Ne Diyeyim Gönül?...

 Sana daha ne anlatmalı, hangi duyguları ve doğruları önüne sermeli bilmem. Bir türlü gerçekleri kabullenmeye, Hak yoluna gelmeye niyetin yok. Neticede bunun ceremesini çeken, sancısını duyan, bunalıma sürüklenen yine sensin; azaplar, yıkılmışlıklar, çarpıklıklar bir türlü yola koyamadı seni. Hakk'ın gerekliliğine uygun olmasa bile, görüşüne, yordamına ters düşse, seni de ve başkalarını da bu dünyasını ve öbür dünyasını zehir eden yollara sürüklenip gitmekten; maddi ve manevi erdemleri yok sayan yollara koşmaktan alıkoyamadı.

Bitmedi bir türlü bana ne'ciliğin, neme lazım'cılığın, umursamazlığın, bahaneciliğin. Hakk rızasına aykırı, insani çıkarlarına ters düşen, insanlığı insanlıktan eden adaletsizliğe, göz göre göre bir takım görünür ve görünmez zulümlerin, baskıların önüne geçememen ya da geçmemen, bu yönde sesini çıkarmaz hale düşmen yine sana pahalıya mal oldu; huzursuzluğun girdabında çırpındın durdun batmaya mahkûm, fiziken ve manen dejenereye uğrattın kendini, bunalımın keşmekeşine attın, değişik sıkıntılara maruz kaldın: Tüm bunlar yine akıllandırmadı seni.

Sarsak intiharlar, zamanlı zamansız içsel/dışsal başkaldırılar, hırçın yalnızlıklar, bomboş hayat ve bu hayatın ürünü hoyratlık, o derin iç çekişmeler, sorunlar, sorunsallık'lar; hiçbiri, aklını başına getirmedi senin. Çelişkiler yumağını başından ayağına kadar, hayatına ve düşüncene doladın; kendine de, ailene de, etrafına da, topluma da ve belki de senin yüzünden bir nesli, bir çağı acılara garkettin... Nedir derdin senin, ne yapmak niyetindesin, düşüncelerinin tutarsızlaşmasına, ters istikametlere yönelmesine yüreğin, vicdanın ve inançların nasıl el veriyor?.. Nasıl bir yürektir bu, nasıl bir inançtır?.. Nedir bu yakınlaşacağın  yerlere olan bu uzaklığın?..

Gece yarılarından sonra hayata açılan pavyonlar, bomboş geçen bir hayat, beyne yığdırılmış bir sürü güncel meseleler, yararı ya da zararı gözetmeksizin edinilen entellektüel bilgiler, sanata ve sanatçılığa ilişkin bir takım yaramaz hastalıklar; ister istemez sahiplendiğin magazin sansasyonları kaplamış seni, benliğini eritivermiş. Doğru olup ta, bilinip te, yaşanmayan ya da yaşanılamayan gerçekler, bu çelişkilerin götürdüğü nokta bunalım, soyut ve somut intiharlar, kibrit çaksan yanıp tutuşaçak hırçınlıklar var senin hayatında. Yoksulluklarla ve yoksunluklarla dopdolu, çıldırı ve ümitsizliğin zirvesine götüren bir yaşama biçimi sürüklüyor seni: Vahşet tabloları, kin ve nefret eskizleri; duyarsızlık, unutmak ve unutulmuşluk...

Karmaşık ve dengesiz bir hayatı seçiş sonucu melankolik bir kişiliğe gömülüp, olabilecek tek gerçeğin dışındaki pek çok yanlış yolların düzlemine oturdun; bir yanlıştan öbürlerine koşuşturup duran yordamların bitmez tükenmezliği yıpratıyor seni, insanlığını aşıyor, romantikliğin duyarsızlığa dönüşüyor, tredia'n tükeniyor, herşeyi neticede 'sonra' ya bıraka bıraka kendi sonun geliyor; sonraların sonrası yok işte...

Her ne kadar gerçekten ve özüne uygun tutarlılığından, kendini, kendin oluşturduğun bir karabasana mahkûm etsen de, edilsen de, işte hayat görevlendirildiği gibi akışını sürdürüyor... Kendini hapsettiğin karabasanda, oluşturduğun insanî ama acımasız ve adaletsiz kurallardan kaynaklanma sistemlerin içinde kaybolup yitirilmişliğini, tükenilmişliğini ve sonunu yaşarken; dışında kalan tek gerçek hükmünü sürdürüyor. Sen farkına varamasan da, anlamak istemesen de, yanlış anlamak istesen de; yaratılmış Yaratan'ın ilahî mesajını, zaman, mekan ve çağ tanımaksızın tebliğ etmeye devam ediyor...

Bak gökyüzü yine masmavi, dağlar zümrüt yeşili bir halı gibi, yeraltı ve yerüstü desenleri bir galeri misali, sıfatlarını bir gerçek adına sergiliyor. Bak bir taşın içinden doğuyor bir çiçek!.. Yağmur yağıyor, bulutlar dolaşıyor, kainatın o dengeli ve o ihtişamlı ahengi, vazifesini aksatmaksızın sürdürüyor. Bir canlı olarak insan, tabiattaki her yaratık gibi, ilahi emre uygun yaşıyor: doğuyor ve mutlaka ölüyor.. Bunlar hiç değişmedi, çünkü bu kurallar değişmez ve değiştirilemez bir emre bağlı... Papatyaların, lalelerin, menekşelerin, zambakların, güllerin ve her türlü çiçeklerin ruha ve göze hitap eden güzelliği bu ilahî emre uygun... Rüzgârların o hoş ve latif esintileri bu ilahî emre bağlı. Uzayın derinliklerindeki binbir çeşit gezegenlerin, yıldızların, göktaşların dengesi kendilerinden üstün bir dengeye bağlı... Mikro alemden, makro aleme kadar görünür ve görünmez, canlı ya da cansız herşey bu ilahî emrin emrinde...

Sen ise artık hayatın güzelliklerini göremeyecek kadar körelmiş bir sisteme tutsaksın. Bağlı bulunduğun dengeni inkar ederek, kendi dengelerini oluşturmaya uğraştın; ortaya, dengesizlik çıkardın... Sen de farkında mısın bunun? Ama öyle bir kuşatıldın ki, gerçekleri ayırtetme yeteneğini yitirdiğin gibi, etrafında gördüğün güzellikleri bile artık ruhunda hissedemiyorsun. Düşünce mekanizman durmuş senin.

Öyle bir dengesizlikler düzeni oluşturdunuz ki, içinizdeki kalan kimi inanış ve inançlar da dengesizliğe uğradı, Hak/Batıl seçimini bilemedi, Hak adına Batıla inanıp, Batılı yaşadı ve Hak sandı, gerçek bildi inançlarını... Asıl meselelerin senden kaynaklandığını ve çözümünde sana bağlı olduğunu bilemiyorsun, belki de biliyor fakat bilmek istemiyorsun. Ya da işine gelmiyor, Allah bilir. Çünkü yanlışlıklara, batıllara oluşumu sağladığından dolayı bir sorumluluk hissi duyman gerekecek o zaman. Onlara olan iştirakin Hak adına olsaydı, şimdiki bu hallere düşmeyecektin, başkalarının düşmesine de sebep olmayacaktın. Bir neslin, bir çağın ve gelecek neslin, gelecek zamanların vebalini yüklenmeyecektin. Gerçek olan, zaman tanımaksızın imrenilecek bir hakikat olarak sürüp giderken, senin yanlışları seçişin ve iştirakinle olan bu kahrolası ortam sonucunda burnu sürtülen yine sensin.

Çünkü hayatın bir yerinden yakalayamayacak hale düştün şimdi, çelişkiler yumağında bir kördüğüm oldun. Bile bile kör, bile bile sağır olmak zorunda hissediyorsun kendini. Duyguların  öldü, inanışların çarpıklaştı, heyecanın söndü. Ne yapacağını bilemez haldesin. Senin ve senin gibilerinin eseri bu hayat, seni esir almış, bir tarafa kıpırdayamıyorsun. Üstelik bu dengesiz hayatın artık hiçbir zaman yıkılamayacağına inanma bedbahlığına kapılmışsın. Bu da seni kaypaklaştırmış, sana sığınak olarak bahane ve tembelliği öngörmüş. Nerdesin diyenlere şuradayım diyemeyecek hallere düşmüşsün, korkaklaşmışsın, güvenini yitirmişsin ve mazeretlerinle kaçacak delik arıyorsun. Kimbilir gerçek olan inançlarının ruhunda uyandırabileceği ızdıraplardan kaçmak için.. Kimbilir, gerçeğin ve hakkın sana toslamasından çekindiğin için.

Önceki edindiğin ya da miras aldığın İslâm'da, senin eserin. Bu kötü hayat da seni rahat bırakmayacak. Bir şey yapmak istediğin zaman ikisinden biri karşına dikilecek artık. Gönlümce, keyfimce eğleneyim, günümü gün edeyim dediğin zaman, İslâm yakana sarılacak senin. İslâm'ı bir türlü inkar edemeyeceksin, suçluluk hissi duyacaksın onun karşısında. O’na verebilecek bir cevap bulamayacaksın. Komşun aç iken sen nasıl tok yatarsın, nasıl keyfine bakarsın dediği zaman susacaksın...

Bunun gibi engellemeler, süpjektif baskılar, kimi zaman ortama uygun şekilde, bu sefer kötülükten gelecek. Ara sıra saman alevi gibi alevlenen iyilik duygularına,hizmetlerine, samimiyetine bu sefer kötülük tersine tepmeye çalışacak. Bir sen mi varsın diyecek, bir müslüman sen mi kaldın diyecek ya da şu kısa dünyada işine aşına bak, gerisine karışma diyecek. Öyle bir dejenerasyona uğrayacaksın ki, belki başın secdeden kalkmayacak ama aynı şekilde faizle de yatıp kalkacaksın. Ve Ömer Hayyam’ın bir şiirinde belirttiği gibi:

Bir elde kadeh, bir elde Kur’an

Bir helaldir işimiz, bir haram

šu yarım yamalamak dünya da

Ne tam kafiriz, ne tam müslüman

tipine dönüşeceksin.

Fedakarlık hisleri de kalmayacak artık sende. Bir kardeşine selam vermeye üşeneceksin, bir gazete almayacaksın evine, bir kitap okumak canın istemeyecek. Bu tür bağlar kopunca da, hayata bakışın İslâmîlikten çıkıp doğal kabullendiğin ortama göre, zamana göre, seçtiğin siyasilere göre olacaktır senin. Ya işi tamamiyle yırtacak, tüm inançlarını bir kenara bırakacak tamamiyle dünyevileşecek, ya da bitmeye yüz tutmuş iman kırıntısıyla, alışkanlık haline getirdiğin uhrevi vazifeleri anlamlarını bilemeden kör topal sürdürmeye, sadece namaz ve oruçla, ahireti de garantiye almaya çalışacaksın. Böylesine bir inanca, hurafeler girmeye müsaittir. İslam’ı yaşıyorum diye hurafeleri yaşayacaksın.

Sahabelerin hayatını okuyacaksın, evliya menkıbelerini dinleyeceksin, belki camilerde haykırıp ağlayacaksın ama senin ruhun kıpırdamayacak. Bütün bu duyguların bir anlık parlayıp sönecek fakat bir heyecan duymayacaksın yüreğinde. Camiden çıkar çıkmaz hemen para kasasına koşacak, senetlere sepetlere bulaşmış hayatında oluşturduğun ortamın ekonomisine ayak uydurmaya, hesap kitap yapmaya koşacaksın. Evlad-ü iyal felaketi yakalayacak seni, derd-i maişet sellerine kapılacaksın, hayatını idame ettirme çabası güdeceksin. İnsanlara ve hayata böylece parayla, maddeyle, ünvanla bakacaksın ama hizmet için bir kuruşunu vermeyecek kadar İslâm nazarında kötüleşeceksin. Zamanla İslâm’a göre bir hayat değil, hayata göre bir islâm yaşamaya başlayacaksın. Tabii içinde bir nebze dîni kaygı varsa... Böyle bir hayatı sen seçtin, böyle bir ortamı sen oluşturdun. Senin burnun sürtülüyor, ceremesini sen çekiyorsun, bunalımlara sürüklenen sensin. Bu hayattan şikayet eden sensin. šikayet etmeye ne hakkın var, kimi kime şikayet ediyorsun.

Seçmen gereken bir hayat vardı,  yaradılışınla birlikte var olan bir denge vardı. Bir önderin vardı senin, bir liderin. Öyle yüceler yücesi  bir insandı ki, gerçeklerin ve hakikatın temsilcisiydi, yüzü suyu hürmetine kainat yaratılandı, Allah (cc)’ın sevgilisiydi, en son dinin peygamberiydi, en müşfik insandı, en büyük devlet reisiydi, ulaşılamayacak kadar muazzam bir topluluğun önderiydi; Resulullüh Aleyhissalatü Vesselam. O’nunla birlik malını ve canını, tüm benliğini bu dava için adamış, Resulüllah’la bir olmayı en büyük mutluluk saymış insanlığa örnek, yaşantılarıyla ve inançlarıyla mümtaz şahsiyetler; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali (ra) gibi, her biri fazilet ve mücadele fedaileri vardı.

Her birinden bir hayat dersi alınacak, hayatına çeki düzen verilecek, asırlar ötesinden sana mesajlar gönderecek, mutluluğunu ve saadetini temin edecek, muazzez büyüklerin vardı senin. Sadece birinin elini tutsan, eteğine yapışsan, yolunda bulunsan seni bu kahrolası hayattan ve acılardan çekip alacak, saadeti-edebiyyeye ulaştıracak. Peygamber Efendimizin her biri gökteki yıldızlar gibi yol göstericidir diye buyurduğu bir örnek topluluğun vardı senin.

Muazzez ve benzersiz birbirlerini tamamlayıcı, ortak bir dengeyi oluşturan bağlantıları aynı inançla yaşantıların en güzelini sergileyen hepimizi hayran bırakan, gıpta ettiren, halimizi düşünürsek layık olamadığımıza ağlatan bir cemaatin vardı.

Böylesine bir cemaati, böylesine bir ruhu unuttun sen. Unutturmalarına izin verdin, hatırlatmak isteyenlere kulak asmadın. Seçimlerini hep yanlış yaptın, dengesizlik ve ruhsuzluk ürünü karanlık hayatları, siyasileri ve ekonomiyi seçtin. Kendi şaşkın kafana göre hayatlara iştirak ettin Hak olanı ihmal edip, ceremesini de sen çekeceksin elbet. Duyarlılığını yitirdin ve etkilenmeyeceksin artık. Unuttuğun hakikatler, mukaddes değerler bir özlem olarak kalacak sende, bu özleme ulaşmak için bir yol bulamayacaksın. Basiretin bağlanmış, ferasetin körelmiş; anlatsalar dinleyip geçeceksin, ruhun etkilenmeyecek. Bir nebze islâm’a bağlılığın varsa yapabildiklerinle, hayırlarla, namazla, oruçla avunacaksın ama bunlarla yetinemeyecek daima huzursuzluk  batağında çırpınıp duracaksın. Camiden çıkınca herşeyi unutacak, dünya işlerine dalacaksın. Bütün bunlar yazılacak, okuyup  bitirdikten sonra etkilenmeyeceksin, bir şey yapamayacaksın, aynı kör hayatına devam edeceksin. Hislensen bile bir boşalım olacak senin için, başka bir şey değil, sonra yine unutacaksın. Çünkü iyilerin hayatını örnek almadın sen. İyilerin hayatına inananın hayatı iyi olabilir ancak, kötüleri tercih edenlerin hayatları da kötü olacaktır.

Aklın başına ancak ölüm anında gelecek belki. Ecel yakana yapıştığında yaptığın hatalar, tüm kötülükler, en küçük günahlar gözlerinin önünde film şeridi gibi geçecek ve dehşete kapılacaksın. “Keşke ömrüm biraz daha uzasa da, bir saatlik bir süre tanınsa da, kapı kapı dolaşıp İslâm’ı anlatsam, dünyaya İslâm’ı haykırsam!..” diyeceksin. “Kötü hayatı seçmeyin. Hayatınızı kötüleştirmeyin, iyilerin hayatına dönün ve nesilleri cehennem çukuruna  atmayın; ölüm var, ahiret var, o zaman iyiliğe, ebedi ve ezeli tek gerçeğe dönün!..” diyeceksin. “İbadetiniz noksansa ibadetinizi yapın, fakir varsa yardım edin, sevgiye susamışlara sevgilerinizi sunun, birbirinizle sıkı sıkı kenetlenin, aranızda hakir kalmasın, fakir, zelil, işsiz, yardıma muhtaç hiç mü’min kalmasın, birlik beraberlik olursa bu kötü hayatı yıkarsınız!..” diyeceksin. “Yıkalım!..” diyeceksin. “Madem bu dengesizliği, bu kahrolası hayatı biz oluşturduk, onu yıkacak olan da biziz!..” diyeceksin. Bağırmak, haykırmak, anlayışsız insanlara ağlamak, dünyayı yerinden oynatmak isteyeceksin.

Ama ölüm döşeğinde!..

Ah gönül, herşey sana bağlı...

 

Moral Dünyası

Telif Hakkı © 2025 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.