mükâtep veya iş ortağı; cariyeyi, birine nikahlama yetkisine sahiptir.

Köle, izinli köle veya izinli sabî alım satım ortağı; cariyeyi, biri­ne nikahlama yetkisine sahip değillerdir. Bu, İmâm-ı A'zam (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

Baba veya vasinin —babası veya vasîsi bulundukları— küçük bir çocuğun cariyesini, kendi kölesine nikahlaması, caiz olmaz. Huiâ-sa'da da böyledir.

Bir efendi; kendi cariyesini, kendi kölesi ile evlendirdiği za­man; bu kölenin, o cariyeye mehir vermesi gerekmez. Muhiyt'te de böyledir.

Bir efendi, kendi cariyesini, kendi kölesi İle evlendirirken, kölesine: «Bu cariyeyi, sana; ne zaman istersem onu boşamak üzere, talâk işi bana ait olmak şartiyle, nikahlıyorum.» dediğinde; köle, bu şartı kabul ederse; akdedilen nikâh sahih, boşama yetkisi de, efen­dinin elinde olur.

Fakat, önceden köle, efendisine : «Şu cariyeni bana nikâhla. Onunla ilgili bütün ^.erde, yetkj senin olsun. İstediğin zaman, onu — benden— boşa; istediğin zaman, onu başkasına nikâhla.» demiş olsaydı; kölenin bu sözünden dolayı, efendi yetkili olmazdı. Kerderi'-nin Vecîzi'nde de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (RA)'a göre, bir babanın, oğluna ait bîr cariyeyi, yine oğluna ait bir köleye, nikahlaması caizdir. İmâm Züfer (R.A.)'e göre İse1, bu caiz değildir. Serahsî'nîh Muhıyt'İnde de böyle­dir.

Köle, mûkâtep, mödeb'ber veya ümmü veledin oğlu, efendile­rinin izni olmadan evlenip,—henüz (bu nikâhları için, izin almadan — üç talâk ile, aldıkları hanımı boşasalar; bu boşama, aslında boşama olmaz. Bundan sonra, cima' yaparlarsa; had tatbik edilmesi gerekir.

Bu durumdan sonra, efendileri, evlenmelerine İzin verse bile, bu İzinle bir şey yapılmaz.

Talâktan sonra, efendileri, nikâh için izin verse ve nikâh akde-dilse; bu nikâh mekruh olur. Ancak, nikâh akdederlerse, bu karı-ko­canın aralarını ayırmak gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

İki efendisi bulunan bir cariyeyi, efendilerinden biri nikâh-1 lamış ve kocası da ona cima' etmiş olsa; diğer efendisinin, bu nikâhı bozma hakkı vardır.

Şayet, nikâhı bozarsa;  bu efendiye,    mehr-i mislin yarısı; evlendiren efendiye ise, mehr-i misil ve mehri müsemmânın azı var­dır Zâhîriyye'de de böyledir.

Nesebi meçhul (bir kadın «Kocasının babasının memlûkesi» olduğunu söylediği halde, kocası «Bu kadın, aslen <hür 'bir kadındır.» dese sonrada baba ölse, 'bu nikâh bozulmuş olur. Hablyye'de de böy­ledir

Efendisinin izni olmadan evlenen bir cariyeyi, efendisi sat­mış; satın alan kimse de, o cariyenin evlenmesine izin vermiş olsa; eğer kocası, bu cariyeye cima' yapmışsa, nikâh sahih olur; aksi tak­dirde sahih olmaz.

Fakat, bu câriye, kendisi il-e cima1 etmesi helâl olmayan biri ta­rafından satın alınmışsa; önceki nikâhı, mutlaka caiz olur. Kerderî'-nin Vecîzi'nde de böyledir.

Keza, bir mükâtdbe, efendisinin izni olmadan, evlendikten sonra, efendisi ölse ve varisleri, bu mükâtebenin nikâhına izin verse­ler; bu izinleri sahih olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Vârisin izni ile, mükâtebin nikâhlanması caizdir. Itâbiyye'de

de böyledir,

Bir efendi, kölesine, rakabesi karşılığında evlenmesi husu-. sunda, izin verse ve bu köle de, bu izne dayanarak, bir câriye veya müdebbere yahut da,'bir ûmm-Q veled île evlenmiş olsa; bu nikâh caiz olur.

Bl» durumda köle, evlendiği kadının efendisinin kölesi otur.

Bu kölenin, rekabesine (= köleliğine) karşılık olarak, hür bir ka­dınla evlenmesi ise, caiz değildir.

Keza, bir kölenin, köieliği karşılığında, bir mükâtebe İle nikâh-Janması da bâtıldır.

Su hükümler, bir efendinin, kölesine, «rakebesi karşılığında, ev­lenmesine izin vermesi» halindedir.

Fakat, efendi, kölesine «evlenmesine» izin verir fakat «rekabesi-ne karşılık» demezse; köle de, bu durumda hür veya mükâtebe, mü­debbere yahut ümm-ü veled olan bir kadınla, kendi rekabesi karşılı­ğında evlenmiş olursa; bu nikâh, kölenin kıymeti karşılığında, istih-sânen caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bu hüküm de, kölenin Icıymetinnl, mehr-i misil kadar veya bundan fazla oiduğu zaman geçerlidir. Kâfî'de de 'böyledir,

Bir adam, mükâtep veya müdebber kölesine, rakabesî karşı­lığında evlenmesini emretmiş, o da, köleliği karşılığında, bir câriye, müdebbere veya ümm-ü veledi nikahlamış olsa; bu evlilik caiz olur.

Keza, bu mükâtep veya müdebber kölenin, hür bir kadınla veya bir mükâtebe ile evlenmesi halinde de, nikâh sahih olur.

Bu şekilde, nikâh sahih olunca da, —mehir olarak— bu mükâ­tep veya müdebber'in, kıymetlerinin verilmesi gerekir.

Bir köle, efendisinin izni olmadan hür bir kadını, cariyeyi, mükâtebeyi, ümm-ü veledi veya müdebbereyi, rakabeliği karşılığında nikahlamış; bu haber, efendiye ulaşınca, o da, bu duruma razı olmuş olsa; bakılır: Eğer bu köle, bir câriye, müdebbere veya ümm-Ü veled iie evlenmişse, bu nikâh caiz olur. Şayet, bu köle, hür bir kadın, veya mükâtebe ile evlenmişse, bu durumda, efendisinin izni geçersizdir; onunla amel edilmez.

Rakabesi karşılığında, hür bir kadınla evlenmiş ve ona cima' et­miş olan kölenin, o kadına, mehr-i misil ve onun kıymetinden az me­hir, ödemesi gerekir.

Şayet, bu köu-, kadına, efendisinin üründen sonra cima' etmişse, bu nikâh borç olur. Ve; bu nikahtsn dolayı, köle satılır. Ancak, efen­disinin bağışlaması hali, müstesnadır.

Şayet, bu köle, efendisi nikâha izin vermeden önce, bu kadına cima1 etmiş olursa; hürriyetine kavuştuktan sonra, muâhaze edilir.

Şayet, bu köle, raksbesine karşılık olarak, bir cariyeyi, bir müdeb-bsreyi veya bir ümm-ü veîedi nikahlamış ve efendisinin, nikâha izin vermesinden sonra, ona cima' etmiş olsa, bu köieye mehr-i misilden başka bir şey gsrekmsz. Bu hâl ise, bu kölenin, o kadının efendisine köle olmasidir.

Şayet, bu köle, efendisi, nikâhlanmasına izin vermeden, cimâ! etmişse, bu durumda da esvap, aynıdır. Yani, sadece, mehr-i misil ge­rekir. Bu hâl ise, !bu kölenin kadının efendisine kö'e olmasıdır. Bazt âlimlerimiz: «Bu cevap müstalısendir.» demişlerdir. Muhıyî'te de böyledir.

Bir köie, efendisinin izni olmadan, önce bir câriye, sonra da hür bir kadınla eviense; efendisi de, bu iki kadınla da, nikâhianması-na izin verse; bu durumda, hür kadının nikâhı caiz olur.

Bu köle. önce hür, sonra da cariye olan bir kadınla nikâhlansa; efendisi de, her iki ka-dınla da, evlenmesine izin vsrse; İmâm Ebû Hanîfs (R.A.)'ye göre, bu caiz olur.

Kezâ; bir köle, bîr biri ardınca, üç kadınla evlenmiş; efendisi de hepsinin nikâhına da izin vermiş olsa: bu durumda, şzyei köle, hiç birine cimâi etmemişse, üçüncü kadının nikâhı" sahih olur. Şayet bu köle, kadınların hepsine cima' etmişse, hepsinin do, nikâhı fâsid olur, Zahîriyye'd-e de böyledir,

Bir köle efendisinin izni olmadan, önce bir câriye; sonra hür bir kadın; daha sonra da yine bir cariyeyi nikahladıktan sonra; efen­disi, bunların hepsinin de nikâhına izin vermiş olsa; sadece, son ni­kahladığı cariyenin nikâhı caiz oiur.

Şayet, bu köle, iki hür kadınla evlenip bunlardan Hrl ile cima' et­tikten sonra; bir de câriye üe nikâhlansa ve efendisi de bunların hep­sinin nikâhına izin verse; İmâm-ı A'zam Ebû H^nîfe (R.A.)'ye 9öre- bu durumda, hür kadınların nikahlan caiz olur.      

Bu köle, Önce iki cariyeyi nikahlayıp, birine cima' ettikten sonra, iki de hür kadın nikahlayıp, bunlardan da birine cima' etmiş olsa; efen­disi de, bu iki fırkadan biri ile, nikâfılanmasına izin verse; bunlardan, hiç birinin nikâhı caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir köle, —sırası île— önce hür bir kadını, sonra bir cari­yeyi, daha sonra yine hür bir kadını ve bilâhare de yine bir cariyeyi nikâhlasa; efendisi ise, hepsinin de nikâhına izin verse; bu durumda, hür olan kadınların nikâhları caiz olur.

Bu köle şayet, bu kadınlardan birine cima' etmiş olsa; hepsinin, de nikâhı fasid olur.

Hür bir kadınla, nikahlanmış olan köle o kadına: «Bana, efendim — nikâh hususunda— izin vermedi.» dese; bu nikâh bozulmuş olur. Kadın : «Efendin, izin verdi.» demiş olsa bile, hüküm aynıdır.

Bu durum, köle, bu kadına cima' etmişse; tam mehir; cima' et­memişse, yarım mehir vermesi gerekir. Ayrıca, İddet nafakası da öde­mesi lâzım gelir. Zahiriyye'de de böyledir.

Bu kadın: «Ben, izinin verilip verilmediğini bilmiyorum.» dese de, hüküm aynıdır. Câmiu'I - CevâmPden naklen Tatarhânİyye'de de böyledir.

Efendisinin izni olmadan evlenmiş bulunan bir cariyeye, efen­disi cima' etse veya onu Şehvetle öpse, —efendisi bu cariyenin ni-kâhlandığım bilsin bilmesin— bu cariyenin nikâhı, fesh olmuş olur. İtabiyye'de böyledir.

Bir kimse, satın aldığı bir cariyeyi, teslim almadan, nikahla­mış olsa; şayet, satış tamamlanırsa, ibu nikâh câizolur.

Şayet satış —tamamlanmaz— bozulursa; İmâm Ebû Vûsuf [R.A.)'a göre nikâh da bozulur. İmâm Muhammet! (R.A.) ise, buna mu­halefet etmiştir. Fetva, İmâm Ebû Yûsuf (BAJ'un kavline g^eâir. Zehîriyye'de de böyledir.

Mülkiyet hakkı, nikâhın başlangıcına mâni olur; devamına ise,

mâni olmaz, i-'âsid satrf,tak! istirdat da böyledir. Satıcı, nikâhtan men edilir.

Cariyeyi satın alan kimse, onu k-endi oğluna nikahladıktan sonra ölse ve bu sebeple oğlanın, o cariyeyi reddetmek hakkı sabit olsa; oğlan, bu cariyeyi reddedlnceye kadar, nikâh fâsîd olmaz. Itabİyye'dü de böytedir.

Babasının satm aldığı bu cariyeyi;    onun ölümünden sonra nikahlaması sahih olmaz.

Bir kimse, cariyesini, başka bir kimseye nikahladığı zaman, azl hususundaki izin hakkı, efendiye ait olur. Kâfî'de de böyledir.

Hür bir kadının rızâsı veya bîr cariyenin efendisinin nzâst İle azl, mekruh değildir.

Memlûke olan cariyenin rızâsı olmasa bile, azl mekruh ol­maz.

Âlimler: «Bu şekilde, hamile kalan bir kadının, karnmdakinin hil­kati belli olmadan, —yani, cenin, yüz yirmi günü tamamlamadan, onu bir ilâçla düşürmesine ruhsat vardır.» demişlerdir.

Meni azl olunmasına rağmen, gebelik, meydana gelse; onu tar-detmek caiz olur mu? Alimler: «Koca, şayet; azilden sonra cima' yap­mamış veya bevlettikten sonra cima' yapmış olduğu halde, inzal vâki olmamışsa (= meni gelmemişse) onu tardetmek caiz olur; aksi tak­dirde, caiz olmaz.» demişlerdir. Tebyîn'de de böyledir.[70]  ra, — 'hür  olarak— nikâhlanmışlarsa, —ve kocaları hür ise— azl  Câriye ve mükâtebe, azâd edilip, hürriyetine kavuştuktan sonra, ^-hur olarak— nikâhlanmışlarsa,—ve kocaları hür ise— azl hususunda muhayyerdirler. Kenz'de de böyledir.

Bu durumda, onların nikâhlarının, rızâları ile veya rızâları ol­madan akdedilmiş olması da, bu hüküm bakımından müsavidir. Teb­yîn'de de böyledir. [71]

 

Hıyar-ı Itk
 

Azâd edilmiş bulunanların, nikâh'hususundaki muhayyerlikleri hususunda şu kaviller vardır ;

1- Hıyâr-ı ıtk [= hürriyetine kavuşmuş oîmaktan, dolayı —Ön­ceki nikâhını, devam ettirip ettirmeme hususundaki muhayyerlik) er­keğe değil, kadına ait bir muhayyerliktir.

2- Azâd edilen bir cariyenin, hıyâr-ı itki, susması Üe geçersiz olmaz. Bu muhayyerlik, ancak, bu cariyenin, nikâhı ihtiyar ettiğine de­lâlet eden bir sözü veya davranışı ile bâtH olur.

3- Bu cariyenin, muhayyerlik hakkı, — nikâhı ve muhayyer bu­lunduğunu bilmesine rağmen— azâd edildiği meclisten, —bu husus­ta bir şey yapmadan— kalkıp gitmesi ile de batıl {—geçersiz) olur,

4- Azâd edilmiş bulunan bu cariyenin, muhayyer olduğunu bil­memesi, bir Özürdür.

Azâd olduğunu bilen, fakat —nikâh hususunda— muhayyer ol­duğunu bilmeyen cariyenin, hıyâr-ı itki, 'bu durumda azâd edildiği mec­listen kalkıp gitmiş olsa 'bile, geçersiz olmaz.

5- Hıyâr-ı ıtk hakkına sahip olan bir câriye, azâd olununca, ha­kimin hükmüne muhtaç olmaksızın, nikâhını  feshedebilir.  Muhıyt'te de böyledir.

Bir köle, efendisinin izni olmadan, evlendikten sonra, azââ edilmiş olsa; nikâhı sahih olur. Bu kölenin, muhayyerlik hakkı yoktur.

KezS, efendisi bu köleyi satsa; satın alan kfmse de, bu nikâha izin vermiş bulunsa; nikâh sahih olur.

Kölem'n ölümünden sonra, vârisleri bu nikâha izin vermiş olsalar; yine bu nikâh sahih olur. Sirâcü'I Vehhâc'da da böyledir,

Efendisinin izni olmadan evlenen bir cariyeye, efendisi tara­fından sonradan İzin verilirse; bu cariyenin metin, efendisine ait olur.

Efendi, bundan sonra, bu cariyeyi, azâd etsin veya etmesin; ca­riyeye, azâd edilmeden önce veya azâd edildikten sonra, cima' rHü-miş olsun, bu hüküm değişmez.

Ancak, efendi bu câriyenintevlenmesine izin vermeden önce, onu azâd ederse, nikâh —yine— caiz olur. Bu durumda, biı kadının mu­hayyerlik hakkı olmaz.

Mehir hususunda ise, bakılır; şayet, kocası, azâd edilmeden önce, ona cima' etmişse, mehir efendiye ait olur. Fakat, cima' etmemişse, mehir, bu 'kadının olur,

Bu hükümler, câriye büyük f= bulûğa ermiş) olduğu zaman ge­çerlidir.

Fakat, efendisi tarafından azâd edilen bu câriye küçük (= bulûğa ermemiş) is-e, bize göre, —nikâhı hususunda— efendisinin iznine bağlı olarak beklenir; bu izin çıkarsa, nikâh caiz olur.

Bu durumda, câriye bulûğa eriştiği zaman muhayyerdir.

Fakat, bu cariyenin nikâhlanmasına İzin veren kimse, onun baba­sı veya dedesi ise, bu durumdaki cariyenin, muhayyerliği yoktur. Ta-hâvî Şerhi'nde de böyledir.

Mehr-İ misli yüz dirhem olan, bir câriye, bin dirhem mehlrte ve efendisinin izni olmadan evlenmiş bulunur ve kocast ona cima' et­tikten sonra, efendisi evlenmesine izin vermiş olursa; bundan sonra, efendisi 'bu cariyeyi azâd etse —bile —- mehir efendisinin olur.

Eğer, —azâd edilene kadar— cima' edilmemişse, hu durumda mehir, kadının olur. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.

Müdebbere olan bir kadın, nikahlandıktan sonra, efendisi öl­müş olsa; eğer, bu müdefoibere (nin değeri, ölen efendisinin) malının üçte birinden (az) ise; bu kadının nikâhı caiz ulur.

Eğer, bu müdebberenin değeri, ölen kimsenin malının üçte birin­den fazla ise, bu durumda; !bu müdelbberenin nikâhı caiz olmaz, (mâm Ebû Hanîfe [R.A.)'ye göre, bu hususta, kadına serbestlik verilinceye kadar, hüküm böyledir. İmâmeyn'e göre ise, bu kadının nikâhı caizdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Ümmü veied olan bir câriye, efendisinin izni olmadan evlen­miş ve bilâhare de, efendisi tarafından azâd edilmiş olsa veya efendisi ölmüş 'bulunsa; 'bu durumda, kocası, azâd edilmed-en önce cima1 etme­mişse, nikâh caiz olmaz. Cima' yapmışsa, nikâh câizolurJHulâsa'da da böyledir.

Harbî bir kadın, nikahlandıktan sonra, esir alınıp azâd edi'Ise; Veya, müslüman bir kadın, nikahlandıktan sonra, kocası ile bir­likte irtidad edip, dâr-ı harbe gittikten sonra, esir alınıp azâd edllseler İmâm Ebû Yûsuf (R-A.î'a göre, bu kadınlar, muhayyerlik hakkına sahiptirler.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre İse, bu kadınlar için, hıyâr-t ıtk (= hürriyetine kavuşmuş olmasından dolayı muhayyerlik) yoktur.

imâm Ebû Yûsuf {'R.A.)0: «'Bu kadınlar için, tekrar tekrar, hıyâr-ı itkin sabit olması caizdir.» buyurmuştur. Meselâ : Bu durumdaki "bîr kadın, azâd edildikten sonra, kocasını ihtiyar etti; sonra tekrar İrtidat edip, esir alındılar ve tekrar azâd edildiler; bu durumda, bu kadının yine muhayyerlik hakkı vardır.

İmâm Muhammed (FLA.) işe : «Bu muhayyerlik hakkı, bir defa'-dır.» buyurmuştur.

Azâd edilen, kadın, cimâ'dan önce muhayyer kalırsa, ona, mehir — verilmesi—gerekmez.

Bu kadın, şayet, cimâ'dan sonra, muhayyer kalırsa, mehr-I mö-semmâsi efendisine ait olur.

Şayet, bu kadın, kocasını ihtiyar etmiş olursa; o cima' etse d-e, etmese de, mehr-i mösemmâsı, efendisine ait olur. Muhıyt'te de böy­ledir.

Bir cariyeyi, fuzûlî (— vekâlet gibi bir sebepten dolayı yet­kisi bulunmayan) bir kimse, azâd etmiş ve s-onra da evlendirmiş bu­lunsa; mehrini ise, —cariyenin—- efendisine verse; bunu müteakip, efendisi de, bu cariyeyi azâd etse; bu durumda, kadının hürriyeti def nikâhı da geçerlidir.

Kadın ise, efendisinden, mehrini geri isteme hakkına sahiptir.

Şayet bu Cariyeyi, o fuzûlî şa'hıs satmış ve müteakiben de evlen­dirmiş olsa; bu durumda da asıl efendi, 'bu satıma izin verse; satm alan kimse; bu cariyenin evlenmesi için, izin verip vermeme hakkı­na sa'hiptir. Dilerse —yapılmış olan— nikâhı fesheder. ltâbiyye*de de böyledir.

Müntekâ'da İbn-i Semâ?, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: «Bir köle, efendisinin izni olmadan, hür bir kadınla evlenip onunla cima' ettikten sonra; bu kadının iddeti için­de, bir câriye ile evlenmiş olsa; İmâ m-t A'zam (RiA.) göre, bu nikâhla. hür kadının nikâhı reddedilmiş olmaz.

İmâmeyn'e göre İse, bu cariyenin nikahlanmış olması, hür kadı­nın nikâhının reddi olur.

Bir köle, hür bir kadını nikahlayıp, onunla cima' ettikten sonra; o kadının kız kardeşini de nikahlamış olsa; bu nikâh, önceki nikâhı red­detmez.

Nevâdir'de, Bîşr bin Velîd, İmâm Ebû Yûsuf (RA.)'un şöyle bu­yurduğunu nakletmiştir: Bîr köle, kendi efendisinin izni olmadan, bir kimsenin izni ile öhun cariyesini nikahladıktan sonra : «Onun nikâhı­na, ihtiyaç yoktur.» derse; o cariyenin nikâhını reddetmiş olur.

Şayet bu köle, böyle demeden, o câriye İle cima' eder; sonra da, nikâhı sahih olmayan biri ile evlenirse; bu nikâh, önceki nikâhı bozmaz.

Müntekâ'da zikredildiğine 'göre : Bir köle, efendisinin izni ile, hür bir kadınla evendikten sonra, efendi, 'bu kadın için, 'bir mehir tayin etmiş ve kadında, bunu kabullenmiş bulunsa; önceki nikâh, bozulmuş olur. Bu durumda, köle cima* etmemiş olursa; kadın, bu kölenin nikâ­hını reddedebilir.

Camfde, İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur: «Bir kim­se; rızası olmayan cariyesini; bulûğa erişmiş ve akıllı bir kimseye, izni olmadan, nikahlamış ve erkek adına bu akdi, babası veya bir ya- . •bancı; onun izni şartına bağlı olarak yapmış olsa; koca olacak şahıs, 'bu nikaha, izin vermeden önce. câriye, efendisi tarafından azâd edil­miş olursa; bu nikâh, kocanın isteğine bağlı olarak baki kalır.

Bu câriye veya koca, diledikleri zaman, bu nikâhı bozabilirler.-Muhıyt'te de böyledir.

Müslüman efendisi tarafından, evlenmesine izin verilmiş bu­lunan, hirîstiyan bir kölenin evleneceği kadın, nikâhına hıristiyan şa­hitler tutsa; bunların şahitlikleri kabul edilir.

Köle müslüman, efendisi ise hıristiyan olursa; bu şahitler kabul edilmez. Zahîriyys'de de böyledir.

Bir  kimse,  oğiunun cariyesini kendisine nikâhlasa; bu da bir çocuk doğursa; bu câriye, ümm-ü veled olmaz. Bahanın, mehir ver» mesi gerekir. Doğan çocuk, akrabalıktan dolayı, ke-deşlik özere ezâd olmuş olur.

Bir kimse, babasının cariyesini nikâhtasa ve bu câriye, bir ço­cuk doğursa; bu câriye de ümm-ü veled olmaz. Babasından dolayı, bu bu çocuk da, azâd edilmiş olur. Timurtâşî'de de böyledir.

Bir kimse, nikâhı fâskl veya şüpheli cima' sebebi tfa. oğlunun cariyesinden evlâd edinmiş olsa; çocuğu doğuran bu câriye, bize göre, ümm-ü veled oimaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kölenin nikahı altında bulunan, hür 'bir kadın, kocasının efendisine :    «Onu, benim için, bin dirhem karşılığında, azâd eyle.» dese; o da, bu isteği yerine getirse; bu köle, azâd; nikâh da, fasid oi-muş olur. Mehir de, sakıt olur. Bin dirhem de, efendinin olur.

Keza, nikâhının a'itında, 'bir câriye bulunan şahıs, bu cariyenin efendisine : «Benrm için, onu bin dirhem karşılığında azâd eyle> de­se; cariyenin sahibi ise bu isteği yerine getirse; câriye uzâd olmuş o!ur. Nikâh bozulur. Cariyenin kocası, cariyenin efendisine bin dir­hem verir.

Şayet, hür kadın, köle olan kocasının, efendisine : «Onu azâd et.-dese; fakat paradan bahsetmişe, nikâh bozulmaz. İmâm Ebû Hanîfe R.AJ ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, azâd edilen kimsenin ve-lâyet hakkı, azâd eden kimseye aittir. Kâfî'-de de böyledir. [72]

 
10- KÂFİRLERİN NİKÂHI
 

Müslümanlar arasında caiz olan her nikâh, zimmîler arasın­da da caizdir.

Müslümanlar arasında caiz olmayan nikâhlar İse, bir kaç kısımdır. [73]

 

1- Şahitsiz Nikah :
 

Aynı dinden olan zimmî b!r erkek, zfmml bir kadını, şahitsiz ola­rak nîkâhİasa, bu nikâh caiz olur

Bu zımmı karı - kocanın, İkisi de, —sonradan— müslüman oisa-îar, imamlarımızın üçüne göre de, bunların nikâhı, aynı hâl üzere de­vam eder.

KezâT bunlar, müslüman olmamakla birlikte, hâkime müracaat edip, —nikâhlara hususunda— islâmın hükmünün tatbik edilmesini isteseler veya bunlardan !biri, bu maksatla hâkime müracaat etmiş,ol­sa; hâkim, bunların arasını ayırmaz. [74]

 
2- Başkanın İddetlisini Nikahlamak:
 

Bir zımmî, başkasının iddeti altında, bulunan zımmî bir kadını, — dinlerinde iddet bekleme mecburiyeti yoksa— nikahlayabilir. An­cak, bunların dinlerinde de, iddet gerekli ise; iddet beklenilmeden ak­dedilen nikâh, bil - icmâ fâsid olur.

Bu durumdaki zimmîler, müslüman olmuş bulunsalar; bunların, eski dinlerine bakılır: Eğer, eski dinlerinde, iddet beklemeden evlen­mek caiz ve, ikisi de aynı dinden jsel-er; bunlara, bil - icmâ müdâhale edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kâfir, diğer bir kâfirin, iddeti İçinde bulunan bir kadını nikâhlasa ve bu hâl onların dininde cfiîz olsa; bu kan - koca. Sonrada müsfüman olmuş bulunsalar; İmâm-i A'zam Ebû Hanîfe (R.A,)'ye 9 re, "bunların nikâhı hâli üzere kalır. Hidâye'de de böyledir.

İmâmeyn ise, bu kavle muhaliftir. Şafii'n olan, İmâm-ı A'zsm (R.A.)'-m kavlidir. Muzmarât'ta da böyledir.

İmâm Ebö Hanîfe (R.A.)'nin kavline göre, bu durumda olan karı-koca, birbirinden ayırılamaz. Bunların, birinin veya ikisinin müslüman olması veya murafaada bulunması halinde de, hüküm böy­ledir. Muhıyt'te de böyledir.

Mebsüt'ta r «Bu karı - kocanın arasındaki ihtilâf, 'henüz, ka­dın, —-önceki kocasının— Iddetl içinde iken vuku bulursa; bunların aralan ayrılır; cma, ihtilâf, iddet çıktıktan sonra meydana gelirse, bil - ittifak, bunların araları tefrik edilmez. Fethü'l - Kadfr'de de böy­ledir. [75]

 

3- Mahrem Olanların Nikâhı :
 

Şayet, bir kâfirin nikâhlı karısı, onun anası veya kız kardeşi gibi bir mahremi ise, bu ş-ekiideki bir nikâhın hükmü nedir? İmâm Ebû Ha­nîfe fR.A.)'ye göre, aralarındaki bu nikâh sahihtir; nafaka terettüp eder. Nikâhtan sonra duhûl vâki olmakla, onun ihsanı (= evli olma hâli) sakıt olmaz. İmâmeyn'e göre, bu nikâhın fâsid olduğu sö,yien-mişse de, sahih olan, İmâm Ebû Hanîfe (R.AJ'nin kavlidir.

İmâm-ı A'zsm (R.A.) ile İmâmeyn arasındaki ihtilâf İse, bir kâfi­rin, üç veya beş mahremin arasını cem etmesi hususundadır. Tebyîn'-de de böyledir.                                          -

Bu durumda nikahlanmış bulunanlar, bil - Icmâ' birbirlerine vâris olamazlar.

Bunların ikisi birden veya birisi müslüman olursa, bil - icmâ1 ara­ları tefrik edil.v.

Keza, müslüman olmadıkları halde, hâkime müracaat edip; durum­ları hakkında — islâmî— hüküm İsterlerse, yine araları ayrılır. Mu-hıyt'te de böyledir,

Ancak, bunlardan biri, işi hâkime götürüp, islâmın hükmünü isterse, bu durumda aralan açılmaz. Diğeri de geldiği zaman aralan tefrik edilir.

Bunlar, küfr ürere devam edip, işlerini bize getîrmezlerse; şayet, yaptıkları iş. kendi dinlerinde var ve ikisi de, aynı dine men­sup İseler, t>i! - ittifak, bunlara müdâhale edilmez. Muhıyt'te de böyle­dir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.): «Bir nikâhla, iki kız kar­deşi nikahlamış bulunan bir kimse, isiâma girmeden, birisinden ay­rılmış olsa; müslüman olduktan sonra, geride kalmış bulunan kız kar­deşin nikâhı, sahih olur ve o kimse bu nikâh üzere devam eder.» bu­yurmuş ve bu kavil üzerinde, ittifak hasıl olmuştur. Kifâye'de de böy­ledir.

Bir zımmî, üç talâkla boşadiğt karısının nikâhını, o başka bir kocaya gitmeden önce, yenilese; bu karı - kocanın araları, tefrik edil­mez; yâni, ayrılmaz. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyiedir.

Bir zımmî, müslüman bir kadını nikahlamış olsa, aralan tef­rik edilir.

Bu zımmî. sonradan müslüman olur; kadın: «Sen,-beni, müslü­man olduğum halde, nikahladın.» dediği halde; erkek : «Hayır, ben seni nikahladığım zaman, sen mecûsî idin.» derse; bu durumda kadı­nın sözüne itibâr edilir ve araları tefrik edilir. Tatarhânîyye'de da böyledir.

Ehl-i zimmetten olan, iki küçük çocuk, babaları tarafından ni­kâhları akdedilerek evlendikten sonra, bulûğa erişmiş olsalar; bunlar İçin, bulûğ muhayyerliği yoktur.

Ancak, bunlar, baba ve dedelerinden başka kimseler tarafından nikahlanmış olurlarsa; muhayyerlik hakları olur. Muhıyt'te de böyle­dir.

Bu, karı - koca'dan biri, müslüman olursa; diğerinin de müs­lüman olması teklif edilir; kabul ederse, ne âla... Şayet, kabul et­mezse, aralan tefrik edilir. Kenz'de de böyledir.

Kendisine islâm teklif edilen eş, susup, bir şey söylemezse; hâkim, bir defa daha, ona isİâmı arzeder; bu tarzda, ihtiyaten teklif, üçe kadar devam eder. Zehıyre'de de böyledir.«

Müslüman olmamakta israr edenin, mümeyyiz sabî olması ile bulûğa erişmiş olması arasında bir fark yoktur. Yanî, bunlar ıslama girmekten kaçınırlarsa; araları tefrik edilir. Bu, İmâm-ı A'zam (R.A.Î île İmâm Muhsmmed (RA)'in kavilleridir.

Şayet, bu evlilerden birisi, mümeyyiz olmayan bir sa'bî ise; bu­nun aklına bakılır: Eğer, akıllı ise, ona islâm arzedilir. fslâmı kabul ederse, ne âlâ... Kabul etmezse, aralan tefrik edilir; bulûğa erişme miş olması, naz2r-ı îtibare alınmaz.

Şayet, bu çocuk mecnun ise, babasına ve anasına müslüman ol-malan teklif edilir. Eğer, bunlardan birisi veya her ikisi birden müs­lüman olurlarsa; ne âlâ... Aksi takdirde bunların da, araları tefrik edJ-ür. Kâfî'de de böyledir.

Eğer, koca müslüman olur; karısı ise, İsîâmi kabul etmezse, aralarında talâk 'bakımından ayrılık olmaz.

Fakat, kadın müslüman oiur; koca ise, isiâm! kabul etmezse: bu durumda, İmâm-ı A'zam Ebü Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, araları talâk yönünden ayrılır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böy­ledir.

Karı - koca arasında,—birinin— islârm kabû! etmemesinden dolayı, vuku bulan ayrılık cimâ'dan sonra, meydana gelmiş oiursa; kadına, mehrinin tamamının ödenmesi gerekir.

Ayrılık, cîmâ'dan önce ve erkeğin isiâmiyeti ka!bûî etmemesi se­bebi İle meydana gelmiş olursa; kadına, yarım mehîr ödenmesi ge­rekir.

Bu durumda, ayrılık, kadının müslüman olmaması sebebi ile mey­dana gelirse; kadına, mehir verilmesi gerekmez, Tebyfn'de de böyle'

Kitabî olan, kan - kocadan, kocanın müslüman olması hâlin­de, bunların nikâhı 'baki kalır. Kenz'de de böyledir.

Ehl-i kitap olmayan karı - kocadan birisi, dâr-i islâmda müs­lüman olsa veya -ehİ-i kitap olan karı - kocadan, kadın müslüman olsa; nikâhın son bulmasına kadar üç hayız müddeti —cima1 edilmiş olsun olmasın — 'bekler, Kâfî'de de 'böyledir.

Müslüman olmamakta ısrar edenin, mümeyyiz sabî olmasr ile bulûğa erişmiş olması arasında bir fark yoktur. Yanî, bunlar islâma girmekten kaçınırlarsa; aralan tefrik edilir. Bu, İmâm-i A'zam (R.A.Î ile İmâm Muhemmed (R.A.)'İn kavilleridir.

Şayet, bu evlilerden birisi, mümeyyiz olmayan bir sabî ise; bu­nun aklına bakılır: Eğer, akıllı ise, ona islâm arzedilir. fsfâmı kabûf eders-e, ne âlâ... Kabul etmezse, araları tefrik edilir; bulûğa erişme miş olması, nazsr-i itibare alınmaz.

Şayet, bu çocuk mecnun ise, babasına ve anasına müslüman ol­maları teklif edilir. Eğer, bunlardan birisi veya her ikisi birden müs­lüman olurlarsa; ne âlâ... Aksi takdirde bunların da, araları tefrik edi­lir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer, koca müslüman olur; karısı ise, isîâmı kabûi etmezse, aralarında talâk'bakımından ayrılık almaz.

Fakat, kadın müslüman oiur: koca ise, isİâmı kabûi etmezse; bu durumda, İmâm-ı A'zmn Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed [R.A.J'e göre, aralan talâk yönünden ayrılır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böy­ledir.

Kan - koca arasında, —bîrinin— islâmı kabul etmemesinden dolayı, vuku bulan ayrılık cimâ'dan sonra, meydana gelmiş olursa; kadına, mehrinin tamamının ödenmesi gerekir.

Ayrılık, cimâ'dan önce ve erkeğin İslâmiyet! kabul etmemesi se­bebi ile meydana gelmiş olursa; kadına, yarım mehir ödenmesi ge­rekir.

Bu durumda, ayrıhk, kadının müslüman 'olmaması sebebi ile mey­dana gelirse; kadına, metilr verilmesi gerekmez. Tebyîn'de de böyle­dir,

Kitabî olan, karı - kocadan, kocanın müsîüman olması hâlin­de, bunların nikâhı'baki kalır. Kenz'de de böyledir.

Ehl-i kitap olmayan karı - kocadan birisi, dâr-i islâmda müs­lüman olsa veya ehl-i kitap olan karı - kocadan, kadın müslüman olsa; nikâhın son bulmasına kadar üç 'hayız müddeti —-cima" edilmiş olsun olmasın..— 'bekler. Kâfî'cte da böyledir.

Eğer, 'bu müddet İçinde, diğeri de müslüman olursa, nikâh hâli üzere devam eder.

Şayet, bunlar dâr-ı emânda bulunan kimselerden olsalardı; ayrı lık, ya, islâmiyetin diğer eşe arzından veya üç 'hayız müddetinin sona ermesinden sonra, meydana gelirdi. Itâbiyye'de de böyledir.

Bu 'hayız, iddet değildir.    Bunun  içindir ki, cimâ'dan önco veya sonra olması müsâvîdir.

Ayrılık, duhûlden önce olursa; kadının, iddet beklemesi gerek­mez.

Ayrılık, duhûlden sonra olur; fakat kadın harbî bulunursa, yine, id­det beklemesi gerekmez.

Kadının müslüman olması 'halinde de, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ys göre, cevap yine aynıdır.

Şayet kadın, yaş bakımından küçük olması veya yaşlılığı sebebi ile hayız görmüyorsa, üç 2y müddetle bekler. Bahru'r - Râsk'ta da böyledir.

Kadın müslüman olur; kocası ise müste'rnen[76]  olarak çı­karsa, üç hayız geçene kadar bu kart - koca ayrılmaz. Bu zimmîye, müslüman olması teklif edilir. Eğer, islâmı kabûi ederse, karısı iie araları, tefrik edilmez.

Keza, koca müslüman olduktan sonra; karısı"zımmî olarak çık­mış bulunsa; bu kadın, üç hayız geçmedikçe kocasından ayrılmış ol­maz. Üç hayız geçtikten sonra, b-j kadın, kocasından ayrılmış olur. İmâm Ebû Halîfe (R.A.) ile İtrân Muhsmmed (R.A.)'e göre, bu ayrılık, talâk sebebi ile vâki olmuş olur- Siycr-i Kebîr'de, böyle zik­redilmiştir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Burada, ayrılığın sebebi,     vatanların ayrı   oluşudur; esirlik değildir.

Hatta, kan - kocadan birisi, dâr-ı harbten, müslüman veya zımmî olarak çıkıp; dâr-i islâma gelmiş olsa; aralarında, ayrılık vuku bul­muş olur. Tebyîn'de de böyledir.

Bir harbî, müste'men olarak bize (dâr-i islâma) gelse ve zimmeti (= zimmîîiği = İslâm vatanının, gayr-i müslim vatandaşı olarak, yaşamayı) kabul etse, vatanları ayrılmış olduğu için, karısı ile boşanmış olur.

Bir harbî kan - kocadan bîri, esir edilmiş olsa, yine, bu sebep­le, birbirlerinden ayrılmış {boşanmış} olurlar.

Harbî bir karı - kocanın, her ikisi birden esir ediîirlerse, araia-nnda ayrılık (boşanma) söz konusu olmaz. Bunlar, karı - koca olarak kalırlar. Sİrâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Bir harbî, müste'men olarak dar-i isiâma gelse veya bir müsiüman müste'men olarak dâr-ı harbe gitse; bunların, kanlan ile aralan tefrik edilmiş yâni boşanmış olmazlar. Kâfî'de de böyledir.

Keza, ehi-i bağl erasından çıkıp, ehl-I adlin arasına gelenlerin veya bunun tersini yapanların da, aralan tefrik edilmez. Yani, böyle yapanlar da, karılarından boşanmış olmazlar. Tebyîr.'de de böyledir. Bir müsiüman, dâr-ı harbte, harbi olan, ehl-i kitap bir kadınla evlendikten sonra; bu kadını orada bırakıp, kendisi çıkmış olsa; bize göre, o kadını boşamiş olur. Ancak, kadın, kocasından önce, buradan çıkmışsa; 'boşanmış olmaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Dâr-ı harbten çıkıp, dâr-i    ıslama hicret eden, zımmî veya müsiüman bir kadın, iddet beklemeden nikâhianabilir.

Keza, dâr-i Islama geldikten sonra müsiüman olan veya burada zımmî oiarak bulunan bir kadınla da, iddet beklemeden nikâhlanrla-bilir. Bu, İrhâm-i A'zany (R.A.)'ın kavlidir, İmâmeyn'e göre ise bu du­rumdaki kadının, iddet beklemesi gerekir. Tebyîn'de de böyledir.

Nikâhı altında, iki kız kardeş bulunan veya beş karısı olan bir kimse, karıları ile birilkte esir edilseler, İmâm-ı A'zam (R.A.) Üs imâm EbO Yûsuf (R.A.)'a göre, bunların, hepsinin de nikâhları ge­çersizdir. Bunların, bir akidle veya ayrı ayrı akidlerîe nikahlanmış olmaları arasında da, bir fark yoktur.

Nikâhı altında, İki kız kardeş veya beş kadın bulunan bir kâfir, karıları ile birlikte müsiüman olsa; eğer iki kız kardeşin nikâhları ayrı ayrı akidîerle yapılmışsa; nikâhı öncs akdedilmiş olan kız kardeşim.

veya bes kadından, nikâhı önce akdedilmiş olan dördünün nikâhı, sa­hih olur. Diğerlerinin nikâhları ise, bâtıldır. (= geçersizdir).

Bunlar, bir akidle nikâhianmrşlarsa veya ehl-i zimmetten iseler, hilâfsız olarak,'hepsinin de nikâhları ibâtrl olur.

Ancak, müsiüman olmadan önce, kadınlardan bîri ölür veya bo-şamrsa, kalan dört kadının nikâhı sahih olur.

İmâm Ebû Hanîfe {HA.} ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bun­lar. e'hH kitap olsalar da, hüküm köyledir. Itâbiyye'de de böyledir.

Bir hatibi ile birlikte, dört karısından  ikisi, esir olursa, bu iki kadının nikâhı, fâsid olmaz. Dâr-ı harbte kalan iki karısının nikâhı İse, batıl olur. Siraciyye de de böyledir.

Bir harbî, 'bir anne ile kızını nikahladıktan sonra müsiüman olsa; bunları, bir akidle nikâhlamışsa, ikisinin nikâhı da bâtıl olur. Ayn ayrı akidlerîe nikâhlamişsa, önce aktedilen nPkfih caiz; diğeri ise, bâtıl olur.

Bu- hüküm, erkeğin, bu kadınlardan hiçbirine cima' etmediği za­man geçerlidir.

Şayet, bu şahıs, iki kadına da cima1 etmişse, —bil - icmâ'— iki­sinin d« nikâhı, bâtıldır.

Bu şahıs, İlk nikanlandığına cima' ettikten sonra, ikinci kadını nikahlamış ve buna cima etmemişse, bu durumda, önceki kadının nikâhı, bil - icmâ1 caiz; sonrakinin nikâhı ise, bil - icmâ1 batıldır. Be-dâi'de de böyledir.

Şayet, bu  şahıs, birinci karısına cima' etmeden ikinci ka­rısına cima' etmişse; bu durumda ilk kadın, ikinci kadının kızı ise: her ikisinin nikâhı da bil - ittifak bâtıl olur.

Eğer, önce, anayı alıp, ona cima' etmemiş ve sonradan, onun kızını almış ve ona cima' etmişse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf '((R.A.)'a göre. 'bu durumda, 'her ikisinin de nikâhları bâtıl­dır.

Ancak, 'bu kimsenin, kızı, yeniden nikahlaması helâl ölür; anasını nikahlaması ise, 'helâl olmaz. Sİrâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

'Karı - kocadan birisi îrtîdât etse (= islâm dininden çıksa); bu durumda, talâksız 'olarak ayrılık vuku' bulmuş oiur. Bu 'hâlin, ci­mâ'dan önce veya sonra oimasr arasında da, bir fark yoktur.

Koca, —cimâ'dan sonra— irtidât etmişse, mehrin tamamını öde­mesi gerekir. Cima1 etmeden, irtidat etmişse, mehrin yarısını öde­mesi gerekir.

Kadın, —cimâ'dan sonra— irtidat etmişse, mehrinîn tamamını alır. Cimâ'dan önc-e irtidat etmişse, kendisine mehir verilmez.

Karı - koca, ikisi birden irtidat edip, 'bilâhare tekrar, —beraber-ce— müslüman oiuriarsa, istihsânen önceki nikâhları özerine devam ederler.

Birlikte irtidat etmelerine rağmen, birisi, daha önce müslüman olursa; bu karı - koca, tefrik edilir. Kâfî'de de 'böyledir.

Bunlardan hangisinin, önce irtidat ettiği bilinmezse; !her iki­sinin, birlikte irtidat ettiklerine 'hükmedilir. Zahîriyye'de de böyle­dir.

Bir kadın, kocasına öfkelendiği için, lisanından küfür söz çıkarmışsa veya nefsini kocasının nikâhından çıkarmak yahut onun mehir ödemesini gerektirmek için, küfür söz söylemişse; bu kadın, kocasına haram olur. Bu kadın, yeniden İslama dönmesi için zorla­nır. Bu kadının nikâhını tazelemek ve 'bir tek dirhemle bile olsa, onu razı etmek gerekir.

Bu kadın, kocasından başka bir kocaya gidemez. Hinduvânf: «Biz bu kavli alırız.» demiş, Ebü'I-Leysde 'böyle söylemiştir. Timurtâşî'de de böyledir.

Müslüman olan bir şahsın, nikâhı altında, 'bir kitabî bulu­nur; sonradan da bu adam, irtidât ederse; karısı boş olur. Serahsî'-nin Muhiyt'inde de böyledir.

Çocuk, din bakımından, anne ve babasından hangisi hayirlı ise, ona tâbi olur. Bu hüküm, bu baba ile snnenin aralarında, vatan ba­kımından ayp'ık olmaması halindedir. Meselâ : Hep 'birlikte dâr-i is-lâmda veya dâr-i harbte 'bulunmaları gibi...

Çocuk, küçük yaşta iken, dâr-i islâmda bulunur; babası -da, dâr-i harbte müslüman olmuş oiursa, bu çocuk, babasına tâbi olarak müsİüman sayılır. Çünkü, çocuğun 'babası, müslüman olmakla hükmen, dâr-i islâm ehlinden olmuştur.

Fakat, çocuk dâr-i 'harbte 'bulunur; 'babası ise, dâr-i islâmda müslüman oiursa; bu durumda, çocuk babasına tâbi olarak müslü­man olmuş sayılmaz. Tebyîn'de de 'böyledir.

Mecûsîior, ehl-i kitaptan daha şerlidirler. Kenz'de de böyle­dir.

Karı - kocadan biri kitap ehli, diğeri mecûsî olursa, çocuk kitabi olur

Bir müslüman erkek, kitabî bir kadınla evlenebilir.

Kitabîlerin kestiklerinin, yenilmesi de'helâldir. Gâyetü's - Sürûci'-de de böyledir.

Bir müslüman, tıırlstiyan bir kadını nikahladıktan sonra, ner ikisi birden mecûsî olsalar; İmâm Efoû Yûsuf fR.AJ'a göre, bunların araları tefrik edilir, İmâm Muhammûd {R.A.)'e göre ise, tefrik edil­mez. Zahîriyye'de de böyledir.

Keza, bir müslüman, hiristiyan bir kadını nikahladıktan son­ra; ikisi birden yahudi olsalar, bil - ittifak araları tefrik edilir. Bu ay­rılığın sebebi ise; özellikle, kooa, tarafından gelmiş olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da, da böyledir.

Bir müslüman, anası-babası müslüman olan, küçük yaştaki bir kız çocuğunu nikahladıktan sonra; bu kızın, ana-babası irtidat etse; bu durumda kız, kocasından boş 'olmaz.

Ancak, bunlar, hep birlikte, dâr-i harbe iltihâk edererse, kız boş olur.

Bu ana - babadan birisi, İslâm yurdunda müslüman veya mürted olarak öldükten sonra, diğeri, irtidat ederek dar-i harbe iltibak etse; bu durumda da, kız, kocasından boş olmaz. Serahsî'nin Muhiyt'inde de böyledir.

Bir müstümamn nikâhı altında bulunan, küçük bir hıristiyan kızın babası, mecûsî olsa; anası ise, hıristîyan olarak ölse; bu müs-lümanın 'karısı, boş olmaz. Serahsî'nin Muhıyt'inde <te böyledir.

Bir müslüman, küçük yaştaki, kendisi ve anası - babası hıris-tiyan bir kızla evlenmiş ve bu kızın nikâhı da Hıristiyan olan babası tarafından akdedilmiş olsa; sonra da, kızın ana - babasından birisi mecûsî olup, diğeri Hıristiyan olarak kalsa; bu müslümamn nikâhlısı bulunan, küçük kız, boş olmaz

Fakat, ;bu kızın, anası ve babası, beraberce, mecûsî olsalar ve kız da hâli üzere -kalsa; bu durumda, dâr-i harbe gitmeseler biie, kız, kocasından boş olur. Bu kıza, az veya çok, bir mehir vermek de ge­rekmez.

Keza, bir müslümamn, nikâhı aitmda 'bulunan, babası-anası me-cûsfliğe geçmiş, küçük 'bir kız, deii olarak, 'bulûğa ermiş olsa; bu durumda da, kız, kocasından boş olur. Çünkü, bu şekilde, —matuh — olarak bulûğa ermiş olan kız, ana - babasına tâbidir. Bu kızın, müs-iüman olduğu, söz konusu olamaz. Bu kadın, bu durumda, yaşça kü­çük, kız çocuğu menzilindedir.

Müslüman ve 'bulûğa ermiş bulunan bir kadın, bilâhare aklını kaybetse ve bu halde iken babası bu kadını nikahlamış olsa; —ana baba müslüman ise — bu nikâh caiz olur.

Bundan sonra; bu kadının, ana-babası irtidat edip, dâr-ı harbe gitseler bile, bu kadın, yine, kocasından boş olmaz.

Yaşî küçük olmasına rağmen, islâma aklı yeten; onu anlayıp an-lalatabilen b/r kız; sonradan aklını yitirmiş olsa bile, müslüman men­zilinde olur.

Bir müsiüman; kendisi ve ana - babası 'Hıristiyan olan bir kızı nikâhiasa; bu kız büyüdüğü zaman, dinlerin mâhiyetine aklı yetmese ve onları snlayıp anlatamasa; bu durumda, bu kız da, matuh (= bu­nak, deli) saydır ve kocasından boş olur.

Keza, müsîüman olan küçük bir kız; bulûğa erdikten sonra, İsla­ma skıl erdiremeyip onu anlayamasa ve anlatamasa; bu kız, matuh olmasa bile, kocasından boş düşer. Muhiyt'te de böyledir.

Bu kız, cimâ'dan önce, bu duruma düşmüşse; kendisine me-

hir verilmez. Cimâ'dan sonra bu hâle gelmişse, mehr-I rnüsemmâsı verilir.

Bu durumdaki 'bir kadının yanında, Allahu Teâlâ'nm bütün sıfatla­rı zikredilir ve ona : «Böyl-e midir?» denilir. Eğer: «Evet», derse, bu kadına, müslüman gibi hükmolurıur.

Eğer, bu kadın ; «Biliyorum ve anlatabilirim.* der; fakat snlat-mazsa, kocasından boş olur.

Ancak: «Biliyorum, fakat anlatamıyorum.» demesi halinde İse, ihtilâf edilmiştir: Şayet, islâma, aklı yettiği halde, onu anlatamıyor-sa; bu durumda, kocasından boş olmaz.

Şayet, mecûsîliği anlatırsa; İmâm Ebü Hanîfe (R.A.) ile t mâ m Muhammed (R.A.)'e göre, bu kadın, 'kocasından boş olur. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ise, bu kavl-s muhaliftir. O'na göre, 'bu mes'ele, sabinin İrtidadıdır. Kâfî'de de böyledir.

Defalarca irtidat edip, her seferinde de tekrar müslüman olan ve nikâhın! yenileyen bir kimsenin karısı. —ikinci bir kocaya gitmeden — kendisine helâl olur.

İrtİdad edip, dâr-i harbe gitmiş olan, bir kadının kocası, bu ka­dından başka, dört kadın daha nikâhhyabilir.

Bir kimse, bir kadını nikahladığı halde, ona cima' etmeden, gizlense; bir habere! de, bu kadının irtidat ettiği haberini getirse; bu haberi getiren kimse; hür, köle veya iftira etmekten ceza'lanmış bi­risi bile olsa; sözüne inanılır. Bu adam da, irtidat eden bu kadından başka, dört kadın daha nikahlayabilir.

Bu haberi getiren kimse .doğru bir şa'hıs olmadığı halde; bu sö­zünün doğruluğuna kanaat getiriliyorsa; bu koca, yine — irtidat eden­den başka—dört kadın — daha — alabilir.

Ancak bu adamın, bu hususta da yalan "söylediği kanaatine va-nlıyorsa; bu durumda, üç kadından fazlası nikâh edilemez.

Şayet, 'bu kadına, kocasının irtidat ettiği haberi verilirse; iddeti . tamam olduktan sonra, bu kadın, kocaya gidebilir. Bu 'hüküm, müs-tahsen rivayete göredir. Siyer rivayetine göre, bu kadın kocaya gide­mez.

Şemsü'l - Eimme Serahs!: «Esafah olan, müstahsen görülen ri­vayettir.» demiştir.   Fetâvâyî Kfidîhân'ın RUSctet Babı'nda da böyledir.

Sarhoş olduğundan dolayı aklı gitmiş olunan, bir kimse; ir-tklat etmiş bulunsa, karısı 'boş olmaz, istihsan da böyledir. Sirâcü'l -Vehhâc'ın Riddet Fash'nda da böyledir. [77]

 
11- KASM [78]  ÎLE İLGİLİ MES'ELELER
 

Birden fazla karısı olan, bir kocanın, kanları ardamda, oda-let ve eşitlik tesis etmesi icabeder.

Bu adalet ve eşitlik; sohbet ve yoldaşlık etmek için, yanlarında —eşit ölçüde— gecelemek gibi, kocanın gücünün yettiği hususlar­da aranır.

— Eşit ölçüde— sevmek ve cima' etmek gibi, kocanın gücünün hâricinde olsn hususlarda ise; adâiet ve eşitlik aranmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu 'hususta, hür i!e köle arasında da, bir fark yoktur. Hulâ-sa'da böyledir.

Kocanın; yeni veya eski; kız veya'dul; sıhhatli veya hasta; hayrzlr, njfaslı, gebe veya bu 'halleri 'bulunmayan yahut rla yaşça kü­çük veya büyük olan kanlan arasında da, bu eşitliği gözetmesi gere­kir. Tebyîn'de de böyledir.

Kocsmn;  müstüman veya ehî-i kitap olan kantarı arasında

aynı  şekilde eşitliğe  riâyet etmesi  lâzımdır. Sirâcü'i - Vehhâc'tia da böyledir.

Sıhhatli, hasta; cima'dan âciz, 'bulûğa ermiş, mürâhık, müa-füman veya zımmî olan kocalar da, kasm (= karılarına eşit davran-.ma) hususunda müsavidirler. Fetâvâyi Kâdîhân'da da 'böyledir

Bir şahsın, fkj karısından birisi, hür müslüman veya hür zımmî; diğeri ise, câriye, mükâtehe, müdebbere veya ümm-ü veled olursa; bu durumda, hür olanların, diğerlerinin iki misli 'hakkı vardır.

Meselâ : Hür olan kadının, iki gün, iki gece; diğerinin ise, bir gün, bir gece hakkı vardır. Hulâsa'da da böyledir.

Bir koca, câriye oian .karısının yanında bir gün kaldıktan sonra, onu azâd ederse; hür olan 'karısının yanında da, bir gün kalır.

Keza, bu koca, hür olan karısının yanında bir gün kaldıktan son­ra; câriye olan karısını azâd etmiş olsa; özür (= sebep) ortadan kaîk-mış olduğu için, azâd ettiği, karısının yanına gider. Tebyîn'de de böyledir.

İdaresi altında bulunan ve mülkü oian cariyeler arasında, kasme riâyet lâzım gelmez. Bedâi'de de böyledir.

Kasm'de, gece esastır.

Kadına, kendi gününün dışında, cima' etmek, uygun değildir. Bir kocanın, ihtiyaca binâen, —-o gece sırası oimayan— hanı­mına, gündüz cima' etmesinde, bir beis yoktur.

Koca: hasta olan karısının izni ile, onun yanında geçirmesi ge­reken geceyi, başka karısının yanında geçirebilir. Ancak, şifa bulun­caya veya ölünceye kadar, onun yanında durabilir. Cevhe?etü'n Neyyî-re'de de böyledir,

Kasm nöbetinin, başlangıcını ve miktarını tayin etme 'husu­sunda, koca serbesttir. Tebyîn'de de böyledir. •

Koca, nöbet tayin etmeden, kanlarından birinin yanında bir müddet kaldıktan sonra; diğer karısı dava açar ve hakimin, adaletle, eşitlikle 'hareket etmesini emretmesine rağmen; koca, buna riâyet et­mez de; karısı, tekrar dava ederse; 'hakim, kocayı cezalandırır ve aynı şekilde, adaletle davranmasını emreder.

Bu koca, karısının, ilk şikâyetinden önce veya sonra; diğer karısı­nın yanında, — devamlı —'bir ay kalmış olur ve kadın da, tekrar şikâ­yet ederse; hâkim, 'bu kocaya, bundan sonra adalet ve eşitlikle dav­ranmasını emreder. Şikâyetçi kadın, kocasının, diğer kadının, yanında kaldığı kadar da, kendi yanında kalmasını isteyemez.

Koca; karısının 'birinin nöbetinde, onun izni ile, diğer bir karısının yanında, fazladan kalabilir. Bu caizdir.

Bu koca; istediği zaman, izin vermiş bulunan karısının yanma, dö­nebilir. Fetâvâyî Kâdîbân'da da böyledir.

Bir kimsenin, kanlarından biri, kendi nöbetini, diğer kadına verebilir. Bu kadın, bu hibesinden, istediği zaman vazgeçme hakkına da sahiptir. Srrâcü'İ - Vehhâc'da da böyledir.

Kadınlardan birinin, diğerini; hakkından vazgeçmeye, razı et­mek için, gayret sarfetmesi de caizdir. Hakkından, bu şekilde, vazgeç­miş 'bulunan kadın da, bundan geri dÖnebiHr. Cevheyetü'n - Neyyire'de de böyledir.

Keza, kadınlardan birinin, kendisine, daha fazla vakit ayırması için, kocasına, mal vermeyi veya mehrini azaltmayı şart koşması da, batıl­dır. Böyle bir şey, vuku' bulmuşsa-; kadın, malım geri alır, Huîâsa'da da böyledir.

Keza, koca; nöbetini, diğer karışma vermesi için, kanlarından birine veya kadınlardan birisi, nöbetini, kendisine devretmesi için, di­ğer kadına, mal verse; bu mallar, geri verilir. Çünkü, böyle yapmak caiz değildir. Taterhâmyye'de de böyledir,

Sadece 'bir karısı, bulunan, bir kimse, —gece kâim; gündüz sâim, denilecek şekilde— dâima ibâdetle meşgul olsa; karısı da, bu durumu, hâkime haber verse; hakim ona; peçe karısının yanında yat­masını, gündüz de, iftar etmesini emreder.

İmâm Ebû Hanîfe (R.AJ'ye göre, —.bu— koca, bir gün, bir gece karısının yanında kalır. Üç gün. tfç gece, de, kendi istediği şeyleri yapar. Sonra, yine, karısına döner.

Bu kocaya, kadının hukukuna riâyet etmesi onunla ülfet ve soh­bet etmesi; bu halin de geçici olmaması emredilir. Fetâvâyi Kâdîhân'-da da böyledir.

Sahih olan, budur. BahruV - Râik'tG da böyledir.

Mürtekâ'da :  «İki karısı ve bunlardan başka, ürnm-u veied-leri, cariyeleri bulunan bir kimse; .karılarının yanında birer gece, birer gündüz; diğerlerinin, —toplamının — yanında ise, iki gece, iki gündüz kalır.

Şayet, bu şahsın, dört karısı olursa; her karısının yanında, bir gece bir gündüz kalır, câriyferine İse, gün ayırmaz. Onların yanlarında, gelip geçecek kadar kalır. Fetâyâyi Kfidlhfin'da da böyledir.

Yolculuk esnasında, kasmcâri değildir.

Koca, sefere (= yolculuğa) çıkarken, karılarından, bir kısmını, ya­nında götürebilir. Bu kocanın, hangi karısını, yanında götüreceğini kurra ile tesbit etmesi evlâdır. Çünkü ,'böyle yapmakla, kadınların gön­lü hoş tutulmuş —ve koca, karılarından birine kalben mütemayil olma töhmetinden kurtulmuş — olur.

Yolcuiuk bitince, koca ile birlikte yola çıkmamış olan kadının; ko­casının, yolculukta geçen müddet kadar, kendi yanında kalmasını, talep etme hakkı yoktur.

Bir karısı olduğu tıalde, onun üzerine, bir kadın daha almak İste­yen, fakat bunların arasında, adaletle davranamıyacağından korkan kimsenin, ikinci defa evlenmesine, ruhsat yoktur. Ancak, böyle bir korkusu olmayan kimse, evlenebilir.

Fakat, ikinci defa evienmemek, daha evlâdır. Böyle yapan kimse, İlk karısını üzmemek için, evlenmemesinden dolayı me'cûr (= ecir ve sevabı verilmiş) olur. Sirâciyye'de de böyledir.

Birden çok karısı olan kimsenin; öpme, sevme, cima1 ve îstimta'da da, kanları arasında, eşitliği gözetmesi, —vacip değil— müstehaptır.

Cariyelere ve ümm-ü veledlere de( adaletli ve eşit davranmak, müstehaptır; vacip değildir. Fethu'l • Kadîr'de de böyledir. [79]

 

Bu Konu İle İlgili Diğer Bazı Mes'eleler
 

Bir şahsın, iki veya daha fazla karısını bir evde toplaması caiz değildir. Ancak, kadınların, bu duruma, razı olmaları hâli müstes­nadır. Bu hüküm, kân - kocanın, bir bîri ile yalnız kalmalarının, gerek­liliğinden dolayıdır.

Kumaların (== bir şahsın nikâhı .altında bulunan kadınların), ken­di rızaları ile, bir evde toplanmaları da, mekruhtur.

Birinin yanında, diğerine, cima' yapmak hoş bir şey olmaz. Hatta ko­ca; bu durumda, cima' yapmak istediği 'halde, kadın, bu teklifi' kabul etmese; imtina etmesinden dolayı, cezalandırılmaz. Bu mes'elelerde, görüş ayrılığı yoktur.

Kocanın, hayız, nifas ve cünüplükten dolayı, gusletmesi için, ka­rısına baskı yapma hakkı vardır.

Ancak, kadın zimmî ise, kocası, onu, gusletmesi hususunda, zor­layamaz. 'Ancak, etek tıraşı ve temizlenip, koku sürünmesi hususunda zorlayabilir. Bahru'r - flâık'ta da böyledir.

Koca, karısının, kokusu kendisine hoş ge'Imiyen ve eziyet ve­ren şeyleri yemesini, yasaklayabilir.

Koca, karısının, İplik eğirmesini de yasaklayabilir.

Keza,'koca, kokusu, kendisine eziyet veren; yeşil kına ve benzeri gibi zînetleri de yasaklayabilir.

Koca; karısını, istediği zfneti, yerine getirmediği; — ş-er'an-—te­miz olduğu halde, dâvetine icabet etmediği; namaz kılmadığı ve nama­zın şartlarını yerine getirmediği için dövebilir. Fethu'l - Kadîr'de de böyledir

Bir sdamın, namaz kılmayan, 'bir kansı olsa: kocası. — mehri-nî ödemeye gücü yetmese bile—, onu.boşaya'bilir.

Kadının; kocasının izni olmadan, ilim    meclisine gitmeye, hakkı ur.

yoktur

Kadının, mühim bir mes:elesi varsa; bu mes'elenin hallini'biliyor­sa, kendisi, —çözümünü— söyler. Bilmiyorsa; bir âlime sorar ve cevabı, karısına getirir.

Kocası, bu mes'eleyi bilmez ve bilen birine de, sormazsa; bu du­rumda, kadının, çıkıp; o mes'eleyi sorarak öğrenme hakkı vardır.

Bir kadının, babası kötürüm olsa; kocası da, kadını, gidip, baba­sına bakmaktan, men etse; babası, müslüman da olsa; kâfir de olsa; kadın, kocesına karşı gelerek, gidip; ona bakabilir

Bir şahsın, — kocası olmayan — genç bir anası olsa; bu oğu!, anasının, düğün yemeğine veya bir musîbet yerine gitmesine, mani olamaz.

Ancak, Oğul; anasının, 'bir kötülük için gittiğini, iyice bilirse; bu durumda, hâkime müracaat edilir. Eğer, hakim; oğlana, anasını men etmesini, emrederse; bu durumda, oğlu; anasını, bu gibi yerlere git­mekten, men edebilir. Kâfî'de de böyledir.

Bir kimse; Kûfe'de, dört kadın nikâhlasa; sonra da, bunlar­dan birini, — boşadığım— açıklamaksızm boşasa, bilâhare, —önce­ki — kadınlardan birini daha boşasa ve Tâif'te (bir kadın daha nikahla­dıktan sonra; bu şahıs, bu kadınlardan ihiç birine cima' etmeden ölse; bu durumda, Tâif ii kadına tam fnetıir; Mekke'M kadına, mehrin, sekiz­de yedisi; Küfe'li olanlara ise, möhrin sekizde biri verilir, '^ûfe'li ka­dınlar; bu sekizde feir metin, aralarında, müsâvî olarak, taksim eder­ler.

Bir kimse; bir akidle, bir kadın; başka bir akidle iki kadın ve başka bir akidle ds üç kadın aldığı halde; bu akidlerin, 'hangisinin önce yapıldığını bilmese; tek başına, nikahlanmış bulunan kadının nikâhı, yakîn sebebi ile sahihtir. Üç kadının mı, iki kadının mı, nikâhlarının önce akdedildiği hususunda, kocanın sözüne itibar edilir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Bir kimse; farkında olmadan ve öncelik sıralarını da bilme­den, ayrı ayrı sözleşmelerle, bir ana ile, onun iki kızını nikahlamış; hiç bir açıklama yapmadan ve hiç biri ile «imâ' etmeden ölmüş olsa; bu durumda, kadınların üçüne birden, müştereken, tam bir mehir verilir. — Bu adamın, başka karısı yoksa — bu kadınlar; bu satışın, karılarına isabet eden mirasın tamamını lalırlar. Bu hususta, ihtilâf yoktur. Ancak, bu malın, bu kadınlar arasında, nasıl taksim edileceği 'hususunda ih­tilâf edilmiştir.

İmâm-s A'zam [R.A.)'a göre; anaya, mehrin de, mirasın da yansı verilir.

İmâmeyn'e göre, bunlar; bu kadınlar arasında, üçe bölünerek tak­sim edilir.

Şayet, anayı ayrı; iki kızı ayrı, nikâh etmiş olsaydı; bil - ittifak, bunların hepsi, ananın olurdu.

Şayet, bu kimse; bir kadın ile, onun kızını ve anasını veya bir Jw dm ile onun anasını ve anasının kız kardeşini nikahlamış olursa; me-hir ve mîras. aralarında, bil - ittifak, üçte bir oranındaki hisseler halin­de, taksim edilir. Sahih olan, budur. Fethu'l - Kadîr'de de 'böyledir

Bir kimse; bir akidie üç kadın; 'bir akidle, bir kadın ve yine, bir akîdie t>ir kadın nikâhlasa; fakat, bu akidlerden hangisinin önce yapıldığını bilmese; üç kadına, bir mehir ve bir mehrin yarısı; yalnız kadınlar için de, yine, bir buçuk mehir verilir.

Keza, bir kimse, bir akidle, bir; bir akidld, iki; bir akidle, üç; bir akidie de, dört kadın nikâhkladıktan sonra; hangi akdin, önce ya­pıldığı bilinmeden, ölse; bunların hepsi için, üç mehir ve buna ilâve olarak da, yarım mehir verilir.

Bu nısıf (= yarım) mehrin, dörtte üçü, dört kadına; dörtte biri ise, üç kadına verilir.

Mehirierden, biri; dört kadına, iki südüs ve bir nısıf  üç kadına da, İki südü ve bir nısıf iki kadına da, bîr südüs şeklinde taksim edilir.

Kalan iki, mehir ise; üçe bölünür ve her gruba, biri verilir.

Dört kadının, hissesine düşen de, aralarında eşit olarak taksim edilir.

Tek kadın, bu dört kadına isabet edene, sıkıntı olmaz. Fakat, üç ka­dının hissesine, isabet edenin, sekizde birini) alır. Geride kalanı ise, bunlar aralarında eşit olarak, paylaşırlar.

İki kadına, isabet eden mehrin, altıda birini, bu tek kadın alır. Ka­lan kısmı ise, iki kadın, aralarında, eşit olarak taksim eder. Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göredir,

İmâm Muhammed [R.A.)'e göre; dört kadına bir mehir ve bir meh­rin üçte biri verilir.

Üç kadına, bir mehir verilir.

İki kadına ise, bir mehrin üçte ikisi verilir.

Bir kimse; bir akidle, dört kadın; bir akidle d-e, üç kadın nikâhlayıp; bunlardan birini boşadiktan sonra, öise; bu kadınların hepsine bir­den, üç mehir verilir. Mebsût Şerhi'nde de böyledir. [80]

 

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/255.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/255.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/255.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/255-264.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/264-265.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/266.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/266-273.

[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/274.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/274-275.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/275-281.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/281-285.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/285.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/285-286.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/286-287.

[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/287-292.

[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/293-294.

[17] İstibra Nikâhla  alman bir dulun  gebe olmadığına kanaat getirmek için bir hayız görünceye kadar ona yaklaşmaktan çekinme.

[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/294-297.

[19] Mülk-i  yemin:   Bir  kimsenin,  mülkiyeti  altında  bulunan  câriye veya köle.

[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/297-300.

[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/300-301.

[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/302.

[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/302-304.

[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/305.

[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/305-306.

[26] Mevle'i - müvâîât:   Akitte  tesis   edilmiş   velayet (— Velilik)   Bu  husus, umumiyetle nesebi gayri sahih olanlar için söz konusudur.

[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/306-307.

[28] Mültekıt:   Babası, anası meçhul; sokakta bulunmug.

[29] Ğaybet-i münkatıa =   Sürekli olan, sonu gelmeyen bir şekilde, kayıp ol­ma hâli.

[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/307-315.

[31] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/315-3225.

[32] Bu babda, bahsi geçen .küfüv  (= denklik), sadece, nikah konusunda geçerli olan bir denkliktir. Konunun dikkatle incelenmesi ve değerlen­dirilmenin, sadece, bu açıdan yapılması gerekmektedir. (İ.K.)

[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/326.

[34] Burada nesebten maksat, nesil, soy demektir. Denklik konusu anlatı­lırken, «şu, şuna denktir.» veya «denk değildir.» şeklindeki hükümler, özellikle ve sadece, nikAh konusu ile ilgilidir. Yoksa, bir soyun diğer bir soydan üstün  veya aşağı olduğu hükmünü vermek için değildir. Malumdur ki, fslâmda, üstünlük ölçüsü, ancak takvadır. Allah indin­de, en mükerrem olan, en auttaki olandır. Peygamber (S.A.V.1 Efen­dimizin,  Veda Hutbelerinde,   beyan   buyurdukları gibi: Arabın,  arap olmayana; arap olmayanın da, araba bir üstünlüğü yoktur; üstünlük takvadadır. (İ.K)

[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/326-327.

[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/327-328.

[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/328-329.

[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/329-330.

[39] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/330-331.

[40] Bununla beraber, bu hususta sabit ve devamlı bir kaide tayin etmek kabil değildir. Çünkü: San'atîaraı ve geçim vasıtalarının değeri, zama­na ve mekâna göre değişir. Bir memlekette veya bir asırda, makbul olmayan, san'atlardan, sayılan bir meslek, başka bir memlekette veya başka bir asırda, makbul ve üstün san'atlardan sayılabilir. Bunun, ter­sinin vuku bulmsı da mümkündür. Bundan dolayıdır ki, bu hususta örf ve teamül ile, zamanın telakkilerini de nazar-ı  dikkate, almak lâzun gelir.

[41] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/331-332.

[42] Bu ve benzeri  cümlelerde geçen «zamanımız»  İfadesi ile, bu esefin te'lif edildiği hicrî il. asır kasdediîmektedir.

[43] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/332-340.

[44] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/341-2595.

[45] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/359-260.

[46] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/362-3668.

[47] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/366-368.

[48] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/368-375.

[49] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/375-376.

[50] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/377-382.

[51] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/382.

[52] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/382.

[53] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/382-383.

[54] Kür: Irak bölgesinde kullanılan ve  takriben    altı eşek yükü kadar (veya 70048 dirhem civarında) bir ölçü birimi.

[55] Rıtıl: Bir okkanın üçte birine muâdil, eski bir mâl ölçeği 330 dirhemlü ntla rıtl-ı IrâJd: ntl-j Bağdadî; 195 dirheralik rıtla da, ntl-ı hlcâzi denir.

[56] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/383-387.

[57] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/388-392.

[58] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/392-400.

[59] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/400-401.

[60] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/401-402.

[61] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/402-404.

[62] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/404-411.

[63] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/411-422.

[64] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/422-430.

[65] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/430-433.

[66] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/433-434.

[67] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/434-438.

[68] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/438-442.

[69] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/443-446.

[70] Bütün fıkıh kitaplarında geçen ,bu ve benzeri hükümler, umumiyetle, İhtilaflı konulardır. Bu şekilde söyleyenler olduğu gibi, aksini iddia edenler de vardır. Bundan dolayı, bu gibi hükümlerde, ulu-orta amel etmeye kalkılmamalıdır. Bu gibi mes'eleler, daha geniş araştırma gerek­tiren konulardır. (İ.K.)

[71] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/447-457.

[72] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/457-462.

[73] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/463.

[74] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/463.

[75] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/463-464.

[76] Müste'men:  Eman  verilmiş; kendisine zarar  verilmeyeceği hususunda, teahhütte bulunulmuş; izin verilmiş kimse

[77] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/464-473.

[78] Kasm : Birden fazla kadınla evii bulunan, bir kocanın; gücünün yet­tiği hususlarda sohbet ve yoldaşlık etmek için, yanlarında gscejemek ko­nusunda, hanımlar! arasında adalet ve eşitliği gözetmesi demektir. (Î.K.)

[79] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/474-477.

[80] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 2/477-481.


Günün Sözü

"esûlüllah (s.a.v.): “Size en hayırlılarınızı bildireyim mi?” diye sordu. ‘Evet, bildir Ey Allah’ın Resûlü!’ dediler. Resûlüllah da: “Sizin en hayırlılarınız, görüldükleri zaman Allah (c.c.)’ın hatırlandığı kimselerdir.” buyurdu. (Hadîs-i Şerif—İbn Mâce)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.