Mehmet Emre Fetvalar
Allah'a (cc) İman
- Ayrıntılar
- Kategori: Fetvalar
- Gösterim: 6724
1- Soru: İnsanlar, yaptıkları işleri Allah yazgısı ile mi yaparlar, yoksa irade-i cüz'iyeleri ile mi işlerler?
Cevap: Cenab-ı Hak, kulunun yapacağı işi ve onu ne şekilde işleyeceğini biliyor. Bunun için, o işi, kulun yapacağından dolayı takdir buyurmuştur. Kulun, iradesine dayalı işlerde, önce kendi cüz"i iradesi, sonra Allah'ın iradesi sadır olur.
2- Soru: Allah'a, Peygamber'e, (neuzü billah) Sin ve Kaf ile küfreden kişiye selam verilir mi?
Cevap: Selam, Müslümana verilir. Bu alçaklığı yapan kimse Müslüman değildir ki selam verilmeye layık olsun.
3- Soru: Kalbe gelen vesveseleri uzaklaştırmak için Allah'a sığınmak ve Ayete'l-Kürsi'yi okumak fayda verir mi?
Cevap: Evet, fayda verir. Şeytanı kahredecek en güzel tedbirlerden biridir.
4- Soru: Allah'ın ve Peygamber Efendimiz'in ism-i şerifleri yatak odasında bulunsa bir mahzur var mıdır?
Cevap: Bu mübarek isimlerin bulunduğu odada yatmanızda bir mahzur yoktur. Elbise değiştireceğiniz zaman tesettüre dikkat göstermeniz ve bu mübarek isimlere karşı açık bulunmamanız İslami terbiye icabıdır.
5- Soru: Hz.Allah, takdir ettiği kaderimizi bizim dualarımızla, isteğimizle ve uğraşmamızla değiştirir mi, yoksa ne kadar uğraşsak takdir-i İlahi değişmez mi?
Cevap: Cenab-ı Hakk'ın takdiratı iki kısma ayrılmaktadır. "Kaza-i mübrem", "Kaza-i muallak". Kaza-i mübrem, "Levh-i mahfuz"da tespit edilmiş bulunduğundan, burada tebdil olmaz. "Bizim katımızdaki bir hüküm değiştirilmez"(1) mealindeki ayeti kerime bunun delilidir. Kaza-i muallak, "Levh-i mahv-ü isbat"da tespit edilmiş olduğu için bunda değişme olabileceği İslam uleması tarafından açıklanmıştır. "Allah dilediğini mahv, dilediği şey'i de isbat eder"(2) mealindeki ayet ile, "Allah onların kötülüklerini iyiliklere tebdil ediverir"(3) manasındaki ayet-i kerimeler bu görüşün delili olarak gösterilmektedir. (1-Sure-i Kaaf:29, 2-Sure-i Ra'd:39, 3- Sure-i Fürkan:70)
6- Soru: Efendim, ben İslamiyetten haberdar olan iyi bir ailede büyüdüm. Bunun için ne kadar şükretsem azdır. İslami bilgilerden ve İslami şuurdan mahrum bırakılmadım. Şeriatin nasıl bir nizam olduğunu ve biz gençlerin bu uğurda nasıl çalışmamız icap ettiğini, irtibat halinde bulunduğum hoca ve talebe arkadaşlardan öğrendim. Halen devam etmekte bulunduğum lisede, İslamiyetten habersiz veya körü körüne ona düşman olan arkadaşlarıma bildiklerimi aktarmaktayım. Buraya kadar her şey güzel! Böyle bir nimet, 20. asırda herkese nasip olmuyor. Fakat son zamanlarda -şeytan ve nefis müstesna- hiçbir baskı olmadığı halde, Allah'ın varlığı hususunda şüpheye düşmeye başladım. Önceleri küçük (zayıf) olan bu şüphe, gitgide beni rahatsız etmeye başladı. Mesela: Namaz içinde: 'Biz namaz kılıyoruz, ama ya Allah yoksa bu hareketimiz boşuna değil mi?' veya oruç tutar iken 'Ya Allah yoksa' şeklinde adi bir düşünce bütün benliğimi sarıyor. O derece ki, bundan kurtulmak ve sıyrılmak mümkün olmuyor. O derece ki, bundan kurtulmak ve sıyrılmak mümkün olmuyor. Mahkulat hakkında tefekkür etmeyi denedim ve fakat muvaffak olup bu şüpheyi tamamen giderebilsem -İnşaallah- İslamiyetin en iyi yaşayıcısı ve savunucularından bir mücahit olacağım. Buna, kendi kendime, yüzlerce defa söz verdim. Ne olur bana yardım edin.
Cevap: Birçok dünya ilimlerinin doğuşunda şüphe ilk noktadır. Bu duygu, kuvvetlenerek zan haline gelmiş, hududu tesbit edilmiş ve tarifi yapılmış ise "müsbet" olma vasfını kazanmıştır. Felsefe gibi bu vasfı kazanamayanlar mazide ve hâlde çöküp gitmişlerdir. Fakat Halık'ımızın varlığı o kadar açıktır ki, onun varlığında izahata bile ihtiyaç yoktur. Allah (cc) olmasa, aslı faslı, ismi ve cismi olmayan alem ve Adem nasıl ve ne şekilde olacaktı? Çamurdaki bir iz, oraya basan ve oradan geçip giden bir canlıya delalet etmeye yeterken, bu muazzam kainat ve içindeki varlıklar, Allah'ın varlığına açık birer delil değil midir? Tahmin ederim ki, şüpheciliği esas alan felsefecilerin tesiri altında kalmış veya yahut derslerinize giren hocaların bir kısmının kafalarınıza doldurduğu, felsefe yoluyla gönlünüze aktardığı evham ve şüpheler sizi ve birçok bahtsız genci bu hale sürüklemektedir. Siz aldığınız dini terbiyenin tesiri ile imanınızı korumak için nefs ve şeytanın tohumlarını yeşertmesine karşı cihad vermektesiniz. Bu imkan ve iktidara malik olamayanlar, küfrün ve inkarın içine düşmekte ve çok kere kendini kurtaramadan fani hayatını bitirmekte ve yitirmektedir. Kalbinize bu şüphe gelince, "Euzü billahi mineşşeytanirracim"i okuyunuz. O devam ettikçe siz de bu mübarek kılıçla nefsin boynunu vurmaya devam ediniz. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de; "Eğer şeytandan bir fit seni dürtecek olursa hemen Allah'a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitici, tam bilicidir"(4) buyurmaktadır. Umarım ki, şeytanı bu şekilde kahredip, uzaklaştırmış olursunuz. Bunu takiben, yürekten gelen bir samimiyetiyle, yedi "Kelime-i tevhid" ile yedi defa "La havle vela kuvvete illa billahil-aliyyil azim" deyiniz. Böyle bir şüphe bulunmadığı zamanlarda Salevat-ı Şerife'ye devam ediniz. Günde yüz defa Efendimiz'in (sav) ruh-i şerifi için Salevat okuyunuz. Sesiniz, Allah Resulü'nün (sav) manevi antenlerine intikal etmeye başlar. Bunu takiben Efendimiz'in (sav) şefaat ve yardımlarını isteyiniz. Cankurtaran simidi, nasıl denize düşeni kurtarmakta yardımcı olursa, Salevat-ı Şerife de "itikadi meselelerde" şüpheye düşeni kurtaran bir "manevi gemi"dir. Bu şüphe hali, namaz içinde geldiği zaman, kalbinizin dili ile iblise şu cevabı veriniz: "Allah (cc) olmasaydı, olmayan bir şey için, sen bana bu vesveseyi yapar mıydın? Senin yaptığın bu vesvese bile Allah'ın var (sav) olduğunun delilidir." Bir de banyo yaptığınız yere küçük abdest bozmayınız. (5) Sure-i A'raf: 200
7 - Soru: Allah'tan (cc) başkasına secde caiz olmadığı halde, meleklerin Adem Aleyhisselam'a secdesi nasıl caiz olmuştur?
Cevap: Meleklerin Adem Aleyhisselam'a secde etmeleri, kendi arzularından doğmuş değildir. Bu secde, Cenab-ı Hakk'ın emriyle olmuştur. Allah'ın (cc) emriyle ve yüce Halıkımızın Hz. Adem'in (as) vücudunda tecelli eden ilahi kudret ve kemalatı önünde secde etmişlerdir. Bu sebeple yaptıkları secde Allah'ın (cc) emriyle olduğu için, Allah'a (cc) yapılmış olmaktadır. Diğer bir ifade ile bu secde, teabbüdi değil, hürmetle bir eğilmedir.
8 - Soru: Üzerinde Allah'ın (cc) adı bulunan bir yüzük ile helaya girilebilir mi?
Cevap: Bu yüzük parmağında iken helaya girmek mekruhtur. Fakat bu yüzük parmağında iken kırda abdest bozmakta bir sakınca yoktur. Mühim olan bununla kirli bulunan mahalle, helaya girilmemesidir.
9 - Soru: Allah Teala'nın varlığına ve birliğine iman etmenin farz oluşu akli midir, yoksa şer'i midir?
Cevap: Biz Maturilere göre aklidir. İmam Ebu Hanife Hazretleri şöyle demektedir: "Şayet Allah, peygamber göndermemiş olsaydı, yarattığı (insan) üzerine, onun varlığını akılla bilmek vacip olurdu."
10 - Soru: Bir cemiyette bize adamın biri 'Allah nerede ve bana göster' dedi. Bu kişiye nasıl davranmak gerekirdi?
Cevap: Siz de ondan aklını ve ruhunu göstermesini isteyin. Göstersin bakalım. Var olan her şeyin görülmesi gerekmediği gibi, görülmeyen bir şeyin de yok olması gerekmez.
11 - Soru: Gazetelerde "Allah" lafzı geçiyor ve bu gazeteler çeşitli yerlere atılıyor. Bu Allah (cc)'ın ismine karşı bir saygısızlık olmuyor mu?
Cevap: Gazete ve benzeri neşir vasıtaları içinde Lafza-i Celal ve benzeri mübarek kelimeler varsa, onları ayak altında bırakmamalıdır. Çaresizlik karşısında toplayıp yakmak daha münasip bir tedbir olur.
12 - Soru: Yatak odasında Kelime-i Tevhid veya Kelime-i Şehadet yazılı levhaların bulundurulmasında bir sakınca var mıdır?
Cevap: Tesettüre tam riayet edilemiyorsa yatak odasına bu gibi levhaları asmamalıdır.
13 - Soru: Zebur kitabına tapanlar hala var mıdır? Eğer varsa onlara ne deriz?
Cevap: Zebur kitabına tapma olmamıştır. Ancak onunla amel edenler bulunmuştur. Esasen Zebur birtakım va'z münacatlardan meydana gelmiştir. Hz. Davud ve onun ümmetleri Tevrat'ın hükümleriyle amel etmişlerdi.
14 - Soru: İman mahluk mudur, değil midir?
Cevap: Sualinizin va'z ediliş tarzında bir yanlışlık vardır. Doğrusu "Kur'an mahluk mudur, değil midir?" olacaktır. Cevabı buna göre verelim: Kur'an-ı Kerim mahluk değildir.
15 - Soru: Din ile iman arasındaki fark nedir?
Cevap: Din, "Cenab-ı Hakk'ın va'z ettiği ilahi bir kanundur ki, akıl sahiplerini kendi ihtiyarları ile neticesi hayır olan şeye sevk (ve teşvik) eder." İman da, "Peygamber Efendimiz'i (sav), Allah (cc) tarafından getirdiği kesinlikle bilinen şeylerin tamamında tasdik etmek"ten ibarettir.
16 - Soru: "İlim son sözünü söylemiştir" cümlesini lütfen izah eder misiniz? Mesela, bir İmam Gazali için de durum böyle midir
Cevap: Bu sözde bahsi geçen ilim, "dini ilimdir." Müsbet ilim ise, emekleme ve zirveye doğru tırmanma gayreti içinde bulunmaktadır. Bu sebeple son sözü söyleyememekte ve acze düşmektedir. Yoksa dini ilimlerde gereken söylenmiş bulunmaktadır. İslami ilimler, her hususta sözünü söylemiştir.
17 - Soru: Din ve imanı veya bunların esaslarından birini -maazallah- inkar eden "kafir" olur mu?
Cevap: Din ve imanı inkar eden ve İslamiyetin emirlerinden yahut yasaklarından herhangi birini reddeden kimse, derhal kafir olur.
18 - Soru: Tedbir, takdiri bozar mı?
Cevap: Tedbirin alınması takdire aykırı bir iş değildir. Eğer bir husustaki takdir-i ilahi, Levh-i Mahfuz'da takdir ve tesbit edilmiş ise, onda değişiklik cari olamaz. Şayet Levh-i Mahv ü isbatda tesbit edilmiş ise, onda değişiklik olabilir. Bu değişiklik Cenab-ı Hak tarafından olur. Yoksa bizim tedbirimizden değil.
19 - Soru: Bugün, dünya üzerinde san'at pek büyük önem taşımaktadır. Resim, müzik ve heykelcilik vs. de san'attan sayılmaktadır. Dünya milletleri, sanatlarının gelişmiş olması oranında zahiren ve hükmen itibarlı oluyorlar.Bizler, okullarda şu sorularla karşılaşıyoruz: "Uygarlığın gelişmesi demek olan san'ata karşı çıkmak, uygarlıkla bağdaşmaz. İslam dini, resim, heykel ve müziğe müsaade etmemiş. Bu sebeple insanlığın san'at alanında ilerlemesine set çekmiş oluyor. Nasıl olur böyle şey?"
Cevap: İslam dini, resmin tamamını ve hacmi şekillendirmek demek olan heykelciliğin hepsini yasaklamış olmayıp canlı varlıkların resmini yapmayı ve heykel yontmayı men etmiştir. İslami eserlerdeki tezhipler ve minyatürler, cansız varlıkların resmini çizmek ve nakş etmekte bir mahzur bulunmadığının açık delilidir. Minberlerin yapılmasındaki oymacılık, sütunların ve direk başlıklarının yapılmasında yontma san'atının ve mihraplardaki mukarnasların yapılmış olması, heykelciliğin ancak canlı varlıklara ait olanının yasaklanmış ve geri kalanının serbest bırakılmış olduğunu açıkça göstermektedir. Resim ve heykelcilikteki bu küçük daraltma, nesiller boyunca devam eden puta tapıcılığın önüne set çekmek gayesiyle olmuştur. İslami ölçüler önünde san'at, san'at için değil, gaye için kullanılacaktır. "Uygarlığın gelişmesine" çalışırken, san'atı başıboş bırakmayan İslam, onu disipline etmiştir. "Bugünün medeni insanları, resme tapmıyor. Bu endişe, geçmiş zamana ait olarak kalmalı, hale müdahale etmemeli değil midir?" diyenlerin bulunduğuna şahit olmaktayız. Bu iddia tam olarak doğru değildir. Zamanımızın insanları arasında fetişizmin kalıntılarına rastlanmakta ve putperestliğin özentisini taşıyanların bulunduğunu görmekteyiz. Esasen, geçmiş tarihlerde de insanoğlu, resmi yapıp karşısına geçip tapınmaya başlamış değildir. Belki, önce Ma'bud-ı hakıykî olan Allah'tan (cc) gayrisine tapmaya başlamış ve daha sonra bunların resim ve heykelini yapmaya kalkmıştır.
İslam dini, "uygarlığın gelişmesi demek olan" san'ata karşı çıkmamış; "uygarlığın" aygırlığa dönüşmesini önlemiştir. Biz Müslümanlar, ilme tapmayız. Müsbet ilmin kanunlarını vaz eden Allah'a (cc) iman ederiz. İslam, müziğin belden aşağısına ve nefse hitap eden çeşidine karşı tavır almış ve bunların bestelenip seslendirilmesine karşı çıkmıştır. "Rakı şişesi içinde balık olsam" diyen sözde şairlerin, "Donlara Destan" yazan beyinsizlerin,
bir tutacak dal mı verdi,
Bir giyecek şal mı verdi,
Kucak kucak mal mı verdi?
Ya nem alır "felek" benim? diyen dinsizlerin güftesini besteye, daha sonra sahneye ve hatta devlet radyosunda okutmaya kadar vardıran zihniyetin müzik anlayışı ile İslam'ın müsaade ettiği musiki arasında, üzümden elde edilen şıra ile şarap arasındaki kadar büyük fark vardır. İslam, san'atın aslını değil, yozlaştırılmış vasfını yasaklamış bulunmaktadır. Bu hükmü ile de insanlığın hayrına ve ilim haysiyetinin korunmasına matuf tedbir koymuş bulunmaktadır.
20 - Soru: İnsanlar rızık hususunda müsavi olarak yaratılmışlar mıdır?
Cevap: Rezzak-ı Kerim olan Rabbimiz, herkesin rızkını farklı yaratmıştır. Bunda pek çok hikmetler vardır. Kimine fazla verse azacaktır, kimisine de az verse kızacak ve ahlakını bozacaktır. Bunların uhrevi sorumluluğunu önlemek için kimine az verir, kimine de bol ihsan eder. Bu, ilahi bir tensip ve akılla izahı kolay olmayan bir taksimdir. Kullar teslimiyet-i külli ile hareket etmeli ve kadere rıza göstermelidir. Bu hususla ilgili bir Ayet-i Kerime, (eş-Şüra suresinin 27. Ayet-i Celilesi) bulunmaktadır. Üzerinde ibretle düşünmenize vesile olur ümidiyle aşağıya yazıyorum: "Eğer Allah bütün kullarına (müsavat üzere) bol rızık verseydi, yeryüzünde muhakkak ki taşkınlık ederler, azarlardı. Fakat O, ne miktar dilerse (rızkı o kadar) indirir. Şüphe yok ki O, kulların (ın her halin)den hakkıyla haberdardır, (her şeyi) kemaliyle görendir."
21 - Soru: Cenab-ı Allah, bütün ruhları alem-i ervahta yarattı. Biz, ecdadımızın torunları sayılmaktayız. Biz mi onların torunlarıyız, yoksa onlar mı bizim torunlarımızdır? Bu husus bilinmemektedir. Çünkü ruhlarımız hep birlikte yaratıldı. Bu hususta bizi aydınlatır mısınız?
Cevap: Bunu bilinmeyecek ve aydınlatılmaya ihtiyaç gösterecek bir tarafı yok. Fakat her nasılsa sizin içinize bir kurt düşmüş olacak. Bildiğimiz kadarı ile durumu açıklayıp size faydalı olmaya çalışacağız. Vücutların ruhlarla imtizacı neticesinde bu aleme gelişlerindeki sıra ile, dünyaya gelmelerine sebep olan babanın tesiri dikkat alınınca, önce gelen, daha sonra doğandan büyük olmakta ve yakınlık derecesine göre baba ve dede diye isim almaktadır. Aynı gün meydana gelen birçok yumurta, kuluçka makinasına veya tavuğun altına değişik zamanlarda konulsa, aralarındaki bu fasıla ikişer ay olsa, yumurtadan ilk çıkan civciv, ikinci çıkacak yavrulardan iki ay büyük, daha sonra çıkacak civcivlerden dört ay büyük olmaz mı? Yumurtalar aynı gün doğduğu için, bu fasılalarla meydana gelen civcivleri aynı yaşta kabul etmeye mantık ve ilmi hakikatler müsait mi? Ne dersiniz?
22- Soru: Zamanın tebeddülü ile ahkam tebeddül eder, sözü her sahada geçerli midir?
Cevap: Ayet ve hadis ile hükme bağlanmış şeylerde zamanların tebeddülü ile en küçük bir değişiklik asla caiz olmaz. Bu fıkıh kaidesinde değişeceği bildirilen hükümler, ancak örf ve adete dayalı şeylerdedir. Beldelerin "Kile" diye isimlendirdikleri ölçek, birçok memlekette birbirinden farklı bulunmaktadır. Bunda bir mahzur yoktur. Zira örf-i belde böyle devam edegelmiştir. Havaların sıcak ve soğukluğuna göre değişik giyiniş tarzı da örf ve adetlerle tesbit edilebilir. Yoksa namaz, oruç gibi ibadetlerin ne zamanında, ne edasında asla bir değişiklik düşünülemez. Bu, zamana değil, Kur'an'a bağlı bir hükümdür.
23 - Soru: Elfaz-ı küfrü telaffuz edenin hükmü nedir?
Cevap: Böyle bir kelimeyi söyleyen küfre girer, îman ve nikahını yenilemesi gerekir. İman edince nikah geri gelir. Bu söz, boşanmada kullanılan bir lafız gibi nikahı noksanlaştırmaz.