İslâm sanatlarında eskimeyen gelenek: İcazetnameler

İslâm sanatlarında eskimeyen gelenek: İcazetnamelerKlasik İslâm-Türk sanatlarında müsaade, izin, onay ve ruhsat manalarında kullanılan icazetin ayrı bir önemi var. Günümüzde hat sanatı başta olmak üzere, ebru, minyatür ve tezhip sanatlarında maharetini izhar eden talebeler için hususi merasimlerle icazetnameleri takdim ediliyor.

Osmanlı asırlarında devlet yöneticilerinin sanatkârlara ayrı bir önem atfettiği herkesin malumu. Bilindiği üzere dönemin padişahı II. Mustafa, Hafız Osman Efendi'ye çok hürmet gösterir; yazı yazarken hokkasını tutarmış. Bir ders esnasında Padişah "Artık Hafız Osman gibi bir hattat yetişmez" deyince, Hafız Osman Efendi'nin "Efendimiz gibi hocasına hokka tutan padişahlar geldikçe, daha çok Hafız Osman'lar yetişir hünkârım cevabını vermiş.

İslâm sanatları diriliş ikliminde

Memleketimizde 20. yüzyılın başından ortasına kadar üzerine ölü toprağı serpilen İslâm sanatları Necmeddin Okyay, Hamid Aytaç, Mustafa Halim Efendi, Kemal Batanay, Beşiktaşlı Nuri Efendi, Macit Ayral, Prof. Dr. Süheyl Ünver ve Prof. Dr. Ali Alparslan başta olmak üzere daha pek çok hamiyetli sanatkâr üstadın eliyle 1950li yılların ortalarına doğru yavaş yavaş toparlanarak adeta küllerinden tekrar doğmuştur.

Osmanlı asırlarında uzun yıllar hizmet veren Topkapı Sarayı Nakkaşhanesi 1950’li yılların ortalarında Prof. Dr. Süheyl Ünver’in gayretleriyle yeniden tesis edilmiş; Mimarsinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanayi Nefise Mektebi’nin misyonunu üstlenmiş ve takip eden yıllarda birbiri ardına İstanbul’da ve Anadolu’daki üniversitelerde açılan Güzel Sanatlar Fakülteleri’nin hat, tezhip, minyatür ve ebru bölümlerine talebe kabul edilmeye başlanmıştır. Bu süreçte yerel yönetimler de meslek edindirme kurslarında gelenekli sanatlar kursu açarak sanatkâr ecdadımızın yolunu takip eden sanatseverlere mektep olmuştur.

Kültür Bakanlığı, IRCICA ve katılım bankaları da açtıkları yarışmalar ve verdikleri teşvik ödülleriyle kabiliyetli gençlerin İslâm sanatlarına tutundurmaya gayret etmiştir.

Yukarıda kısaca arz ettiğimiz gelişmelerle 20. yüzyılın sonlarına doğru iyice ivme kazanan hat sanatı da büsbütün diriliş iklimine girmiş; hemen yer yıl düzenlenen icazet merasimleriyle sanat camiamız yeni bir dinamizm kazanmıştır.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da düzenlenen Ircica'nın 25. Yönetim Kurulu Toplantısında hat sanatı alanında klasik geleneğe uygun olarak, muhtelif ülkelerden gelip IRCICA’nın koordine ettiği programlarda hat üstatlarından ders alan 16 hattata devlet erkânının da katılımıyla icazet verilmesiyle icazet geleneğini bir kez daha sanat âleminin gündemine taşımıştır. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu'nun Reisülhattatin Hasan Çelebi’nin talebelerine icazetname takdim etmesi devlet tarafından uzun yıllar üvey evlat muamelesi gören hat sanatının günümüzde geldiği noktaya işaret etmektedir.

 

İstanbul Valisi H. Avni Mutlu İcazet verirken…

 İstanbul hat sanatının başkenti

Ircica'nın 25'inci Yönetim Kurulu Toplantısında verilen icazetler, yine eskimez bir geleneğe atıfta bulunularak İstanbul'da verilmiştir. Hatırlanacağı üzere “Kur’an-ı Kerim Mekke’de (Hicaz’da) nâzil oldu. Mısır’da okundu. İstanbul’da yazıldı.”  sözü, bildik bir kelâmdır.

İstanbul, aynı zamanda asırlar boyunca, hat sanatının da başkenti olmuştur. Evet, İstanbul hat sanatının başkentidir. Hat sanatı tarihine isimlerini büyük harflerle yazdıran hattatlar, ekseriya İstanbul’da yetişmiş; İstanbul camileri çok kısa aralıklarla icazet merasimlerine tanıklık etmiştir.

Hat sanatında icazet başlı başına bir gelenektir

Klasik İslam-Türk sanatlarında ve özellikle hat sanatında icazetin ayrı bir hususiyeti bulunmaktadır. Yerine göre, 8-10 yıl süreyle, üstadından hat meşk eden talebeler, emeklerinin, daha doğrusu sabırlarının mükâfatını icazetnameyle almaktadır.

Hat sanatında icazet merasimi başlı başına bir gelenektir. Asırlar boyunca hat sanatına başkentlik etmiş olan İstanbul, birçok icazet merasimine tanık olmuştur.

İcazetname süreci

Hat sanatını öğrenmek arzusunda olan bir talebe, bu hususta salahiyeti olan bir hocaya gider. Hocası, bu talebeye ilk ders olarak “Rabbi yessir” duasını rik’a ya da nesih olarak yazdırır.

Bazı hattatlar, sadece bir yazı çeşidini öğrenecek olana o yazının alfabesini yazdırarak başlatır. Bu eğitim esnasında talebe, istidat ve kabiliyetini azmiyle gösterirken, iyi malzeme kullanıp, çok meşk yazmaya gayret eder. Hocası da talebesine hat sanatının bütün inceliklerini, ölçülerini, meşklerin üzerinde çıkartmalar yaparak gösterir ve talebesinin yazıda ilerlemesi temin eder. Hocası, usulüne uygun bir şekilde meşk yazan talebeleri “aferin”lerle teşvik eder.

Hat talebeleri, Hz. Ali’nin (ra) “Güzel yazı, hocanın öğretişinde gizlidir. Güzelleşmesi çok yazmakla; güzelliğini devam ettirebilmek İslâm dinine bağlılıkla mümkündür” tembihini her daim hatırlatırda tutar.

Talebe, derslerinde ilerledikçe yazı çeşidinin celilerini (büyüklerini) öğrenir ve istifler yapmaya başlar. Talip, hat sanatında karar kıldıkça yazıda olgunluğa ulaşır. Hat talebesi bu esnada kendisine yazıda lazım gelen malzemeyi hazırlamayı da öğrenir.

Hurufatın bitmesi ve öğrenmenin tamamlanması

Öğrencisinin hat sanatının bütün inceliklerini öğrendiğine kanaat getiren hoca, talebesinden icazetname geleneğinde olduğu gibi, eski bir üstadın icazet örneğinin aynısını yazmasını ister ve aynı üslupta yazılan icazet yazısının altına hocası “Yazılarının altına imza koymasına izin verdim” gibi cümlelerle izin ruhsatını yazar.

İcazetlerin yazılış şekli

İcazetnameler genellikle icaze nev’ileriyle yazılmaktadır. İcazet alacak talebe, öğrendiği yazı çeşitlerini gösterecek şekilde icazet kıtasını yazar ve hocasına götürür.  Hoca, talebesinin yazdığı icazet kıtasının altına icazeti yazar. İcazetnamelere umumiyetle “Besmele” ile başlanır, hamd, senâ ve dualar ile devam edilir. Besmele, hamdele ve salveleden sonra talebenin öğrendiği hat nevileri zikredilir ve hoca, talebesinin ismini belirterek, icazet verdiğini beyan eder ve kendisinin de hat sanatını kimden öğrendiğini yazarak, icazet levhasına hayır niyazlarla beraber ketebe ve tarih koyar.

Hat hocası, talebesinin icazetnamesini, başka hat hocalarının şahitlik ve tasdik imzaları ile de kuvvetlendirebilir.

İcazet metni

Günümüz hat sanatının üstadlarından Hüseyin Kutlu, talebesi Mahmut Şahin'in bir satır sülüs; dört satır nesih yazıdan müteşekkil icazet kıtasının altına icaze hattıyla şu ibareyi yazmış:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Hamd, Levh’i ve kalemi yaratan ve insana bilmediğini öğreten Allah’adır. Salât, ümmî olduğu halde, en iyi bilen Efendimiz Muhammed ve onun hayırlı ve kerem sahibi ailesinin ve ashâbının üzerine olsun. Bundan sonra; bu mübarek levhayı yazan Mahmut Şahin Efendi’ye yazılarının altına ismini yazmasına izin verdim. Ben acziyeti ve kusurlarını kabul eden, Hâmid’ül-Âmidî’nin talebelerinden İmam Hüseyin Kutlu. Allah (adı geçenlerin) günahlarını affetsin ve kusurlarını, Resuller Efendisi’nin hürmetine örtsün. Sene Hicri 1427.”

 Mahmut Şahin’in Hüseyin Kutlu’dan aldığı sülüs-nesih icazeti

 

Camiler uzun yıllar icazet merasimlerine ev sahipliği yapmıştır

Hat icazetnameleri de genellikle camilerde, hattatların; üstad hattatların hazır bulunmasıyla tertip edilirdi. Kitaplarda, eski zaman icazet merasimlerinin Kâğıthane ve Göksu gibi mesire yerlerinde düzenlendiğine dair rivayetler de mevcuttur.

Yine “eskiler” olarak tabir edilen zaman dilimlerinde hat sanatı icazetnameleri devlet ricalinin huzurunda, kimi zaman konaklarda, kimi zaman da saraylarda tertip edilirdi.

Eskiden, icazetlerin -istisnalar olmakla birlikte- camilerde verilmesi usul haline gelmişti. Şüphesiz bu tercihte, eskimez zamanlarda camilerin aynı zamanda bir camia; külliye havasının teneffüs edildiği yerler olması amildir.

Eskimez zamanlarda pek çok camiin kandillerle aydınlanan derviş odalarında hat dersleri verilmiş, bu mekânlarda güzide levhalar yazılmış, hat sanatının ziyasıyla kalplerdeki sanat aşkı aydınlanırken, kamış kalemin zikriyle dillerdeki zikir birbirine karışmıştır. Bu gelenek, icazet merasimlerinde günümüzde de yaşatılmaktadır.

İcazet hocanın talebesine itimadını sembolize eder

Hat icazeti, bu sanatı hakkıyla öğrenen ve icra etmeye hak kazananlara verilir.  İcazet, hocanın, talebesinin sanatına olan itimadının bir göstergesidir. Bu itimat dolayısıyla talebe, yazısına karşı öz güvenini artırır.

Evet, üstat icazetnameyi yazdığında talebe, sabrının, azminin mükâfatını almış; artık sanatın anahtarı eline geçmiştir. Bundan sonra sanatta gidilecek yollar, çalışma, azim, üstatla istişare ve gayretle doğru orantılıdır.

Hat müfredatını bitiren öğrenci, hocasının talimatıyla icazet levhasını yazar. Kimileyin icazet alacak hat talebeleri, hocası ve diğer hattatların huzurunda icazet levhalarına yazı yazarlar ve böylece hattatlığa ilk adımlarını atmış olurlar. Hocası da, talebesinin hazırladığı levhanın altına icazet kıtasını yazar.

Hattat Mahmut Şahin’in icazet kıtasında ifade edildiği üzere bir icazet levhasında talebenin yazısı, icazet veren hocanın ve talebenin isminin yanı sıra hayır dualar yer alır. Bazı icazet levhalarında iki, üç ya da daha fazla sayıda hattatın imzalarına da rastlanılmaktadır. Süleymaniye Camii müezzinlerinden (Merhum) Saim Özel’i, Fatih’teki evindeki bir ziyaretimizde icazetini incelemiş ve bu naif levhada Mustafa Halim Efendi’nin yanı sıra Hattat Hamid’in ve Beşiktaşlı Nuri Efendi’nin (Korman) imzalarını görmüştük.

Hat mekteplerinde, hat müfredatını bitiren talebelere, hocaları tarafından icazet makamına kaim, şahadetname vesikası verildiği de bilinmektedir. Medresetü'l Hattatin'den mezun olanlara bu türden şahadetnameler verilmiştir.

İcazet yeni bir başlangıçtır

İcazetle, sanatın künhü öğrenilmiş olmaz. İcazet aslında yeni bir başlangıçtır. Yazdıkça, göz nuru döktükçe, hattatın sanatı olgunluğa ulaşır.

Hattatın elindeki kamış kalem, aharlı kâğıdın şefkatli yüzünde aheste aheste ilerledikçe sanatı gelişir; kamış kalemin zikri dillendikçe, hattat sanatta mesafe alır, tevazu sahibi olduğunda ise sanatı zirveye varır.

Şairin, “Mazhar-ı fevz olamaz düşmeyicek hâke nebât/Mütevâzı’ olanı rahmet-i Rahman büyüdür. (=Bitkiler toprağa düşmeden/ekilmeden filizlenemez/olgunlaşamaz. Alçak gönüllü olanı Allah’ın rahmeti büyütür.)” kelâmının sırrı, en fazla hat sanatında tecelli eder. Hat sanatı tekebbürü kaldırmaz. Bu sanatta ‘ben oldum’ denilince olunmaz, ‘ben vardım’ denilince varılmaz, ‘ben yazdım’ denilince yazılmaz.

Hattatın sanatta izzet kazanması, mahviyetle doğru orantılıdır.

Hattat, kendi sanatı hakkında konuşmaz, onun yerine eli konuşur; kalemi konuşur.

Bu keyfiyet önce edeple alakalıdır. Eskiler, boş yere “Edeb bir tâc imiş Nuru Huda’dan/Giy ol tâcı emin ol her beladan” dememiş ve boş yere “Edeb ya hû” diye yazmamış.

Kerametleri cv'lerinden ve aldıkları milletlerarası ödüllerden menkul kimi hattatlar, hat levhalarının ketebe bölümünde hocalarının ismini yazmıyor. Levhalarına ketebe koyarken hocasının ismini belirtmekten imtina ediyor. Bunların web sitelerini incelediğinizde hangi hattattan icazetli olduklarını öğrenemez; sadece “meşk” etmiştir ibaresine rastlarsınız. Bu kardeşlerimize, hat sanatının, bekâ âlemine göçmüş büyük üstadlarından Sami Efendi’nin, Necmeddin Efendi’nin, Kemal Batanay’ın, Ali Alparslan’ın levhalarının ketebe bölümlerine bakmalarını tavsiye ediyorum.

Tezhip sanatında da icazet geleneği yaşıyor

Tezhip ve minyatür sanatlarında da kadim bir icazet geleneği mevcut. Tezhip sanatında kemal noktasına gelen sanatkârlara üstadları tarafından icazetname verilir. Bu tabii bir süreçtir. Talebe hocasından icazeti istemez, hocası, bakar, gözlemler ve talebesine "Haydi bakalım bir çiçek tara getir de icazetini vereyim” der… Müzehhibe Serap Bostancı'nın günümüz tezhip sanatı duayenlerinden Nakkaş Semih İrteş’ten tezhip, tezhip üstadı Melek Antel’den çiçek ve minyatür icazeti misallerinde olduğu gibi…

Serap Bostancı’nın Melek Antel’den aldığı çiçek-minyatür icazeti

Usta sanatçı Bostancı’nın çiçek ve minyatür icazeti de besmele ile başlıyor. “Bismillahirrahmanirrahim. Topkapı Sarayı Türk Süsleme Sanatları Kursu'na 1988'den beri devan eden Serap Bostancı’nın Türk Süslemesi, minyatür ve Şukufe dallarındaki terkiplerindeki başarısını tebrik eder  ve ehliyetini tasdik ederim. Sene Hicri 1420/Şevval. Melek Antel.”

Ebru sanatı icazeti ebruzenlerin teknelerinde gelişiyor

Ebru sanatı icazeti ebruzenlerin iğnelerinin ucunda günden güne gelişiyor. Üstadının dizinin dibinde yıllarca ebru çalışan eden talebe kesreti meşk ile ve ustasını, üstadlarını taklit ede ede kemale ulaşır. Uzun yıllar süren gayretler neticesinde talebe öyle bir noktaya gelir ki artık ebrusu talebenin midir hocanın mıdır ayırt edilemez olur. Böylelikle talebe ustasını taklid ede ede bir gün ustası kadar yahut ondan daha iyi ebru yapmaya başlar.

Üstadı, ebruda mesafe kat eden talebesinin en güzel ebrularıyla müzeyyen levhasının altına icazet kıtasını yazar. Bu keyfiyet, günümüzde de böylece devam etmektedir. Aşağıdaki görselde Medresetü’l Hattatin'de Hezarfen Necmeddin Okyay'dan ebru icazeti alan Ord. Prof. A. Süheyl Ünver'in ebru icazeti yer alıyor. Bu levha, Süheyl Ünver ebru yapmış mı yapmamış mı, icazeti var mı yok mu tartışmalarına da bir nevi nokta koyuyor.

 Süheyl Ünver’in Necmeddin Okyay’dan aldığı ebru icazeti

İcazetlerle ilgili bahsimizi günümüz ebru ustalarından Önder Cankurtaran’ın Sadrettin Özçimi’den aldığı icazetname ile son verelim. “Hamd Allah’a mahsustur. Salât ve selâm O’nun temiz Resulüne, Ehl-i Beyt’ine ve ashabının cümlesinin üzerine olsun. Gelenekli sanatlarımızdan ebruculuk hakiki bir Türk Sanatıdır. Günümüze kadar aslını muhafaza ederek gelen  bu sanatı Önder Cankurtaran Efendi icra etmeye ve öğretmeye tarafımdan mezun kılınmıştır. Cenâb-ı Sani-i Hakiki ömrünü feyizli, bereketli eylesin. Âmin.  Ustası Sadrettin Özçimi, onun ustası Alparslan Babaoğlu, onun ustası Mustafa Düzgünman onun ustası Necmeddin Okyay, onun ustası Özbekler Tekkesi Şeyhi Edhem Efendi, Sene 1426/2005.”

 Önder Cankurtaran’ın Sadrettin Özçimi’den aldığı ebru icazeti

İbrahim Ethem Gören/Dünya Bülteni

 

Telif Hakkı © 2025 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.