18- Evliyânın kerâmetlerine küfr, şirk demektedir sorusuna cevap

18- Evliyânın kerâmetlerine küfr, şirk demektedir. Bunaa, imâm-ı Rabbânî hazretlerinden ve (Mevâhib) den  cevâb verildi.

18 - Kitabının yüzaltmışsekizinci sayfasında, (Evliyâ kerâmet olarak, diri ve ölü iken, istediklerine yardım edermiş. Şaşırdıkları, sıkıştıkları zaman, onlara yalvarıyor, yardım istiyorlar. Kabirlerine gidip, sıkıntılarının giderilmesini istiyorlar. Ölülerin kerâmet yapacaklarını zannediyorlar. Bunlara Ebdâl, Nükâba, Evtâd, Nücebâ, yetmişler, kırklar, yediler, dörtler, Kutb, Gavs gibi ismler takıyorlar. Bunların yalan olduğunu İbnül-Cevzî [Abdürrahmân Cevzî hanbelî 597 [m. 1202] de Bağdâdda vefât etti.]ve ibni Teymiyye bildirmektedir. Bunlar Kur'an-ı kerime karşı gelmektir. Evliyânın diri ve ölü iken birşey yapacağını Kur'an red etmektedir. Herşeyi yapan Allahdır. Başkaları birşey yapamaz. Âyet-i kerimeler, ölüde his ve hareket olmadığını bildiriyor. Ölü, kendine birşey yapamaz. Başkalarına hiç yapamaz. Allah, ruhların kendi yanında olduğunu bildiriyor. Bu zındıklar ise, ruhlar serbest olup, dilediklerini yaparlar diyorlar. Bunların kerâmet olduğunu söylemeleri de yalandır. Kerâmeti, Allah dilediği velîsine verir. Kendi istekleri ile olmaz. Sıkıntılı zamanlarda, onlardan yardım istemek, daha çirkindir. Peygamber, melek ve velî, kimseye iyilik ve kötülük yapamaz. Diri olan kimseden maddî yardım istemek câizdir. Fakat maddî olmıyan, görülmiyen şeyler için, Allahdan başkasına yalvarılmaz. Hastanın, boğulacak olanın, fakirin, Peygamberlerden, ruhlardan, velîlerden ve başka şeylerden yardım istemeleri şirktir. Bunlara kerâmet demek, puta tapanların koyduğu bir ismdir. Allahın Evliyâsı böyle olmaz) diyor. İkiyüzdoksandokuzuncu sayfasında:

(Bir kimse velî olduğunu söylerse, gayb olan şeyleri bilirim derse, bu kimse, şeytanın Evliyâsıdır. Rahmânın Evliyâsı değildir. Kerâmet, Allahü teâlânın müttekî kulunun elinde hâsıl ettiği bir şeydir. Duâsı ile veya ibâdeti ile hâsıl olur. Velînin bunda bir kuvveti ve arzusu te'sîr etmez. Evliyâ, Velî olduklarını söylemez. Allahdan korkarlar. Sahâbe ve Tâbiîn Evliyânın en yüksekleri idi. Bunlar, gaybı biliriz demedi. Allah korkusundan ağlarlardı. Temîm-i Dârî, Cehennem korkusundan uyumazdı. Evliyânın nasıl olduklarını Ra'd sûresi bildirmektedir. Böyle olan tasavvufculara Evliyâ denir) diyor.

Önce şunu bildirelim ki, bu son yazısında, işin doğrusunu yazmaktadır. Keşke, Evliyâdan yardım istemeye ve türbelerde duâ etmeye şirk demeseydi ve kubbeleri yıkmak lâzımdır demeseydi, ne iyi olurdu. Fakat doğru yazıları arasında zehir saçıyor. Müslümanlar arasında bölücülük yapıyor.

Velî, kerâmet ne demek? Bunun doğrusunu imam-ı Rabbânîin (Mektûbât) kitabının çeşidli mektûblarından alarak aşağıda bildireceğiz:

Kerâmet haktır. Kerâmet, şirkten kaçıp kurtulmak, marifete kavuşmak, kendini yok bilmektir. Kerâmet ile istidrâcı birbiri ile karıştırmamalıdır. Kerâmet ve keşf sahibi olmak istemek, Allahdan başkasını sevmek demektir. Kerâmet, kurb ve marifet demektir. Kerâmetin çok olması, tasavvuf yolunda yükselirken pek ileri gitmek ve inerken, inişi az olmaktandır. Kerâmet, yakîni kuvvetlendirmek içindir. Yakîn ihsân olunmuş Velînin kerâmete ihtiyacı yoktur. Kalbin zikre alışması yanında, kerâmetin hiç kıymeti yoktur. Evliyânın keşfinde hatâ olabilir. Keşfin yeri kalbdir. Sahih olan keşfler, hayâl değildir. İlhâm ile kalbde hâsıl olur. Hayâl karışmış olan keşflere güvenilmez. Evliyânın keşfi, islâmiyete uygun olursa, ona güvenilir. Böyle değilse güvenilmez. Evliyânın keşfleri, ilhâmları, başkaları için huccet, senet olamaz. Fakat müctehidin sözü, onun mezhebinde olanlar için huccettir. Keşf ve kerâmet sahibi olmak, derecenin yüksek olmasını bildirmez. Keşfler, tecellîler, tasavvuf yolunun yolcularında hâsıl olur. O yolun sonunda olanlar, hayrette ve ibâdettedirler. Evliyânın önüne, boynu bükük gelmelidir ki, fayda elde edilebilsin. Evliyânın elbisesini edeb ve saygı ile giyince, çok fayda hâsıl olabilir. Allahü teâlâ, Evliyâsını büyük günah işlemekten korur. Evliyâdan birkaçı, uzak yerlerde görülmüştür. Bu görünüş, ruhlarının, kendi bedenlerinin şeklinde görünmesidir. Evliyâ, küçük günahtan korunmuş değildirler. Fakat, hemen gafletten uyandırılıp tevbe eder ve iyi işler yaparak, afftilerler. Evliyâ, insanları hem islâmiyetin açık emirlerine, hem de ince, gizli bilgilerine çağırırlar. Evliyânın bir kısmı, sebepler âlemine inmemiştir. Bunların Peygamberlik üstünlüklerinden haberleri yoktur. İnsanlara faydalı olmazlar. Feyz veremezler. Evliyânın çoğunda, vilâyetin üstünlükleri vardır. Kutblar, evtâd ve ebdâl böyledir. Bunların gençleri yetiştirebilmeleri, Alîın yardımı ile olur.

Velîlerin yükseklikleri arasındaki farklar, Allahü teâlânın bunları sevmesinin derecesine göredir. Evliyâlık, zıllere, gölgelere kavuşmak demektir. Sevgileri ve zevkleri hep zılleredir. Evliyâlık, Peygamberliğin zıllidir, gölgesidir. Evliyâlığı abdest gibi, nübüvveti namaz gibi bilmelidir. Evliyâlık, kötü huylardan kurtulmak demektir. Evliyânın, kendinin Velî olduğunu bilmesi lâzım değildir. Evliyâlık verilip de, Velî olduğu bildirilmezse, hiç kusur olmaz. Velî olmak için, dünya ve âhıret sevgisini gönülden çıkarmak lâzımdır. Peygamberlik üstünlüklerinde, âhırete düşkün olmak iyidir. İnsanda, ruh âleminden gelmiş olan on latîfe, on kuvvet vardır. Evliyâlık ve Peygamberlik üstünlükleri, bu on latîfede olur. Evliyâlık, fena ve bekâ demektir. Yâni, kalbi dünyaya düşkün olmaktan kurtarıp, Allahü teâlâya düşkün olmaktır. Evliyâlık, akıl ile ve düşünmekle anlaşılamaz. Evliyâlık, Allahü teâlâya yakınlık demektir. Mahlûkları düşünmeyi gönülden çıkaranlara ihsân edilir. Mahlûkların düşüncesini gönülden çıkarmaya (Fena) denir. Evliyâlığın bütün üstünlükleri, islâmiyete uymakla hâsıl olur. Peygamberliğin üstünlükleri ise, islâmiyetin görünmiyen, herkesin bilemediği inceliklerine de uyanlara verilir. Peygamberliğin üstünlükleri demek, Peygamberlik demek değildir. Evliyâlık derecelerinin hepsini geçip, sonuna varanların keşfleri ve ilhâm olunan bilgilerin hepsi, Ehl-i sünnet âlimlerinin Nasslardan, yâni Kitap ve sünnetten anlayıp bildirdikleri bilgilere tâm uygun olur. Evliyâlıkta ilerlemenin yarısı yükselmek, yarısı da inmektir. Çok kimse, yalnız yükselmeyi evliyâlık sanmış, inişe de, Peygamberlik üstünlükleri demişlerdir. Hâlbuki, bu iniş de, yükseliş gibi, evliyâlıktır. Evliyâlıkta cezbe ve sülûk vardır. Bu ikisi, evliyâlığın iki temel direğidir. Peygamberlik üstünlükleri için, bu ikisi lâzım değildir. Evliyâlık derecelerinin sonu, kulluk makamıdır. Kulluk makamının üstünde, hiçbir makam yoktur. Velîler Hakka doğrudurlar. Peygamberlikte, hem Hakka, hem de halka doğru olup, birbirine engel olmaz. Evliyânın nefsleri mutmainne olmuş ise de, bedendeki maddelerin ihtiyaç ve istekleri vardır.

Evliyâlık, beş derecedir. Her biri, beş latîfeden birinin yükselmesidir. Her biri, Ulül'azm Peygamberlerden birinin yoludur. Birinci derecesi Âdem aleyhisselâmın yoludur. Evliyâlığı birinci derecede olan bir Peygamberin evliyâlığı, beşinci derecede olan bir Velînin evliyâlığından daha kıymetlidir. Evliyâlığın (Vilâyet-i hâssa) denilen en yüksek derecesine kavuşabilmek için, nefsin fânî olması lâzımdır. (Ölmeden önce ölünüz!) emri, bu fânîliği göstermektedir. Evliyâlık, yâ hâssa [husûsî] olur veya umûmî olur. (Vilâyet-i hâssa), Muhammed aleyhisselâmın evliyâlığıdır. Onun ümmetinden, ona tâm tâbi olan evliyâ da bu vilâyete kavuşabilir. Bu vilâyet, tâm fena ve olgun bekâdır. Burada nefis fânî olmuş, Allahü teâlâdan râzı olmuştur. Allahü teâlâ da, ondan râzıdır. Evliyâlığın yüksekliği, beş latîfenin derecesine, sırasına göre değildir. En yüksek derecedeki (Ahfâ) latîfesinin evliyâlığına kavuşmak, öteki derecelerde bulunan Evliyâdan daha yüksek olmayı göstermez. Evliyâlığın üstünlüğü, asla yakınlık ve uzaklıkla ölçülür. Kalb denilen aşağı derecedeki latîfenin evliyâlığına kavuşmuş bir Velî, asla daha karîb [yakın] olunca, ahfâ latîfesinde bulunan, fakat o kadar yakın olmıyan Velîden daha üstün olur. Muhammed aleyhisselâmın evliyâlığına kavuşan Velî, geri dönmekten korunmuştur. Yâni bulunduğu dereceyi kaybetmez. Öteki Velîler, korunmuş değildirler, tehlikededirler. Evliyâlık, yalnız kalbin ve ruhun fânî olması ile hâsıl olabilir. Fakat, bunların fânî olmaları için, öteki üç latîfenin de fânî olmaları lâzımdır. Evliyânın evliyâlığına (Vilâyet-i sugrâ) denir. Peygamberlerin evliyâlığına (Vilâyet-i kübrâ) denir. Vilâyet-i sugrânın sonu, enfüsteki ve âfâktaki ilerlemenin sonuna kadardır. Vilâyet-i sugrâda, vehmden ve hayâlden kurtuluş yoktur. Vilâyet-i kübrâda vehmden ve hayâlden kurtuluş vardır. Vilâyet-i sugrâ, beş latîfenin, arşın dışındaki asllarını geçtikten sonra başlayıp, bu aslların da aslları olan, Allahü teâlânın sıfatlarının zıllerini, görünüşlerini geçince, biter. Vilâyet-i sugrâ âfâkta ve enfüste, yâni insanın dışındaki ve içindeki mahlûklarda olur. Yâni zıllerde, görünüşlerde olur. Bunda sona erenler, (Tecellî-yi berkî)ye, yâni şimşek gibi çakıp geçen tecellîlere kavuşurlar. Vilâyet-i kübrâ, bu tecellîlerin [görünüşlerin] aslında olur. Allahü teâlâya yakın olan ilerlemedir. Peygamberlerin evliyâlığı böyledir. Burada, tecellîler, dâimîdir. Vilâyet-i sugrâ, (cezbe) ile (sülûk)dür. Evliyâlık kemâlâtına kavuşmak için, sülûk, yâni çalışarak ilerlemek, kalbin zikretmesi ve murâkaba ve râbıta ile olur. Peygamberlik kemâlâtında ilerlemek ise, Kur'an-ı kerim okumakla ve namaz kılmakla olur. Bundan sonra ilerlemek için hiçbir sebebin te'sîri yoktur. Ancak, Allahü teâlânın lutfü ve ihsânı ile olur. Ne kadar ilerlerse ilerlesin, islâmiyetten dışarı çıkamaz. İslâmiyete uymakta sarsıntı olursa, bütün vilâyet dereceleri yıkılır. Bundan da yukarı yükselmek, muhabbet ile, sevmek ile olur. Lutf ve ihsân başkadır. Aşk ve muhabbet başkadır. Peygamberlerin evliyâlığı bile Peygamberlik üstünlükleri yanında aşağıdadır. (Vilâyet-i Muhammediyye), bütün Peygamberlerin vilâyetlerini kendisinde toplamıştır. Peygamberlerden birinin vilâyetine kavuşmak, bu (Vilâyet-i hâssa)nın bir parçasına kavuşmaktır. Velînin inişi çok olunca, üstünlüğü de çok olur. Velînin bâtını, yâni kalbi ve ruhu ve öteki latîfeleri zâhirinden, yâni duygu organlarından ve aklından ayrılmıştır. Zâhirinin gâfil olması, bâtınına ulaşamaz. Hiçbir Velî, hiçbir Peygamberin derecesine ulaşamaz. Bir Velî, bir bakımdan, bir Peygamberin üstünde olabilir. Fakat, her bakımdan, bu Peygamber, bu Velîden daha üstündür. Velî, küçük günah işliyebilir. Fakat, hemen tevbe eder ve velîlik derecesinden atılmaz. Tasavvuf yolunda aranılan şey, fenanın ve bekânın, tecellîlerin ve zuhûrların, şühûd ve müşâhedenin, söz ve mânanın, ilim ve cehlin, ism ve sıfatın, vehm ve aklın ötesindedir.

Mürşid yâni Rehber, insanı Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşturan vâsıtadır. Talebe rehberini ne kadar çok severse, Onun kalbinden feyz alması da, o kadar çok olur. Mürşid vesîledir, Resûlullahın mübârek kalbinden çıkıp, mürşidlerinin kalbleri vâsıtası ile, kendi kalbine gelen feyzleri neşreden bir vâsıtadır. Maksat, Allahü teâlâdır. Mürşid-i kâmil, emme basma tulumba gibidir. Kalb makamına inmiş olup, kendi mürşidinden aldığı feyzleri, marifetleri, talebesine ulaştırır. Rehberini inciten veya inanmıyan, hidâyete kavuşamaz. [Bunun için vehhâbîler, Allahü teâlânın feyzlerinden, marifetlerinden mahrumdurlar.] Rehberini incitenden kalbin kırılmazsa, köpek senden daha iyidir, buyurmuşlardır. Rehberine inanmakta, güvenmekte sarsıntı olursa, feyz alamaz. Bu sarsıntının ilâcı yoktur. Rehberden feyz almak için teveccüh olmaksızın, yalnız onu sevmek yetişir. Rehber ile bulunanların, îmanları kuvvetlenir. İslâmiyete uymak isteği hâsıl olur. Rehberin sözleri, hâlleri, hareketleri, ibâdetleri hep islâmiyete uygundur. Ona uyan, onu dinliyen, Resûlullaha uymuş olur. Böyle olmıyan kimse, rehber olamaz.

[Doğru yolda olmayıp, sözde rehber geçinenler, talebesini doğru yoldan saptırır. Zararlı olurlar.]

Tasavvuf, Resûlullahın izinde bulunmaktır.İnsanların yaratılışlarına göre, ayrı yollar hâsıl olmuştur. Tasavvuf, ihlâsı arttırmak içindir. Tasavvuf yolunda Rehber lâzımdır. Rehber, oniki imam ve Abdülkâdir-i Geylânî ve bunlar gibi olanlardır.

Allahü teâlâya kavuşturan yol ikidir: Nübüvvet yolu, Vilâyet yolu. Nübüvvet yolunda rehber lâzım değildir. Bu yol asla kavuşturur. Vilâyet yolunda rehber lâzımdır. Nübüvvet yolunda, fena, bekâ, cezbe ve sülûk gibi şeyler yoktur. Vilâyet yolunda ilerlemek için herşeyi [dünyayı ve âhıreti] unutmak lâzımdır. Gönlün bunlara bağlı olmaması lâzımdır. Nübüvvet yolunda âhıreti unutmak lâzım değildir. Tasavvuf, îmanı kuvvetlendirmek ve islâmiyete uymakta kolaylık duymak içindir. Tarîkat ve hakîkat, şeriatin hizmetcileridir. Tarîkat, mahlûkları yok bilmektir. Hakîkat, Allahü teâlâyı var bilmektir. Birincisi, herkesten kaçıp, bir yere kapanmak demek değildir. Emr-i mâruf, nehy-i münker, cihâd ve sünnetlere uymaktır. (Mektûbât)dan tercüme burada tamam oldu.

Hiçbir islâm âlimi benim kerâmetim var, dilediklerinize kavuştururum dememiştir. Kerâmetlerini örtmeye çalışmışlardır. İslâm dînini, Kur'an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin bilgilerini yaymaya uğraşmışlardır. Kitabın müellifi, sapıkların, münâfıkların, zındıkların yanlış, bozuk sözlerini ve câhil müslümanların bilmiyerek yaptıkları yanlış hareketleri yazarak, islâm âlimlerine, tasavvuf büyüklerine saldırmakta, doğru yoldaki müslümanlara iftirâ etmektedir. Yalanlarına, âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri de âlet etmek çabasındadır. Bu ise, sapıklığın en aşağı, en iğrenç ve en kötü bir örneğidir. Hiçbir islâm âlimi, levhil-mahfûzu bilirim dememiştir. Allahü teâlâ, dilediği, sevdiği, seçtiği kuluna, gaybden bilgi verir. Kerâmetler ihsân eder. Fakat bunlar, bu kerâmetleri kimseye söylemez. Kendileri, istemeden hâsıl olur.

Münâfıkların, fâcirlerin, hak sözü de söyliyecekleri hadis-i şerifte bildirildi. Bu hadis-i şerif, mezhepsizlerin âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler söyliyerek, müslümanları aldatacaklarını haber vermektedir. Allahü teâlâ, sevdiklerinin duâlarını kabûl edeceğini söz veriyor. Müslümanlar da, Allahü teâlânın bu vaadine güvenerek, islâmiyete uyan, Resûlullahın izinde giden, islâm âlimlerinin duâlarının kabûl olacağına inanıyorlar. Bu mübârek insanlara, kendilerine duâ ve şefaat etmeleri için yalvarıyorlar.

Fâtiha sûresinde, (Yalnız Allahdan yardım isteriz) dememiz emrolundu. Bu âyet-i kerime gösteriyor ki, Allahü teâlâdan başka hiçbir mahlûk, hiçbirşey yaratamaz. Allahdan başkasından birşey yapmasını istiyen, müşrik olur. Kitabın müellifi, insanları ölü ve diri olarak ikiye ayırıyor. Ölüden ve uzakta olandan birşey istiyen müşrik olur. Yanında bulunan diriden maddî yardım istemek câizdir diyor. Böylece, Fâtiha sûresine karşı gelmektedir. Kur'an-ı kerimi değiştirmektedir. Çünkü, bu âyet-i kerime, yanında bulunan diriden de birşey yapması istenilemiyeceğini, Allahdan başka kimsenin birşey yaratamıyacağını bildirmektedir. Bunun için, böyle söyliyenlerin müşrik olmaları lâzım gelmektedir.

Hâlbuki, herşeyi yaratan, yapan yalnız Allahü teâlâdır. Fakat Allahü teâlâ, herşeyi bir sebep ile yaratmaktadır. Böyle olduğunu âyet-i kerimeler, hadis-i şerifler ve günlük olaylar açıkça gösteriyor. Câhiller de, âlimler gibi, böyle olduğunu bilmektedir. Bunun için, dünya hayatına (Âlem-i esbâb) denilmiştir. Birşeye kavuşmak için, o şeyin yaratılmasına sebep olan işi yapmak lâzımdır. Birşeyin sebebine yapışmak, Fâtiha sûresine karşı gelmek olmaz. Hadis-i şeriflerde, (Herşeye kavuşmak için yol vardır. Cennetin yolu ilimdir) ve (Mağfirete kavuşmanın sebebi, müslümanı sevindirmektir) ve (Mağfirete kavuşturan sebeplerden biri, aç olan müslümanı doyurmaktır) ve (Biz müşrikten yardım istemeyiz) ve (İlm öğretmek, büyük günahların afvına sebebdir) ve (Her hastalığın ilâcı vardır) ve (Hâfızasını kuvvetlendirmek istiyen, bal yisin!) ve (Şarap içmek kötülüklere sebebdir) buyuruluyor. Hadis-i şerifler, Allahü teâlânın, herşeyi sebepler ile yarattığını göstermektedir. Allahü teâlâ, Kehf sûresinde, (Zülkarneyne herşeyin sebebini öğrettim) buyurdu.

Mukaddemede bildirdiğimiz gibi, canlı, cânsız, yakın, uzak, herşey, bir olaya, bir reaksiyona sebebdirler. Cansızların ve hayvanların bir kimseye faydalı sebep olmaları için, o kimsenin bunları akla uygun olarak kullanması lâzımdır. İnsanın birşeye sebep olması için, önce sebep olmayı kabûl etmesi, sonra bir iş yapması veya duâ etmesi lâzımdır. İnsanın birşeye sebep olmayı kabûl etmesi de, buna lüzûm olduğunu kendiliğinden anlaması ile veya kendisinden taleb edilmesi ile olur. Kitabın yazarı, cânsızların ve hayvanların, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olacaklarına, Ehl-i sünnet olan müslümanlar gibi inanıyor. Bu sebeplere yapışmaya şirk demiyor. Bu sebeplerden beklenen şeyleri Allahü teâlânın yaratacağına inanıyor. Diri ve yanında bulunan insanın yardım talebini işittiği zaman, bunun duâ ile yardım edeceğine de inanıyor. Uzakta olanın ve ölülerin ise, hem işitmelerine, hem de duâ ile yardım edeceklerine inanmıyor.

Görülüyor ki, vehhâbî yazar, Ehl-i sünnet gibi, sebeplerin yaratıcı olmadıklarına inanmaktadır. Böylece müşrik olmaktan kurtulmaktadır. Fakat uzakta bulunanın ve ölünün duyduklarına ve ölünün duâ edeceğine ve duâlarının kabûl olacağına inanmadığı için, Ehl-i sünnetten ayrılıyor. Ehl-i sünnete, bunlara inandıkları için müşrik diyor. Uzakta olanların ve ölülerin işittiklerini ve sâlihlerin duâlarının kabûl olacağını yirmidördüncü maddede isbât ettik. Hadis-i şeriflerde, (Din kardeşine arkasından yapılan duâ red olmaz) ve (Mazlumun duâsı kabûl olur) ve (Ümmetimin günah işlemiyen gençlerinin duâları kabûl olur) ve (Babanın oğluna duâsı, Peygamberin ümmetine duâsı gibidir) ve (Duâ belâyı def' eder) buyuruldu. Yukarıdaki hadis-i şeriflerin hepsi, (Künûz-üd-dekâık) kitabından alındı.

(Tenbîh-ül-gâfilîn) kitabındaki hadis-i şeriflerde, (Bir müslüman duâ edince, elbet kabûl olur) ve (Bir lokma haram yiyenin kırk gün duâsı kabûl olmaz) buyuruldu. (Bostan)daki hadis-i şerifte, (Bismillâhillezî lâ yedurru me'asmihi şey'ün fil erdı ve lâ fisemâi ve huves-semî'ul alîm duâsını sabah, üç kere okuyan kimse, akşama kadar, akşam okuyan da, sabaha kadar belâdan kurtulur) buyuruldu. Bu hadis-i şerifler, Sâlihlerin, Velîlerin duâlarının kabûl olacağını göstermektedir. Kitabın müellifi, baştan başa her yerinde, buna saldırıyor. Allahü teâlânın sevdiklerine yalvarmaya şirk diyor. Allahü teâlânın sevdiklerine yalvarmak, bunların sebep olmalarını istemek, Allahü teâlânın düşmanı olan putlara yalvarmaya, putların yaratmalarını istemeye benzetilebilir mi? Hak ile bâtıl birbirlerine karıştırılır mı? Allahü teâlâ, vehhâbîlere ve bütün mezhepsizlere akıl versin, insâf versin, doğru yola getirsin! Müslümanları bu felaketten kurtarsın!

Bu felaketi ortaya çıkaran kimse, islâm dîninde büyük bir yara açtı. Şimdi, câhiller, islâm memleketlerine zehir saçıyorlar. Müslümanların, bunlara aldanmamaları için, islâmiyeti, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından doğru olarak öğrenmeleri lâzımdır. İslâmiyeti doğru olarak öğrenenler, vehhâbîlerin yalanlarına, yaldızlı yazılarına aldanmazlar. Onların sapık, bölücü olduklarını, müslümanları bölmeye çalıştıklarını anlarlar. Vehhâbîliğin kurucusu, Muhammed bin Abdülvehhâb, genç yaşında iken, Basrada, Hempher isminde bir ingiliz câsûsunun tuzağına düştü. İslâmın doğru îmanından, temiz ahlâkından ayrıldı. İngilizlerin (İslâmiyeti yok etmek) çalışmalarına âlet oldu. Câsûsun yazdırdığı bozuk şeyleri, (Vehhâbîlik) ismi ile neşreyledi. (İngiliz câsûsunun itirafları) kitabımızda, vehhâbîliğin kuruluşu uzun anlatılmaktadır. Mehdî (Deccâl)ı öldürdükten sonra, Mekkeye, Medîneye giderek, binlerle vehhâbî din adamını kılınçtan geçireceği hadis-i şerifte açıkça bildirilmektedir. İmâm-ı Rabbânî, bu hadis-i şerifi (Mektûbât)da uzun açıklamaktadır. Bunlar, Ehl-i sünnete, doğru yoldaki müslümanlara saldıracakları yerde, kâfirlere ve sapık fırkalara saldırsalardı, islâmiyete hizmet etmiş olurlardı. Ne yazık ki, islâmiyeti yıkanlara, islâmiyete hizmet etmek nasip olmuyor.

Büyük islâm âlimi imam-ı Kastalânînin [Ahmed Kastalânî 923 [m. 1517] de Mısrda vefât etti.] (Mevâhib-i ledünniyye) kitabının tercümesi, beşyüzonbirinci sayfasında diyor ki: Allahü teâlânın bu ümmete ikrâm ettiği kerâmetlerden birisi, bu ümmet arasında Kutblar, Evtâd ve Nücebâ ve Ebdâl vardır. Enes bin Mâlik buyurdu ki, (Ebdâl) kırk kişidir. İmâm-ı Taberânînin (Evsat) kitabında bildirdiği hadis-i şerifte buyuruyor ki, (Yeryüzünde, her zaman kırk kişi bulunur. Herbiri, İbrâhîm aleyhisselâm gibi bereketlidir. Bunların bereketi ile yağmur yağar. Biri ölünce, Allahü teâlâ, onun yerine başkasını getirir). İbni Adî buyuruyor ki, (Ebdâl, kırk kişidir). İmâm-ı Ahmedin bildirdiği hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Bu ümmette, her zaman otuz kimse bulunur. Herbiri, İbrâhîm aleyhisselâm gibi bereketlidir). Ebû Nu'aymın (Hilye) kitabında bildirdiği hadis-i şerifte, (Ümmetim içinde, her yüz senede iyiler bulunur. Bunlar beşyüz kişidir. Kırkı ebdâldir. Bunlar, her memlekette bulunurlar) buyuruldu. Bunları bildiren, daha nice hadis-i şerifler vardır. Yine (Hilye) kitabında, Ebû Nu'aymın merfû' olarak bildirdiği hadis-i şerifte, (Ümmetim arasında her zaman kırk kişi bulunur. Bunların kalbleri, İbrâhîm aleyhisselâmın kalbi gibidir. Allahü teâlâ, onların sebebi ile, kullarından belâları giderir. Bunlara ebdâl denir. Bunlar, bu dereceye namaz ile, oruç ile ve zekât ile yetişmediler) buyuruldu. İbni Mes'ûd sordu ki, yâ Resûlallah! Ne ile bu dereceye vardılar? (Cömerdlikle ve müslümanlara nasihat etmekle yetiştiler) buyurdu. Bir hadis-i şerifte, (Ümmetim içinde ebdâl olanlar hiçbirşeye lânet etmezler) buyuruldu. Hâtib-i Bağdâdî [Ahmed Hatîb Bağdâdî 463 [m. 1071] de vefât etti.] (Tarih-i Bağdat) kitabında, (Nükabâ) üç yüz kişidir. (Nücebâ) yetmiş kişidir. (Büdelâ) kırk kişidir. (Ahyâr) yedi kişidir. (Amed) dörttür. (Gavs) birdir. İnsanlara birşey lâzım olsa, önce Nükabâ duâ eder. Kabûl olmazsa, Nücebâ duâ eder. Yine kabûl olmazsa, Ebdâl, daha sonra Ahyâr, sonra Amed duâ ederler. Kabûl olmazsa Gavs duâ eder. Bunun duâsı elbet kabûl olur, dedi.

Görülüyor ki yazar, hadis-i şeriflerde bildirilen tasavvuf bilgilerini inkâr ediyor. Sonra, biz âyetlere, hadislere uyuyoruz diyerek, müslümanları aldatıyor.

Kerâmetleri inkâr etmek, islâmiyetten haberi olmamağı ve çok câhil olmayı açıkça göstermektedir. Eshâb-ı kirâm hiç kerâmet göstermedi demek de, alçakça ve çok çirkin bir yalandır. Eshâb-ı kirâmdan herbirinin yüzlerce kerâmetlerini kıymetli kitaplar yazmaktadır. Yûsüf-i Nebhânînin (Câmi'-ul-kerâmât) kitabında ellidört Sahâbînin kerâmetleri, vesikaları ile birlikte arabî yazılıdır. Bunlardan birkaçını bildirelim:

(Câmi'ul-kerâmât)ın doksanüçüncü ve (Kısas-ı enbiyâ) kitabının beşyüzseksendokuzuncu sayfalarında diyor ki, hicretin yirmiüçüncü senesinde, Sâriye adındaki kumandan Nehâvendde bir ovada savaşa tutuşmuştu. Îrânlılar, müslümanları sarmak üzere idi. O zaman, Hz. Ömer, Medîne-i münevverede, minber üzerinde hutbe okuyordu. Allahü teâlâ, ona, o ânda ordunun durumunu gösterdi. Hutbe arasında (Ey Sâriye dağa, dağa!) dedi. Halîfenin sesini, Sâriye işitti. Dağa arka verdiler. Ovaya hücûm ederek düşmanı bozguna uğrattılar. Bu kerâmet, (Şevâhid-ün-nübüvve) kitabında uzun anlatılmaktadır. (İrşâd-üt-tâlibîn) kitabında da vardır. Beyhekînin ibni Ömerden haber verdiği burada yazılıdır.

Muhammed Mâsum Fârûkî, (Mektûbât) kitabının üçüncü cildi ondokuzuncu mektûbunda buyuruyor ki, Osman halîfe iken, Enes bin Mâlik yanına geldi. Yolda bir kadın görmüştü. Hz. Osman, buna bakınca, (gözlerinde zinâ eseri anlaşılıyor) buyurdu. Bu da, Hz. Osmanın kerâmetlerinden biri idi. (Câmi'-ul-kerâmât)da da yazılıdır.

Molla Câmî, (Şevâhid-ün-nübüvve)de buyuruyor ki, imam-ı Ahmed bin Hanbelden sordular. Eshâb-ı kirâm çok kerâmet göstermedi. Onlardan sonra gelenlerde çok kerâmet göründü. Bunun sebebi nedir? Cevabında buyurdu ki, Eshâb-ı kirâmın îmanları çok kuvvetli olduğundan, îmanı kuvvetlendirmek için, bunlara kerâmet verilmesine lüzûm yoktu. Sonra gelenlerin îmanları öyle kuvvetli olmadığından, bunlara verildi.

(Şevâhid-ün-nübüvve)de diyor ki, Ebû Bekr vefât edeceği zaman, çocuklarını Hz. Âişeye ısmarladı. Bir oğlum ile iki kızım sana emânet dedi. Hâlbuki, Hz. Âişeden başka, yalnız Esmâ adında bir kızı vardı. Benim bir kızkardeşim var diye sorunca, refîkam hâmiledir. Kızı olacak sanırım buyurdu. Hz. Ebû Bekr vefât ettikten sonra, dediği gibi, bir kızı oldu.

(Şevâhid-ün-nübüvve)de diyor ki, Ali vefât edeceği zaman Hüseyne buyurdu ki, benim tabutumu (Arneyn) denilen yere götürünüz. Orada, beyaz bir kaya görürsünüz. Her yere ışık saçmaktadır. Orayı kazıp, beni defnediniz. Öyle yaptılar. Dediği gibi buldular.

(Şevâhid-ün-nübüvve)de diyor ki, Hz. Hasen, Abdüllah bin Zübeyr [Abdüllah bin Zübeyr 73 [m. 692] de şehit edildi.] ile yola çıkmıştı. Bir hurmalıkta dinlendiler. Ağaçlar kurumuştu. Abdüllah bin Zübeyr, ağaçta hurma olsaydı, iyi olurdu dedi. Hz. Hasen, duâ etti. Bir ağaç hemen yeşerip hurma ile doldu. Bu bir sihirdir denildi. Hasen, hayır, Resûlullahın torununun duâsı ile cenâb-ı Hak yaratmıştır, buyurdu.

Yine (Şevâhid-ün-nübüvve)de diyor ki, Ali Zeynel'âbidîn bin Hüseyn çoluk çocuğu ile kırda yemek yiyorlardı. Bir ceylân yakınlarında durdu. Ey âhû! Ben Zeynel'âbidîn Ali bin Hüseyn bin Ali, anam Fâtıma bint-i Resûldür. Gel, sen de yi dedi. Ceylân gelip yidi ve gitti. Sofradaki çocuklar, yine çağır diyerek yalvardılar. Birşey yapmazsanız çağırırım buyurdu. Yapmayız dediler. Yine çağırdı. Geldi, yidi. Bir çocuk elini hayvanın sırtına sürdü. Ürküp kaçtı.

Muhammed bin Hanefiyye, Ali bin Hüseyne ben senin amcan ve yaşça büyüküm. Halîfeliği bana bırak dedi. (Hacer-ül-esved)den soralım dedi. Muhammed sordu. Taştan ses çıkmadı. Ali bin Hüseyn, ellerini kaldırıp duâ etti. Sonra, ey taş! Halîfelik kimin hakkı olduğunu Allah hakkı için söyle dedi. Hacer-ül esved taşı titredi ve hilâfet Ali bin Hüseynin hakkıdır sesi işitildi.

İmâm-ı Ali Rıza, bir duvar yanında oturuyordu. Önüne bir kuş gelip ötmeye başladı. İmâm hazretleri, yanında oturana bu kuş ne diyor anlıyor musun dedi. Hayır, Allah ve Resûlü ve Resûlünün torunu bilir dedi. Yuvama yılan yaklaştı. Gelip yavrularımı yiyecek. Bizi bu düşmandan kurtar diyor. Kuş ile git! Yılanı bul, öldür buyurdu. Gitti, buyurduğu gibi buldu. [İmâm-ı Ali Rıza oniki İmâmın sekizincisi olup, 203 [m. 818] senesinde Tus yâni Meşhed şehrinde vefât etmiştir.]

Abdüllah ibni Ömer yolculuk yapıyordu. Yolda, bir topluluk gördü. Sebebini sordu. Yolda bir arslan varmış. Kimse ileriye gidemiyor dediler. Gitti. Arslanın yanına vardı. Sırtını okşayıp, yoldan uzaklaştırdı.

Resûlullahın âzâd etmiş olduğu kölelerinden Sefîne diyor ki, deniz yolcusu idim. Fırtına çıktı. Gemi battı. Bir tahta üstünde kaldım. Dalgalar, beni sâhile götürdü. Bir orman içine düştüm. Karşıma bir arslan çıktı. Ey arslan! Ben, Resûlullahın Sahâbîsiyim dedim. Boynunu büktü. Bana sürtündü. Yol gösterdi. Ayrılırken mırıldandı. Vedâ' ettiğini anladım.

Eyyûb-i Sahtiyânî, [Eyyûb-i Sahtiyânî 131 [m. 748] de Basrada vefât etti.] bir arkadaşı ile çölde kalmıştı. Arkadaşının susuzluktan dili sarkıyordu. Derdin mi var dedi. Susuzluktan ölmek üzereyim dedi. Kimseye söylemezsen sana su bulayım dedi. Söylemem diye yemin etti. Ayağını yere vurunca, su belirdi, içtiler. Eyyûb ölünciye kadar arkadaşı bunu kimseye söylemedi.

Görülüyor ki, Allahü teâlâ, sevdiği kullarına kerâmetler ihsân etmektedir. Velîler, kerâmetlerini saklarlar. Kimsenin duymasını istemezler.

Hâmid-i Tavîl diyor ki, Sâbit Benânîyi kabre koyup örterken bir tuğla düştü. Sâbit Benânînin kabirde namaz kıldığını gördük. Kızına sorduk. Babam elli sene hep gece namaz kılar ve seher vakitleri duâ ederek, yâ Rabbî! Peygamberlerden başka kullarına kabirde namaz kılmak nasip ettin ise, bana da nasip et derdi, dedi.

Habîb-i Acemiyi Terviye günü Basrada, ertesi arefe günü Arafâtta görürlerdi. [Habîb-i Acemi, Hasen-i Basrînin talebesidir. 120 [m. 737] de vefât etti.]

Fudayl bin İyâd [Fudayl 187 [m. 803] de Mekkede vefât etti.] diyor ki, gözleri kör biri, Abdüllah bin Mübârek hazretlerine gelip, gözlerinin açılması için duâ etmesini istedi. Abdüllah, uzun duâ etti. Gözleri hemen açıldı. Gözleri açılmış görenler çok idi. [Abdüllah bin Mübârek, İmâm-ı a'zamın talebesidir. 181 [m. 797] de vefât etti.]

(Şevâhid-ün-nübüvve) kitabından aldığımız yukarıda yazılı, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiînin kerâmetleri mezhepsizlerin yalan söylediklerini ortaya koymaktadır. Eshâb ve Tâbiîn hiç kerâmet göstermediler diyerek, müslümanları aldatmak istiyorlar. [(Şevâhid-ün-nübüvve) kitabını Nûrüddîn Câmî yazmış, 898 [m. 1492] de, Hirâtta vefât etmiştir.]

Ehî-zade Abdülhalîm 1013 [m. 1604] de vefât etmiştir. (Riyâdüssâdât fî-isbât-il-kerâmât) kitabında, Evliyânın vefâttan sonra da kerâmetleri olduğunu isbât etmektedir.

Anasayfaya dön Kapak Sayfası
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri

Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.