Miftahulkulub

6. KISIM


Allah'tan başka ilâh yoktur; darda kalanların yardımına erişendir (lâ ilahe illallahü gıyas'ul-müstağiysiyn).
Allah'tan başka ilâh yoktur; yardımcıların hayırlısıdır (lâ ilahe illal­lahü hayr'ün-nasırıyn).
Şerh:
Bekara suresinin 48. âyetinde buyurulan
—  «Onlara yardım da edilmez.»
Mananın tefsiri yapılırken, şöyle bir açıklama yapılmıştır :
—  Yardım demeğe gelen, nusret ve muunet manaları değişiktir; nusret daha özel bir mana taşır.
Nusret, bir zararın def'edilmesi şanındadır; muunette böyle bir ma­na yoktur.
Metinde geçen manaya göre, Yüce Allah zarara karşı yardım eden­lerin hayırlısıdır. Zira, tüm zarardan koruyanların koruması, Yüce Allah'­ın koruması, yardım etmesi karşısında hiç sayılır.
Bundan başka, Yüce Hakkın zarardan koruması, bir ard niyete bağ­lı değildir; bunun için de, Yüce Allah, yardım edenlerin hayırlısıdır.
Yüce Allah'ın yardımı, zarardan koruması kendi zatının kuvveti ile­dir. Ama, başkalarının yardımı, Yüce Hakkın verdiği başarı nisbetindedir. Bu da, Yüce Hakkı, yardım edenlerin hayırlısı olarak bize anlatır.
Şu dahi, Yüce Hakkın yardım edenlerin hayırlısı olduğunu anlatır ki : Ettiği yardım, zatına hiç bir zorluk vermez.
Metne devam edelim :
Allah'tan başka ilah yoktur; zira koruyanların hayırlısıdır (lâ ilahe lallâhü hayr'ül-hafızıyn).
Şerh :
Yüce Hakkın, koruyucuların hayırlısı olduğu manasında şöyle anla­tıldı :
—  Bir şey Yüce Hakkın koruması altına girer ise., o, tam manası ile afattan korunur; hiç kimsenin ona müdahele etmeye mecali olmaz.
Ama, başkalarının koruması anlatıldığı gibi değildir.
Sonra, Yüce Hakkın koruması, kendisi için bir zorlamayı gerektir­mez. Nitekim, bu manada gelen Bekara suresinin 255. âyetinde şöyle bir mana vardır :
—  «Yeri ve semaları korumak, ona yorgunluk vermez.»
Başkaları, elbetteki bir şeyi korumakta zorluk çekerler.
Bunlardan başka, Yüce Hak, bir şeyi korurken, kendisine ne unut­mak gelir, ne de bir gaflet arız olur.
Ama, başkalarının, yani : Mahlukatın koruma durumları hiç de an­latıldığı gibi değildir.
Metne devam edelim ;
Allah'tan başka ilâh yoktur; varislerin hayırlısıdır. (Lâ ilahe illal­lâhü hayr'ül- varisiyn).
Şerh : Burada :
—  Varis..
Tabirinden murad, ölüp gidenin bıraktığı kendisine kalan kimsedir. Buna göre şöyle bir açıklama yapmak mümkündür :
—  Cümle mal mülk sahipleri fani olup gideceklerdir; neleri varsa hepsi Yüce Allah'ın zatına kalacaktır. Nitekim, bu manada, Kasas sure­sinin 88. âyeti şöyledir :
—  «Yüce Allah'ın zatından başka her şey, yok olmaya yüz tutmuş­tur.»
Aynı manayı teyid eden Âl-i Imran suresinin 180. âyeti ise şöyledir :
—  «Semaların ve yerin mirası Allah'ındır.»
Yüce Allah için :
—  Varislerin hayırlısı..
Tâbirinin kullanılması, şu manaya olsa gerek :
—  Her mirasa konan, kendisine miras bırakandan sıra ile alır; ken­disi de bir başkasına bırakacaktır. Ama, Yüce Allah, asaleten o malın sa­hibidir; aldığı belli bir zaman için değildir. Çünkü, her şey, aslında za­tına alttir.
Yine Âl-i Imran suresinin 129. âyetinde şöyle buyuruldu :
—  «Göklerdeki şeyler, yerdeki şeyler Allah'ındır.»
Yüce Allah'ın :
—  Varislerin hayırlısı..
Manasında şöyle bir açıklama yapmak da mümkündür :
—  Bir kimsenin malına varis olan, onun çoluk çocuğuna bakmak zorunda değildir; ama Allah-ü Taâlâ, ölen kimsenin varını aldığı ve al­madığı zaman, onun çoluk çocuğuna sahip olur : Yedirir, içirir, doyurur ve giydırir.
Hud suresinin 6. âyeti, bu manayı anlatır :
—  «Yeryüzündeki her canlının rızkını vermek, Allah'a kalan bir du­rumdur.»
Sonra, Yüce Allah'ın hayırlı varis olduğu manasında şöyle bir açık­lama yapmak da mümkündür :
—  Çokları var ki, ölen kimsenin mirasına konarlar; ama onun için ne bir sadaka verirler, ne de onun bağışlanmasını dılerler..
Yüce Allah'a gelince, ölenin malından hiç bir şey almaz; hal bu iken, ona rahmet eyler ve bağışlar. Yüce Allah'ın, pek bağışlayıcı ve rahmet edici olduğu Nisa suresinin 96. âyetinde şöyle anlatıldı :
—  «Allah, çok çok bağışlayıcı ve çok çok esirgeyicidir.»
Metne devam edelim :
Allah'tan başka ilah yoktur; hâkimlerin hayırlısıdır (Lâ ilahe illal­lâhü hayr'ül-hâkimiyn).
Şerh :
Bu manayı şöyle açıklamak mümkündün :
—  Yüce Allah, verdiği hükümde yanılmaz, hata etmez. Sonra, ver­diği hükümde rüşvetle hüküm de vermez.
Burada, şöyle bir açıklama dahi vardır ;
—  Yüce Allah, kıyamet günü, iki kişi arasında hüküm verir : Biri zalimdir, diğeri de mazlum..
Zalime ettiği zulmü açıklar. Bu arada, mazluma da cennette o kadar derece verir ki : Zalimden razı eder. Böylece, zalim de kurtulmuş olur.
Metne devam edelim :
Allah'tan başka ilah yoktur; rızık verenlerin hayırlısıdır (lâ ilahe illallahü hayr'ür- razikiyn).
Şerh :
Başkaları, surette rızık veren, olarak görünür; ama gerçekte asıl rızık veren Yüce Hak'tır. Zira, Yüce Hakkın zatından başka kim rızık ve­recek olsa, Yüce Hakkın malından verir.
Kullardan herhangi bir kimse, birine yiyecek, içecek bir şey verecek olsa; verdiği kimseden ters bir davranış gördüğü zaman, hemen verdi­ğini keser, artık ona bir şey vermez. Yüce Allah'a gelince; rızkını he­men herkese verir : Fasıkına, kâfirine, asisine., hiç birinden eksik et­mez.
Burada şöyle bir açıklama da getirilmiştir :
—  Bazı kimseler, verdiği rızka, zaman gelir ki, kendisi muhtaç olur; verdiğini geri almak da ister. Ama, Yüce Allah'ın hiç bir şeye ihtiyacı yoktur ki, verdığini geri alsın.
Metne devam edelim :
Allah'tan başka ilâh yoktur; fatihler hayırlısıdır (lâ ilahe illallahü hayr'ül - fatîhiyn).
Şerh :
Bu cümle, A'raf suresinin 89. âyetinden alınmıştır; orada duâ ma­kamında şöyle buyuruimaktadır :                                   
—  «Rabbımız, milletimizle aramızı hakkiyle fetheyle; zira sen, fa­tihler hayırlısısın.»
FATİH
Bu âyet-i kerimede geçen :
—  «Fatih..»
İsmini iki şekilde yorumlamışlardır; şöyleki :
a) Fatih, füttah kökünden gelir. Yani : FA harfinin ötresi ile.. Buna göre ifade ettiği mana şudur : Hükümet.. Buna göre :
—  Fatih..
Demenin manası şudur : H â k i m..
b) Fatih, fetih kökünden gelir. Yani : FA harfinin üstün ha­rekesi ile.. Buna göre :
—  Fetih..
Derken, şu manalar akla gelir : Müşkili çözmek, iki karışık işin ara­sını belirlemek.. Bu manada şu deyiş vardır :
—  Fettah-ı Müşkilât (müşkilleri çözen)..
Buna göre, özet mana şu olur : Açıklayan, ayırd eden, çözen..
Burada, her iki manayı vermek de yerindedir. İlk manaya alınacak olursa, bir üstteki metinle tekrar edilmiş olur..
Ancak, bir başka mana daha vardır ki, buraya gayet münasiptir. Bu mana da :
—  Fatih..
İsminin feth, kökünden gelişine göredir; ifade ettiği mana şu­dur : Açmak.. İster şüpheli bir işi açıklığa kavuşturmak olsun, isterse başka bir şeyi açmak olsun.. Şu cümle, bu manayı anlatır :
—  Ey fettah, (açıcı) kalbimin kapısını fethet (aç).. Kamer suresinin 11. âyetinde buyurular :
—  «Gök kapılarını fethettik (açtık).»
Manası da bu yoldadır.
Şimdi, bu son verilen manaya göre, Yüce Hakkın :
—  Fatihler hayırlısı..
Olduğu şu şekilde yorumlanabilir :
—Hak yolcusu salıklere melekût, ceberut yolunu, lâhut kapısını açar. Yüce Hak'tan başka hiç kimsenin fethi, bu mertebeye ulaşamaz. Yüce Hakkın açtığını da hiç kimsenin bozup değiştirmeye gücü yetmez.
Haliyle, başkaları için, üstteki mana yerinde sayılmaz.
Kaldı ki, Yüce Hak, bu işte, başkalarına muhtaç değildir; ama, özel­likle bu türlü bir açma söz konusu olunca, hemen herkes, her şey, Yüce Hakka muhtaçtır.
Metne devam edelim :
Allah'tan başka ilâh yoktur; bağışlayanlar hayırlısıdır (lâ ilahe il­lallâhü hayr'ül-gafirin).
Şerh :
GÜNAH
Bu cümledeki :
—  Bağışlayanlar hayırlısı..
Tabirine bakarak, şöyle bir soru sorulabilir :
—  Yüce Allah'tan başka bir bağışlayıcı mı var ki?. Elbette yok­tur; onun için böyle bir tabir caiz değildir. Zira, günahı bağışlamak sa­dece Allah'a mahsustur.
Nitekim, Âl-i İmran suresinin 135. âyeti bu manayadır :
—  «Allah'tan başka, günahları kim bağışlayabilir ki?.»
Burada geçen istifhamın manası inkâr olup şu demeğe gelir :
—  Allah'tan başka hiç kimse, günahları bağışlayamaz.
Aynı durum, eserlerde yazılı duaların birinde şöyle geçer :
—  Allahım, günahlarımı bağışla; çünkü, senden başka günahları ba­ğışlayacak kimse yoktur.
Üstteki soruya iki şekilde cevap vermek mümkündür :
—  Günahlar iki çeşittir; şöyleki :
a) Kul ile, Yüce Allah arasındaki günah..
b). İki kul arasındaki günah..
Birinci manadaki bağışlama, sadece Yüce Allah'a mahsustur; kulun, zatınâ karşı işlediği günahı, ancak zatı bağışlar..
ikinci manadaki bağışlama durumunu da, Allah-ü Taalâ, hak sahi­bine bırakmıştır. Ona izin vermiştir ki : Dilerse bağışlaya, dilemezse ba­ğışlamaya.. Yani : Zulme uğrayan, dilerse zalımi bağışlayabilir, dile­mezse bağışlamaz. Bu arada, zalimi bağışlaması için de, mazlumu teşvik etmiştir. Bu mana, Şura suresinin 43. âyetinde şöyle anlatıldı :
-- «Bir kimse, sabırlı olur ve bağışlar ise., şüphe edilmeye ki, bu kimsenin yaptığı en faziletli işler arasında sayılır.»
Maalim-i Tenzil'de böyle yazılmıştır.
Şu cümle de aynı manayı teyid eder :
— Allah'tan başka ilah yoktur; Aziz Gaffar'dır (lâ ilahe illallâh'ül -aziz'ül- gaffar)..
AZİZ - GAFFAR
Bu cümle, bundan önceki cümle ile bir manada aynı sayılır; ama az değişikliği vardır. Burada geçen, Yüce Allah'ın iki güzel ismine mana verdikten sonra, yapılan yorumlara geçelim.
Aziz: Alt edilmesi mümkün olmayan alt edici..
Gaffar : Bağışlaması pek bol olan Yüce Allah.
Yüce Hak, kendi hakkını bağışlayabilir; ama hiç kimse, Yüce Hakka ait olan bir hakkı, kendi kendine bağışlama yetkisine sahip değildir. Hiç şüphe edılmeye ki, Allah hakkı en büyük haklar arasındadır; dola­yısı ile, onun bağışlanması için en büyük bağışlamak ve en büyük ba­ğışlayıcı gerekir. Bu da, gaffar isminin sahibi Yüce Zat'tan başkası ola­maz.                                                                       
Yüce Hak, bir kimseye bağışlama başarısı vermeyince, onun zalimi bağışlamaya gücü yetmez.
Sonra, bu mübalağa ile bağışlamanın manasında; Yüce Hakkın, ba­ğışladıktan sonra merhamet edeceği dahi vardır. Nitekim Kur'an'ın pek çok âyetlerinde, .mağfiretle rahmet, birarada gelmiştir. Buna göre, Yüce Allah, bağışlayanların en iyisi ve hayırlısı sayılır.
Metne devam edelim:
Allah'tan başka ilah yoktur; merhametliler hayırlısıdır (lâ ilahe i1­lallâhü hayr'ür-rahimiyn).
Şerh :
Allah-ü Taâlâ'nın rahmetinin hayırlı oluşu; yaratılmışlardan mer­hamet duygusu taşıyanlara bakınca, açıkça anlaşılır.
Sonra, Yüce Hakkın rahmeti, ihsandan ve nimetten ibarettir. Yüce Hakkın, maddî ve manevî nimetinin ve ihsanının haddi hesabı yoktur. Dille onları anlatıp bitirmek mümkün değildir.
Nahl suresinin 18. âyeti, bunu teyid eder :
—  «Allah'ın nimetlerini ayrıntılara girmeden dahi sayacak olsanız, sayıp tüketemezsiniz.»
Metne devam edelim :                                                                       
Allah'tan başka ilah yoktur; tektir, vaadini gerçekleştirdi, kuluna yardım etti, Ahzab'ı tek başına bozguna uğrattı. Ondan sonra bir şey yoktur.
(Lâ ilahe illallâhü vahdehu ve sadaka va'dehu ve nasara abdehu ve hezem'el - Ahzabe vahdehu ve lâşey'e ba'dehu.)
Şerh :
AHZÂB
Bu metinde geçen :
—  A h z a b ..
Tabiri ile, kâfirler güruhu anlatılır. Bu manada, şöyle anlatıldı :
—  Kureyş ve Gatfan kabileleri ile, Kurayza ve Nadıra Yahudileri biraraya geldiler.
Allah, kendisine salât ve selâm eylesin, Resulüllah efendimize karşı birleştiler; savaşmak üzere Medine-i Münevvere'ye doğru yola çıktılar.
Onların geleceğini haber alan Resulüllah efendimiz —Allah ona sa­lât ve selâm eylesin— ashabı ile bir danışma meclisi kurdu; Allah on­lardan razı olsun.
Bundan sonra, Medine-i Münevvere çevresine hendek kazdılar.
O kâfirler geldiler; hendeği geçemediler; bir ay kadar Medine-i Mü-nevvere'yi kuşattılar.
Bundan sonra, Resulüllah efendimiz —Allah, ona salât ve selâm ey­lesin— onların aleyhine şöyle duâ etti :
—  «Allahım, ey kitabı indiren, çabuk hesap gören; ahzabı bozguna uğrat. Allahım, onları perişan et.»
Bunun üzerine, bir gece Yüce Sübhan Hak, zavallı düşman üzerine şiddetli soğuk bir rüzgâr gönderdi. Çadır iplerini kopardı,, direklerini sö­küp devirdi, ateşlerini söndürdü, kapkacaklarını kırdı.
Mümin askerlerin safı tarafından dahi melekler tekbir getirmeye başlayınca, onların kalblerîne korku düştü. Hiç bir vuruşma olmadan, peri­şan olup gittiler.
Şevahid-i Nübüvve, adlı kitapta yazıldığına göre; bu şiddetli soğuk rüzgârdan sonra dehşetli bir kasırga çıktı ki : Taşları yerinden söküp götürdü, öyle bir kum fırtınası oldu ki : Kalkanlarını siper etmelerinin faydası olmadı.
Bundan sonra, yenik düştüler; duramadılar, kaçıp gittiler.
Yüce Hak, Kelâm-ı Kadim'inin Ahzab suresinin 9. âyetinde şöyle anlattı :
—  «Ey iman edenler, üzerinizde bulunan, Allah'ın nimetlerini anın. Şöyleki : Bir keresinde size ordu gelmişti; onların üzerine öyle bir rüz­gâr ve öyle bir ordu gönderdi ki, öylesini hiç görmediniz.»
Metne devam edelim :
Allah'tan başka ilâh yoktur, tüm nimetlerin sahibidir. Esasta fazi­let onundur. Güzel övgü, onundur. (Lâ ilahe illallahü ehl'ün- nimeti ve leh'ül - fazlü ve leh'üs - sena'ül - haseni.)
Şerh :
Esasta fazilet ve ihsan Yüce Allah'ın zatına hastır.
Allah-ü Taâlâ, bazı kullarına, dünyada iken., fazlı ile muamele eder Âhirette ise, adaleti ile de muamele eder, ama fazilet tarafı ağır basar. Zira, adaleti ile tam muamele edecek olsa, hiç kimse kurtulamaz. Bu manada, Ehl-i Sünnet'in inancı şu cümle ile tesbit edilmiştir :
—  Allah-ü Taâlâ, eğer kullarına sevap ihsan ederse; bu, onun faz­lıdır. Eğer kullarına ceza kesip azap edecek olursa, bu da onun ada­leti ile olur.
Eğer bir kimsede bir fazilet görülüyorsa, bu fazilet onda emanettir; esas sahibi Allah'tır.
Metne devam edellm.:
Allah'tan başka ilâh yoktur; yarattıklarının sayısı, arşının ağırlığı, zatının zatından rızası, kelimelerin mürekkebi kadar. (Lâ ilahe illallahü adede halkıhi ve zinete arşihî ve rızae nefsihi ve midade kelimatih.) .
Şerh :
Bu cümleleri okuyan kimse, âdeta, şöyle demek ister :
—  Bitip tükenmeyecek kadar çok kelime-i tevhid okurum; o kadar okumuş gibi sevap dilerim.
Zira, Yüce Allah'ın yarattıkları sayıya, hesaba gelmeyeceği gibi, ar­şının ağırlık ölçüsü de bilinmez.. Onun zatından hoşnutluğunun ölçüsü­nü kim tayin edebilirki.. Hele kelimelerinin mürekkebi.., Bu kelimelerin yazılması için, denizlerin suyu da kâfi gelmez. Bu manada, Kehif sure­sinin 109. âyeti şöyledir :
—  «De ki, Rabbımın sözlerini yazmak İçin bütün denizler mürekkeb olsa, Rabbimin sözleri tamamlanmadan denizler tükenir. İsterse onun bir misli daha yardımcı getirmiş olalım.»
Metinde geçen, Arapça :
— Midad..
Kelimesi üstteki açıklama, Şeyh Ekmel'in olup Şerh-i Meşarık'ta ge­çer. Açıklamasının bundan sonraki kısmına şöyle devam ediyor :
—  M i d a d ..
Kelimesi masdar dahi olabilir ki, o zaman kelimelerin midadı ilâhî feyz olur. Bu feyiz dahi, hemen her şahsa tek tek gelir, yeteri kadar verilir.                                                                       
Metne devam edelim :
Allah'tan başka ilah yoktur; vahdaniyet ve ferdaniyet sahibidir (lâ ilahe illallahü sahib'ül - vahdaniyet'ul - ferdaniye).
Şerh :
VAHDANİYET - FERDANlYET
Metinde geçen :
—  Vahdaniyet ve ferdaniyet..
isimleri, ifadeyi güçlendirmek için getirilmiştir; aslında ikisi bir ma­naya olup şu demeğe gelir :
—  Tek..
Şayet tekrar olduğu görüşüne katılmaz isek, birini zata, birini de sıfatlara vermemiz gerek. Böyle olunca, mana şöyle olur :
—  Vahdaniyet..
Kelimesinden murad; hiç bir şekilde Yüce Hakkın zatı için, bölünüp parçalanma olmayacağıdır.
—  Ferda niyet..
Kelimesinden murad ise, Yüce Hakkın zatında birkaç tane veya bir­çok olmanın hiç bir şekilde mümkün olmadığıdır.
Üstteki özet manadan yola çıkıldığı zaman; deriz ki :
—  Yüce Hakkın zatı için bir terkib, bir takdir olamayacağına, hiç bir şekilde bölünme ve parçalanma kabul etmeyeceğine :
—  Vahdaniyet sahibi..
Sözümüz bir işarettir. Yine deriz ki:
—  Yüce Hakkın ortaktan ve bir benzeri bulunmaktan yana yüce olu­şuna, hakikatta zatının birkaç tane veya birçok oluşundan beri olma­sına :
— Ferdaniyet sahibi..
Sözümüz bir işarettir.
Imam-ı Gazalî'nin bir eseri olan Kavaid-i Akaid, adlı eserin şerhin­de bazı değerli zatlar şöyle yazmışlardır :
—  Vahdet..
Tabiri kullanılırken, bundan murad olan mana, bölünüp parçalan­manın olmayacağıdır. Çoğunlukla :
—  Vahid..
Tabiri bu manada kullanılır.
Sonra, birkaç tane olmak, çokça olma durumunun saf dışı edilmesi ise, çoğunlukla :
—  F e r d.. Tabiri ile olur.
îşte, o değerli zatların anlattıkları bu kadar.. Metne devam edelim :
Aynı zamanda, kadimiyet, ezeliyet, ebediyet sahibidir, (el-kadimi­yet'il - ezeliyet'il - ebediyeti.)
Şerh :
KADÎMÎYET - EZELtYET - EBEDİYET
Bu metin cümlesinde geçen lafızların özet olarak manaları şöyledir :
Kadimiyet : Geçmişinde bir yokluk, bir boşluk yoktur.
Ezeliye t : Yüce Hakkın sıfatlarında dahi, eskilerde bir yok­luk ve bir boşluk yoktur.
Ebediyet : Yüce Hakkın zatında ve sıfatlarında dahi, ileriye dönük bir boşluk ve yokluk olmayacaktır.
Metne devam edelim :
öyle bir zattır ki; zıddı, niddi, şibhi ortağı yoktur. Diriltir, öldürür. Kendisi diridir, ölmez. Hayır elindedir. Kendisi, her şeye gücü yetendir. Dönüş onadır.
(Ellezi leyse lehu zıddun ve lâniddün ve şibhün ve Iâşeriykün yuhyi ve yimiytü ve hüve hayyün lâyemutü biyedih'il - hayru ve hüve ala külli şey'in kadirün ve ileyh'il - masiyr.)
Şerh :
ZIDD - NlDD - ŞÎBH
Üstteki metinde geçen, bazı kelimelerin manalarını kısaca biraz daha açalım:
Z ı d d : Ulûhiyet davasında, kendi arzusunun aksine hareket eden bir varlık.
Nidd : Onunla denk; hem de emrini tutmayacak, arzu ettiğinin aksini yapacak bir varlık..
Ş i b h : Yüce Hakkın sıfatına benzer sıfatlarda hiç bir varlık ola­maz.
Metne devam edelim :
Evvel, âhir, zahir, batın odur. O, her şeyi bilendir. Onun bir ben­zeri yoktur; duyan ve işiten odur. Allah bize yeter; pek güzel bir ve­kildir. Ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcı..
(Hüv'el - evvelli vel - âhirü vez - zâhirü vel - batınü ve hüve bikülli şey'in alim. Leyse kemisli şey'ün ve hüv'es - semiul - basiyr. Hasbünellâ­hü ve ni'm'el - vekilü ni'm'el - mevlâ ve ni'm'el - nasıyr.)
Şerh :
Bu metinde gelen :
—  Allah bize yeter, pek güzel vekildir. Ne güzel Mevlâ ne güzel yardımcı..
Cümlesini, üç kere tekrarda fayda vardır. Bunun inceliği manasında şöyle anlatıldı :
—  Cümle sıkıntılı işlerin çözümünde, bu cümlenin bütün halinde tek­rar edilmesinin çok yararı vardır; denenmiştir. Bu manada şöyle anla­tıldı :
—  İbrahim aleyhisselâm Nemrud'un ateşine atıldığı zaman şöyle okudu :
—  Allah bize yeter; pek güzel bir vekildir.
Bunun üzerine, Yüce Hak; ona ateşi, gülistan eyledi.
Ebu Davud'un Sünen'inde geldiğine göre. Resulüllah efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurdu; Allah ona salât ve selâm eylesin :
—  «Seni bir şey alt edecek olursa., hemen şu cümleyi oku :
—  Allah bize yeter; pek güzel vekildir.»
Metne devam edelim :
Rabbımız, bağışlamana sığınırız, dönüş sanadır (gufraneke rabbena ve ileyk'el-masiyr).
Allahım, verdiğine kimse engel olamaz; engel olduğuna da kimse bir şey veremez (Allahümme lamania lima a'tayte ve lâmu'tiye lima mena'te).
Şerh:
Burada şöyle bir soru sorulabilir :
—  Verilen bir şeye engel olmak nasıl olur?. Zira, engel olmak, ve­rilmeden önce olması gerekir.
Bunun için şu cevabı veririz :
—  Bu veriş, ezelî takdire bağlı bir veriştir. Buna göre, mana şu olur :



Günün Sözü

"Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâmı almak, hastayı ziyâret etmek, cenâzeye iştirâk etmek, dâvete icâbet etmek ve aksırana ‘yerhamükellah’ demek.” (Hadîs-i Şerif—Müttefekun aleyh)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.