31- Vehhâbîlerin sapık olduklarını bildiren fetvâ.
- Ayrıntılar
- Kategori: Vehhabilere cevaplar
- Gösterim: 2037
31- Vehhâbîlerin sapık olduklarını bildiren fetvâ. Bu fetvânın aslı (Minhat-ül Vehbiyye) kitabının sonunda arabî olarak mevcûddur.
31 - (Eşedd-ül-cihâd) kitabında diyor ki, Muhammed bin Süleymân-ı Medenî Şâfi'îden Muhammed bin Abdülvehhâb-ı Necdî soruldu. Cevap olarak, (Bu adam son zamanın câhillerini sapık yola sürüklemektedir. Allahü teâlânın nûrunu söndürüyor. Allahü teâlâ, müşrikler istemese de, nûrunu söndürmiyecek, her yeri Ehl-i sünnet âlimlerinin nûrları ile aydınlatacaktır) dedi. Muhammed bin Süleymânın fetvâlarının sonundaki suâl ve cevap da şöyledir:
Suâl: Büyük âlimler! Mahlûkların en iyisinin yolunu gösteren yıldızlar! Size soruyorum: Bir kimse, çeşidli din kitaplarını okuyup, bilgilerini kısa görüşü ile ve noksan aklı ile tartarak, bu ümmetin hepsinin dînin özünden ve Resûlullahın yolundan ayrıldıklarını, sapıttıklarını söylese ve kendisinin müctehid olduğunu, Allah kelâmından ve Resûlullahın hadislerinden bilgiler çıkardığını ileri sürse, hâlbuki âlimlerin, bir müctehidde bulunması lâzım dedikleri şartlardan hiçbiri bunda bulunmasa, bu sözleri yaymasına izin verilir mi? Yoksa, vazgeçip, islâm âlimlerine uyması lâzım mıdır? Kendisinin imam olduğunu, her müslümanın ona uyması vâcib olduğunu, mezhebinin lâzım olduğunu söylüyor. Müslümanları mezhebine sokmaya zorluyor. Kendisine uymıyanlara kâfir diyor. Bunları öldürmeli, mallarını paylaşmalı diyor. Bu adam doğru mu söylüyor? Yoksa yanlış mıdır? Bir kimsede, ictihâd için lâzım olan şartların hepsi bulunsa, bir mezhep kursa, herkesi bu mezhebe girmeye zorlaması câiz olur mu? Belli bir mezhebe girmek lâzım mıdır? Yoksa herkes dilediği mezhebi seçmekte serbest midir? Sâlih bir kulun veya Sahâbînin kabrini ziyâret eden, buna adak yapan, kabir yanında hayvan kesen, onu vesîle ederek duâ eden, toprağından alıp bereketlenmek için saklıyan, tehlikeden kurtulmak için, Resûlullahdan veya Sahâbîden yardım istiyen bir müslüman, dinden çıkar mı? Ben bu kabrin sahibine tapınmıyorum, onun birşey yapacak güçte olduğuna inanmıyorum. Onun Allahü teâlânın sevgili kulu olduğuna inandığım için, Allahü teâlânın dileğime kavuşturması için, onu vesîle, sebep yapıyorum dediği hâlde, böyle yapanı öldürmek helâl olur mu? Allahdan başka birşey ile yemin eden kimse, dinden, îmandan çıkar mı?
Cevap: İyi anlamalıdır ki, ilim üstâddan öğrenilir. İlmi, dîni, kendi kendine kitaptan öğrenenler çok yanılır, yanlışı, doğrusundan çok olur. Bugün, ictihâd edecek kimse yoktur. İmâm-ı Râfi'î ve imam-ı Nevevî ve Fahreddîn Râzî dediler ki, bugün hiç müctehid kalmadığında âlimler sözbirliğine varmıştır. İmâm-ı Süyûtî gibi, her ilimde deniz gibi olan derin bir âlim nisbî müctehid, yâni mezhep içinde müctehid olduğunu bildirince, hiçbir âlim bu sözünü kabûl etmedi. Hâlbuki, mutlak müctehid olduğunu, mezhep sahibi olduğunu söylememişti. Beşyüzden fazla kitap yazdı. Her kitabı, tefsîr ve hadis ilimlerinde ve din bilgilerinin herbirinde çok yüksek derecede olduğunu göstermektedir. İmâm-ı Süyûtî gibi bir âlimin nisbî müctehid olduğu kabûl edilmeyince, onun yüksek derecesinden çok uzak olanların böyle sözlerine inanılır mı? Hiç dinlenmez bile.Hele islâm âlimlerinin kitaplarının bozuk olduğunu da söylerse, bunun aklından ve dîninden şüphe olunur. Çünkü bu kimse, Resûlullahı ve Eshâb-ı kirâmdan hiçbirini görmediğine göre ilmini nereden öğrendi? Birşeyler öğrendi ise, islâm âlimlerinin kitaplarından öğrenmiştir. O âlimlerin kitaplarına bozuk derse, kendisi doğru yolu nereden bulmuştur? Bunu bize açıklasın! Dört mezhebin imamları ve bunların mezheplerinde yetişmiş olan büyük âlimler, bütün bilgilerini âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bu adam, onlara uymıyan bilgilerini nereden çıkarmıştır? Onun ictihâd derecesine varamamış olduğu meydandadır. Bu adama düşen iş, sahih bir hadis görüp, anlamadığı zaman, müctehidlerin bu hadis-i şeriften anlayıp bildirdiklerini araştırmalıdır. Bunlar arasında beğendiğine uymalıdır. Böyle yapmak lâzım geldiğini, derin âlim imam-ı Nevevî (Ravda) kitabında bildirmektedir. Âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri, ancak ictihâd derecesine yükselmiş olan derin âlimler anlıyabilir. Müctehid olmıyanların, âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri anlamaya kalkışmaları câiz değildir. Abdülvehhâb oğlunun doğru yola gelmesi, bozuk sözlerinden vazgeçmesi lâzımdır.
Müellifin müslümanlara kâfir demesine gelince, hadis-i şerifte, (Bir kimse, bir müslümana kâfir dese, ikisinden biri kâfir olur. Söylediği kimse müslüman ise, kendisi kâfir olur) buyuruldu. İmâm-ı Abdülkerîm Râfi'î [Râfi'î 623 [m. 1226] da Kazvinde vefât etti.] (Şerh-ul-kebîr) kitabında (Tuhfe)den alarak diyor ki, (Müslümana kâfir diyen ve tevil edemiyen kimse, kâfir olur. Çünkü, islâma küfür demektedir). İmâm-ı Nevevî de, (Ravda) kitabında bunu bildiriyor. Ebû İshak İbrâhîm İsferâînî [İsferâînî 418 [m. 1027] de Nişâpurda vefât etti.] ve Hüseyn Halîmî Cürcânî [Halîmî 403 [m. 1012] de vefât etti.] ve Nasr-ul-mukaddesî Nablüsî ve Gazâlî ve İbnü Dakîk-il-iyd ve daha birçok âlimler, tevil etse de etmese de, kâfir olur diyorlar. [Nasrul-mukaddesî 490 [m. 1096] da vefât etti.]
Müslümanların kanı ve malı helâl olur demesine gelince, hadis-i şerifte, (Kâfirlere lâilâhe illallah dedirtinceye kadar, harp etmekle emrolundum) buyuruldu. Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, müslümanı öldürmek câiz değildir. Bu hadis-i şerif, Tevbe sûresinin altıncı âyetinin, (Tevbe edenleri ve namaz kılıp zekât verenleri serbest bırakınız) meâl-i şerifinden alınmıştır. Tevbe sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (Onlar din kardeşlerinizdir) buyuruldu. Bir hadis-i şerifte, (Biz görünüşe göre anlarız. Gizli olanları Allahü teâlâ bilir) buyuruldu. [Kitabın müellifi, bu hadis-i şerife de inanmıyor. Yüzkırkaltıncı sayfasında, biz söze bakmayız, maksada ve mânaya bakarız diyor. Bunun gibi, kitabının birçok yerlerinde âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere uymıyan yazılar vardır.] Bir hadis-i şerifte, (İnsanların kalblerini yarmak, gizli şeylerini anlamak için emrolunmadım) buyuruldu. Üsâme hazretleri, Lâilâhe illallah diyen bir kimseyi öldürdüğü zaman, kalbinde îman yoktu deyince, Peygamberimiz (Kalbini yardın mı?) buyurdu.
Bir müctehidin insanları kendi mezhebine girmek için zorlaması câiz değildir. Müctehid olan zat, mahkemede kâdı ise, o zaman kendi ictihâdı ile karar verir ve bu kararın yapılmasını emreder.
Evliyâ için adak yapmaya gelince, Şâfi'î âlimleri bunu uzun bildirmektedir. (Hibe) kitabı, (Tuhfe) kitabından alarak bildiriyor ki, ölmüş bir Velî için nezr eder ve adak ettiği malın ölünün olmasını niyet ederse, bu nezr sahih olmaz. Ölünün olmasını niyet etmezse, nezri sahih olup, nezr olunan mal, hizmetcilere, türbe yanındaki mektep talebe ve hocalarına, fakirlere verilir. Türbe yanında adak malını almaya alışık kimseler toplanmış ise ve Velîye nezr olunan malın bunlara verilmesi âdet olmuş ise, bunlara verilir. Böyle bir âdet yoksa, nezr bâtıl olur. Semlâvîden ve Remlîden de böyle haberler gelmiştir. Herkes bilir ki, Evliyâ için adak yapanlar arasında hiç kimse yoktur ki, adak olunan malın ölüye verilmesini düşünmüş olsun. Çünkü, ölünün birşey almıyacağını, birşey kullanmıyacağını herkes bilir. Bu malların fakirlere veya türbede hizmet edenlere verileceğini bilmiyen yoktur. Bunun için ibâdet olmaktadır. Çünkü, Şâfi'î mezhebinde mubâh olan, mekruh ve haram olan şeylerin nezr edilmesi sahih olmaz. Yapması zaten farz ve vâcib olmıyan ibâdetler ve sünnetler nezr olunur.
Kabirleri öpmek, yüzünü gözünü sürmek için, câiz olur da denildi. Olmaz da denildi. Câiz olmaz diyenler mekruh dedi. Haramdır diyen olmadı.
Peygamberleri ve sâlih kulları tevessül etmek, onları vesîle ederek Allahü teâlâya yalvarmak câizdir. Hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Bunları kitabımızın başında bildirmiştik. Sâlih ameller ile tevessül etmek câiz olduğunu bildiren çok hadis-i şerif vardır. İyi işlerle tevessül câiz olunca, iyi insanlarla tevessül daha çok câiz olur.
Allahü teâlâdan başka şeylere yemin etmeye gelince, yemin olunan şey, tâzîm olunursa, Allahü teâlâya şerîk, ortak tutulursa, ancak o zaman küfür olur. Hâkimin ve imam-ı Ahmedin bildirdikleri ve Münâvîde yazılı (Allahdan başkası ile yemin eden kâfir olur) hadis-i şerifi de bunu bildirmektedir. Fakat imam-ı Nevevî âlimlerin çoğundan alarak, mekruh olduğunu bildirmekte ve müslümanların icmâ'ı huccettir demektedir.
Nisâ sûresinin yüzondördüncü âyetinde meâlen, (Kendisine tevhîd ve doğru yol bildirildikten sonra, Resûlullahın doğru yolundan sapan ve îtikat ve amelde müminlerden ayrılan kimseyi, âhırette kâfirlerle birlikte Cehenneme sokarız) buyuruldu. Her müminin (Ehl-i sünnet vel cemaat) mezhebine uyması lâzım geldiği, bu âyet-i kerimeden de anlaşılmaktadır. Sürüden ayrılan koyunu kurt kapar sözünü unutmamalıdır. Ehl-i sünnet vel cemaatten ayrılan da Cehenneme gider.
Derin âlim Muhammed bin Süleymân Medenînin fetvâsı uzundur. Biz kısaltarak bildirdik. Allahü teâlânın hidâyet nasip ettiği kimseye bu kadar yetişir. Bu âlim 1195 [m. 1780] senesinde vefât etmiştir. Muhammed bin Abdülvehhâb 1111 [m. 1699] senesinde Necd çölünde tevellüd ve binikiyüzaltıda (1206 [m. 1792]) öldü. Muhammed bin Süleymân bunun câhilliğini ortaya çıkardı. Sözlerini çürüttü. İctihâd ediyorum demesini yalanladı. Onun hiçbir islâm âliminden ilim ve feyz almadığını, müslümanlara kâfir dediği için, kendisinin dalâlete düştüğünü yaydı.
Hanefî âlimlerinden Muhammed bin Abdülazîm Mekkînin [İbni Abdülazîm 1052 [m. 1642] de vefât etti.] (El-Kavl-üs-Sedîd) kitabında, İbni Hazm Muhammed Alînin sapık yazıları bildirilmekte ve cevap verilmektedir. İbni Hazm, herkese ictihâd yapmağı emrediyordu. Başkasına uymak haramdır diyordu. Bu sözlerini, Nisâ sûresinin ellisekizinci âyetinin, (Uyuşamadığınız şeyi Allahü teâlânın ve Resûlünün bildirdiği gibi yapınız!) meâl-i şerifi ile isbât etmeye kalkışıyordu. Abdülazîm, buna cevap verirken, (Biz, elhamdülillâh büyük islâm âlimi imam-ı a'zam Ebû Hanîfeye uymak derecesinden dışarıda kalmıyoruz. Biz, o yüce imama ve onun büyük talebelerine ve daha sonra gelen, Şemsül-eimme gibi dünyaya nûr saçan derin âlimlere ve on asırda n beri yetişen böyle hakîkî âlimlere uymakla şerefleniyoruz) diyor.
İbni Hazm, Ebdülüslüdür. Zâhiriyye mezhebinde idi. Bu mezhebi Dâvüd-i İsfehânî kurmuştu. Kendi de, mezhebi de yok oldu, unutuldular. İbn-ül-Ehed ve Zehebî ve İbni Hilligân diyor ki, İbni Hazma selâm verenler, ondan nefret ederlerdi. Sözlerini beğenmezlerdi. Onun sapık olduğunda sözbirliğine vardılar. Onu kötülediler. Sultânlara ondan sakınmalarını bildirdiler. Müslümanlara ona yaklaşmamalarını söylediler. İbn-ül Ârif diyor ki: İbni Hazmın dili ve Haccâcın kılıncı, aynı şeyi yapmışlardır. İbni Hazmın, hadis-i şeriflere uymıyan habîs, sapık çok sözleri vardır. Haccâc-ı zâlim, yüzyirmibin mâsumu sebepsiz ve suçsuz öldürdü. İbni Hazmın dili de, hadis-i şerif ile bildirilen hayrlı zamanlardan sonra, yüzbinlerle müslümanı doğru yoldan saptırdı. Çünkü, kendisi 456 [m. 1064] senesinde öldü.
Allahü teâlâ, bütün müslüman kardeşlerimi sapık ve bozuk yola kaymaktan muhâfaza buyursun! Hepimize dört mezhep âlimlerinin hak olan ictihâdlarına uygun îman ve ameller nasip eylesin! Kıyâmet günü, onların mezhebinde olarak, Peygamberlerle, sıddîklarla ve şehitlerle ve sâlihlerle birlikte haşr eylesin! Âmîn. Dâvüd bin Süleymânın (Eşedd-ül-Cihâd) kitabından tercüme burada tamam oldu. Bu kitabın yazılması hicretin binikiyüzdoksanüç [1293] senesinde tamam olmuştur. Arabîden türkçeye tercümesi de, 1390 [m. 1970] senesinde yapılmış ve neşredilmiştir.
Anasayfaya dön | Kapak Sayfası |
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri |