Kaşıkçı elmasının hikayesi

kak_elmasEskilerin "Nefs-i İstanbul" dedikleri tarihi yarım adanın veya sur içinin tam bir açık hava müzesi olduğunu biliyoruz. Bizans ve Osmanlı eserlerinin büyük bir bölümü, olanca ihtişamıyla bu bölgede arz-ı endam ediyor. Ne yazık ki, bütün dünyanın dikkatini çeken, hatta bazılarının kıskançlık duygularını uyandıran bu muazzam kültürel mirası yeteri kadar koruyamadık, har vurup harman savurduk. Ecdat yadigarları olan birtakım tarihi eserlerin yakılıp yıkılmasına, sökülüp satılmasına göz yumduk. Taşa yansıyan bir medeniyetin göstergeleri olan tarihi kitabeleri, işgüzarlık yaparak kendi ellerimizle kazdık. Bugün bile İstanbul'un ara sokaklarında, cadde başlarında karşımıza çıkan Osmanlı çeşmeleri, sebilleri, pislikten geçilmiyor. Her ne ise...

Bu hamur çok su götüreceği için üzerinde durup daha fazla kendimizi yormayalım.

Efendim bilindiği gibi, Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u alınca ilk sarayı Beyazıt meydanına, bugünkü İstanbul Üniversitesi'nin bulunduğu yere yaptırdı. Daha sonra ise güvenlik gerekçesiyle ve diğer birtakım sebeplerden dolayı mekan değişikliğine gidildi, bugünkü Topkapı Sarayı inşa edildi. İlk sarayın adı, "Sarayı Atik", Topkapı Sarayı'nın ismi ise "Sarayı Cedit", yani yeni saraydır. Osmanlı padişahları özellikle yükselme devrinde bütün dünyayı buradan idare ettiler. Cihanın dört bir yanına hükmettiler. Sarayın göbeğinde yer alan "Adalet Kulesi", zaten hukukun üstünlüğünü temsil ve tescil ediyordu.

Topkapı Sarayı, Osmanlı medeniyetinin tam bir hazinesini teşkil ediyordu. Yüz yılların birikimi olan nice kıymetli eseri, kutsal eşyayı, mücevherleri, zümrütleri, elmasları ve sair malzemeyi sinesinde barındırıyor. Geçmiş zamanın özelliklerini ve güzelliklerini olanca ihtişamıyla canlandırıyor. Saat başı dolup boşalan ziyaretçilerini bugün de büyülemeye devam ediyor. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Topkapı Sarayı, Topkapı Müzesi'ne dönüşüyor. Müteakip yıllarda ortaya çıkan birtakım olumsuz örnekler, yanlış hareketler -ne yazık ki- üzücü gelişmelere yol açıyor.

Meşhur tarihçilerimizden merhum İbrahim Hakkı Konyalı, Mayıs 1951 tarihli, "Tarih Hazinesi" nde "Osmanlı Sarayı'nın Elmas ve Zümrütleri" başlığıyla yayınladığı ilginç bir makalede korkunç bir ifşaatta bulunuyor. "1927 yılında Topkapı Sarayı'nın Hazine-i Hümayun'undan satılmak veyahut rehin konulmak üzere üç sandık içinde Ankara'ya götürülen eşyanın cinslerini ve anahtarlarının kimde olduğunu bilen tek yazar benim" dedikten sonra olayın gerisini anlatıyor. İki okka 225 dirhem ağırlığındaki bir zümrüdün, Kaşıkçı Elması'nın, Kevkeb-i Dürri'nin yola çıkarılmak üzere sandıklara nasıl yerleştirildiğini izah ediyor. Üç sandık dolusu mücevherin, Ankara'ya götürüldüğünü, bunları rehin bırakarak hükümetin Amerika'dan borç istediğini uzun uzun anlatıyor. Maceranın gerisini öğrenmek için, ünlü tarihçimizin bu son derece ilgi çekici yazısını sonuna kadar - hem de - pür dikkat okumanız gerekiyor.

Gelelim "Kaşıkçı Elması"nın hikâyesine... Bu günlerde sahte olup olmadığı tartışılan ve hakkında çeşitli fikirler ileri sürülen Kaşıkçı Elması hiç kuşkusuz Topkapı Müzesi'nin en değerli mücevherlerinden birini teşkil ediyor. Ziyaretçilerin en fazla ilgisini çeken bu pırlanta hakkında birkaç rivayet dolaşıyor. Kimilerine göre elmas, bir kaşık ağzına benzediği için bu adı alıyor. Diğer bir rivayete göre ise bu kıymetli taşı, bir Fransız subayı, 1774 yılında Hindistan'dan alıp Fransa'ya götürüyor. Elden ele dolaştıktan sonra elması Napolyon'un annesi satın alıyor. Napolyon'un sürgünden kurtarılması için elmas satılıyor. Elması Tepedelenli Ali Paşa'nın askerlerinden biri satın alıyor. İkinci Mahmud devrinde Tepedelenli öldürülünce, hazinesi de ele geçiriliyor. Böylece Kaşıkçı Elması da Osmanlı Hazinesi'ne intikal ediyor. Eray Canberk - Rüknü Özkök imzalarıyla yayımlanan, "Ömür Biter İstanbul Bitmez" adlı kitapta hikâye böyle anlatılıyor.

"Zuhur-ı Elmas-ı zi kıymet" başlığıyla bu konuyu işleyen vak'anüvis Raşit, ünlü tarihinde "Kaşıkçı Elması"nın hikâyesini şöyle dile getiriyor:

İstanbul'da Eğrikapı çöplüğünde yuvarlak bir taş bulunuyor. Bulan "gafil-i bi baht", bir yaymacıya üç kaşık karşılığı veriyor. Sonra bir kuyumcu, "taş"ı on akçeye kaşıkçıdan satın alıyor ve hemen meslektaşı olan başka bir kuyumcuya gösteriyor. Derhal, bunun kıymetli bir elmas olduğu anlaşılıyor. Hisse konusunda iki kuyumcu arasında anlaşmazlık çıkıyor. Derken durum kuyumcubaşıya intikal ediyor. Kuyumcubaşı, her iki kuyumcuya da birer kese akçe vermek suretiyle elması ellerinden alıyor. Daha sonra durumdan haberdar olan veziriazam Mustafa Paşa da - tabii ki - böyle bir hazineye sahip olmak istiyor. Sonunda olay padişah tarafından duyulduğu için, emir verip getirtiyor. Kısa bir süre sonra , bunun seksen dört kıratlık eşi benzeri görülmemiş bir elmas olduğu anlaşılıyor ve devrin padişahı Dördüncü Mehmet tarafından zapt ediliyor. Bu arada kuyumcubaşı da, kapıcıbaşılığa yükseltiliyor.

İşte ünlü "Kaşıkçı Elması"nın kısa hikâyesi böyle.

 

Dursun Gürlek SANATALEMİ.NET

Telif Hakkı © 2025 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.