35- Kıyâmet günü, herkes sevdiğinin yanında bulunacakdır.

35- Kıyâmet günü, herkes sevdiğinin yanında bulunacakdır.

35 - (Hadîka) kitabının altıyüzkırksekizinci sayfasında diyor ki, ilm-i zâhirden birkaç şey öğrenip, ilm-i bâtından birşey bilmiyenler, tasavvuf kitaplarını okuyunca, âriflerin sözlerini küfür ve dalâl sanıyorlar. Anlamadıkları marifet bilgilerine inanmıyorlar. Muhyiddîn-i Arabî ve Ömer bin Fârıd ve ibni Seb'in İşbîlî ve Afîf'üddîn-i Telemsânî ve Abdülkâdir Geylânî ve Celâlüddîn-i Rûmî ve Seyyid Ahmed Bedevî ve Ahmed Ticânî ve Abdülvehhâb-i Şa'rânî ve Şerefüddîn-i Busayrî gibi tasavvuf büyüklerini beğenmiyorlar. [Muhyiddîn-i Arabî 638 [m. 1240] de Şâmda, Ömer bin Fârıd 636 [m. 1238] da Mısrda, İbni Seb'in 669 [m. 1270] da Mekkede, Afîf-üddîn Süleymân Telemsânî 690 [m. 1290] da Şâmda, Abdülkâdir Geylânî 561 [m. 1166] de Bağdâdda vefât etti.]

Bâtın ilimlerine inanmıyorlar. Bâtın bilgilerine inanmıyan ise, Muhammed aleyhisselâmın dîninin sırlarına inanmamış olur. Böyle kimseye bid'at ve dalâlet ehli, yâni sapık denir. Îmanlı görünür ise de, münâfık gibidir. İmâm-ı Süyûtînin ve Hatîbin bildirdikleri hadis-i şerifte, (Din bilgisi iki kısmdır: Biri kalbde olan faydalı bilgilerdir. İkincisi, dil ile anlatılan zâhir bilgileridir) buyuruldu. Yine Süyûtînin ve Deylemînin bildirdikleri hadis-i şerifte, (Bâtın bilgileri, Allahü teâlânın sırlarından bir sırdır. Onun hükmlerinden bir hükmdür. Dilediği kulunun kalbine verir) buyuruldu. İmâm-ı Mâlik buyurdu ki, (İlm-i zâhire mâlik olan, ilm-i bâtına kavuşabilir. Zâhir bilgisi olan kimse, ilmi ile amel ederse, Allahü teâlâ, ona bâtın bilgisi ihsân eder). Ali bin Muhammed Vefânın ârifâne sözlerine şaşırıp kalan imam-ı Ömer Bülkînî, bunları nerden öğrendin deyince, Bekara sûresindeki, (Allahdan korkunuz! Allahü teâlâ, kendinden korkanlara bilmediklerini öğretir) meâlinde olan âyet-i kerimeyi okudu. [Celâlüddîn-i Rûmî 672 [m. 1273] de Konyâda, Ahmed Tîcânî 1230 [m. 1815] da Fasta, Şerefüddîn Muhammed Busayrî 695 [m. 1295] de Mısrda, İbnüvefâ 807 [m. 1404] de Medînede vefât etti.] Ebû Tâlib-i Mekkî buyurdu ki, (İlm-i zâhir ile ilm-i bâtın, birbirlerinden ayrılmazlar. Beden ile kalbin birlikte bulunması gibidirler. Bâtın ilimleri, ârifin kalbinden kalblere akar. Zâhir ilimleri, âlimin sözünden öğrenilir. Kulaklara kadar gidip, kalblere girmez.) Hadis-i şerifte, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu. Bu âlimler, yalnız zâhirî ilim sahibi olanlar değildir. Bu âlimler, bildikleri ile amel eden, takvâ sahibi olan, Peygamberlerdeki ilimlerin hepsine kavuşan hakîkî âlimlerdir. (Zâhirî ilm) sahiplerinin niyetleri hâlis olmadığı ve şehvetlerinin pençesinden kurtulmadıkları için, ilmin nûru kalblerine girmez. Beyinlerine işlemez. Bunların kalblerini, beyinlerini Cehennem ateşi temizliyecektir. İmâm-ı Münâvî, imam-ı Gazâlîden haber veriyor ki, âhıret bilgisi iki türlüdür: Biri keşfle hâsıl olur. Buna (İlm-i mükâşefe) ve (İlm-i bâtın) denir. Bütün ilimler, bu ilme kavuşmak için sebepler, vesîlelerdir. İkincisi (İlm-i muâmele)dir. Âriflerden çoğuna göre, ilm-i bâtından nasibi olmıyanın îmansız gitmesinden korkulur. Bundan nasip almanın en aşağısı, bu ilme inanmaktır. Bid'at veya kibir bulunan kimseye bâtın ilmi nasip olmaz. Dünyaya düşkün olan ve hep nefsinin isteklerine uyan da, çok şey öğrense de, bâtın bilgisinden hiçbirşeye kavuşamaz. Bâtın bilgisi, temizlenmiş kalblerde hâsıl olan bir nûrdur. Peygamberimiz, (Öyle ilimler vardır ki, çok gizlidirler. Bunları, ancak marifet sahipleri bilir) buyurdu. Bu hadis-i şerif, bâtın ilimlerini göstermektedir. İmâm-ı Mâlikin ilm-i bâtına kavuşturur dediği zâhir bilgisi, onun zamanındaki, kendisi ile amel olunan ilimdir. Şimdi, dünyalığa kavuşmak, şöhret sahibi olmak için öğrenilen şeyler değildir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını doğru yapabilmek için herkese lâzım olan (İlm-i hâl) bilgileri az zamanda ve kolayca öğrenilebilir. Bununla amel edince, ilmi bâtın hâsıl olabilir.

Bâtın ilimlerine kavuşmamış olan din adamları, bilmedikleri ilimlere inanmıyorlar. Bâtın ilmi olarak anladıkları ve söyledikleri de, kendi gibi bir câhilden işittikleri veya bâtın âlimlerinin kitaplarından okuyup ezberledikleri şeylerdir. Paslı kalbleri açılmamış, rahmânî nûra kavuşamamışlardır. Kendilerini bâtın âlimi sanan bu câhiller, akıllarının esîridirler. O büyüklerin bildirdiklerini kısa akılları ile ölçerek yanlış anlamaktadırlar. Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri de böyle yanlış anlıyorlar. Bozuk, zararlı tefsîr kitapları yazıyor. Müslümanları felakete sürüklüyorlar. Nûr sûresinin, (Allahü teâlâ bir kimseye nûr vermezse, o münevver olamaz!) meâlindeki kırkıncı âyet-i kerimesi, bunları göstermektedir.

[Sirâcüddîn Ömer Bulkînî Mısrî 805 [m. 1402] de, Ebû Tâlib Muhammed Mekkî 386 [m. 996] da, Bağdâdda vefât etti.]

[Allahü teâlâya kavuşmak, Allahü teâlâya yaklaşmak, Allahü teâlâyı tanımak, Allahü teâlâyı sevmek, feyz almak, nûrlanmak, Ârif olmak, ilm-i bâtın sahibi olmak gibi şeyler, hep kalb ile olur. Bunlara akıl eremez, anlıyamaz. Allahü teâlâ, herşeye kavuşmak için bir sebep yaratmıştır. Birşeye kavuşabilmek için, o şeyin sebebine yapışmak lâzımdır. Bildirdiğimiz şeylere kavuşmanın sebebi, kalbi mâ-sivâdan temizlemektir. Mahlûkların varlığını, sevgisini kalbden çıkarmaktır. Buna, (Fena-i kalbî) denir. Kalb, Allahdan başka herşeyi tam unutursa, yukarıda bildirdiğimiz şeyler, kendiliğinden kalbe dolar. Kalb, görülmiyen, tutulmıyan bir şeydir. Yâni madde değildir. Yer kaplamaz. Yürek dediğimiz et parçası ile ilgisi vardır. Aklın, dimâg [Beyin] ile olan ilgisi gibidir. Bir şişeye hava sokmak için uğraşmak lâzım değildir. Sıvıyı boşaltmak lâzımdır. Şişedeki sıvı boşaltılınca, hava kendiliğinden girer. Kalb de böyledir. Mahlûkların sevgisi, hattâ düşünceleri kalbden çıkarılınca, Allah sevgisi, feyz, nûr, marifet, kendiliğinden kalbe gelir. Kalbi mahlûklardan temizlemeye sebep de, Ehl-i sünnet îtikadı, haramlardan sakınmak, farzları ve nâfile ibâdetleri yapmaktır. Nâfile ibâdetlerden, te'sîri en çok ve sür'atli olanı, zikir yapmak ve Allahü teâlânın Velîlerinden biri ile berâber bulunmaktır.]

(Hadîka) ikinci cilt, yüzüçüncü sayfasında diyor ki, cemaat rahmettir. Yâni müslümanların hak üzerinde birleşmeleri, Allahü teâlânın merhamet etmesine sebep olur. Tefrika [bölünmek] ise azâbdır. Yâni, müslümanların topluluğundan ayrılmak, Allahü teâlânın azâb yapmasına sebep olur. Demek ki, her müslümanın doğru yolda olanlara katılması lâzımdır. Îmanı doğru olanlar az olsa dahî, bunlara katılmalı, bunlar gibi inanmalıdır. Doğru yol, Eshâb-ı kirâmın yoludur. Bu yolda olanlara, (Ehl-i sünnet vel-cemaat) denir. Eshâb-ı kirâmdan sonra, ortaya çıkan bâtıl, bozuk kimselerin çok olması insanı şaşırtmamalıdır. İmâm-ı Beyhekî buyuruyor ki, (Müslümanlar bozulduğu zaman, bunlardan önce olanların doğru yoluna sarılmalısın! Bir kişi kalsan bile, o yoldan ayrılmamalısın!). Necmeddîn-i Gazzî buyuruyor ki, (Ehl-i sünnet vel-cemaat) demek, Resûlullahın ve Eshâb-ı kirâmın gittikleri doğru yolda bulunan âlimler demektir. (Sivâd-i a'zam), yâni islâm âlimlerinin çoğu böyle idiler. Hak olan cemaat ve yetmişüç fırka içinde Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan (Fırka-i nâciyye) bunlardır. Kur'an-ı kerimde, (Parçalanmayınız!) buyuruldu. Bu âyet-i kerime, îtikatta, inanılacak bilgilerde parçalanmayınız demektir. Âlimlerin çoğu, meselâ Abdüllah ibni Mes'ûd, böyle olduğunu bildirmiştir. Yâni nefslerinize ve bozuk düşüncelerinize uyarak, doğru îmandan ayrılmayınız demektir. Bu âyet-i kerime, fıkh bilgilerinde ayrılmayınız demek değildir. Âyet-i kerime, bozgunculuk olan ayrılmağı yasaklamaktadır. Bu ise, akâiddeki, inanılacak şeylerdeki ayrılıktır. Ahkâmda, amellerde olan ictihâd bilgilerindeki ayrılık böyle değildir. Çünkü bu ayrılık, hakları, farzları, amellerdeki, ibâdetlerdeki ince bilgileri ortaya koymuştur. Eshâb-ı kirâm da, günlük işleri açıklıyan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı. Fakat, îtikat bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. Hadis-i şerifte, (Ümmetimin ayrılığı rahmettir) buyurdu. Dört mezhebin amel, iş bilgilerinde ayrılması böyledir. [Şimdi] Dört mezhep olması, Allahü teâlânın hidâyeti ve rahmetidir. Hepsi sevap kazanmıştır. Kıyâmete kadar, bu mezheplerde olanların ibâdetlerine verilen sevapların bir misli de, bunların mezheplerinin imamlarına verilmektedir. Âlimlerin amel, iş bilgilerinde çeşidli ihtisas kollarına ayrılmaları da böyledir. Böylece; bir çoğu hadis bilgisinde, birçoğu tefsîrde, çoğu da fıkh bilgisinde, arabî bilgilerde yetişmişlerdir. Tasavvufcuların riyâzet çekmekte ve tâlibleri yetiştirmekte, ayrı yol tutmaları da, yâni çeşidli yolların meydana gelmesi de, bu hadis-i şerife uygun olmaktadır. Necmeddîn-i Kübrâ (İnsanları Allahü teâlâya kavuşturan yollar, insanların sayısı kadardır) buyurdu. Bu söz de, tâlibleri yetiştirmek yolunu bildiriyor. Yoksa, îtikatlarında hiçbir ayrılık yoktur. Bütün Evliyânın îtikatları, îmanları birdir. Hepsi, (Ehl-i sünnet vel-cemaat) îtikatındadır. Sanat sahiplerinin çeşidli iş kollarına ayrılmaları da öyle rahmettir. Fakat, îtikatta ayrılmak, parçalanmak, böyle değildir. Çünkü, Resûlullah, (Cemaat rahmettir. Ayrılık azâbdır) buyurdu. [Necmüddîn-i Kübrâ 618 [m. 1221] de, Hârezmde, Cengiz askerleri tarafından şehit edildi.]

(Hadîka) ikinci cilt, yüzonüçüncü sayfada diyor ki, Resûlullah, (Kişi, sevdiği ile berâber olur) buyurdu. (Müslim) kitabında bildirildiği üzere, bir kimse, Resûlullaha kıyâmeti sorunca, (Kıyâmet için ne hazırlık yaptın?) buyurdu. Allahın ve Resûlünün sevgisini hazırladım dedi. (Sevdiklerinle berâber olursun) buyurdu. İmâm-ı Nevevî, bu hadis-i şerifi açıklarken, (Bu hadis-i şerif, Allahü teâlâyı ve Onun Resûlünü ve sâlihlerin ve hayr sahiplerinin dirilerini ve ölülerini sevmenin kıymetini, faydasını bildiriyor) dedi. Allahü teâlâyı ve Onun Peygamberini sevmek demek, emirlerini yapmak, yasaklarından sakınmak, bunlara karşı edebli, saygılı olmak demektir. Sâlihleri severek onlardan faydalanmak için, onların yaptıklarını yapmak lâzım değildir. Çünkü, onların yaptıklarını yaparsa, o da, onlardan olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Bir kimse, bir cemaati sever. Fakat onlardan olmaz). Onlarla berâber olmak, onların derecesine yükselmek demek değildir. Hadis-i şerifte, (Bir cemaati seven kimse, onların arasında haşr olunur) buyuruldu. Ebû Zer: Yâ Resûlallah! Bir kimse, bir cemaati sevse, fakat onların yaptıklarını yapmasa, nasıl olur dedikte, (Yâ Ebâ Zer! Sevdiklerinle berâber olursun) buyurdu. Fakat, Hasen-i Basrî buyuruyor ki, (Bu hadis-i şerifler seni yanıltmasın! Sen iyilere, ancak onların iyi amellerini yapmakla kavuşabilirsin! Yahudiler ve hıristiyanlar, Peygamberlerini seviyorlar ise de, onlar gibi olmadıkları için, onların yanına gidemiyeceklerdir). İmâm-ı Gazâlî bunun için, (Onların iyi amellerinden birkaçını veya hepsini yapmadıkca, yalnız sevmekle, onların yanına kavuşulamaz) dedi. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, bir cemaati seven kimse, üç nev' olabilir: Onların bütün amellerini ve ahlâkını edinmiştir. Yâhut hiçbirini edinmemiştir. Yâhut da, birkaçını yapar. Başkalarını yapmayıp, bunların tersini yapar. Hepsini yapabilen, onlardan olur. Onlarla olur. Onlara olan sevgisi, onu da tâm onlar gibi yapmıştır. Muhabbetin en yüksek tabakasına erişmiştir. Elbet onlardan olur. Sevdiklerine hiç uymıyan, onlara hiç benzemiyen kimse, onlardan hiç olamaz. [Sevgisi, sözde kalır. Kalbine girmez. Sevginin yeri ise, kalbdir. Yâni gönüldür.] İmâm-ı Gazâlî Hasen-i Basrînin bunları anlattığını bildirmiştir. [Böyle sevgi, yalnız sözde kalmaktadır. Yalnız sözde kalan sevmeye, sevmek denilmez. Seviyorum demesi doğru olmaz.] Sevdiklerinin birkaç ameline uyan kimseye gelince, îmanda uymamış ise, onlardan olamaz. Onları seviyorum demesi hiç doğru değildir. Onun kalbinde, onlara sevgi değil, düşmanlık vardır. Din düşmanlığından daha büyük düşmanlık olmaz. Yahudilerin ve hıristiyanların, Peygamberleri seviyoruz demeleri böyledir. Kişi, sevdikleri gibi inanıp, tâat ve ibâdetlerde, onlara tâm uymazsa, beğenmediği için uymamış ise, seviyorum demesinin yine faydası olmaz. Onlarla birlikte olamaz. Gücü yetmediği, nefsine hâkim olmadığı için, hepsine uyamamış ise, onlarla birlikte olmasına mani olmaz. Hadis-i şerifler, bu ikinci kısmı bildirmektedir. Bir cemaati seven, fakat tâm onlar gibi olmıyan kimseye karşı söylenmiştir. Ebû Zer hadisi, bunu açıkça bildirmektedir. Bu hadis-i şerif, müslümanları çok sevindirmektedir. Yüzseksenüç 183 [m. 799] senesinde Kûfede vefât etmiş olan Muhammed ibnis-Semmâk, son nefesinde, (Yâ Rabbî! Sana hep ısyân ettim. Fakat, sana itaat edenleri hep sevdim. Beni bu sevgime bağışla!) diyerek duâ etti.

[Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî de, (Yâ Rabbî! Sana lâyık hiçbirşey yapamadım. Yüzüm kara olarak huzuruna geldim. Fakat, senin dînini yıkmak, islâmiyeti yok etmek istiyenleri sevmedim. Senin için olan bu buğduma beni bağışla!) diyerek duâ ederdi]. Necmüddîn-i Gazzî, sâlihleri seven zâlimleri, üçüncü nev'in birinci kısmının sevgisine benzetmektedir. Yâni sevdiklerinin îmanları gibi inanan, fakat onların amellerine ve ahlâklarına uymak istemiyen kimseye benzetmektedir. Sâlihlere olan muhabbetleri ve yardımları, bu zâlimlere fayda vermez demektedir. Biz deriz ki, böyle zâlimler, ikinci sevmeye benzemektedirler. Yâni sevdiklerinin îmanı gibi inanan, fakat onlar gibi olamıyan kimseler gibidirler. İbnis-Semmâk da, böyle olduğunu bildirmişti. Bu zâlimler, nefslerine uyarak zulüm yapmışlarsa da, sâlihleri sevmekte, duâlarını almaya çalışmaktadırlar. [Necmüddîn-i Gazzî Şâfi'î 1061 [m. 1651] de vefât etmiştir.]

(Hadîka), ikinci cilt, yüzyirmidördüncü sayfasında diyor ki, Resûlullah, (Kişi sevdiği ile birlikte olur) buyurdu. Selef-i sâlihîni, yâni Ehl-i sünnet âlimlerini sevsek, onlar gibi olmasak bile, bu hadis-i şerifteki müjdeye kavuşuruz. Allahü teâlânın sevdiklerinin ve Allahü teâlâyı sevenlerin dirilerini ve ölülerini seven kimse, büyük saadete, iyiliklere kavuşur. Onları sevmek, meselâ onların düşmanlarına karşı ve onları kötüliyen câhillere karşı, onları savunmak, övmektir. Dünyaya düşkün olanların en kötüleri, Allahü teâlânın sevdiklerini, Evliyâyı kötüliyenlerdir. Dünyaya düşkün olmak, bütün kötülüklere yol açar. Haset, hırsızlık, rüşvet, kibir gibi haramlara sebep olur. Câhil din adamlarının kibrli olmaları, hep dünyaya düşkün olmalarından ileri gelmektedir. Muhyiddîn-i Arabînin kalbinin açılması, bâtın ilimlerine kavuşması, tasavvuf büyüklerini sevdiği, onları savunduğu için olduğunu, kendisi bildirmektedir. (Ruh-ul-kuds) kitabında diyor ki, (Elhamdülillah! Câhil din adamlarına karşı, tasavvufcuları hep savundum. Ölünceye kadar da savunacağım. Bunun için, kalb bilgilerine kavuşturuldum. Onlara saldıran, ismlerini söyliyerek kötüliyen, kendisinin câhil olduğunu ortaya koyar. Bunun sonu felaket olur).

Muhyiddîn-i Arabî, kendisinin (Vasıyet-i Yûsüfiyye) kitabını açıklarken diyor ki, Resûlullahı rü'yâda gördüm. (Allahü teâlânın bu nîmetine nasıl kavuştuğunu biliyor musun?) buyurdu. Hayır, bilmiyorum dedim. (Ehlullah olduğunu söyliyenlere, saygı gösterdiğin için kavuştun!) buyurdu. Sözü doğru olsa da, olmasa da, ona saygı göstermesi, saadete kavuşmasına sebep oldu.

Kendi kusurlarını araştırıp düzeltmeye çalışan kimse, başkalarının ayblarını görmeye vakit bulamaz. Hep, kendinden daha iyi olan müslümanları görür. Yâni her gördüğü müslümanı kendinden daha iyi bulur. Velî olduğunu söyliyen kimsenin doğru söylediğine inanır. Başkalarının kötülüklerini araştıran, kendi kusurlarını görmiyen ise, Velîye inanmaz.

Necmeddîn-i Gazzî (Hüsn-üt tenebbüh) kitabında diyor ki, (Sâlihleri sevmek, sohbetlerinde bulunmak, ziyâretlerine gitmek, onlarla bereketlenmek lâzımdır. Evliyâ bunlardır). Şâh-ul-kermânî buyuruyor ki; (Evliyâyı sevmekten daha kıymetli ibâdet olmaz. Evliyâyı sevmek, Allahü teâlâyı sevmeye yol açar. Allahü teâlâyı seveni, Allahü teâlâ da sever). Ebû Osman Hayrî diyor ki, (Evliyânın sohbetine kavuşan kimse, Allahü teâlâya kavuşturan yolu bulur). Yahyâ bin Muâz diyor ki, (Evliyânın sohbetine kavuşan sâdık bir kimse, herşeyi unutur. Allahü teâlâ ile olur. Böyle olmazsa, Allahü teâlâya hiç kavuşamaz). Muhammed bin Irak (Sefînetül-ırâkıyye) kitabında diyor ki, (Fıkh âlimlerinden Muhammed bin Hüseyn Beclî, Resûlullahı rü'yâda gördü. Hangi amelin en iyi olduğunu sordu. (Evliyâullahdan olan bir Velînin yanında bulunmaktır) buyurdu. Diri iken bulamazsak deyince, (Diri iken de, ölü iken de onu sevmek, düşünmek böyledir) buyurdu. [Muhammed bin Ali Şâmî ibni Irak 933 [m. 1527] de Medînede vefât etti.]

İmâm-ı Birgivî duâ ederken, (Ey yardımcıların en iyisi! Ey Ümitsizlerin sığınağı! Yâ Erhamerrâhimîn! Ey günahları örten merhameti bol Allahım! Habîbin, sevgili Peygamberin hurmeti için ve bütün Peygamberlerin ve Meleklerin ve Peygamberinin Eshâbının ve Tâbiînin hurmetleri için, günahı çok olan bizlere acı! Suçlarımızı affeyle!) derdi. Allahü teâlâya, Peygamberi ve Onun Eshâbı ve Tâbiînin hurmeti için duâ etmek, duânın kabûl olması için bunları vesîle etmek câizdir, meşrudur. Onların şefaatini istemek olup, Ehl-i sünnet âlimleri câiz olduğunu bildirmiştir. Mu'tezile, buna inanmadı. Vesîle ederek yapılan duâ, o Velînin kerâmeti olarak kabûl olur. Bu da, öldükten sonra da, kerâmetin bulunduğunu göstermektedir. Bid'at ehli olan sapıklar, buna inanmıyor. [İmâm-ı Muhammed Birgivî 981 [m. 1573] de Anadoluda Birgide vefât etti.]

İmâm-ı Münâvî (Câmi'ussagîr)i açıklarken buyuruyor ki, (İmâm-ı Sübkî duâ ederken, Resûlullahı vesîle yapmak, onu şefî yapmak, ondan yardım istemek güzel olur. Selef-i sâlihînden ve sonra gelen âlimlerden hiç kimse buna karşı çıkmadı. Yalnız ibni Teymiyye bunu inkâr ederek, doğru yoldan ayrıldı. Kendinden önce gelenlerden, kimsenin söylemediği bir yola saptı. Ehl-i islâm arasında sapıklığı ile nâm aldı buyurdu). Âlimlerimiz, Resûlullaha mahsûs olan üstünlükleri bildirirken, duâ ederken Resûlullahı vâsıta kılmak câiz olur. Başkalarını vâsıta etmek böyle değildir dediler. Fakat, imam-ı Kuşeyrî diyor ki, (Mâruf-i Kerhî talebesine, duâ ederken beni vâsıta ediniz! Ben, Allahü teâlâ ile aranızda vâsıtayım demiştir. Çünkü Evliyâ Resûlullahın vârisleridir. Vâris olan, vârisi olduğu zâtın bütün üstünlüklerine kavuşur). Yirminci maddeyi de lütfen okuyunuz! (Hadîka)dan tercüme tamam oldu. [Abdülkerîm Kuşeyrî 465 [m. 1072] de Nişâpûrda vefât etti. Mâruf-i Kerhî, Sırrî Sekatînin mürşidi idi. 200 [m. 815] de Bağdâdda vefât etti.]

Hak teâlâ, intikâmını yine kul ile alır.

Bilmiyen (ilm-i ledünnî) anı kul yaptı sanır.

Cümle eşya Hâlıkındır, kul elîle işlenir.

Emr-i Bârî olmayınca, sanma bir çöp deprenir!

Anasayfaya dön Kapak Sayfası
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri

Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.