Erguvanlar Erken Ölümlüdür
- Ayrıntılar
- Kategori: Has kalem
- Gösterim: 1287
Erguvanlar baharın ilk müjdecileri olsa da, muhteşem manzaraları uzun zaman eğleşmez şehrin şehrâyinli tepelerinde; çünkü erguvanlar güzel olduğu kadar, erken ölümlüdür de!..
Hayatın, akıl çelen güzellikleri yanında, çok eğreti, çok uçucu olduğuna işaret etmek için, ilk şiir kitabıma “Erguvan Uğultusu” ismini vermiştim.
Kitaba ad olan, “Erguvan Uğultusu” şiirinde, fizikle/metafiziğin, hayatla/ölümün, baharla/güzün iç içeliğini anlatmak için, “Erguvan uğultusu/Hâzân gizli bahara!/Hangi bulut su taşır?/Gönlümdeki bu/hara!” demiştim. Evet, erguvanî düşler kurup, ‘bahara gizlenmiş hâzânı görmemek’, esef verici bir gaflettir.
İlkyazda, taze/diri güzelliğinin yanında, aynı zamanda Yahya Kemâl’in ifadesiyle ‘ölümün âsûde bahar ülkesi’ olan İstanbul şehrini, ebrulî âteşle tutuşturan görkemli erguvanlar, içimizde tarifsiz ürpertiler, hayalî esintiler, nevruzî ve Mesihdem kıpırdanmalar oluşturur.
Erguvan kokulu, erguvan sevdalı, yer yer coşku ve neşe, yer yer keder ve hüzün karışımlı bir rüzgâr esip gelir bilinmezlikten. Ne var ki, uzun zaman yurt edinmez dünyamızı. Sürurla gelir, hüzünle gider. Her şeyi, ‘bir varmış, bir yokmuş!’ masal cümlesinin belirsizliği, esrarengizliği/hayalî tasavvuru içinde yaşarız.
O olağanüstü maceradan, o harikulâde temâşâdan, o rüyâ âleminden, o ruh ve gönül esenleyen şiirli şölenden geriye, sadece solgun bir renk; buruk-buğulu bir edâ, buharlaşıp göğe ağan bir rayiha; efkârlandıran efsane bir güzellik kalır.
TABİATIN ÞİİRİ
Hayatımızın iç mantığıyla, erguvan ağacının akıl çelici, masalsı hâli arasında tuhaf bir benzerlik, hatta neredeyse aynilik/özdeşlik vardır. Uzun süren kederli, karamsar bir kışın ardından, şahane açılışla duygularımızı alev-gülü âteşlerle kuşatan, kılcallarımıza gizemli bengisular yürüterek, acılarımıza şifa sunan erguvanlar; daha biz bu tada, bu âşk titreşimine, bu lirik uyarılışa, bu saran-bürüyen, esrik cazibeye, ruhumuzu esenleyen iklime doyamadan; bir de bakarız ki, erguvan donanması bitmiş. Ötelerden, muştulayan mesajlar getiren, o gülgûn ‘erguvan uğultusu’ dinmiş ve o güzelim renk-ışık-rayiha sağanağı sona ermiş. O sihirli manzaradan, o ebr-i nisan şöleninden geriye, Ahmet Haşim’in şiirinde olduğu gibi, sadece buruk bir ‘tahattur’ kalmış.
Evet, o kırgın gönülleri şenlendiren, o öleyazmış düşleri uyandıran, ‘tabiatın şiiri’ olan erguvan şöleni mutluluğunu yeniden yaşamak için, bir yıl daha beklemek zorundasınız. Nasipse, gelecek bahara. Gelecek, ‘gelecek mi?’; orası pek bilinmez!..
Ne hikmetse, güzelin ömrü kısa olur ve tez uyanır renkli rüyasından insan. Çünkü, dediğimiz gibi, ‘erguvanlar erken ölümlüdür.’ Yaşamakta olduğumuz ve hissî şaşkınlıkla objektif zaman birimini, sübjektif zaman birimine dönüştürdüğümüz, ‘sonlu varlığa, sonsuzluk/bitmezlik izafe ettiğimiz için’; vâdedilmiş ölüm geldiğinde, aynı şaşkınlığı, aynı irkilişi yaşarız. Mistik bir güzellikle bezenmiş, şirin erguvan ağacı gibi; hayatın geçici/uçucu manzarası karşısında coşar, yaratılışın ulvî mantığını, tezahürler resmî geçidinin derunî hikmet boyutunu/sınanış şuurunu unutur; oyun ve eğlenceye dalarız.
Oysa Yunus Emre, yüzlerce yıl önceden uyarmıştır insanoğlunu:
“Yunus, bunda gelen gülmez/Kişi muradına ermez!” demiştir. Tıpkı bunun gibi, her erguvan açımında mahzun bir münâdi, “gün akşamlı, erguvanlar erken ölümlüdür” diye, ikaz eder bizi.
Nasıl ki, erguvan ağacının ilkyazdaki o ihtişamlı güzelliği, gök gürültüsüyle sarsılıp, bahar yağmurlarıyla ürperdiğinde; zaten dalında eğreti duran ürkek çiçekler, kalbine bir damla değer değmez tutunduğu gövdeden koparak, parkelere/insanların ayakları altına düştüğünde, uçup gider, yoklaşır; tûl-u emel arzular girdabına kapılarak, ‘bitmez sandığımız hayat’ da, kısa ömürlü erguvanlar kadar; ürkek gül yaprağı kadar, uçuruma yansıyan hüzünlü ay ışığı kadar eğretidir/tedirgindir/ikirciklidir dünyada. Ha, dalında ‘düştü-düşecek gibi’ işkilli duran erguvan çiçeği, ha ‘hezar (bin) endişe’ içinde yaşadığımız izafî günler. Çünkü ‘son’, ertelenmez ve kaçınılmazdır. ‘Her nefis’ gibi, erguvan çiçekleri de mutlaka ‘ölümü tadacaktır!’
Þair Nurî’nin dediği gibi, biz olmaz hülyalara dalıp giderken, ansızın bir çığlık kopar dünyamızda ve yanık ezgili bir sûfî der ki bize: uyanın ey yârenler, ‘gülşen-i âlemde hâzân erişti!’
Evet: “Sebebi var yere düşen yaprağın/Hikmetinden sual olmaz O şâhın!”
(Nemrut Ateşi’nden)
sanatalemi.net
OLCAY YAZICI