Hün-i Hat yazı çeşitleri
- Ayrıntılar
- Kategori: Türk sanatları
- Gösterim: 3697
Hüsn-i Hat yazı çeşitleri başlıca altı kısımda toplanmış olup, buna Aklâm-ı sitte (altı kalem) denir. Aklam-ı sitte peyderpey icat olunarak, Bağdat’da Yakut-ı Musta’sami tarafından kesin şekli verilen altı çeşit yazının tamamına verilen isimdir.
Bu altı ana çeşit yazı ile, ondan türeyen başlıca yazı çeşitlerini şöylece sıralayabiliriz:
Sülüs—2-3 mm. Kalınlığındaki kalemle yazılan Sülüs’te harfler yumuşak ve ahenkli olarak döner. Nesih’in biraz daha büyüğü olup, harflerin yuvarlaklığı Nesih'e nazaran daha azdır. Hattın esasını teşkil eder. Sülüs bu karekteriyle Mikyasül-hat ve Mizanü'l-hat diye şöhret bulmuştur.
Bütün hat çeşitleri ve kaideleri Sülüs'ten çıkmış>tır. Hüsn-i hatta da Sülüs öğrenmekle başlanır. Kur'an'ların ve el yazması kitapların başlık ve sure başları Sülüs'le yazılır. Kıvrak, yumuşak ve göz doldurucu bir yazı olduğundan hat levhaları Sülüs'le yazılmıştır. Osmanlı - Türk zevkine çok uygun bir yazıdır.
Nesih-- Kalınlığı Sülüs'ün üçte biri kadardır. Küfi yazının köşeleri'nin yuvarlanması ile meydana gelmiştir. Hicri IV. yüzyılda ilk örnekleri görülen Nesih, V. ve VII. yüzyıllarda klasik olgunluğa kavuşmuştur. Daha çok Kur'an'lar Nesih'le yazılmıştır. Türk hattatlarınca çok kullanılmış bir yazıdır.
Muhakkak - Sülüs ve Nesih arasında bir yazıdır. Murakka kıt'alar yazılmış, ancak Besmelesi hariç rağbet görmediğinden fazla kullanılmamıştır.
Reyhani - Nesih'in yatay kısımları bu yazıda daha yatkın bir hale getirilmiştir. Nesih'e nazaran daha sert ifadelidir.
Tevki' - 2-3 mm. kalınlığında ve kelimelerin arası birleştirilerek yazılır. Tevki' , Osmanlı Divani yazısının esasını teşkil etmiş, beratlarda ve menşurlarda (ferman) kullanılmıştır. Bazı eski tuğraların imzalarında da bu yazıya rastlanır. Tuğrakeşlere de önceleri Tevki-i denilmiştir. Tuğra, İmparatorluk devrinde padişahın imzası yerine kullanılmıştır.
" .. An'aneye göre tuğra Oğuz Han'ın yazılı nişanıymış. Bir kısım Türk tarihçileri bu tabirin efsanevi bir kuş ve aynı zamanda Oğuz Han'ın arması olan Tuğra'dan geldiğini ileri sürmektedirler. Kelimenin aslı Oğuz lehçesinde Tuğrağ olup, hükümdarın basılı nişanı, damgası anlamına gelmektedir. Bu husus Kaşgarlı Mahmud'un Divan ü Lügat-it-'Türk'ünde de belirtilmiştir. Batı Türkçesinde kelimenin sonundaki gayın harfi okunmadığından, kelime Tuğra şeklinde kullanılmıştır.
Kelimenin Farsçası Nişan, Arapçası Tevkii'dir ... Osmanlı tarih vesikalarında değişik tabirlerle kullanılan Tevki-i hümayun, Tevki-i refi, Þerif-i alişan-ı sultani, Tuğray-ı garray-ı sami mekan-ı hakani, Tevki-ı refi-i hiimayun, Nişan-ı hümayun, MisaJ.-i meymun, Nişan-ı şerif-i alişan, Alamet-i şerife ve Tuğrayı-ı garra gibi tabirlerin hepsi tuğra demektir.
Ahidname, ferman, berat ve name-i hüınayun gibi vesikaların baş tarafına yazılan tuğra; Nişancı, Tevki-ı, Tuğrai veya Muvakki denilen şahıslar tarafından çekilirdi... XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Nişancıların 'Tıığrakeş adlı bir yardımcıları olmuş, tuğra çekmek vazifesini bunlar üzerlerine almışlardır. 1836'da Nişancılık ilga edilmiş ve bunların vazifesi Defter eminlerine devredilmiştir. Defter eminleri de tuğra çekmek için Tuğranü-vis adlı memurlar tayin etmişlerdir.
Rıkaa' - Rık'a denilmişse de aslı Rıkaa'dır. Nesih yazının yuvarlak şekli olan ve hareketsiz yazılan Rıkaa', süratle yazılabilen, harfleri bitişik, kalem kalınlığı değişik bir yazıdır. Latin harflerinin kabulüne kadar, devlet yazışmalarında kullanılmıştır.
"Tevki' ve Rıkaa', XII. yüzyılda yetişen Bağdad'lı Ebü'I-Fazl Fazl İbn-i Hazin diye tanınan Ahmed İbn-i Muhammed İbnü'l-Fazl tarafından ortaya konmuştur."
Kufi - Geometrik karakterli bir yazı olan Küfi'nin her çeşidinde göze çarpan özellik, parçaların dikey ve yatay olmasıdır. "Küfi yazı; yazma küfi (kalın-celi ve ince küfi) ve yapma küfi olmak üzere ikiye ayrılabilir. Yapma küfi'ye, örgülü, yapraklı, çiçekli, geçmeli küfi gibi adlar da verilmiştir. Yazma küfi kalemle yazılan, yapma küfi gönye, pergel gibi aletlerle çizilerek yapılan yazılardır. Bunlar abide yazılarıdır.
Kağıt üzerinde IX. yüzyıla kadar devam eden Küfi'nin celisi (büyüğü), dekoratif kıymetinden ötürü XII. yüzyıla kadar devamlı ve XV. yüzyıla kadar da seyrek olarak taş, alçı üzerinde mimari bir unsur olarak kullanılmıştır. Kur'an'lar ve el yazması kitaplar, başlıklar ve sure başları bazı hallerde Küfi ile tezhibli olarak yazılmıştır.
Ta'lik - XII. yüzyılda İran'da ortaya çıkan bu yazı, Sülüs'le aynı kalınlıktaki kamış kalemle yazılır. Ta'lik, "Ma’kınli'nin karakter itibari ile tam aksi olup, harflerde düz hat yoktıır. Ta'lik kalemine Mcşk kalemi de denir. İranlılar Ta'Iik kalemine Çardank'da demişlerdir.
Bu yazı nev'ini ilk defa ortaya kayanın Hoca Ebü!l-Al olduğu söy lenir. Bu yazının esaslarını Pehlevi hattiyle Küfi'nin parçalarından çıkarmıştır. Ta'lik'in incesine Hafi veya İnce Ta'lik, yahut Hurda Ta'lik, kalınlarına da Celi Ta'lik veya Ta'lik Celisi denmiştir.
Ta'lik bir ahenk yazısı olup, yetişmiş en büyük üstadı bizden çıkmış olan Yesarı Esad Efendi (ölümü 1766) 'dir. Ta'lik'i İranlılar ortaya koymuş olmakla beraber, bu yazının en güzel örneklerini vermek yine Türk hattatlarına nasip olmuştur.
Celi - Sülüs'ün istenilen büyüklükte kalın kalemle yazılan çeşidi olup, her tezyini şekil ve istife müsaittir. Büyük levhalarda, taş üzerine yazılan kitabelerde kullanılmıştır. Yerine göre 3·5 cm. kalınlığa kadar olanları vardır. Ayasofya'daki çıhar-ı yar levhaları 55 cm. kalınlıkta yazılmış olup, dünyanın en büyük yazı örneklerindendir.
Müsenna - Levha ve kitabelerde kullanılan bu yazı, Sülüs ilc Celi'nin karşılıklı olarak çift yazılan şeklidir.
Divani -- Türk'ün kendine öz, hareketli ve girift bir yazıdır. Hem Tevki'i, hem de Ta'Iik'i andırır. Bu yazıda harf ve kelimeler birbirine kaynaşmıştır. Bu harf ve kelimeler birbirlerine ulaşa ulaşa uzanıp giderler, sona yaklaşınca yükselmeğe başlarlar. Bu yükseliş, Divani yazısındaki değerlere ayrıca bir yükselme değeri katar. Yalnız berat, menşur yazmak için tercih edilmiş bir yazıdır.
Siyakat - Küfi'ye benzeyen bu yazı ile; arazi, emlak, mali ve Defter·i Hakanı kayıtları yazılmıştır.
Eski Kitapçılık Sanatlarımız—İsmet Binark